Etiket arşivi: ihtilaf

Reçete

İslam coğrafyası paramparça olmuş, kan ve gözyaşı eksik olmamaktadır, çevremizdeki muhalifler bizlerin zaaflarından istifade ederek Allah’ın hoşuna gitmeyen uygulamalarla bizleri ve gelecek neslimizi heder etmekte, geleceğimizi karartmaya devam etmektedirler.
Asrın müceddidi Bediüzzaman bu yarayı, bu hastalığı görmüş, kaleme aldığı Risale-i Nurlarda bunun reçetesini sunmuştur, bizler hala bu düşüncelere uzak ve bi gayrı kalarak ecnebiye yardım ettiğimizin farkında bile değiliz. Bunun sonucunda ülkelerimiz geri kalmakta milletimiz fakrı zaruret içine düşmekte bizlerin ve çoluk çocuğumuzun her iki dünyası da mahf olmaktadır.
Hâsılı kelam, içine düştüğümüz bütün bu olumsuzlukların sebebi, bize sunulmuş olan reçeteyi istimal etmemekten kaynaklanmaktadır.
Meselesinin önemini kavrayabilmek için, Batı hayatında büyük bir ameliyat icra etmiş olan Kalvin’le (Calvin 1509-1564) kısa bir mukayese yapmak istiyoruz. 
Herkesin bildiği üzere, Kalvin Hıristiyan dünyasında ciddi bir reform yapmıştır. Bugün kapitalizm diye ifade ettiğimiz Batı teknolojisi de varlığını Kalvin’e borçludur. Çünkü o, Batı hayatına üç temel fikir vermiş, bu fikirlerin hayata geçmesi ile Batıda ilim, fen ve teknoloji gelişmiştir. Bu üç temel fikir şunlardır:
İlim, çalışmak ve züht (dünyaya ehemmiyet vermemek).
Bediüzzaman’da  “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” diyerek İslam âlemine, Müslümanlara kurtuluş reçetesini özetlemiştir.
Bediüzzaman, her kötülüğümüzün temelinde cehalet vardır der, kurtuluşun da ilimde olduğunu söyler.
“Ben Vilâyet-i Şarkiyyede aşiretlerin hâl-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevi bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak.”
“Elbette nev’i beşer âhir vakitte ülûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetlerini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.”
Ayrıca kuvvete dayanan hükümetlerin çabuk ihtiyarlayacağını, ilme dayanan hükümetlerin ebedi bir ömre mazhar olacaklarını” belirtir.
Bediüzzaman cehaletin izalesini, medreselerin yaygınlaştırılmasında görmüştür. 
“Bunlar gâvur okuludur, çocuklarınızı buralarda okutmayın” sloganı, dindar çevrelerde müessir olduğu devrelerde bile Bediüzzaman “Bütün fenler, kendi lisan-ı mahsuslarıyla mütemadiyen Allah’tan bahseder, siz muallimleri değil, onları dinleyin” diyerek çocukların okullara gönderilmesini tavsiye eder. 
Zaruret; Yani, Müslümanların maddi ve teknik yönden geri kalmışlığı.
Buna fakirlik, gerilik, ihtiyaç sahipliği de diyebiliriz.
İstikbalde, Müslümanlar atalet ve yeisten kurtularak, tekrar terakki edip fen ve teknikte Batılılara yetişip, hatta onların önüne geçeceklerine dair kuvvetli kanaatler vardır.
“ihtiyaç medeniyetin üstadıdır.” Yeter ki ihtiyacımızı hissedelim.
Bediüzzaman, fakr ve ihtiyacın insanları gayrete sevk ettiğini, böylece fıtratlarında mevcut olan meylü’t-terakkinin kuvveden fiile geçtiğini, teşebbüs ve çalışma sonunda terakkinin geldiğini belirtir.
“Hayat bir faaliyet ve harekettir, şevk ise onun matiyyesi (yani bineği) dir.” der.
Bütün faaliyet ve gayretin temelinde şevk yattığını söyler. Dine hizmet gibi yüce maksatlar taşıyan insanın himmetinin de yücelerek, değerinin artacağına dikkat çeker:
“Kimin himmeti milleti ise o tek başına küçük bir millettir.” der.
 
