Etiket arşivi: hukuk

Hukuk Adalet Dağıt(a)mazsa!

Toplum hayatının düzenini sağlamayı amaç edinen ve gerekli yaptırımlarla bunu sağlayan, yazılı olan veya olmayan tüm kurallara hukuk adı verilir. Hukukun amacı adaleti sağlamaktır. Her toplumun hukuk kuralları kendine göredir. Suçun cezası, toplumların benimsediği hukuk sistemine göre değişiklikler gösterir.

Geçmiş toplumların hukuku bugünkünden farklı olduğu gibi gelecekte bugünden farklı olacaktır. Devlet yönetimini elinde bulunduran güç, hukuk kurallarını da belirlemektedir.

Geçmişte İslam hukuku uygulanmış olan ülkemizde imparatorluğun yıkılmasından sonra seküler hukuk kurallarına geçiş yapılmıştır. Medeni hukuk kurallarını, ceza hukuku kurallarını batıdaki farklı ülkelerden almıştır. Anayasa ve kanunlar defalarca değiştirilmiştir. Toplumda uygulanan hukuk kuralları, bu süreçte acaba toplumun büyük çoğunluğunun adalet duygusunu tatmin etmiş midir? Buna evet diyebilmek oldukça güçtür.

İslam hukukunun temel prensibi, adalet-i mahzayı ön plana almasıdır. Adalet-i mahzayı uygulama imkanı varken, adalet-i izafiye ise uygulanmaz. Bireyin hakları toplumun menfaatinden önce gelir. Toplum için birey feda edilemez.

‘’Adalet-i mahzâ-yı Kur’âniye, bir mâsumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Hodgâmlıkla, öyle insan olur ki, ihtirasına mâni herşeyi, hattâ elinden gelirse dünyayı harap ve nev-i beşeri mahvetmek ister.’’(Bediüzzaman, Mektubat, Hakikat çekirdekleri)

‘’…Lâkin, adalet-i izafiye, cüz’ü külle feda eder.’’(Bediüzzaman,Sünühat)

Hukuk sistemi gerçek suçluları bulup adalet karşısına çıkarmalıdır. Masumların tutuklanması, hayatlarının bir kısmını haksız yere tutuklu geçirmeleri adalet değildir. Suçluları cezalandırırken suçsuzlar feda edilemez.

Cumhuriyet dönemindeki İstiklal mahkemeleri, 27 Mayıs ihtilalinin Yassıada mahkemeleri, Sıkıyönetim askeri mahkemeleri, Devlet güvenlik mahkemeleri ve en son Özel görevli ağır Ceza mahkemeler ile Terör mahkemeleri, bunlardandır. Acaba toplumun vicdanında bunların adaleti sağladığına tam bir inanç var mıdır?

5 yıldan beri tutuklu olduğu halde mahkemeleri hala devam edenler, mahkemelerde suçlu bulunduğu halde aylardır gerekçeli kararları henüz yazılmayanlar veya Yargıtay’da hakkında karar verilmesini bekleyenler, son çıkan demokratikleşme paketindeki 5 yılı aşan uzun tutuklulukla ilgili madde nedeniyle tahliye edilmeye başladılar. Adli kontrol kararı ile birlikte uygulanan bu tahliyeler, toplumun bir kısmını sevindirirken bir kısmının da vicdanlarını rahatsız etmiştir.

Malatya’da Zirve Yayınevinde misyonerlik yaptıkları gerekçesiyle 3 yayınevi çalışanının boğazlarını keserek öldüren 5 sanığın tahliyesi en bariz olanıdır. Danıştay saldırısında hakimi öldüren sanıkta bu davadan tahliye edilmesine karşı başka davadan hükümlü olduğu için çıkamadı. Davaları 5 yıldır sonuçlandırılamayan mahkemeler nasıl adalet dağıtacaklar? Kamu vicdanı bunu kabul edemiyor. Türk hukuk sistemin adalet dağıtmasındaki bu zafiyet, hukukçular tarafından artık masaya yatırılmalı, tartışılmalı ve çözümü mutlaka bulunmalıdır. Toplum hastanelerden acilen şifa beklerken, mahkemelerden de gecikmeden adalet istiyor. Geç gelen adalet de vicdanları rahatsız ediyor. Hele insanların hayatları üzerinden mahkemelerin bilek güreşi yapmaları, adalete güveni sarıyor.

