Etiket arşivi: ilişki

Nişanlılık dönemindeki sorunlar evlenince çözülür mü?

Aile denince akla birbiri için çarpan bir çift yürek gelir. Bir yastıkta yaşlanma temennisi ile kurulan yuvalara duyulan özlem her geçen gün artıyor.

Eş seçiminden sonra evliliğe adım atılırken en önemli süreç, şüphesiz nişanlılık dönemidir.

Sağlıklı bir nişanlılık döneminde eş adayları birbiriyle görüşmeye istekli davranır, yuva kurma hazırlıkları esnasında tatlı bir heyecan duyar, birbirlerinin beklentilerini makul sınırlar içinde karşılamaya özen gösterir ve ilgisini göstermek için fırsatlar yakalamaya çalışır. Genellikle nişanlılık dönemi iyi geçerse aile kurumu da sağlıklı bir şekilde kurulur.

Eş adaylarının ve ailelerin birbirini daha iyi tanıması için nişanlılık dönemi aşırı kısa olmamalı. 1-2 ay gibi çok kısa süreli nişanlılıklar evliliğin ilk yıllarında ciddi sorunlar görülmesine yol açabiliyor. Bu dönemdeki bazı ufak tefek sorunlar ancak her iki tarafın özeleştiri ve hoşgörüsü ile aşılabiliyor. Eğer eş adayları kendilerini doğru tanıtamadıysa nişanlılık dönemi genelde kötü geçer. Eş adaylarının ve ailelerin sorunlarla baş etmedeki yaklaşımları ise evliliğin ne şekilde geçeceğiyle ilgili önemli ipuçları verir. Ayrıca beklentilerin fazla oluşu veya tam karşılanmaması, çevreden gelen olumsuz etkilerle baş edememe ve mükemmeliyetçilik gibi nedenlerle bu dönemi çıkmaza sokar.

Nişanlılık sürecinde ailelere çok iş düşüyor. Eş adayları ailelerinin de desteği ile sevgi, saygı ölçüsünü aşmamalı ve birbirini doğru anlamaya çalışarak yaşadıkları zorlukların üstesinden gelmeli. Her insanın ilişkisi kendisine has olup kendi şartları içinde değerlendirilmeli ve sebep ne olursa olsun nişanlılık döneminde karşılaşılan sorunlara büyük önem verilmeli. Bazen eş seçiminde yapılan hatalar, kişilik problemleri ya da eş adayı ve aile yapısı hakkında yeterli bilgi sahibi olmadan evlilik kararı alınması nişanlılık dönemindeki yakın görüşmelerle fark ediliyor. Bazen de nişanlılık sürecinde görülen olumsuz davranışlara aşırı hoşgörülü davranılarak evlilikten sonra düzeleceği düşünülüyor. Önem verilmeyen bu davranışların gerçek boyutu anlaşılmaya çalışılmazsa evliliğin ilerleyen dönemlerinde daha ciddi problemler ortaya çıkıyor.

NİŞANLILAR SIR TUTMAYI BİLMELİ

Nişanlı ve nişanlının ailesi hakkındaki her olayı kendi ailesine aktarma, sır tutmama ise kişinin evlilik olgunluğuna yeterince ulaşmadığını gösterir. Karşılaşılan her sorundan sonra ayrılmakla tehdit etmek, yüzük çıkarmak şeklindeki fevri davranışlar, pişman olup özür dileyip aynı hareketleri tekrarlama şeklindeki tutarsız hal ve hareketler de olgunlaşmamış ruh halini gösterir. Ayrıca aşağılık kompleksi, kişilik ve kültür farklılıkları konusunda aşırı tahammülsüzlük de evliliklerde ciddi sorunlara neden olmakta. Nişanlılık döneminde karşılaşılan bu gibi ciddi durumlarda nişanlılar evlilik kararlarını tekrar gözden geçirmeli, ailelerinin makul uyarılarını dikkate almalı, nişanlılarının olumlu özellikleri ile olumsuz özelliklerini göz önüne aldıklarında kararsız kalırlarsa tecrübeli güvenilir kişilerle istişare etmeli.