Batı terakkisinin üssü’l-esası milliyetçilik duygusudur. Bu duygunun bizde de uyandırılması lâzımdır. Ancak, milliyetçilikten kasıt İslâmcılılıktır.
 
“Milliyet bir bedendir, ruhu dindir.”
“Din milliyetin hayatı ve ruhudur” der.
Batının fen ve ilmini alalım, ama bunu yaparken kendi millî âdetlerimizden fedakârlık etmeyelim. Japon modeli buna örnektir.
 Bediüzzaman ”Maddi terakki için çalışmak Müslümanlara dinî bir vecibedir “
“Her bir Mü’min, i’la’yıkelimetullahla mükelleftir, bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir.”
Çalışmak, Cenab-ı Hakkın tekvînî (tabiata hakim) şeriatındandır. Bu şeriatın emirlerine uymanın veya uymamanın mükâfat veya cezası dünyada peşindir. Örneğin zehir içen ölür, elektriğe dokunan ölür, yüksekten atlayanın bir yerleri kırılır, soğukta kalan üşür, sıcakta oturan terler gibi, bunları yapanın kâfir veya Mü’min olması hatta insan ve hayvan olmasının bile hiçbir önemi yoktur.
Yine aynı şekilde “Çalışmanın sevabı servettir, ataletin cezası sefalettir.” Yani çalışan insan zengin olur malı mülkü artar, çalışmayanında sefaleti artar bunlar daha dünyada karşılık bulur.
 
Allah’ın emirlerini yerine getirip getirmemenin cezası veya mükâfatı ise ahrette verilecektir. Bazen hem dünyada hem ahrette verildiği de olmaktadır mesela içki içmek;
 
İçki içen insan dünyada bazı cezalara çarptırıldığı gibi, af edilmemesi halinde ahrette de cezaya müstahak olacaktır.  
Verimli bir çalışmanın olması için fıtrî meyle uygun meslek tavsiye edilmeli. Oysa günümüzde öylemi? Çok kazandıran mesleklere yönelttiğimiz çocuklarımızın o mesleği sevip sevmediğine bakmadığımız gibi kabiliyetini de sorgulamıyoruz.
Gayr-ı müslimin sanatından istifade edilebilir, kâfirin küfrü veya fasıkın fıskı maharete ve sanata zarar getirmez. 
Yerli olarak imal edilen mallar kullanılmalı. Okullarımızda kutladığımız yerli malı haftaları bunları gelecek neslimize de öğretmenin güzel bir yoludur.
Batı mamulâtı hayat boyu boykot edilmeli. Bediüzzaman bunu hayatında tatbik etmiştir. Gandi’de buna örnektir.
Bediüzzaman’a göre Osmanlı Devletindeki azınlıklar zenginleşirken Müslümanların fakirleşmesinin bir sebebi de meslek seçimi ile ilgilidir. 
“Biz gayr-ı tabii ve tembelliğe müsait ve gururu okşayan amirlik maişetine el atıp belamızı bulduk” der.
 
Maişet ve geçimin “tabii” ve “meşru” ve “hayattar” yollarının: “ziraat”, “ticaret” ve “san’at” olduğunu belirtir. “Bence” der, “memuriyete ve imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir, yoksa maişet ve menfaat için girse bir nevi Çingenelik eder.
İhtilaf; Bunun zıddı ittifaktır.
Müslümanlar arasındaki ihtilaf, hem dini gruplar arasındaki ihtilaf, Medrese, mektep ve tekke  arasındaki ihtilaflar mutlaka son bulmalı. Hayat İttihattadır.
 