Türkiye’de halen 44 ü özel, 31 i devlet olmak üzere 75 Hukuk fakültesi mevcut. Ve buralarda 354 profesör, 164 doçent ve 557 Yar.Doçent bulunuyor.Bunların aralarında 23 tane Anayasa profesörü ile 32 tane Ceza Hukuku profesörü var.Türk toplumu bu değerli bilim adamlarından konunun tartışılıp acilen çözümünü bekliyor.

Ergenekon adı verilen, seçilmiş iktidara karşı ihtilal amaçladığı iddia edilerek yargılananlar da uzun tutuklu kalmaları nedeniyle tahliye oluyorlar. Bunların tahliyesinden memnun olanlar olduğu gibi, bu davadaki bazı delillerin sahte olduğuna da inananlar, kumpas kurulduğuna inanalar da var.

Ülkemizdeki yargı sistemi adalet dağıtabiliyor mu? İnsanlar yargıya güvenebiliyorlar mı? 30 Mart seçimlerinden sonra Türkiye bu sorunları acilen masaya yatırmalıdır. Devletin kriptolu telefonları dahil vatandaşlarını hukuka aykırı biçimde kimler dinlemiş ise, bazı kişilere kumpas kurularak tutuklanmalarına kimler neden olmuşsa, sahte delil üreterek kişilerin mağdur edilmesine ve tutuklanarak yargılanmasına sebep olanlar varsa, tek tek onlar da adalet huzuruna çıkarılmalıdır.

5 yılı aşan bir tutukluluk sürecinde adaletin hala tecelli edememesini bu topluma kim izah edecek? Gerekçeli kararın aylarca yazılmamasını, kişilerin hak arama hakkının ellerden alınmasının suçluları kimdir?

61 Anayasanda Cumhurbaşkanı seçimi için turlar bir türlü bitmiyor, Cumhurbaşkanı seçilemiyordu, 80 Anayasayla turlar 3 turla sonuçlandırılınca netice hasıl oldu. Gerekçeli kararı makul sürede yazmayan hakimler için bir önlem gerekmiyor mu? Böyle bir lüksü olabilir mi?

Türk halkı adalete güvenmek istiyor, bunun için hukukçular ve parlamento üzerlerine düşen görevleri artık yapmalıdırlar.

Dr.Selçuk Eskiçubuk 

Peygamberimizden, Anne Hakkına dair Veciz Bir Mesaj!

Baby Holding Mother's FingerCenab-ı Allah Kur’an’ı Kerimde şöyle ferman eder: Biz insana; anne ve babasına ihsan etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet erginlik çağına ulaşınca ve kırk yaşına varınca der ki: Rabbim bana; anne- babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amel işlememi ilham et. Bana verdiğin gibi soyuma da salah ver. Doğrusu ben, sana döndüm. Ve gerçekten ben, Müslümanlardanım. (1)

“Biz insana; anne ve babasına ihsan etmesini tavsiye ettik” …annesi onu zahmetle taşıdı.” Hamilelik sırasında onun yüzünden meşakkat ve yorgunluklara; hamilelerin başına gelen yorgunluk ve zahmetlerden aşerme, bayılma, ağırlık, üzüntü ve başka sıkıntılara katlandı “ ve zahmetle doğurdu” Doğum sancısı ve şiddetinin zorluğuna da katlandı. “Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.” Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Bu emzirmeyi tamamlamak isteyen içindir.(Bakara/233) Ayeti ile birlikte mütalaa ederek hamilelik süresinin en az altı ay olduğuna delil getirmiştir.

İbn Abbas’tan rivayetine göre; Kadın dokuz ayda doğurduğu takdirde yirmi bir ay emzirmesi yeter. Yedi ayda doğurmuşsa yirmi üç ay emzirmesi, altı ayda doğurmuşsa tam iki sene emzirmesi yeter. Çünkü Allah Teâlâ: “ Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.” buyurmuştur.

