Etiket arşivi: İlk Müslümanlar

Bilal-i Habeşi (Bilal bin Rebah) (R.A.) Kimdir? (581-641)

581 yılında Habeşistanlı köle bir ailenin çocuğu olarak Mekke’de dünyaya geldi. Annesinin adı Hamâme, babasının adı Rebah’tır.

İslamiyet’i ilk kabul edenlerden ve bunu açıktan ilan eden ilk yedi kişiden biridir. Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye’nin kölesi idi.

O zamanlar, her yerde olduğu gibi, Arabistan’da da korkunç bir cahiliyet vardı. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıfları ezme, zulüm ve ahlâksızlık namına ne varsa hepsi yapılıyordu.

Güçlü kimseler, zayıf kimseleri köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden birisi de, Bilâl-i Habeşî idi. Fakat bunun diğerlerinden farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Bunun için Ümeyye, bunu kervanının başını koyar, mallarını bunun vâsıtasıyla uzak yerlere gönderirdi.

Bilâl-i Habeşî hazretlerinin diğer bir özelliği de, sesinin çok güzel olmasıydı. Bunun için düğün ve şenliklerde aranan bir kimseydi.

Bilâl-i Habeşî yine bir gün, bir kervanla Şam’a gitmişti. Bu kervanda, Hz. Ebu Bekir de vardı. İkisi arasındaki dostluk bu yolculukta meydana gelmişti. Bu sırada Mekkelilerin tek gelir kaynağı ticaretti.

İslâm güneşinin doğmasına ve âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman varken, işte bu yolculuk yapılmıştı. Hz. Ebu Bekir bu yolculukta gördüğü bir rü’yâ sebebiyle sefer dönüşü iman nuru ile şereflenmişti.

Bir gece yarısı Bilâl-i Habeşî hazretlerinin kapısı çalındı. Uyandığında, kapıdan fısıldayan bir ses duydu:

– Bilâl! Bilâl!

“Gecenin bu saatinde bu ses nedir” diye düşünürken, aynı ses tekrar etti:

– Bilâl! Bilâl!

Karanlıkta korkuyla sesin geldiği tarafa yöneldi. Sesin geldiği tarafa yaklaşıp sordu:

– Sen kimsin?

– Ben Ebû Bekir.

– Gecenin bu saatinde ne istiyorsun? Söyleyeceklerini sabah söyleyemez miydin? Acelen nedir?

– Sabahı beklemeden, sahibin duymadan söylemem lâzımdı, onun için geldim.

– Beni meraklandırdın! Söyleyeceğini hemen söyle!

– Yâ Bilâl! Bu ümmetin peygamberi geldi.

– Kimdir?

– Ebü’l-Kâsım.

– Peki, peygamber olduğunu nasıl anladın?

Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir şöyle cevap verdi:

– Şam yolculuğunda gördüğüm rü’yâyı anlattıktan sonra kendisine, “Yâ Ebe’l Kâsım, sen Allahın Resûlü olduğunu söylüyor, imana davet ediyormuşsun, öyle mi?” diye sordum. O da, (Evet yâ Ebâ Bekir! Rabbim insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hazret-i İbrahim’i gönderdiği gibi beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi) dedi. Ben de, “Sen bugüne kadar yalan söylemedin. İnanıyorum ki sen Allahın Resulüsün” deyip huzurunda Müslüman oldum. Senin de Müslüman olmanı, ebedî saadete kavuşmanı istiyorum,

Hz. Ebû Bekir’in bu cevabı üzerine, onu yakinen tanıyan, samimiyetinden hiç şüphesi olmayan Bilâl-i Habeşî hazretleri, Kelime-i şehâdeti getirip Müslüman oldu.

Bilâl-i Habeşî, Müslüman olduktan sonra hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o, hak ile batıl arasında vuku bulmak üzere olan çetin bir mücadelenin azimli bir kahramanı, yalnız bir mücahidi olmuştu.

Zalim Ümeyye; O’nun Müslüman olduğunu anladığı zaman, daha da hainleşti, onu İslâm’dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl’i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: “Muhammed’e küfret; Lat ve Uzza’ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın.”

Bilâl’in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: “Allahu Ahad, Allahu Ahad”, Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü.