“İttifakta kuvvet var, ittihatta hayat var, uhuvvette saadet var”.
İslâm âlemi, aralarında tam bir birlik yapabilseler, hiçbir dünyevi güç bunun önünde duramaz.
Nasıl, dört elif ayrı ayrı oldukları takdirde dört kıymetinde olur, yan yana gelmeleri halinde bin yüz on bir kuvvetine ulaşır, keza dört tane dört ayrı ayrı iken on altı ettikleri halde omuz omuza verince dört bin dört yüz kırk dört kuvvetine ulaşır. İttifakta da böyle bir güç meydana gelir. 
Bediüzzaman, Müslümanlar arasındaki ihtilafların, iman zaafı, bencillik, en doğruyu aramak gibi bir kısım eksikliklerden ve yanlış davranışlardan ileri geldiğini belirtir. Ona göre, Müslümanları geri bırakan altı hastalıktan dördüncüsü “ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları” bilmemektir.
“Ehl-i imanı bir birine bağlayan bağları” iki kategoride değerlendirebiliriz. Bunlardan birisi inanç birliği, diğer ise amel ve ibadet birlikteliğidir.
Evet, aynı Allah’a aynı peygambere, aynı kitaba, aynı ahirete, aynı meleklere, aynı kadere aynı dini değerlere inanmak, Müminleri birbirine bağlayan en sağlam ve en kopmaz çelikten bir halat gibidir. Üstad’ın ifadesi ile bu bağlar iki gezegeni bile birbirine raptedebilir.
Yine aynı namazı kılmak, aynı hacca gitmek, aynı zekâtı vermek, aynı orucu tutmak, aynı kıbleye yönelmek gibi onlarca amel ve ibadetler de müminleri birbirine bağlayan fiili ve ameli bağlardır. Her dilden her renkten her iklimden milyonlarca insanın, aynı ihramı giyip aynı Kâbe’de tavaf edip, aynı Arafat’ta vakfeye durması, bu bağların en güzeli ve en somut olanıdır.
 Bu imânî ve dinî bağları harekete geçirmek gerekmektedir. 
“İttifak hüdadadır, heva ve heveste değil” .
Din dışı, beşerî formüllerle birlik sağlanamaz.
Birliğin sağlanmasında, korku ve baskı hiçbir fayda sağlamayıp, bilakis aradaki nifak ve tefrikayı daha da artırır.
Mü’minler arasında birliği gerektiren bağların Uhud Dağı azametinde ve Kâbe hürmetinde, aralarında ihtilafa ve ayrılığa götüren sebeplerin ise çakıl taşı hükmünde olduğunu ve dini değerleri düşünmeden Mü’mine küsüp darılmanın çakıl taşlarını Uhud Dağından büyük, Kâbe’den daha hürmetli tutmak kadar bir divanelik olduğunu bilmeliyiz. 
“Âlem-i İslâmdaki ihtilafı, tadil edecek çare nedir?” sorusuna Bediüzzaman şu cevabı verir “Evvela herkesin ittifakla kabul ettiği yüce maksadlara nazar etmektir. Çünkü Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ânımız bir, zaruriyat-ı diniyyede umumumuz müttefik” der. 
Eşitlik:
Bediüzzaman bilhassa millî birliği sağlayacak hususlardan biri olan eşitliğe ehemmiyet verir.
 
Bunun kanun hâkimiyetini tam olarak sağlamakla gerçekleşeceğini söyler, aksi takdirde, her bir idarecinin müstakil bir müstebit olacağına, araya komiteciliğin girerek istibdadı artıracağına dikkat çeker. 
Maarif:
Bediüzzaman bugün Doğu bölgelerimizi kasıp kavuran anarşiyi bu asrın başlarında sezmiş, bunun maarif yoluyla önlenebileceğini söyleyerek, Doğunun ismen saydığı belli başlı merkezlerinde medreseler açılarak, devlet eliyle talebeler yetiştirilmesini teklif etmiştir.
Ehakkı Aramak:
Bilhassa mezhep ihtilaflarını ve dini gruplar arasındaki ihtilafları bertaraf edecek bir formül, budur.
“Hakta ittifak ehakta ihtilaf olduğundan bazan hak, ehaktan ehaktır.”der.
 