Uzm. Psikolog Farika Teymur Artır / Zaman

Mutlu olmak için eşinize hoşgörülü davranıp ilgi gösterin!

Bireyselliğin çok ön plana çıkartıldığı, herkesin kendini göstermek, ön plana çıkarmak için uğraştığı günümüzde, hep takdir edilen olma isteğinin artış gösterdiği belirtildi. Uzmanlar, bu durumun aile yaşamına yansıtılmasıyla, aile saadetini yakalamanının zorlaştığına dikkat çekiyor.

Psikolog Ümran Akıncı, kadın ve erkeğin ikisinin de çalıştığı durumlarda, eşlerin çok yorgun olduklarını belirterek, birbirlerinden daha çok yardım beklediklerine bunu bulamayınca sorun yaşadıklarına dikkat çekti. Kadınların çalışmayıp evin içinde kendilerini her gün temizlik ve yemek gibi işlerle harap edip, eşleri eve geldiğinde onlardan yardım beklediğine dikkat çeken Akıncı, “Her iki taraf da gerekli yerlerde susmayı, dinlemeyi, alttan almayı, anlayışlı olmayı, eleştirmemeyi ve eksik aramamayı, övmeyi, takdir etmeyi, teşekkür etmeyi, zeytinyağı misali üste çıkmamayı öğrenmeli. Hep tek taraflı övgü, ilgi, anlayış, hoşgörü ve saygı göstermek diğer taraf için hem yorucu hem de bunaltıcı olsa gerek.” dedi.

Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Psikolog Ümran Akıncı, işten yorgun gelen ev reisinin hanımı tarafından mutlulukla karşılanmak istendiğini söyledi.

Akıncı şunları kaydetti: “Türk toplumu modelinde kadınların geneli, eşleri kapıdan girer girmez günün en olumsuz ve kötü haberlerini verirler; çocukların yaramazlıklarını, kavgalarını, ödevlerini yapmamaları gibi ne kadar can sıkıcı haber varsa bir çırpıda sayarlar hemen. İyi güzel de; akşama kadar bin bir türlü insanla karşılaşmış, ekmek parası kazanmak için çalışıp didinmiş aile reisi evine gelir gelmez bunları duymak ister mi acaba? Kadınlar kendilerini beylerinin yerine koyarak bir düşünsünler bakalım.

Kendilerini güler yüzle karşılayıp, gününün nasıl geçtiğini halini hatırını soran bakımlı bir hanım karşılasa daha iyi olmaz mı? Hanımlar akşama kadar yorulmuş, yorulmadıysa da sıkılmış, ‘bey gelsin de konuşalım’ diye beklerler, beyler işten gelince de; konuşamayıp içlerini dökemedikleri için daralıp bunalıyorlar. Beyler biraz dinlenip de hanımlarının gönlünü alsa, akşama kadar yollarını gözleyen hanımları ile biraz ilgilenseler dünya tersine dönmez elbet.”

AİLE DIŞINDAKİLERE GÖSTERDİĞİMİZ İLGİ, NEZAKET VE SAYGIYI EVDEKİLERE DE GÖSTERELİM

Aile dışındaki insanlara gösterilen nezaket, güler yüz, hoşgörü, anlayış ve sabrın evdeki eş ve çocuklara da gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Akıncı, ‘nasıl olsa evdekiler çantada keklik’ anlayışının yanlışlığına dikkat çekti. Evde saksıdaki bir çiçeğin bile gerekli su, güneş ve ilginin verilmemesi halinde kuruduğuna işaret eden Akıncı, hanımların eşleri ile iletişim yolu bulamamaları halinde kayınvalidelerini gözlemlemelerinde yarar olduğunu dile getirdi.

