Etiket arşivi: iktisad

İktisad (Kanaat)-İsraf (Tebzir)

Hazırlayan: Melike Kaya

İktisad (Kanaat)-İsraf (Tebzir)

Milletçe fakirliğin bir sebebi

İktisadsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan “san’at, ticaret, ziraat” tenakus eder. O millet de tedenni edip sukut eder, fakir düşer. (Lemalar – 145)

Sanki yedim deyip, lezzetin terkiyle yapılan iktisad

Böyle zamanda tereffühte izn-i Şer’î bizi muhtar bırakmaz

Lezaiz çağırdıkça “Sanki yedim” demeli. Sanki yedim düstur eden, bir mescidi yemedi.

{(*): İstanbul’da Sanki Yedim namında bir mescid var. “Sanki yedim.” diyen adam, hevesinden kurtardığı paralarla bina etmiş.}

Eskide ekser İslâm filcümle aç değildi. Tena’uma ihtiyar bir derece var idi.

Şimdi ise, ekserî açlığa düştü kaldı. (Lemaat)

Zaika telgrafçıdır, telziz ile baştan çıkarma

Vaktâ, taam girse hem

Ağıza, birdenbire zaika her tarafa bir telgraf çekiyor bedenin aktarına. Şâmme telefon veriyor, gelen taam nev’i, hem

Çeşitleri de söyler. Hâcetleri muhtelif, ayrı ayrı mürtezik, ona göre davranır, ona da hazırlanır ya cevab-ı red gelir. Hem

Kapı dışarı atar, yüzüne de tükürür. İnayet tarafından madem buna memurdur; zevkle baştan çıkarma. Hem

Telziz ile aldatma. Sonra o da unutur doğru iştiha nedir, bir iştiha-yı kâzib gelir; başına çatar. Hatası, maraz ile hem

İlletlerle cezalar gelir. Hakikî lezzet hakikî iştihadan çıkar, doğru iştiha sadık bir ihtiyaçtan. (Sözler–722)

İktisad farzdır

Bu seneye “sene-i iktisad” tesmiyesi layiktir. Çünkü iktisad şimdi herkese farzdır. (Osmanlica Lemalar-311)

İsrafla Süfyan’a esir olmak tehlikesi

Rivayette var ki: “Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyan’ın eli delinecek.”

Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, “Filan adamın eli deliktir.” Yani çok müsriftir.

İşte, Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tama’ı uyandırarak insanların o zaîf damarlarını tutup kendine müsahhar eder diye bu hadîs ihtar ediyor. İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer diye haber verir. (Şualar – 583)

Üstad’ın yüksek iktisadçılığı

Üstad’ın meşreb ve mesleğini tamamen anladıktan sonra, artık onun yüksek iktisadcılığını böyle yemek içmek gibi basit şeylerle mukayese etmeyi çok görüyorum. Zira bu büyük insanın yüksek iktisadcılığını manevî sahalarda tatbik etmek ve maddî olmayan ölçülerle ölçmek lâzım gelir.

Meselâ Üstad, bu yüksek iktisadcılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil; bilakis fikir, zihin, istidad, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi manevî ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesi ile ölçen bir dâhîdir. (Tarihçe-i Hayat – 14)

İsraf şükre zıddır, iktisad nimete ihtiram ve şükürdür

Hâlık-ı Rahîm, nev’-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde ŞÜKÜR istiyor. İsraf ise şükre zıddır, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır. İktisad ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır

Kuvve-i zaikanin şükürde istimali

İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükraniyeyi yerine getirmek ve enva’-ı niam-ı İlahiyeyi hissedip tanımak kaydı ile ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takib edebilir. Ve o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı, şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir. (Lemalar – 140)

Açlık ve kaht meselesinin en ehemmiyetli sebebi

Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i İlahiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan… (Kastamonu – 141)

Bereketin kalkmasının sebebleri

Bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesi… (Kastamonu -104)

Ehl-i dalalet halkı derd-i maişetle avlıyor

Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalalet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler, inşâallah.

Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor. Bu yara, hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalalete yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlıyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşünüp hayata, yaşamağa yardıma koşup, vazife-i hakikiyesini ikinci derecede bırakır.

Buna karşı Risale-i Nur’un şakirdleri bir uzun Ramazan nazarıyla bakıp, keffaretü’z-zünub ve bir riyazet-i şer’iyeye çevirebilirler. Alenen nakz-ı sıyamla Ramazanın hürmetini kıran bedbahtlara gelen o musibet, masumları da incitir. Fakat Risale-i Nur şakirdleri ve masumları, o musibeti lehlerine döndürüp, hayırlı bir riyazete kalbederler. Kanaat ve iktisadla karşılarlar. (Kastamonu – 193)

İktisad, kat’i bir sebeb-i bereket ve medar-ı husn-u maişet olduğuna bir delil

İktisad eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez. Evet iktisad, kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, hadd ü hesaba gelmez. Ezcümle: Ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zâtların şehadetleriyle diyorum ki: İktisad vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene -şimdi otuz sene- evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekatlarını bana kabul ettirmeğe çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır; fakat iktisadım var, kanaata alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrane tekliflerini reddettim. Cây-ı dikkattir ki: İki sene sonra, bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı iktisadsızlık yüzünden borçlandılar. Lillahilhamd onlardan yedi sene sonra, o az para iktisad bereketiyle bana kâfi geldi; benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğna” mesleğimi bozmadı.

Evet iktisad etmeyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzeddir. Bu zamanda israfata medar olacak para, çok pahalıdır. (Lemalar – 141)

Beşerin saadet-i hayatiyesi iktisad ve saye gayrette olduğu

Medeniyet-i hazıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, faidelerine racih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa’y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, bîçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavî Kur’anın kanun-u esasîsi

ﻟَﻴْﺲَ ﻟِـﻠْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﺳَﻌٰﻰ ٭ ﻛُﻠُﻮﺍ ﻭَ ﺍﺷْﺮَﺑُﻮﺍ ﻭَ ﻟﺎَ ﺗُﺴْﺮِﻓُﻮﺍ ferman-ı esasîsiyle: “Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir.” (Emirdağ-2 – 99)

İktisad ve hissetin farkı

Bu hakikatı teyid eden bir vakıa:

Sahabenin Abadile-i Seb’a-yı Meşhuresinden olan Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri ki; halife-i Resulullah olan Faruk-u A’zam Hazret-i Ömer’in (R.A.) en mühim ve büyük mahdumu ve sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât-ı mübarek çarşı içinde, alış-verişte, kırk paralık bir mes’eleden, iktisad için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış. Rûy-i zeminin halife-i zîşanı olan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acib bir hısset tevehhüm ederek o imamın arkasına düşüp, ahvalini anlamak ister. Baktı ki Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?” 

Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.” O sahabe dedi: “Fesübhanallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde ikiyüz kuruşu kimseye sezdirmeden kemal-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü, gitti, Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer’i gördü. Dedi: “Yâ İmam! Bu müşkilimi hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.” Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisaddan ve kemal-i akıldan ve alış-verişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir halettir; hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir halettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.” İmam-ı A’zam, bu sırra işaret olarak ﻟﺎَ ﺍِﺳْﺮَﺍﻑَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮِ ﻛَﻤَﺎ ﻟﺎَ ﺧَﻴْﺮَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎِﺳْﺮَﺍﻑِ demiş. Yani: “Hayırda ve ihsanda (fakat müstehak olanlara) israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.” (Lemalar – 144)

Kanaat ticaretli bir şükrandır

Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan! Kat’iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen “Yâ Sabûr” de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme. Kimden kime şekva ettiğini bil, sus. Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk’a şekva et, çünki kusur ondadır. (Mektubat – 285)