Herkesin kendi mesleğini “hak” bilmeye, daha güzel bilmeye hakkı olduğunu, amma başkalarının mesleğini batıl ve çirkin bilmeye hakkı olmadığını söyler. Kişinin sadece kendi mesleğine hak demesini zihniyet-i inhisar olarak tavsif eder, bunun bencillikten, “hubb-u nefs”ten geldiğini belirtir. 
 
Muhabbete Muhabbet, Adavete Adavet:
İhtilafın giderilmesinde, Mü’minlere karşı muhabbetin yaygınlaştırılmasını, husumetin yok edilmesini tavsiye eder.
“Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yok.
 
“Medeniyette geri kalışımızın en büyük sebebinin, istibdaddan sonra, mürşid-i umumi üç büyük şube olan ehl-i medrese, ehl-i mekteb ve ehl-i tekkenin tebayün-ü efkârıve tehalüf-ü meşaribi” olduğunu söyler.
 
Tebayün-üefkâr,(fikir ayrılığı)ahlâk-ı İslâmiyenin esasını sarsmış, ittihad-ı milleti çatallaştırmıştır. 
Medreselerde fen ilimlerinin okutulmasının, mekteplerde de din ilimlerinin okutulmasının şart olduğunu söyler.
Dini Cemaatlerin İttifakı:
 
Her şeyden önce o farklı cemaatlerin varlığını gerekli ve faydalı görür. Cemaatlerin gayede bir olmalarını arar. Elbette bu gaye müspet ve yapıcı olacak. Dine, millete hizmet etmek olacak. Bu varsa, metodda ve meşrebde birlik aranmaz.
(Din sevgisinin sevkiyle) teşekkül eden cemaatlerin, iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.
“Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmek.
“İkinci şart: Muhabbet üzerine hareket etmek, başka cemiyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeye çalışmamak. 
 Bediüzzaman ihtilalci cemiyetlere karşıdır.
 
Bediüzzaman İslam âleminin şu ana kadar tahlil ettiğimiz her üç düşmanı da yenip, gelecekte maddi cihette  de insanlığa önderlik edip, sulh-u umumi getireceğini söylemektedir.
“Akıl ve ilim fen hükmettiği istikbalde elbette, burhan-ı akliye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.” der.
“İstikbal yalnız ve yalnız İslamiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacaktır.” Der.
“Yakinim var ki, istikbal semavatı ve zemini Asya,
Bahem olur teslim yed-i beyza-yı İslâma!”  der.
“İ’lay-ı Kelimetullahın bayrağı olan hilâl-yıldız bayrağı teâli edecek, eski şevketini bulacak inşaallah.” Der.
Derleyen: Çetin KILIÇ
Kaynaklar:
Risale-i Nur Külliyatı
Bediüzzamansaidnursi.org
Prof. Dr. İbrahim CANAN
sorularlaislamiyet
 
 
 
 
 

İhtilaf ve benzeri kavramlar..

İhtilaf; niza, tezâd, şikâk, iftirak ve hidâd’a dönüşmedikçe her zaman kötü olmaz demiştik.

Çünkü ihtilaf fikir inşasına, anlamaya ve hakikatin ortaya çıkmasına da vesile olabilir. ‘Ümmetimin ya da ashabımın ihtilafı bir rahmettir’ anlamında bir sözü hadis diye naklederler. Bu hadis değildir, ama özellikle sahabenin ihtilafının rahmet olabileceği konusunda sonradan söylenen bir sözdür ve bir anlamda doğrudur. Eğer onlar farklı içtihatlarda bulunmamış olsalardı hareket alanımız daralırdı.