… Ceninin oluşması için takdir edilmiş bir süre vardır. Bu süre katlanınca cenin harekete geçer. Bu sürenin toplamı kadar bir süre daha eklenince cenin anneden ayrılır. Farz edelim ki; ceninin yaratılışı otuz günde tamamlanmaktadır. Bu süre altmış güne ulaşınca cenin harekete geçer. Bu süre iki katlanınca da- yani yüz yirmi gün sonra- böylece süre yüz seksen gün olur ki – bu altı aydır- cenin anneden ayrılır. Ceninin otuz beş günde yaratılışının tamamlandığını farz edecek olursak, yetmiş günde harekete geçer ve yüz kırkıncı günde – bu süre yüz doksan gün olur ki yedinci ayda çocuk anneden ayrılır. Çocuğunun yaratılışının tamamlanmasının kırk gün olduğunu farz edecek olursak, çocuk seksen günde harekete geçer ve iki yüz kırk gün sonra ayrılır ki bu da sekiz ay sürer. Ceninin yaratılışının kırk beş günde tamamlandığını farz edecek olursak, o doksan günde harekete geçer ve iki yüz yetmiş günde doğar ki bu süre dokuz aydır.

Efendimiz şöyle buyurmuştur: Müslüman kul, kırk yaşına ulaştığı zaman, Allah Teâlâ onun hesabını hafifletir. Altmış yaşına ulaştığı zaman ona Allah’a dönüşü bahseder. Yetmiş yaşına ulaştığı zaman gök ehli onu sever. Seksen yaşına girdiğinde Allah Teâlâ onun iyiliklerini sabit kılar, kötülüklerini siler. Doksan yaşına girdiği zaman Allah Teâlâ geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar ve onu ailesi halkı hakkında şefaatçi kılar.

“İşte bunlar cennetliklerdendirler. Yaptıklarının en iyisini kabul edeceğimiz ve kötülüklerinden vazgeçeceğimiz kimselerdir.” Yukarıda zikredilen nitelikleri taşıyanlar, Allah’a tövbe edip O’na dönenler, kaçırdıkları tövbe ve istiğfarı telafi edenler; işte yaptıklarının en iyisinin kabul edileceği, kötülüklerinden vazgeçileceği, birçok hatalarının bağışlanacağı az amellerinin kabul olunacağı kimselerdir. Onlar cennetlikler cümlesindendirler. Allah Teâlâ’nın Zatına tövbe eden ve dönenlere vaat ettiği üzere onların Allah katındaki hükmü budur. Bu sebepledir ki:“Bu; onlara vaadolunan dosdoğru bir vaaddir.”buyurmuştur.(2)

Allah’ın Resulü… Annesini omzunda tavaf ettiren birisini görünce, adam peygambere soruyor. Hakkını ödedim mi acaba? Hayır, bir tek soluğun hakkını dahi ödeyemedin. buyurmuş.

Anne hakkını veciz bir sözle belirten iki cihan serverine salât ve selam olsun…

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

19.8.2013

 www.NurNet.org

Alıntı

1- Ahkaf,17-ibn.Ksr,

2- İbni Kesir Tevsiri

Anne ve Babanın Hukukunu Gözetmek

Anne ve babaya iyilik etmek ve onların hukukunu gözetmek, Kur’ân’ın bizzat ilgilendiği bir konudur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:Rabb’in, yalnız Kendisine ibâdet etmenizi ve ana babaya iyilik etmenizi emretti.

Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf!’ bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevâzu kanadını ger ve de ki: ‘Ey Rabb’im! Nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.’ Sizin içinizde olanı Rabb’iniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, Kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır. Akrabâya, yoksula ve yolda kalmışlara hakkını ver. Malını israf ederek saçıp savurma.”

