Etiket arşivi: hüzün

Hüzün de bir başlangıçtır

Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Furkan sûresi, 70)

Zaman geçiyor. Zaman iyi ki geçiyor. Zaman müfessirliğini geçmekle gösteriyor. Manzara ortaya çıkıyor. Hayatının müteşabihatını çözüyorsun. Allah’ın seni düşürdüğü tüm yoksunlukların aslında koruyuş olduğunu görüyorsun. Pişmanlıktan yerin dibine geçesin geliyor. Ettiğin kem kelamlar, sitemler, isyanlar, türlü türlü şımarıklıklar, hamlıklar, ahmaklıklar hatırına koşuyor. “Bana nasıl katlandı?” Utanıyorsun. “Beni nasıl sevmeye devam etti?” Şaşırıyorsun. Bu hali nasıl tarif etmeli? Çok çok kusurlu şöyle bir film temsiliyle belki. Filmin sonunda seni gerçekten seven tek kişinin hayatın boyunca ilgisini görmezden geldiğin güzel kalpli kişi olduğunu farkediyorsun. Bu uyanış seni hem yakıyor hem yeşertiyor.

Kendi cahilliğinden, zalimliğinden, saflığından, aptallığından, nankörlüğünden tiksiniş. Allah’a bir daha âşık olmak. Âşık olunması gereken tek şeyin o olduğunu farkederek âşık olmak. Âşık olmayı tek hakeden şeyin o olduğuna inanarak âşık olmak. Kendi güzelliğinden gelen bir kibirle değil bu sefer, o geçmişte kaldı çünkü, çirkinliğinden tiksinerek, “Nasıl hâlâ sevmeye devam ediyor?” diye şaşıra şaşıra âşık olmak. Karanlığa (veya karanlığına) bakıp tabir-i caizse başardığı şeyden dolayı ışığa âşık olmak. O güzellik karşısında sarhoş olmak. Sevebilme kudreti karşısında bir hayrette kalış. Kainatı yaratan kudreti karşısında değil sadece ‘yarattıklarını hatalarına rağmen sevmeyi nasıl sürdürdüğü hakkında’ bir sevinçli haykırış! “Ne büyüksün Allahım!” Sürekli tekrar etmek belki, kendi kendine, tek bir cümleyi: “Allahu Ekber!”

Çok halis bir kulluk bu ikincisi. Çünkü bunda mülkün kalmamış. Sermayen eriyip gitmiş. Hakettiğini düşündürecek (hak iddia edeceğin) hiçbir şeyin kalmamış. Dibini görmüşsün. “Belki” diyorsun, “yaşadıklarımın da amacı buydu. Şahadet ettim. Şahit oldum böylece. İddia olarak kullanabileğim herşeyi tükettim böylece. Fenalarını gördüm. Fenalıklarımı gördüm böylece. Yalanlarıma şahit oldum. Günahlarıma şahit oldum. En çirkin yanlarımla kendimi gördüm. Birisi anlatmadı bana beni. Yaşadım. Gördüm. Tattım. Gördüm. Duydum. Gördüm. Baktım. Gördüm. Allah’ın güzeller güzeli, benimse çirkinler çirkini olduğumu, gördüm. Nefsimin her haltı yiyecek kadar denî, Onunsa her zaman affedebilecek kalacak kadar yüce olduğunu, gördüm.”

Bir Veysel Karanî (r.a.) duası yaşamak böyle bakınca. O duasını kaç yaşında etmiştir bilmem. Ama ben otuzlarımda bastığı yerlere önce yüzümü sürüyor, öpüyor, sonra peşinden ‘sadakte’ diyerek adımlıyorum: “Allahım, sen Rabbimsin, bense kulunum. Sen Halıksın, bense mahlukum.  Sen Rezzaksın, bense merzukum.  Sen Maliksin, bense memlûkum. Sen Azizsin, bense zelilim. Sen Ganisin, bense fakirim….” Yani: Sen hep Sensin. Ben de hep benim. Yarattığın üzereyim. Abd-i acizim.

Hepsinde sen haklı çıktın Allahım. Emirlerinin/nehiylerinin hepsinde sen haklı çıktın. Hiçbir istisnası yaşanmadı. Ve ben buna yaşayarak şahit oldum. Üzgünüm. Beni bu kadar sevdiğini farkedemedim. Bu kadar geç kaldığım için üzgünüm. Yarattığın herşey mutlu etmek için gözümün içine bakarken beni sevdiği göremediğim için üzgünüm. İkramlarını ve ihsanlarını üzerime alınamadığım için üzgünüm. Baharı/kışı üzerime alınmadığım için üzgünüm.