Şükrün mikyası

Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisaddır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helâl demeyip rastgeleni yemektir. (Mektubat – 366)

İktisad izzet ve cömertliktir

Bu hakikati teyid eden bir vakıa

İktisad, izzet ve cömertliktir. Hısset ve zillet, ehl-i israf ve tebzirin zahirî merdane keyfiyetlerinin içyüzüdür. Bu hakikatı teyid eden, bu risalenin te’lifi senesinde Isparta’da hücremde cereyan eden bir vakıa var. Şöyle ki:

Kaideme ve düstur-u hayatıma muhalif bir surette, bir talebem iki buçuk okkaya yakın bir balı, bana hediye kabul ettirmeye ısrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadı. Bilmecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedirmek ve Şaban-ı Şerif ve Ramazanda o baldan iktisad ile otuz kırk gün üç adam yesin ve getiren de sevab kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, “Alınız” dedim. Bir okka bal da benim vardı. O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerdendi.

Fakat her ne ise, birbirine ikram etmek ve herbiri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan bir cihette ulvî bir haslet ile iktisadı unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: “Sizi, otuz kırk gün o bal ile tadlandıracaktım. Siz, otuz günü üçe indirdiniz. Âfiyet olsun.” dedim. Fakat, ben kendi o bir okka balımı iktisad ile sarfettim. Bütün Şaban ve Ramazanda hem ben yedim, hem lillahilhamd o kardeşlerimin her birisine iftar vaktinde birer kaşık {(Haşiye): Yani, büyükçe bir çay kaşığı iledir.} verip, mühim sevaba medar oldu.

Benim halimi görenler, o vaziyetimi belki hısset telakki etmişlerdir. Öteki kardeşlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmerdlik telakki edebilirler.

Fakat hakikat noktasında, o zahirî hısset altında ulvî bir izzet ve büyük bir bereket ve yüksek bir sevab gizlendiğini gördük. Ve o civanmerdlik ve israf altında, eğer vazgeçilmese idi, bir dilencilik ve gayrın eline tama’kârane ve muntazırane bakmak gibi, hıssetten çok aşağı bir haleti netice verir idi. (Lemalar – 143)

Bediüzzaman Said Nursi

Kaynak: RisaleHaber

İktisad Risalesine Muhtacız

BUGÜNLERDE ZENGİNLİK fakirlik üzerinden ne çok söz duyuyorum. Müslüman zengin olmalı diyor bazıları. Bazıları da paraya savaş açıyorlar. Bu hengamede itidal üzere durmaya, düşünmeye çalışıyorum. Doğrusu nedir? Müslüman nasıl bir yaşam sürmelidir?

Üstadımın birkaç parça eşya ile yaşayan bir adam olduğu hatırıma geliyor. Çay kaşığına bile hürmet ettiği, kırıldığında “Bize çok hizmet etti” dediği eşyanın değerini bildiğini anımsıyorum. Gülümsüyorum. Üstadımın hayali beni Efendimizin hayaline taşıyor. O da geleni dağıtan kendinde mal tutmayan, isteyene herşeyini veren, kendinde yoksa borç bulup yine veren bir güzel örnekti. Hz. Ebu Bekir İslam davasında herşeyini vermişti. Oysa önceleri zengin bir adamdı. Hz. Hatice tüm malını Mekke’deki müslümanların desteklenmesine harcamamış mıydı? Sonunda o Mekke’nin en zengin kadını, yamalı elbise giyecek hale gelmişti. Hz. Ömer ümmetin en fakirinin gelir düzeyini kendine halife maaşı diye bağlamamış mıydı? Hz. Ali kendisine zekat hakkında sorana “Sana göre mi bana göre mi?” diye bir soruyla cevap vermiş, meseleyi “Sana göre kırkta bir bana göre hepsi” diyerek izah etmişti. Gelenek kırkta bire “cimri zekatı” demiyor muydu?