Kuranı Kerim’e bakalım:

Eğer senin Rabbin isteseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa onlar hep ihtilaf edegelmişler. Rabbinin merhamet ettikleri ise müstesna. Onları da zaten bunun için yarattı‘ (11/119). Ayet merhamet edilenlerin ihtilaf etmeyenler olduğuna işaret eder. Ancak dolaylı ihtilafın tabii ve kaçınılmaz olduğunu da söyler.

İnsanlar tek bir ümmetti, sonradan ihtilaf ettiler. Eğer senin Rabbinin önceden verilmiş bir sözü olmasaydı ihtilaf ettikleri konuda aralarında hüküm verilmiş olurdu‘ (10/19) ayeti de bir öncekini açıklar.

Kuranı Kerim’de yerilen ihtilafın Kitap konusundaki ihtilaftır. Çünkü Allah’ın Kitabı konusunda ihtilaf etme şikâk’a götürür.

Her halükarda kötü olan ihtilaf ise, dediğimiz gibi, niza, tezâd, şikâk, iftirak ve hidâd kelimeleriyle ifade edilir.

Çünkü bunların hepsi çatışmayı ve güç kaybını anlatır.

Niza çekişme ve sürtüşmedir.

Allah’a ve resulüne itaat edin, nizalaşmayın, yoksa kaybedersiniz, gücünüz ve devletiniz gider. Sabırlı olun. Allah sabırlı olanlar beraberdir‘ (8/46).

Aslında ayet nizaın olmamasının yolunu da gösterir: ‘Allah’a ve resulüne itaat. Ve de hoşlanılmayan hususlarda sabır‘.

Tezad, zıtlaşmadır. Bu da kötüdür.

Şikâk; bölünmüşlüğü, birden çok parçaya ayrılmayı anlatır.

Hidâd; karşı tarafa sınır çizmek, sınırı geçmemesi konusunda onunla kavgalaşmak demektir. ‘Allah’a ve Resulüne hidad edenler, karşı çıkanlar… (58/5)’ ayeti de ihtilafın Kitap ve sünnet konusunda olduğunda tehlikeli olacağını gösterir.

İftirak ya da tefrika; fırkalara, gruplara ayrılma demektir. ‘Allah’ın ipine topluca sarılın fırkalara ayrılmayın‘ (3/103) ayeti kerimesi de hem tefrikayı kötüler, hem de giderilmesinin yolunu gösterir: ‘Allah’ın ipine cemaat olarak sarılmak’. O halde ‘benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Birsi hariç hepsi cehennemliktir. O birisi Cemaattir…‘ hadisi şerifindeki ‘cemaat‘, sahabe ittifakı olarak açıklanmıştır. Çünkü benzer bir hadiste Hz. Peygamber ‘cemaat‘ı ‘benim ve ashabımın yolu‘ diye tanımlar. Allah’ın ipi ise Kuranı Kerim’dir. Aslında Kuranı Kerim’e sarılmadığını söyleyen bir İslamî grup yoktur. Ama mesele, Hz. Peygamber ve sahabe gibi inanmaktır.

Sonraları bu yol ‘Ehli sünnet ve’l-cemaat‘ diye kavramlaştırılmıştır.

O halde müslümanların başka hiçbir beşeri fikir, içtihat ve yorum üzerinde toplanmaları istenemeyeceği gibi, bu fiilen mümkün de değildir. Hatta iyi bir şey de olamaz. İttifak isteniyorsa ki, bu İslam’ın emridir, o halde Allah’ın kitabı etrafında toplanılacaktır.

Buradaki mesele, Kuranı Kerim’in nasıl doğru anlaşılacağı meselesidir. İşte bunu da bize sağlayacak olan Hz. Peygamber’in sünnetidir. Bunun için olacak ki, Allah ‘eğer bir konuda nizaa düşerseniz onu Allah’a ve Peygamber’e götürün…‘ (4/59) buyurmuştur.