Peygamber Efendimiz (asm) bir hadislerinde: “Anne ve babası yanında ihtiyarladığı halde onları râzı etmek sûretiyle Cennete giremeyen kimsenin burnu yere sürtülsün!” buyurmuş, bir diğer hadislerinde de,

 

Şu beş şeyin cezâsı dünyada hemen verilir:
1- Zulüm yapmak,
2- Hâinlik etmek,
3- Anne-babaya eziyet etmek,
4- Akrabalarla ilişkiyi kesmek,
5- Yapılan iyiliği görmemek.”
buyurmuştur.

Hânesinde ihtiyar anne-babası veya akrabasından ya da îman kardeşlerinden bir amelmande (iş yapamaz hale gelmiş) veyâ âciz ve hasta bir şahıs bulunan kimseleri yukarıdaki emirlere dikkat etmeye çağıran Bedîüzzaman, bu âyetlerin ihtiyar anne ve baba için beş derece şefkate dâvet ettiğini kaydeder.

Âyeti tahlil edersek bu beş derece şefkatin şunlar olduğunu görürüz:

1- Anne ve babaya “Öf” bile deme!
2- Anne ve babayı azarlama.
3- Anne ve babaya yumuşak sözlü ve tatlı dilli ol.
4- Anne ve babaya merhamet ve tevâzû kanadını ger.
5- Anne ve baba için Rabb’ine duâ ve niyâzında de ki:
“Rabb’im! Onlar beni nasıl küçükken besleyip büyüttüler ve beni terbiye ettilerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.”

Saîd Nursî, ihtiyar anne ve babaya gösterilmesi gereken şefkat ve merhametin sebep ve hikmetlerini şöyle sıralar:

1- Dünyada en yüksek hakîkat, anne ve babanın evlâtlarına karşı şefkatleridir.
2- Dünyada en yüksek hukûk, anne ve babanın şefkatine mukâbil hakları olan hürmettir. Çünkü anne ve baba hayatlarını, çocuklarının hayatları için hiç tereddüt etmeden fedâ etmektedirler.
3- Öyle ise insanlığı kaybolmamış ve canavarlaşmamış her bir evlat, o muhterem, sâdık ve fedâkâr dostlara hâlis şekilde hürmet etmeli, samîmî olarak hizmet etmeli, rızâlarını tahsil ve kalplerini hoşnut etmelidir.
4- O mübârek ihtiyarların vücutlarını ağır görüp ölümlerini arzû etmek çirkin bir alçaklıktır, kara bir vicdansızlıktır, acı bir zulümdür.
5- İhtiyar veya işten kalmış kişiler aslında içinde barındırılan evin bereket direği, rahmet vesîlesi ve musîbetlerin defedicisi hükmündedir. Bundan dolayı evinde hasta, sakat, yaşlı gibi bir amelmande barındıran kişi, “Maîşetim dardır; idâre edemiyorum” dememeli, bilâkis onların yüzünden gelen bereket olmasaydı geçim darlığının daha ziyâde olacağını bilmelidir.

Süleyman Kösmene / Yeni Asya

Osmanlı Devletinde Hukuk Varmıydı ?

Devletler insan gibidir; büyürler, olgunlaşırlar, yaşlanırlar ve ölürler. ’’der İbni Haldun.

Evet devletlerde insanlar gibi belli bir hayat safhaları yaşar. Bu safhalar devletlerin tarihinde çok önemli izler bırakırlar. Mesela Osmanlı Devleti gibi bir devlet bu safhaları net bir şekilde yaşamış ve dünya tarihinde silinmeyecek bir iz bırakmıştır.

Osmanlı Devletinin kuruluş dönemini çocukluk safhası olarak sayarsak yükselme dönemini gençliğe, gerileme dönemini de yaşlılığa benzetebiliriz.

Bu dönemlerin ihtiyaçları farklı farklıdır. Mesela kuruluş döneminde ihtiyaç olmayan bir kanun yükselme döneminde hayati bir ihtiyaç haline gelmiştir. Çünkü artık devlet büyümüş ve İhtiyaçları büyümüştür. Bu ihtiyaçları kuruluş döneminin yasalarıyla karşılamak 15 yaşındaki bir çocuğa 5 yaşındaki bir çocuk elbisesini giydirmek gibi bir durumdur.