Selef-i salihinin kahir ekseriyeti mütevazi bir hayat sürmüştü. Evet, aralarında Sadreddin Konevi gibi zengin olanlar da vardı. Ama onlar bir ihtiyaç anında mallarının hepsini hemen veriyorlardı. İbnül Arabi babasından kalan mallar ile Endülüs’ün en zengin adamlarından biriydi, herşeyini terk etti, zaman zaman üstünde ödünç elbise olurdu. Bildiğim tanıdığım “büyük” insanlar hep mal ile aralarına ciddi bir mesafe koymuşlardı. Bu bize bir hedef göstermeli değil miydi?

Hedef onlara benzemek, ne kadar yapabilirsek…

Bazıları tek tek zengin sahabeyi veya tek tek zengin velileri örnek veriyorlar, onlar istisnadırlar. “Ümmetin alimlerinin çoğunluğu yanlışta ittifak etmez” ise onların çoğunluğunun mütevazi yaşamı nasıl örnek alınmaz. Bazıları mal elinde ama gönlünde değil diyorlar. Bunu test edilmeden nasıl bilir ki insan? Ben kendimi mal fitnesinden uzak görmüyorum, görene bir şey diyemem elbette.

Biz Nur talebeleri Üstadımızın kademi üzere yaşamayı seçtik. Üstad bize savaşacak üç şey bıraktı:

İhtilaf, zaruret ve cehalet. İhtilaf ile savaşmak her tür etnik, mezhepsel, cemaatsel, sınıfsal ayrımcılıkla savaşmak demektir. Çünk biz ehl-i tevhidiz, işimiz birlemektir. Birlemek sadece söz ile olmaz, eylem de vahdeti gerektirir.

Cehaletle savaşmak, ders halkaları kurmak, kitaplar yazmak dergiler çıkarmak, dershaneler ve okullar açmak, gençlerin eğitimi ile ilgilenmek, her halk tabakasının kadınların, gençlerin, esnafın, talebelerin, okumuş yazmışların ilgi alanına girecek ilim faaliyeti yapmak iledir. Çok şükür bunu epeyce bir yapıyoruz. Cehaleti bitirdik mi? Hayır, daha yolumuz var.

Zaruretle savaşmak ise kanaatimce en eksik kaldığımız alan. Biz İman hizmeti yaptığını iddia edenler olarak Rasulullah’ın “fakirlik küfre en yakın durumdur” diye tarif ve tavsifini biliyoruz, ancak insanların Allah’a isyan edebilecek kadar fakir, muhtaç, yoksun oldukları bir vasatta, bir yandan alabildiğine zenginleşiyoruz. Bölüp dağıtmıyoruz, paylaşmıyoruz, zenginliği kitleye yaymıyoruz. Kendi konforu için gayet rahat para harcayan, bir kafede yahut lokantada kalabalık yiyen içen, gülen, söyleyen ve masaya onca para bırakıp giden kimimiz, yanında çalışan adamın parasını geciktirirken hicap duymuyor. Ona verilen para üzerinden titizlikle hesap yapılırken, alışverişe çıkan hanıma hesap sorulmuyor. Nicedir, birşeyi alırken “ihtiyaç mı?” sorusu sormaz olduk. Mavisi, pembesi, moda olanı, yakışanı, şu markası, filanda gördüğümüzü gözümüzü sakınmadan alıyoruz.

Benim on sene evvel üniversitede bir arkadaşım vardı. Ders aralarında “Haydi çay içelim” derdik. “Bir tane içtim geçen ders arası, bu israf olur” derdi. Dilerim hala aynı titizlik üzeredir. Ben hiçbir zaman onun kadar titiz olamadım, ama onun işaretlediği yere bakıp kendimi sigaya çekiyorum.