Aile saadetinin empati yapmaktan geçtiğine işaret eden Akıncı, eşlere şu tavsiyelerde bulundu: ‘Kayınvalideler oğulları ile nasıl iletişim kuruyorlar? Her annenin oğlu paşadır, kraldır, padişahtır. Biz hanımlar da beylerimize evin padişahıymış gibi davransak daha çok hoşlarına gitmez mi acaba? Tabii bu arada erkekler de çok havaya girip hatunlarına köle muamelesi yapmadan onların kraliçesi gibi davranmaları gerekir. En nihayetinde her hanımda kendi anne ve babasının nazlı çiçeği, prensesi, gözünün nuru, kınalı kuzusu değil midir? Her iki tarafta gerekli yerlerde susmayı, dinlemeyi, alttan almayı, anlayışlı olmayı, eleştirmemeyi ve eksik aramamayı, övmeyi, takdir etmeyi, teşekkür etmeyi, zeytinyağı misali üste çıkmamayı öğrenmeli. Hep tek taraflı övgü, ilgi, anlayış, hoşgörü ve saygı göstermek diğer taraf için hem yorucu hem de bunaltıcı olsa gerek. Ancak böyle bencil eşler kendilerinin hiç farkında olmazlar nedense. Genellikle karşıdakini suçlayıp dururlar.

Her insanın her gün yapamasa da arada bir durup kendine bakması gerekir. ‘Ben ailem için ne yapıyorum, onlara nasıl davranıyorum, nerede eksik ve yanlışlarım var?’ gibi sorularla özeleştiri yaparak kendini sorumluluk sahibi bir anne, baba, eş haline getirmek için çaba harcaması gerekir. Unutmayın ki yuvayı dişi kuş yapar ve idare eder. İlm-i siyaset kavramındaki siyaset kelimesinin ‘seyis’likten geldiği gözetildiğinde; idarecinin yükünün ağır olduğu açığa çıkar. Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır. Başarı da mutlu olmanın ilm-i siyasetini bilmekten geçer.”

Cihan

Çocuklar, aldığınız hediyeleri değil, birlikte geçirdiğiniz zamanı hatırlar!

Çalışma koşulları nedeniyle pek çok ebeveyn, çocukları ile yeteri kadar zaman geçiremediğini düşünüp üzülür. Suçluluk psikolojisiyle de onlara hediyeler alıp, eğlence merkezlerine götürmenin yeterli olacağını sanır. Oysa çocuklarla geçirilen zamanın süresi değil içeriği önem taşır. Uzmanlar, çocuklara yapılacak her türlü ilişkisel yatırımın, onlara alınan değerli hediyeler ve oyuncaklardan kat kat daha kıymetli olduğunu vurguluyor. Buna göre, çocuklarla geçirilen vaktin süresinden çok kalitesine dikkat edilmesi uyarısı yapılıyor.

Psikolog Merve Büyükkucak, son yıllarda, anne-babanın çocuğuyla geçirdiği zamanı nasıl değerlendirdiği sorusunun önem kazanmaya başladığını söyledi. Burada süreden çok kalitenin üzerinde durulduğuna dikkat çeken Büyükkucak, kaliteli zamanı içeriğin belirleyeceğini ifade etti.

“ÇOCUĞUN DÜNYASINA DAHİL OLUN”

Kaliteli zamanı, ‘çocuğun birliktelik ve keyif hissini içerisinde barındıran, karşılıklı etkileşim ve aktivitelerde buluşma’ şeklinde tanımlayan Büyükkucak, şu bilgileri verdi: “Bunlar ebeveynin dikkatinin tamamını çocuğuna verdiği, ilgisini ve sevgisini çocuğuna hissettirdiği duygusal yakınlaşma ve paylaşım anlarıdır. Bu anları küçük sohbetlerde, birlikte oynanan oyunlarda, ya da birlikte gidilen gezilerde yakalamak mümkündür. Duygu ve düşüncelerin paylaşıldığı, çocuğa duygusal ve sözel olarak tepki verildiği ve anne baba olarak kendinizi spontane şekilde ilişkiye bıraktığınız hemen hemen her yakın ilişkide deneyimleyebileceğiniz bir süreçtir bu aslında. Bu nedenle belirli bir reçete vermek çok mümkün değildir. Ancak çocukların dünyasına dahil olmanın ve ilişkide olduğunuzu hissetmenin, tüm bu paylaşımları yakalayabilmenin yolunun en temel olarak oyundan geçtiğini söylemek mümkündür.”

