Etiket arşivi: Hurûf-i mukataa

Şifa Kaynağımız “Kur’ân”

Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ın maddî ve mânevî hastalıklara şifâ olduğunu yüce Rabbimiz Kitab-ı Kerîminde beyan buyurmaktadır.

Kur’ân öncelikle Küfre, şirke, imansızlığa, zulme, adaletsizliğe, her türlü şüphe, evhâm ve vicdansızlığa karşı bir şifâ kaynağıdır… Kur’ân hidâyet rehberidir.

Kime şifâdır? Kimin için hidâyettir? Kur’ânın ifadesiyle mü’minler için…

Bu davete uyanlar bu şifayı soluyanlar, gerçek mânevî hazzı tatmakta ve gerçek mutluluğu yaşamaktalar… Çünkü Kur’ân kırk vecihle mu’cize olması sebebiyle ve hiçbir kitapta bulunmayan özellikleriyle beşeriyetin en büyük ve kapanmaz bu yaralarını tedavi etmiştir ve ediyor.

Onun kapısına baş vuranlar, Tabîb-i Ekberden en büyük ve müessir reçeteyi almaya hak kazanırlar.

İmân ve intisapla Mâlikini tanıyan ve mâbûdunu bulan, vahşetten, dehşetten, şiddetten, hiddetten kurtulur. Korkularını yener, evhâmını dağıtır, şüphelerden bertaraf olur.

Kur’ânın hangi âyeti hangi maksatla okunursa, o cihette fayda verir.

Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu eserlerinde ifâde buyurmuştur. “Huz mâ şi’te Limâ şi’te “ ‘Yani istediğin her şey için Kur’ân’dan her ne istersen al’ ifade ettiği ma’na, o derece doğruluğuyla makbûl olmuş ki, ehl-i hakîkat mâbeyninde durûb-i emsâl sırasına geçmiştir. Âyât-ı Kur’âniyede öyle bir câmiiyyet var ki, her derde devâ, her hâcete gıdâ olabilir…”(Sözler, 25.söz, 5. Lem’a, 1.Işık)

Kur’ânın maddî ve mânevî hastalıklara şifâ olduğuna dâir yüce Rabbimizin âyetlerinden bir kaçına bakmamız yeterlidir.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ

Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifâ ve mü’minler için bir hidâyet ve rahmet olan Kur’ân geldi.“ Yûnus Sûresi, 10/ 57)

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ ۙ وَلَا يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إِلَّا خَسَارًا

Biz Kur’ândan öyle âyetler indirmekteyiz ki; O, mü’minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise yalnızca hüsrânını artırır.” (İsrâ Sûresi, 17/82)

Hz. İbrâhîm (as):

وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ

Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” (Şu’arâ, 26/80) derken şifâyı doğrudan Cenâb-ı Hak’tan istemektedir.

Kur’ân, psikolojik, sosyal, rûhî, ailevî, ferdî her türlü hastalıklara şifâdır. Ve bu tür hastalıkların tedavisinde Kur’ândan istifâde etmek gerekir.

Bu demek değildir ki, maddî hastalıklarımız için doktora baş vurmayalım, ameliyat olmayalım, tedbirlerimizi almayalım, sağlıklı yaşama kurallarına uymayalım, diyetlerimizi yapmayalım, meşrû dairede sportif faaliyetlerde bulunmayalım. Allah Resûlü (sav)’in “ Ey Allah’ın kulları tedâvî olunuz” emrine ittibâ etmeyelim. 

Bu tür fiilî dualarımızı yaparak şifayı Allah’tan istemek gerekir. Yoksa ne ilaç şifa verir, ne de doktor…

Hatta, gafletle Hakîkî Şifâya muktedir olanı unutup, sonuçları sebeplere verirsek, Allah muhâfaza şirke düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Mü’min; yediğinden, içtiğinden, yuttuğundan, kullandığından gafil olmamalı, Müsebbibü’l-Esbâbı dâima hatırda, gönülde ve dilde tutmalıdır.

Gerçek Şâfi, şifâ veren Allah’tır.

Hz. Eyyup (as) uzun zaman devam eden ağır hastalığına karşı Kur’ânda geçen (Enbiyâ Sûresi, 83) ve Bediüzzaman Hazretlerinin ikinci Lem’ada “mücerreb ve te’sirli” olarak nitelendirdiği o meşhur duasını okur, Rabbinden yardım ister, Cenab-ı Hak duasını kabul eder, Hz. Eyyub’a ayağını yere vurmasını emreder. O da ayağını yere vurur, anında yerden su fışkırır, bu sudan hem içer, hem de bütün vücudunu yıkayarak sağlığına kavuşur.