Bu incelik arkadaşıma da Üstadımızdan, ondan dersini alan anne ve babasından geçmişti. O tümü nurcuolan bir ailede iktisad düsturu ile büyümüştü. Bana abartılı gelen şey onun için gündelik hayatın dengesiydi. Şöyle derdi: Allah alemde hiç israf etmiyor, biz de etmeyelim. Onu özlemişim…

Tuğrul Efendi ne diyordu sık sık: “Müslümanlık ince insanlık, dervişlik ince müslümanlık…” Bu inceliklere muhtacız. Her yanımızdan kabalık, hoyratlık, incelik yoksunluğu akıyor. Adab bilmiyoruz, usul bilmiyoruz, teeni ile hareket etmiyoruz, düşünmüyoruz. Aceleciyiz çünkü nefsin peşinden gidiyoruz. Nefsi burada ve şimdi tatmin etmek istiyoruz. Oysa yine sufiler der ki “Ateşe odun atmakla ateş doymaz.”

Derdim kimsenin malına mülküne saldırmak, kimseyi hor görmek değil. Evvela nefsimden başlayarak bir uyarıda bulunmaya çalışıyorum. Dileyen benimle birlikte dinler, dileyen bildiğini yapar. Ancak “Yüz aç adamın huzurunda kemal-i afiyetle yenilmez” diyen bir Üstad’ın talebeleri bu hususta hassas olmalıdır. Kanaatim İslam aleminin her yerinde refah olmadan, vasatın üzerinde bir yaşam tarzının makbul olmadığıdır. Ne farzdan ne sünnetten ne vacipten söz ediyorum. Böyle bir fıkhi dil kullanmak haddim değil. Fakih de değilim. Ancak insanın diğer insanların mutluluk ve mutsuzluğundan etkilenmesinin fıri olduğuna inanıyorum. Çok sevilen tabirle “globalleşen dünyada” herkes komşumuzdur, ve onlar açken biz lüks içinde yaşayamayız.

Helal yoldan kazanılan her şeyin aynı zamanda helal yoldan harcanması gerekir. Helal yoldan harcama sadece zekatı içermez, aynı zamanda israftan kaçınmayı da içerir. Üstelik infak sadece zekattan ibaret değildir. Allah Kuranda “Sana ne vereceklerini sorarlar, de ki fazlasını” buyurmuyor mu? Vasatın üstündeki herşey fazlasıdır. Vermiyorsak da kendimizi temize çıkarmayalım, en azından istiğfarla kusurumuzu bilelim, umulur ki bir gün döneriz.

Allah Rasulü bizim için dünyanın kapılarını ardına kadar açtığı dönemlerden korkmuştu. Dikkat etmeliyiz. Kendimizi vaktiyle komünizm rüzgarından nasıl sakındıysak, kapitalizm rüzgarından da öyle sakınmalıyız. Üstadın İhlas ve İktisad risalelerini sık sık okumamızı salık vermesi, bu zamanda başımıza açılacak ihtilaf ve israf fitneleri ile mücadelede elimize iki silah, iki merhem, iki deva vermek içindir.

Mütedeyyin hazık hekimin salık verdiği tiryakı istimal edelim.*

Ne diyordu mübarek: “İsraf eden onun (süfyanın) damına düşer.” 

*Dindar bir doktorun tavsiye ettiği ilacı kullanalım. (Üstadın kelimelerini seviyorum, o yüzden öyle yazdım.)

Not: İki haftadır aynı konuda yazdığım sanılmasın, ilk yazıyı evvelce yazmışım, ve bilgisayarımda bir köşede unutmuşum, sonra mesele yeniden gündemime gelmiş, ve yeniden başka bir yazı yazmışım, ikisinde de değişik zaviyeler, birbirini tamamlayan unsurlar gördüğümden, ihtiyaç olan meselenin tekrarı Üstadımızın da adeti olduğundan ikisini peşpeşe iki haftada yayınladım.