“OYUNDA YÖNLENDİRİCİ OLMAYIN”

Oyunlara dahil olmanın anne baba için hem çocuğunu yakından tanıma hem de çocuğunun zihinsel ve özellikle de duygusal gelişimine katkı sağlayacağını anlatan Büyükkucak, şöyle devam etti: “Bu etkileşimi en kuvvetli hale getirecek yöntem anne ve babanın oyunda yönlendirici olmaması, çocuğun serbestliğine ve özgürlüğüne eşlik edebilmesidir. Amaç hiçbir zaman o anlarda çocuğa bir şeyler öğretmek olmamalıdır. Aksine anne baba olarak kendinizi oyunun ve size verilen rolün akışına bırakarak ya da sadece gözlemci veya eşlikçi olarak çocuğunuzla duygusal anlamda aynı frekansta buluşabilmektir. Onun oyun sırasındaki duygularını takip edebilmek ve ona bu duyguları ifade ederek anlaşıldığını hissettirebilmek çocuğunuzla ilişkiniz açısından en değerli anlar olacaktır. Örneğin her çocuğun aile içi kuralları ve sınırları belirlediği kadar aynı zamanda bir savaş oyununda yerlerde sürünen ve düşüp kalkan, o esnada çocukla birlikte eğlenen, bağıran, gülen ve kendisi de çocuklaşabilen bir babaya da ihtiyacı vardır. Babasının da o esnada çocuklaşabildiğini görebildiği oranda çocuk da ona kendi dünyasının kapılarını aralayacak ve onu iç dünyasında davet edecektir.”

“ONLARA ZAMAN AYIRMAK HEDİYE ALMAKTAN DAHA ÖNEMLİ”

Çocuklarıyla yeteri kadar kaliteli vakit geçiremeyen ebeveynlerinin, yaşadıkları suçluluk duygusuyla hediyeler alıp, onları oyun merkezlerine götürdüklerini belirten Büyükkucak, onların her isteğinin yerine getirildiğini kaydetti. Büyükucak, şunları dile getirdi: “Çocuklara yapılacak her türlü kişisel ve ilişkisel yatırım her koşulda onlara alınan değerli hediyeler ve oyuncaklardan kat kat daha kıymetlidir. Hatta bu hislerle birlikte aile içi kuralları ve disiplin çerçevesini de zayıflatmalarına sıklıkla rastlanmaktadır. Ancak tüm bu çabalar duygusal bir doyum getirmemekle birlikte boş olan tüm vaktini çocuğuyla geçiren anne ve babada aşırı bir yorgunluğa ve bir zaman sonra da farkında olmadan bir bıkkınlığa yol açabilmektedir. Hâlbuki her çocuğun az da olsa birlikte olduğu süre içerisinde kendisiyle birlikte olmaktan keyif alan ve ilişki içerisinde bıkkın ve tükenmiş değil canlı ve istekli bir ebeveynle buluşmaya ihtiyacı vardır.”

“OLAĞAN DIŞI ŞEYLER YAPMAYA GEREK YOK”

‘Çocukla birlikteyken özel ve olağan dışı şeyler yapmanıza gerek yok’ diyen Büyükucak, birlikte yenen akşam yemekleri, yemek sonrası birlikte oynanan oyunlar gibi günlük rutinlerin zengin paylaşımlar olacağını vurguladı. Yorgun bir şekilde eve gelerek görev gibi oynan oynanmaması uyarısını yapan Büyükucak, “Anne ve babanın” ‘bu akşam ben de seninle oyun oynamayı çok istiyordum ancak yorgunum ve biraz dinlenmeye ihtiyacım var’ şeklinde öneride bulunması daha sonra doyurucu bir birlikteliğe yön verebilir. Veya benzer bir durumda söz konusu ebeveyn aynı açıklama ile birlikte fiziksel anlamda daha az yorucu bir aktivite yapmayı önerebilir. Birlikte olunan her anın oyun vakti olarak değerlendirilmesi yerine belirli zamanları oyun vakti olarak ortaklaşa belirlemek anne babalara da iyi gelecek bir yöntem olabilir.”