Ümeyye b. Halef’in Bilâl’e yaptığı işkencelere çok üzülen Ebu Bekir, ona bu işkenceden vazgeçmesini söyledi. O da: Onun ahlakını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir dedi.

Bunun üzerine Ebu Bekir ona şu cevabı verdi: Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver. Ümeyye b. Halef bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Bilâl’i Ebu Bekir’e verdi. Böylece Ebu Bekir Bilal’i işkenceden kurtarmış oldu.

Bilâl daha sonra diğer ashap ile birlikte Medine’ye hicret etti. Orada Sa’d b. Hayseme’ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl’e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has’amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam’da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu.

Hicretten sonra Bilâl-i Habeşî hazretleri, bir gün Mescidi-i Nebi’de iken büyük bir neşe içinde coşuyor, yerinde duramıyor, oynuyordu. Hz. Ömer bu hâlini görünce sordu:

– Yâ Bilâl, bu hâlin nedir? Burasının mescit olduğunu unuttun mu?

– Benim hâlimde ne var ki? İstersen gidip hâlimi Resûlullaha arz edelim, yanlışım varsa tövbe ederim ve bir daha yapmam.

Beraberce Resûlullahın huzuruna gittiler. Hz. Ömer, Peygamber efendimize durumu arz etti:

– Yâ Resûlallah, Bilal, mescidin huşu’unu bozuyor. Burada neşelenip coşuyor, oynuyor.

Peygamber efendimiz Hz. Bilâl’e sordu:

– Yâ Bilâl, böyle neş’eli olmanın sebebi nedir?

– Yâ Resûlallah, cenâb-ı Hak bana hidâyet nasip etti. Ben bir köleydim. Mekke’nin ileri gelenlerinden nice kimseler bu saadete eremediler. Ebedî saâdetten mahrûm kaldılar. Onlara hidâyet nasip olmadı. Ben neşelenmeyeyim de kim neşelensin? Ben oynamayayım da kim oynasın?

– Bilâl’e dokunmayın! Sevinip neşelensin

Medine’de Müslümanlar, namaz vakitlerinin bir şekilde bildirilmesi gerektiğine karar verdiler. Ancak bunun ne şekilde olacağı konusunda fikir birliğine varılamadı. Bu sıralarda Abdullah bin Zeyd, gördüğü bir rüyayı Hazreti Muhammed(sav)’e anlattı.

Rüyasında ezanın bugünkü şeklini duymuştu. Bunun üzerine Muhammed (sav), duyduğu ezanı Bilal’a öğretmesini ve bundan sonra namaz vakitlerinin ezanla duyurulacağını bildirdi. Böylece ilk ezan okuyan (müezzin) Bilal(ra) olmuştur. Bir süre sonra Bilâl-i Habeşî sabah ezanına essalâtü hayrun minnen nevm (namaz uykudan hayırlıdır) şeklinde bir ekleme yaptı ve Muhammed, Bilâl, bu ne güzel söz! Diye onu tasvip etti.

Hz. Bilâl, Resulullah’ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke’de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye’yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: “İşte küfrün başı!” Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi.

Resulullah, Kâbe’yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu.

Resul-u Ekrem’in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine’de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl’e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: “Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: “İstediğin yere git!

Resulullah’ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam’a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye’de meydana gelen gazalara katıldı.

Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin’e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye’ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs’e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah’ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl’den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd’in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl’in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in irtihâlinden sonra Suriye’ye giden Bilâl,”Havlan” kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu.

Hz. Bilâl, Suriye’de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)’i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: “Beni ziyaret etmeyecek misin?

Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine’ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara’ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem’le birlikte geçirdiği günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl’i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid’inde ezan okumuştu. Bilâl’in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah’ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber’in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine’ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem’e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl’in sesi idi.

Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen “ah ne acı” dedikçe, Bilâl: “Oh! Ne tatlı!” diyor ve ekliyordu: “Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım.” diyordu.

Bilâl-i Habeşî, islâm’ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem’e hizmetle geçirdi. O, Resulullah’ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah’dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber’in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah’ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.

Hz. Bilâl’in doğruluk ve ahlâki, İslâm’a bağlılığı takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashabın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.

Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı

Bilâl-i Habeşî, 641 yılında vefat etti Şam’daki Ehl-i Beyt mezarı olarak bilinen Dımaşk’ın. Bab’üs Sağîr mezarlığına defnedilmiştir.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  1. hadis ansikopedisi
  2. islamiyet
  3. hadisler

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Enes Bin Malik (R.A.) Kimdir? (612-712)

Hicretten on sene önce doğmuş (m. 612), . Künyesi, Ebû Hamza’dır. Bu künyeyi kendisine Resûlullah ( sav ) vermiştir. Lakabı “Resûlullah(sav)’ın hizmetçisi“dir. Kendisine böyle söylenince çok sevinir ve memnun olurdu. Bununla iftihar ederdi. Ayrıca Zül-üzüneyn lakabı da vardır. Resûl-i Ekrem efendimiz(sav) mübârek elleri ile zülüflerini çekerek, “Yâ zel-üzüneyn” diye latife buyurmuşlardır. Bu lakabı Ona Resûlullah ( aleyhisselâm ) vermiştir.

Hazreti Enes de, vâlidesinin tavsiyesi üzerine Resûlullah’ın mübârek ellerinin değdiği bu zülüfleri teberrüken olduğu gibi bırakmıştır.

Vâlidesi Ümm-i Süleym’dir. Hz. Enes’in babası Mâlik, hicretten önce Müslüman olmamış ve Hz. Enes’in annesi Ümmü Süleym ile kavga etmiş ve evden ayrılmıştı. Çıktığı bir seferde ölmüştü. Babası müslüman olmadığı için annesi, bundan çok üzüntü duymuştu. O vefât edince, Ebû Talha annesine evlenme teklifinde bulundu. Fakat Ebû Talha daha müslüman olmadığından Hazreti Enes’in annesi, evlenmeleri için müslüman olmasını şart koştu. Böylece, Ebû Talha, ikinci Akabe’de müslüman olanlar arasına girmiş oldu. İşte Enes bin Mâlik (ra), İslâm ile şereflenmiş böyle bir aile ocağında yetişti.

Enes İbn-i Malik radıyallahu anh Resûl-i Ekrem efendimiz(sav)’e bir hicret hediyesidir.

Resûlullah efendimiz (sav), Medine-i Münevvere’ye teşrîflerinde Hazreti Enes(ra) 9-10 yaşlarında idi. Hemen vâlidesi Ümm-i Süleym kendisini alıp, Resûlullah’ın (sav ) huzûruna getirdi. Hizmetlerine kabûl buyurmasını istedi. “Yâ Resûlallah! Ensâr erkek ve kadınlarından sana hediye vermiyen kalmadı. Bu oğlumdan başka sana, hediye verecek bir şeyim yok. Bunu al. Sana hizmet etsin” dedi. Vâlidesinin bu isteği kabûl buyuruldu. Bunun üzerine annesi: “Yâ Resûlallah! Şu hizmetçiniz Enes’e duâ buyurunuz” deyince, Resûlullah (sav) efendimiz de “Yâ Rabbi! Enes’in malını ve evlâdını mübârek ve yümünlü eyle, ömrünü uzun eyle, günahlarını af eyle”şeklinde duâ buyurdular.

Hazreti Enes bin Mâlik(ra), Peygamber Efendimiz(sav)’in uzun seneler hizmetinde bulunması sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîrini çok iyi öğrenmişti.

Sahâbe-i kiram arasında Peygamber efendimiz(sav)’in hallerini, sözlerini ahlâkını, işlerini bildirme bakımından en önde gelenlerinden idi.

Dokuz yaşında Resûlullah’ın (sav) hizetine başladı. Büyük Bedir zaferinde, 12 yaşında olduğu hâlde, savaş alanındaydı. Resûlullah(sav)’ın vefâtına kadar yanlarından hiç ayrılmadı Efendimizin vefâtlarında 20 yaşında bulunuyordu. 2230 hadîs-i şerîf bildirdi.

Her yönden bereketli ve çok mübârek bir zât idi. Bu da, Resûl-i Ekrem’in(sav) duâlarının bereketiyle idi.Fıkıh ilmine de büyük hizmeti olmuştur. Müstakil bir eser teşkil edecek kadar, fetvâ ve ictihâdları vardır.