 Mona İslam

2010 Karakalem.net

Aile Hayatının Temel Esasları: İktisad

İktisad:

İktisad eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez. Evet iktisad, kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, hadd ü hesaba gelmez. (19.Lema)

Aile hayatında iktisadın ehemmiyeti aşina olduğumuz bir hakikattir. Lakin bu asrın gayr-ı zaruri ihtiyaçları önceki asırlara göre 25 kat artırması sebebiyle geçimi temin eden para oldukça pahalanmış, bazen o menhus mala mukabil haysiyet, namus rüşvet verilir hale gelmiştir. Bu tehlike İktisad Lem’asında şöyle anlatılmış:

Evet rızk ikidir:

Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile o rızk, taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Beşerin sû’-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeğe mecbur olmaz.

İkincisi: Rızk-ı mecazîdir ki, sû’-i istimalât ile hacat-ı gayr-ı zaruriye hacat-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belasıyla tiryaki olup, terkedemiyor. İşte bu rızk, taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için; bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz menhus malı alır. Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acib bir zamanda, şübheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. (Lem’alar, 142 )

İnsanı en ziyade dünyaya bağlayan cihet kendi sorumluluğu altında olan insanların rızkını temin vazifesidir. Para ve malın manevi değerler pahasına satıldığı bir asırda, rızk-ı hakikiyi helal yoldan kazanmak ve iktisadla sarf etmek insanın dünyaya bağlılığını önemli ölçüde azaltır. Maişette kanaat ve iktisada riayet edilirse berekete mazhar olunur; kanaat ruhun cennetidir.

İktisad meselesi en ziyade ailede müdür-ü dahili olan hanımı alakadar ediyor. Çünkü eşinin malında tasarrufa me’zun olup o malı ailenin faydasına olacak şekilde sarf etme yetkisi hanımdadır. Eğer kanaat yerleşmediyse başkalarında olup kendi erişemediği mecazi rızka gıbta edecek, tatminsizlikten gelen bir hisle eşinden maişet hususunda şikayetçi olacaktır. Bu durum, eşi yıpratır ve rızkın temini için başka gayr-ı meşru yolları aramaya iter; belki ahlakını kaybettirecek haramlara bulaşmak zorunda kalır. Son zamanlardaki aşırı tüketimcilik: varken yenisini talep etmek, çok çeşitli ve lüks giyinmek-yemek alışkanlıkları, eşyayı daha alırken 2 sene sonra değiştiririm psikolojileri, atmayı marifet sanmak, kendini sürekli gelir düzeyi çok yüksek olanlara kıyas etmek, alışveriş merkezlerinin cazibedarlığı, her şeyi hak ettiğini düşünmek=kendinizi şımartın telkinleri,  özellikle hanımları “alışverişle tatmin olan” birer tüketim ferdi haline getirerek maddeye bağımlılığı artırmıştır. İktisad ve kanaatli olmak içtimai hayatta hakir görülürken maalesef anlamsız tüketim çılgınlığına hizmet etmek, modernlik veya gelişmelere ayak uydurma olarak algılanır olmuştur. Oysa nefsimizde yapısı itibarıyla “doyma” diye bir hal olmadığı için ona ne kadar verirsek verelim, daha fazlasını, daha güzelini talep edecektir. Madem ki nefsimiz doymayacak, o zaman problem, nefsimizdeki “doymama” durumu değil; tam tersi onu “doyurma çabamız”dır. Asla olmayacak bir şey için çaba sarfetmek ne kadar mantıklıdır?

Öyleyse ne yapmalı? Hikmet dairesinde makul seviyede ihtiyaçları temin edip eldekinin kafi olduğunu fark etmeli; dünyaya geliş gayemizin maddeye değil manaya hizmet etmek olduğunu bilip iktisadlı hareketin en akıllıca hayat prensibi olduğunu kendimize yerleştirmeli. Böylece maişette yaptığımız iktisadın, sermaye-i ömrümüzü fanide yok etmekten kurtaran asıl iktisad olduğunu anlamalı. “el-kanaatü kenzün la yefna” , kanaat tükenmez bir hazinedir, vesselam.

Nabi

www.NurNet.Org