Kur’ân kulûbe kût ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâdır ve rûha ma’ ve ziyâ ve nüfûsa devâ ve şifâ olduğundan usandırmaz.” (Sözler, 25.Söz, 2.sûret, 4. Nokta)

Kur’ân mâdem bir rahmet kaynağıdır. Ona yapışan, her derdine bir devâ, her zulmete bir ışık, her ümitsizliğe karşı bir dayanak noktası bulabilir.

Özellikle sûrelerin başlarında bulunan ve harekesiz ve kesik kesik konan “Hurûf-i mukataa” üzerinde İslâm âlimleri ehemmiyetle durmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîmde 29 sûrenin başında 14 değişik şekilde bulunmaktadır. Bu harfler ve sûreler şunlardır :

Elif, lâm, mîm: Bakara, Âl-i İmrân, Ankebût, Rûm, Lokman ve Secde sûresi

Elif, lâm, râ : Yûnus, Hûd, Yûsuf, İbrâhîm ve Hicr Sûresi

Elif, lâm, mîm, râ : Ra’d sûresi

Kâf, hâ, yâ, ayn, sâd: Meryem sûresi

Tâ, hâ: Tâhâ sûresi

Tâ, sîn, mîm: Şuarâ ve Kasas sûresi

Tâ, sîn: Neml Sûresi

Yâ, sîn: Yâsîn Sûresi

Sâd: sâd Sûresi

Hâ, mîm: Mü’min, Fussilet, Zuhruf, Dûhân, Câsiye ve Ahkâf Sûresi

Hâ, mîm, ayn, sîn, kâf: Şûrâ sûresi

Kâf: Kâf Sûresi

Nûn: Kalem Sûresi

Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, İşârâtü’l-İ’câz Tefsîrinde, Hurûf-i Mukattaât bölümünde şu tesbiti yapmaktadır : “ Sûrelerin başlarındaki hurûf-i mukattaa, İlâhî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdadır.

Bilindiği, gibi Kuran’da, 29 sure 1 ya da 1’den fazla sembolik harfle başlar. “Mukattaa harfleri” olarak bilinen bu harfler, aynı zamanda başlangıç harfleri olarak da adlandırılırlar. Arapçadaki 29 harften 14 tanesi, mukattaa harflerini oluşturur.

Mukatta’at hakkında, Arap dilinin bütün kelime ve formlarını yansıttığı gerçeği ile birlikte düşünüldüğünde, İbn Hazm, Zemahşerî, Râzî, İbn Teymiyye, İbn Kesîr gibi âlimler şu kanaate ulaşmışlardır:

Mukatta’at, insan kavrayışının ötesindeki bir âlemde (Gayb) oluşturulmasına rağmen, harfler ile temsil edilen olağan insan konuşmasının sesleri aracılığıyla insanlara aktarılabilen, Kur’ân vahyinin taklit edilemez, olağanüstü, benzersiz tabiatını yansıtmayı amaçlamaktadır.

Bu harflerin anlamını Allah’tan başka kimse bilmez. Hz. Ebûbekir’in: “Allah’ın her Kitâbda bir sırrı vardır. Kur’ân’daki sırrı da sûrelerin başlarında bulunan harflerdir“, “Her Kitabın bir özü vardır. Kur’ân‘ın özü de bu hece harfleridir” dediği rivayet edilir. Kendisine bu harflerin anlamı sorulan Şa’bî de: “Bunlar Allah’ın sırrıdır. O sırrın ardına düşmeyin” demiştir.

Bu harfler, bir nevi bilimsel şifrelerdir.

Kur’an, Levh-i Mahfuz dediğimiz ilâhî ilim kompitürünün kod numaraları mahiyetindedir.

Sırlarla dolu olan bu harflerde Allah’ın izniyle hastalıklarımıza şifâ bulabiliriz. Bir evde veya herhangi bir mekânda okunduğu takdirde, şifâ niyetine olmasa bile Cenâb-ı Hak o şifrelerden şifâ halkeder.

Kur’ân’dan maddî/mânevî açıdan istifade hususunda da örnek ve rehber olan Peygamberimiz (sav) bu konuda da bizzat kendi uygulamalarıyla ümmetine ders veriyor.

Peygamberimiz bazı sûreleri özellikle kendi hastalığına karşı okuduğu gibi, aile fertlerinden birisi hasta olunca da okurdu.

Peygamberimizin muhtereme hanımı Hz. Aişe (r.anha) diyor ki:

Ailesinden birisi hastalandığı zaman Resûlullah (a.s.m.) Muâvizeteyni (Felak ve Nâs Sûrelerini) okuyarak onun üzerine üflerdi. Vefatı öncesinde yakalandığı hastalığında bu sureleri okuyup onun üzerine üflemeye ve kendi eliyle meshetmeye başladım. Çünkü onun elinin bereketi benim elimden daha fazlaydı.” (Müslim, Selam:50)

Bütün ehl-i îmânın hastalıklarına ve hastalarına Şafi-i Hakîkîden şifâlar niyaz ediyoruz.

İsmail Aksoy

www.NurNet.Org