Pencereme konan kuşu, alnıma düşen yağmur damlasını, ayağıma sürtünen yavru kediyi, gülümseyen yüzleri, yardım eden elleri, bebek bebek gülücükleri, dua eden dilleri senden bilmediğim için üzgünüm. Verdiğin herşeyi tüketip sen yokmuşsun gibi davrandığım için üzgünüm. Elma için ağaca teşekkür edip seni hatırıma getirmediğim için üzgünüm. Çarptığım ve öfkelendiğim her taşın aslında benim iyiliğime olduğunu taşa çarpmamışların akıbetini görmeden farketmediğim için üzgünüm. Ama hüzün de bir başlangıçtır Allahım. Ve pişmanlık tevbedir. Ben de fazlın ve kereminle yeniden başlarım. Kusurlar da, itiraf edilince, senin kemalinin delili değil midir? Belki böyle de bir işe yararım. Rahmetine delil olurum.

Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin.

Ahmet AY – Risale Haber

Kandil Yürüyüşü

medineHİKMETİ HİÇ unutulmasın, müminler ondan her daim yeni dersler alsın, yolunu kaybettiğinde yol göstericisi olsun diye her yıl yeniden andığımız bir miracın gölgesi üzerimdeyken en sevgilinin ayak seslerini düşlüyorum.. Mekke’nin havasının, insanının, bir araya gelmiş tüm şartlarının sıktıkça sıktığı bir nebinin ayak seslerini yani.

En güzel bir yol arkadaşını, aynı zamanda en büyük destekçisini kaybetmek, hayır umduğu zorlu bir yolculuktan büyük hayal kırıklığı ve hakaretlerle dönmek, döndüğü yerde alaya alınmak, her daim canına kast edilmek diğer yandan. Ne maldan, ne dosttan, ne destekleyiciden yana güçlü olmak şöyle dursun, elindekileri de yitirmek, yitirdikçe yitirmek..

İşte bu yorgun ayaklar, bu hüzünlü kalbi taşıyan bedenin sahibinin narin ayaklarıydı ki gök kapılarına dayanmıştı. Nasıl olmuştu da en yalnız, en karanlık, en zor günlerden cennet sevinçleri yağmıştı?

Bunu düşünmek istiyorum çünkü çok hüzünlüyüm. Hüzünlüyüz. Hüzün yılı değil, hüzün asrı yaşıyoruz ümmetçe. Ve zorluğun ardından gelecek olan kolaylığı, ‘rabbin sana darılmadı, seni unutmadı’ hitabını, Cebrail’in yoldaşlığını en çok beklediğimiz zamanlardayız. ‘Bir binanın tuğlaları’ gibi olan müminlerin tüm duvarlarına başka yerden saldırıyor birileri. Birini öremeden diğeri yıkılıyor. Kudüs’e ağlarken, Suriye kanıyor. Onun yarasını saramamışken Patani inliyor. Irak gün yüzü göremiyor. Afganistan unutuluyor, Afrika ölüyor..

Gök kapılarına dikiyoruz gözümüzü, Allah’ın ordularına.. Bu kadar hüzünden sonra, bunca gece yürüyüşünden sonra bir yükseliş istiyoruz. Bir cennet selamı almak. Ama sanırım bir yerlerde hata yapıyoruz. Ayaklarımızı yere mıhlayıp yükselmemizi engelleyen bir şeyler.. Galiba sadece ‘hüzün’ değildi miracı getiren. O yüzden bu kadar hüzünden bir miraç çıkmıyor belki. Bunun üzerinde düşünmek istiyorum çünkü hüzünlenmekten başka şeyler de yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Benim için en kritik nokta efendimizin miraca kulluğuyla ulaşmış olmasıdır. Namazı müminlerin miracı yapan bu sırdır. Kendisinden başka nebi gelmeyecek olan son nebi, o makama peygamberliği vasıtasıyla çıksa kapı kapanacaktır. Fakat o, bu güzelliğe kulluğu vasıtasıyla ulaşmış ve tüm ümmetine kapıları açık bırakmıştır. Kul olabilmek, en önemli adım olsa gerek. Hakkıyla kul olabilmek.