Osmanlı Devleti yıllarca örfi ve şeri kanunlarla idare edilmeye çalışıldı.

İmparatorluk haline geldikten sonra artık bu kanunlar devletin hukuki yapısını kaldıramaz hale geldi.Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa’danalınan kanunlar Osmanlı Devletinde uygulanmaya başlandı. Bundan dolayı Sultan Süleyman‘’Kanuni’’namıyla anılmaya başlandı.

Kanuni döneminden sonra Kanuninin Osmanlıya Uyarladığı kanunlar yetersiz gelmeye başladı. Kanunların yetersiz gelmesiyle birlikte artık devletin İlmiye(Bürokrasi) ve Seyfiye(Asker) kısmında bozulmalar başladı. Bu bozulmalar devletin temel yapılarında olumsuz büyük etkiler yaptı.

Artık yenilerine ihtiyaç doğdu birçok padişah ve sadrazam yeni yasalar çıkardı. Fakat bu çıkarılan kanunların ve yasaların en önemlisi Sultan Abdülaziz döneminde çıkarılan Mecelle kadar kapsamlı değildi.

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, 1868-1878 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen İslami özel hukuk (medeni hukuk) kuralları oluşturur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yarım yüzyılında şer’i mahkemelerde hukuki dayanak olarak kullanılmıştır. Bir giriş 16 bölümden oluşur ve 1851 madde içerir.

Mecelle kendi çağında 13 yüzyıllık İslam fıkıh geleneği üzerinde inşa edildiği halde, maddeler halinde düzenlenmiş analitik ve pozitif bir hukuk sistemi oluşturma çabasıdır. Tanzimat Fermanı ile açılan dönemin en önemli kanunu ve Osmanlı modernleşmesinin en önemli örneklerinden biridir.Mecelle Türk Medeni Kanunu’na ek olarak çıkarılan 864 sayılı Tatbikat Kanunu’nun 43. maddesiyle 4 Ekim 1926’da Mecelle yürürlükten kaldırılmıştır.

 Mecelle ile Demokratik anayasa adımını atan Osmanlı Devleti Tanzimat, Islahat fermanlarından Tarihinin ilk anayasası olan Kanunu Esasi’yi 1876 da 1. Meşrutiyetle kabul etmiştir.

Osmanlı Devleti dünyada meydana gelen bu gelişmelere ve değişmelere kayıtsız kalamazdı.Çünkü dünyada değişim başlamış ve Osmanlı Devleti bu değişimin arkasında kalamazdı. I.Meşrutiyetin ilanı Cumhuriyet yönetimine geçişin en önemli adımı hatta yarı Cumhuriyete geçiş sayılır.Çünkü bu anayasada seçimler vardır.Meclis vardır.Halkın seçtiği milletvekilleri vardır.Bu meclis o kadar demokratik bir meclisti ki Osmanlıda yaşayan bütün Müslüman ve gayrı Müslim bütün halkları temsil ediyordu. 

Kânunu esasi Osmanlı Devletinin ve Türk tarihinin ilk yazılı anayasası olma özelliğini taşır. Bu anayasa o kadar özgürlükçüdür ki azınlık olan gayri Müslimlere Müslümanlardan daha çok hak vermiştir. Bu hakları da Müslüman olmayanlar Osmanlı Devletinin lehine değil aleyhine kullanmışlardır. Osmanlı Devletini yıkmak için bir yol olarak kullanmışlardır.

Kanunu Esasi 1921 Anayasası olan Teşkilatı Esasiye ilan edilene kadar yürürlükte kalmıştır.1921 Anayasasının kabulüyle Kanunu Esasiye yürürlükten kaldırılmıştır.

Osmanlı Devletinde verilen bu haklar bize Osmanlı Devletinin özgürlük düşüncesi hakkında az da olsa bir fikir vermiştir. Bu kanunların değişmesi ve yenilenmesi de bazılarının iddia ettiği gibi Osmanlının bir despotik ve katı yönetim anlayışında olmadığını ve Osmanlı devletinin yeniliğe ve yenileşmeye açık olduğunun en iyi göstergesidir.

Hamit DERMAN