Sünnete değer vermeyenler ile olan nizaın hal çaresi de budur. Kuran, Kuran diyorlarsa işte Kuran bunu söylüyor. Bunu sadece Hz. Peygamber’in kendi zamanındakilere söylüyor demenin hiçbir tutar delili yoktur. Bu makul da değildir.

Bu son ayette ‘ihtilaf’ değil de ‘niza’ denmesi de anlamlıdır. Çünkü ihtilaf kaçınılmazdır, önemli olan bunun İslam ümmeti içerisinde nizaa vardırılmamasıdır. Eğer vardırılmışsa onun da çaresi işte meseleyi Allah’a ve Resulüne götürmektir.

Prof. Dr. Faruk Beşer

Risale-i Nur Cemaati Neden Farklı Gruplara Ayrılmış?

Üstad vefat ettikten sonra neden cemaat farklı gruplara ayrıldı? Her grup Risale-i Nur okumasına rağmen sohbet yerleri farklı; başka ortamlarda neden toplanılıyor?

Bediüzzaman Hazretlerinin ilerde cemaatin farklı kollara ayrılacağıyla alakalı söylemiş olduğu herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Ancak Yanında kalan talebelerin gerek Üstad’tan almış oldukları dersler gerekse Üstad’ın hal ve etvarını üzerlerinde göstermiş olmaları noktasından yapı itibariyle farklılık arzetmekteler.

Bazı ayrılmalar fıtri bir şekilde gelişmekte; bazıları ise meşveret kararları sonucunda ortaya çıkmaktadır.

İhtilaf beşeri bir realitedir. İnsanoğlu tarih boyunca ihtilaftan kurtulamamıştır. Hemen her din mensuplarında farklı mezhep ve meşreplerin çıkması bunu açıkça gösterir. İslamiyete mensup olan zatlarda da bu durumu görürüz. Dinin iki temel kaynağı olan Kitap ve Sünnet farklı yorumlara tabi tutularak mezhepler ortaya çıkmış, keza muhtelif cemaatler teşekkül etmiştir.

Risale-i Nur Kur’anın ve bazı hadislerin çok harika tefsiridir. Ama bu mübarek tefsiri okuyanlar anlama noktasında veya hizmet ölçüleri hususunda farklı düşününce farklı hizmet grupları ortaya çıkmıştır. Özde bir olduktan sonra bu tarz farklılığı bir renklilik olarak görmek mümkün. Çünkü bu şekilde çok farklı mizaç sahipleri bu hizmet bünyesinde yer alabilmektedir. Herkes kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket edip diğerlerine ilişmezse bunda bir problem olmadığı gibi rahmet olduğunu bile söyleyebiliriz.

Nasıl ki bir ağaç tek kökü var ve bir çok dala ayrılıyor. Bu dallar da umumiyetle meyveli oluyorsa… Bir babanın beş evladı olsa ve bunların ilerde (evlenip çocuk sahibi olunca) birlikte yaşamaları sıkıntı; ayrı durmaları rahmet oluyorsa… Yine bir savaşa gidildiği vakit; tank, top, uçak, gemi vs ile gitmek gerekiyorsa… Çünkü savaşı kazanmak için topyekün saldırmakla mümkün. Aynen öyle de nur talebelerinden teşekkül eden herbir cemaat bir misyonu üzeine almış. Kimisi okuyor, kimisi yazıyor, kimisi radyo ile kimisi de tv. ve internetle hizmet etmeye çalışıyor. Bunların tümü bir vücudun azaları gibi büyük, cesim bir gücü meydana getiriyor. Bu şekilde hayatın her safhasında gerek sefahet ve ahlaksızlıkla; gerekse de dinsizlik vesaireyle mücadele ediliyor.