Cihan

Bir ilişki inşa etmek bin aşktan evladır

“Kocasından nişanlıyken gelen mesaj ve e-postalardan tekini bile silmeye kıyamamıştı, sanki silse duyguları da silinecekmişçesine bir korkuyla saklamıştı onları. Nişanlıyken açıp açıp okurdu eski mesajları, her okuyuşunda aynı duyguları yeniden yeniye yaşayarak. “Seni çok özledim” en çok etkilendiği mesajdı, “Seni seviyorum”dan katbekat hissettirirdi sevildiğini ona.

Odasına çekilmiş, elinde telefon eski mesajları karıştırıyor. Daha dört ay önce, nişanlıyken başka bir ile gitmek zorunda kalmış, iki günlük kısa ayrılığa bile zor dayanmışlardı. “Gözlerin, hüzünlü gözlerin nereye bakıyor şimdi? Kulaklarında hangi ses uğulduyor? Pınarı andıran dilinden hangi sözcükler dökülüyor?” Boğazı düğümleniyor kadının. Bu kaçıncı ağlayışı. Bir mesaja bakıyor, bir şu anki hallerine. Mesajlar mı yalandı, şimdiki halleri mi, karar veremiyor.

Kalbim senindir,” mesajını aldığı o gece gözüne uyku girmediği hatırına geliyor. Sonra zihni başka bir güne kayıyor. Çok şiddetli kavga etmişlerdi. Bu işi yapamayacağız, ayrılalım, demişlerdi; kendileri de inanmadan. Küs geçen üç günün ardından, gecenin 11.58’indeki bip sesiyle yüreği yerinden çıkacaktı az kalsın. “Gece oldu, içime çekildim ve orada seni buldum. Geceler kâbus, gündüzler ateşten gömlek. Seni özledim. Çok.” Barışmışlardı.

Bir masal yazacaklardı, oysa doğru düzgün iki cümle kuramıyorlar şimdi. Öyle şaşkınlar ki, yaşadıkları, Mary Shelley’in Frankenstein romanının bir bölümü sanki. Birbirini tutkuyla seven iki insan, iki ay içinde nasıl olur da düşman kesilirler? Ellerinden gelse birbirlerini boğazlayacaklar. Ufak bir kıvılcım yetiyor şiddetli bir tartışma için. Birbirlerini suçlamada maraton yarışçılarından daha hızlılar. Sen! Hayır sen! Yok sen! Hayır, senin yüzünden! Yok senin yüzünden!

Kadın odasından çıkıyor, mutfağa gidiyor, o büyük bir özenle beğenerek aldığı kap kacağı fırlatıp atmak istiyor. Ocağın üstündeki yanmaz tavayı birlikte aldıkları günün imgesi düşüyor hayaline. Fırını alırken minik bir kavga etmişlerdi.

Kendini kontrol edemeyip, salona dalıyor. “Seninle evlendiğime bin pişmanım, o güne lanet olsun!” Söyler söylemez pişman oluyor, ama ne fayda? Ses hızıyla sözcükler çoktan kocasının kulaklarından sızıp kalbine vardı bile.

Adam, başını bilgisayardan yavaşça kaldırıyor. “Asıl ben seninle evlendiğime pişmanım. Hem de bin değil yüz bin, hatta milyon pişmanım.”

Âşık olmuşlar, eksik olan kısımlarını bulmuşlardı. Eksik olan kısmım bu mu, dercesine bakışları kesişiyor. O bakışlar binlerce tenkit yüklü. O bakışlar iki kara bulut gibi birbirine değdikçe şimşekler çakıyor.