İslamın en asli ve kesin hükümlerini yerine getirmeyen ama dünyayı kurtarmaya, dava adamı olmaya, o davayı da islam adına kullanmaya çalışan ne çok insan var değil mi. Ya da yerine getirilmesi borç olan ibadetlerini eksiksiz yerine getirdiği halde islam ahlakından nasiplenememiş olan. Oysa kulluk bir hal, bir ahlaktır ve miracı bir peygamber mucizesinden ibaret olarak algılamanın ötesinde dersler çıkarmak için biraz ahlaki bir okuma yapılmalıdır. Mesela belki de bu ‘teselli hediyesi’nin temelini atan efendimizin tevekkülü ve sabrıdır. Ama asla vazgeçmeden. Sonra mütevaziliğidir. Ama zulme ve küfre boyun eğmeden. Fedakarlığıdır elbet. Kalıp mücadele etmek. Ve sidre-i müntehaya kadar ulaşıp, rabbine kavuşup, Mekke çöllerine, düşmanların içine geri dönebilmek.. Kendini değil davayı, sonucu değil yolu, yoldaki yoldaşlarını düşünmektir belki.

Ümmetçe içine gark olduğumuz bunca hüzünden çıkmanın çaresi şüphesiz Allahın yardımı iledir. Rabbimizin rahmetini üzerimize celb etmenin yolu ise buna layık olabilme gayretimizdir. Ve bunun için yapmamız gereken kulluğa yakışmayan hallerimizi bir bir düzeltmektir. İslama rağmen Müslüman kılığından sıyrılmak gerek. İnsani yanı öldürülmüş bir islamdan bahsedilemeyeceğini yeniden hatırlamamız gerek. Belki de hayalimizde ürettiğimiz o büyük davaların peşinde koşarken ezdiğimiz çiçeklerden ötürü baharın gelmediğini fark edebilmek..

Büyük cihad için sefer yapmalı anlaşılan. İçsel bir yolculuğa çıkmak ve vicdanımızın merdivenlerinden gece yürüyüşleri yapmak. Ruhumuza yükselmek ve asıl düşmanı tespit edebilmek.. Ve bu yolculuklardan her defasında ‘gözümüzün nuru namaz’la dönebilmek..

Kulluk şuuruna ermiş fertlerden oluşan bir ümmet hüzne değil zafere yakındır elbet.

Hayırlı yolculuklar ve hayırlı kandiller.

Nuriye Çakmak

Karakalem.net

Hüzün içindesin..

Melâl (hüzün) içindesin.

Ne ki senden alınmıştır, o senin hayrınadır.

Madem ki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor, terke mani olan ne?

Sevdiğin ve kendisine koştuğun iyi iş, meşgul olman gereken iştir.

Yapacağın iki iş birbirine karıştığı zaman onlardan nefsine ağır gelenine bak ve onu yap.

Çünkü nefse ancak hak ve doğru olan şey ağır gelir.

Yok olmayan bir izzet ve şerefin seninle olmasını istiyorsan, fâni bir izzet ile aziz ve bahtiyar olmaya çalışma.

Cenab-ı Hakk’ın, halkın eliyle sana ezâ ve cefâ ettirmesi, onlarla beraber oturup kalkmaman içindir. Her şeyin seni rahatsız etmesini istiyor. Ta ki seni hiçbir şey meşgul etmesin, Allah’tan alıkoymasın.

Her meseleye cevap veren, her gördüğünden bahseden, her bildiğini anlatan bir kimse gördüğünde bu haliyle onun cahil olduğunu anla.

Hâli ve yaşayışı sana feyz ve hamle vermeyen, kâli(konuşması) ve sözü seni Allah’a götürmeyen kimse ile dostluk etme, arkadaşlık yapma.

Dünyada bulunduğun müddetçe keder ve üzüntülerin gelip çatmasını garip görme. Çünkü dünya, vasfına layık olanları ve tabiatının gereğini ortaya koyacaktır.

Allah katında değerini öğrenmek istiyorsan; seni hangi işte ikame ettiğine(görevlendirdiğine), hangi halde tuttuğuna bir bak.

Allah ile huzur haline ulaşamadın diye zikri terk etme, zikrin peşini bırakma.

Çünkü bizzat zikirden gafil olmak, zikir yaparken gafil olmaktan daha beterdir.

Olabilir ki (Hakk Teâlâ) seni gafletle yapılan zikirden yakaza hâlindeki zikre yükseltebilir.

Varlığı sence küçük görülen ve göze batmayan ibadet aslında kalplerin dirilişi için en çok ümit verici ibadettir.

Senin ALLAH’tan istediğin şeylerin en hayırlısı, O’nun senden istediğidir.

Zübeyir Gündüzalp

www.NurNet.Org