Evet görünüşte nur cemaatlerinde bir ayrılık var. Ama bu ayrılıkta gayrılık yok. Çünkü hedef bir maksad aynı. Ama hizmet metodunda küçük bazı farklılklar olabilir. Bunu da insanların mizacının farklılığına yorumlamak gerek. Çünkü bu şekilde farklı mizaçlar farklı cemaatlerde istihdam edilebilmektedir. Bu meyanda şu hususlara dikkat lazımdır;

1. Müsbet hareket,

2. Gıybet ve dedikodudan kaçınmak,

3. En güzel benim mesleğimdir demek. Yalnız hak benim dediğimdir dememek ve sâire..

Risale-i Nur eserlerini okuyan, dinleyen ve yazanlara nur talebesi denmesi yönünden bu cemaatlerin tüm mensupları inşaallah bu çatının altındadırlar.

KONUYU ŞU ŞEKİLDE DEĞERLENDİRMEK DE MÜMKÜNDÜR:

Hiç bir insan kusursuz değildir. Kusursuz olmayan insanlarda meydana gelen bir cemaatında kusursuz olması beklenmemeli.

İslamiyet kusursuz bir dindir. Fakat Müslüman kusurlu olabilmektedir. Hatta sahabeler döneminde ortaya çıkan fitne ve fesatlara nazar edildiğinde görülmektedir ki, kusursuz bir dinin en samimi takipçileri arasında bile çok kusurlar ortaya çıkabilmektedir. Değil ayrı düşünüp ayrı hareket etmek, birbirleriyle savaşmışlar ve Peygamber torunlarını bile katletmişler. Ve bunu da din namına yapmışlar. Hz Osman’ı ve Hz. Ali’yi katleden insanlar bile kendilerini daha iyi Müslüman görüyor ve yaptıkları bu elim cinayetleri din namına yaptıklarını düşünüyorlardı. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, kusurun İslamiyet’te değil bazı arızalarla İslamiyet’e ait kusursuzluğu temsil edemeyen Müslümanlarda olduğudur.

Buradan hareketle Nur talebeleri, Nur Risalelerinde sık sık vurgulanan birlik ve beraberlik, uhuvvet ve muhabbet vurgularına rağmen ve müsbet hareket düsturuna rağmen beşeriyet muktezası olarak, Nur Risalelerinin ruhuna taban tabana zıt menfî, hissî ve rekabetkerane davranışlarda bulunabiliyorlar. Bu da farklı hizmet gruplarına ayrılmaya neden olabilmektedir. Fakat şurası da şükre medar bir durumdur ki, Nur talebeleri arasında böyle bir farklılık var ve gereken uhuvvet ve ittihatta yoksa da önemli bir sürtüşme ve didişme yoktur. Bu bir anlamda Peygamberimiz buyurduğu gibi “ümmetimin ihtilafı rahmettir” vurgusu içinde değerlendirilebilecek bir durumdur.

Çünkü her grup kendi yolunda gitmekte ve birbiriyle uğraşmamaktadır. Bütün Nur talebelerinin kendilerini görevli saydıkları iman hizmeti için farklı hizmet tarzları geliştirmekte ve her insan farklı fıtratta olduğundan herkes kendi yapısına uygun bir hizmet modeli için de yer alıp ortak gayeye hizmet etmektedir. Bunu şöyle bir benzetme ile anlatacak olursak. Nur talebeleri birbirleri ile yeterli iletişimi olmayan birbirinden bağımsız birlikler gibi, fakat hepsi aynı düşman cephesine ateş etmekte olduğundan bir çeşit vahdete de sahipler. Tüm Nur talebeleri imansızlık cephesine top yekün hücum halindedir.

Üstadın ifadesi ile: “Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilm(ektedir)iştir.

Fakat Risale-i Nur şiddetle uhuvvet ve muhabbete vurgu yaptığından Nurlar okundukça gerçek anlamda birlik ve bir beraberlik de tahakkuk edecektir inşallah. Bunun da çok yerlerde emareleri görünmektedir.

Kaynak: Sorularla Risale-i Nur