Oysa çok değil, birkaç ay öncesini hatırlasalar. Her ikisinin de gözleri gelecek mesajlarda ve e-postadaydı. Bu kez ne yazacak acaba? Sevmenin, ötekiyle ilgilenmenin değil, ilgilenilmenin derdinde olduklarını bir türlü fark edemediler. Oysa bu küçük ayrıntı, dokumadaki gözle görülmez sökük gibi. Gittikçe büyüyor, evliliklerini delik deşik etmek üzere.

Bir hayat acemisi onlar. Hayat tezgahında dokudukları şeyin kıymetini anlayamayacak kadar hem de.

Bir aşk masalı için kalemi ellerine almışken, ayrılığın masalını yazdı yazacaklar.

İnsan ilişkiyi, aşk gibi öyle kucağında bulmaz birdenbire, onu adım adım inşa eder. İlişki inşası karşıdakini tanımakla olur. Bir insanı tanımaksa bazen bir kavgayla, bazen bir tebessümle, bazen itiş kakışla, bazen şefkatle, merhametle. Amma, bir insanı tanımak, illa da samimiyetle olur. Samimi ve sahici bir kavga, iki yüzlü gülücüklere tercih edilesidir.

Bir insanı tanımak, kainatı tanımaktır.
Bir insanı tanımak, ayrıca, kendini tanımaktır.
Bir ilişki inşa etmek, bir kainat inşa etmeye denktir.

Aşklarıyla, hissettikleri duygularla meşgulken, çalakalem bir ilginin yeteceğini sandılar karşıdakine. Her ikisi de kendi çevrelerinde döne döne başları döndü, yere yığılı kaldılar sonunda.

Masal yazmanın deniz kenarında kumdan kale inşa etmek olduğunu sanmışlardı.

Bilmiyorlardı ki, aşkların masalı yoktur, ayrılıkların masalı vardır.

Birçok insanın düştüğü hataya düşmekten alıkoyamadılar kendilerini. Âşık olmanın, birine hissî bir ilgi duymanın, iki insan arasındaki “ilişki” için lazım ama asla yeterli olmadığını bilemeyecek kadar acemiydiler.

Birbirlerini görür görmez tutulmuşlardı, birbirlerini düşünmedikleri bir an bile yoktu. Her şey tastamamdı işte. Hayatın başlangıcı da sonu da, doğusu da batısı da buydu. Mutlu olmak için başka ne gerekirdi?

Mutlu olmak için sahici bir ilişki gerekir halbuki. İtişe kakışa, gerekirse kavga ede ede, yanlışlarla doğruları öğrene öğrene inşa edilecek ilişki. Bıkmadan, usanmadan, sınırları aşmadan, umutsuzluğa düşmeden, kaçmadan, yılmadan, sabırla, metanetle, halis bir niyetle.

Aşk bir masalsa evlilik ilişkisi o kadar gerçektir.
Aşk bir sarhoşluksa evlilik en derin uyanıklık.
Ve bir dane-i hakikat bin masaldan evladır.

Mustafa Ulusoy / Zaman

Allah ile Kul Arasındaki En Yüksek Münasebet Nedir?

İbadet Allah ile kul arasında yüksek bir münasebet, şerefli bir ilişki ve güçlü bir bağdır.

İbadet; kulun, Allah-ü Teâlâ’ya karşı tekbir, hamd, şükür gibi vazifelerini Onun emrettiği tarzda yerine getirmesidir. İnsan; Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ihsan, ikram ve nimetleriyle beslendiğini düşünerek Ona karşı hamd ve şükür görevini yerine getirmekle sorumludur. Bu ise, ancak ibadetle olur.

Cenâb-ı Allah; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat.56 )

“Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki takva mertebesine nail olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, Arz’ı size döşek, semâyı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve diğer gıdaları çıkartsın. Öyle ise Allah’a misil ve ortak yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka Ma’bûd ve halıkınız yoktur.” (Bakara.21-22) buyuruyor.

Bediüzzaman ibadet hakkında şöyle diyor: “Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke hâline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani ve akli olan imani hükümleri terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hâle, alem-i İslamın hal-i hazırdaki vaziyeti şahittir.

Ve keza, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu gibi, meaş ve meade, yani dünya ve ahiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsi ve nev’i kemalâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nispet ve şerefli bir rabıtadır.” (İşaratül İ’caz. 227)

İnsanın imanla ilgili esasları ve hükümleri güçlü ve sabit bir hale getiren ancak ibadettir. Cenab-ı Allah’ın emirlerini yapmak ve yasak ettiği şeylerden uzak kalmak gene ibadetle olur. İbadetsiz insan gaflettedir. İşte bugünkü âlem-i İslamin hal ve vaziyeti ve perişaniyeti, ibadetdeki zafiyet ve kusurların neticesidir.

İbadet dünya ve ahiret saadetine vesile olduğu gibi, dünya ve ahiret işlerini düzeltmesine de sebeptir. İnsanın kemalâtına vasıtadır. Netice itibariye ibadet Cenab-i Allah ile kul arasında yüksek bir münasebet, şerefli bir ilişki ve güçlü bir bağdır.

Bediüzzaman hazretlerinin, ibadetin dünya saadetine vesile olduğuna dair izahları şöyledir:

Birisi: İnsan, Hayrete bırakan hoş bir fıtrat üzere yaratılmış, birçok meyiller ve arzuları vardır. Meselâ, insan en güzel bir geçim ve şerefle yaşamak ister. Bu kadar istek ve ihtiyaçlarını tedarik edebilmesi için birçok sanatlara ihtiyacı vardır. O sanatları anlama ve bilmesi de mümkün olmadığından kendi cinsinden olanlarla birlikte çalışma ve işbirliği yapma mecburiyeti olur ki; her birisi çalışmanın semeresiyle diğer arkadaşına mal değiş-tokuşu ile kar elde edebilsin. Yoksa fert kendi başına bu külli istek ve arzularına yetişemez ve terakki etmesi de mümkün olamaz.

İkincisi: İbadet, fikirleri Cenab-ı Allah’a yöneltmeyi, itaat ve teslimiyeti neticelendirir. İtaat ise abdi mükemmel sistem ve düzen altına alır. İbadetsiz ve itaatsizlik ise şer ve tahribi intaç eder ve neticede düzen ve sistemi bozmaya çalışır.

Üçüncüsü: İnsan santral gibi, yaratılış kaidelerine ve fıtratın kanunlarına ve Cenab-ı Allah’ın koymuş olduğu kanunlarına bir merkezdir. İşte insan o kanunlara mensup olması lazımdır ki, genel cereyanı temin etsin. Bu dünya âleminde dönen dolaplarına muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmemek, ibadet ve taata önem vermekle olur.

Dördüncüsü: Cenab-ı Allah’ın emirlerine uyma, yasakladığı şeyden çekinme ve uzak durmakla bir fert sosyal hayat içerisinde çok derece ve basamak çıkar. Bilhassa dine ait hükümler ve herkese ait faydalar ile bir fert bir nevi hükmüne geçer, bu nedenle büyük vazife bir şahsa verilir. Eğer emirlere tamamen uyma ve yasaklanmış şeylerden uzak duran o şahıs olmasa, o vazifeler tamamen ayakaltına alınarak, sosyal ve içtimai hayat yaşanmaz bir hale gelir.

Beşincisi: İnsan İslamiyet sayesinde, ibadet sebebiyle bütün Müslümanlara karşı değişmeyen bir münasebet peyda eder ve kuvvetli bir irtibat elde eder. Bunlar da sarsılmaz bir kardeşliğe ve muhabbete sebep olur. Bu nedenle sosyal ve toplumsal kalkınmanın terakkisinin birinci basamağı ancak Uhuvvet ve Muhabbettir.

Rüstem Garzanlı

Diyarbakır/ Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org