Enes (ra), “bir iki yudumluk bir şey içmek hakkında ne dersin?” diye soran sahabeye “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır” cevabını verdi. Bu cevap günümüz fetva kaynaklarında yer almaktadır.

Enes bin Mâlik (ra) yüksek bir ahlâka sahipti. Son derece nâzik, güzel sözlü ve güler yüzlü idi. Resûlullah’ı (sav) çok sever, sünnete uymaya çok dikkat ederdi. Sabah namazının vakti girmeden önce uyanır, Mescid-i Nebevîye gider, Resûl-i Ekrem(sav)’e hizmet için can atardı. Resûlullah’ın (sav) sesini duymak ve Ona hizmet, onun için en büyük neş’e kaynağı idi. Resûl-i Ekrem(sav) de onun hakkında iyilikle bahsedip, yaptığı hizmetlerden dolayı duâ buyururlardı.

Enes bin Mâlik (ra) Emr-i bil-Ma’rûfa son derece ehemmiyet verirdi. Enes bin Mâlik (ra) yakışıklı ve nûrânî idi. Servet sahibi olduğu halde, çok sade bir hayat yaşadı. Dünya zînet ve lezzetine, dünyalığa ehemmiyet vermedi. Fakîrleri ve yoksulları gözetir, onlara gerekli yardımda bulunurdu. Talebelerinin ihtiyâçlarını kendisi temin ederdi.Peygamber efendimiz (sav), Enes bin Mâlik (ra) hakkında şöyle buyurdular:

Ey Enes, bir iş yapmak istediğin vakit, yedi defa Rabbine istihâre et. Sonra kalbinin meylettiği tarafı yap. Hayır ondadır.”

Enes bin Mâlik’in (ra) bizzat Resûl-i Ekrem(sav)efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bir kısmı aşağıdadır.

Kolaylaştırınız, güçleşdirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”

“Herhangi biriniz kendi nefsi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.”

Birbirinize buğz etmeyiniz, hased etmeyiniz birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslüman için kardeşini üç günden fazla küsmek helâl olmaz.”

“Sizden bir kimse başına gelen bir musibetten dolayı ölümü istemesin. Ölümü isteyecek kadar sıkıntılı bir durum, içerisine düşmüş olanlar, Yâ Rabbi! Hayat hakkımda hayırlı olduğu müddedçe beni yaşat, yoksa, rûhumu kabz eyle, desin.”

Kim Allahü teâlâya kavuşmak isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmak ister. Kim bunu istemezse, Allahü teâlâ da istemez.” Bunun üzerine biz: “Yâ Resûlallah, hepimiz ölümü istemeyiz” dedik. Resûlullah ( aleyhisselâm ) şöyle cevap verdiler: “Bu ölümü istememek değil, mü’min dünyâdan ayrılacağı zaman, akıbetinin iyi olacağına dair müjdeler kendisine verilir, böylece Allahü teâlâya kavuşmak ister. Bu kavuşma, onun en çok istediği şeydir. Fakat kâfir ve fâcir son nefesinde, sonunun iyi olmadığını görür ve cenâb-ı Hakka kavuşmağı istemez. Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez.”

“Kendisinde şu üç sıfat bulunan îmânın tadını duyar: Allahü teâlâ ve Resûlünü başkalarından daha çok sevmek, sevdiğini Allah için sevmek, küfürden kurtulup hidâyete kavuştuktan sonra, ateşe atılmayı ne kadar istemezse, küfre dönmeyi de o derecede kerih ve kötü görmek.”

Kıyâmet günü bir komşu diğer komşuyu yakalar, onu salıvermez ve şöyle der: “Yâ Rabbi! Sen buna çok ihsânda bulundun. Bana ise, az verdin. Ben aç idim. O tok olarak uyudu. Ona: “Bana kapısını niçin kapadığını, kendisine verdiğin rızıktan beni niçin mahrûm ettiğini sor der.”

“Şu dört şeyin sarf edilmesinden, kul kıyâmet gününde hesaba çekilmez. Bunlar: Ana, babasına sarf ettiği, iftar için sarf ettiği, sahur için sarf ettiği, çoluk-çocuğu için sarf ettiği nafakalardır.”

Bir kimse dünyâda ipekli elbise giyerse, ahirette giyemez.”

“Mi’râca çıktığım gece, dudakları makasla kırpılan bazı kimseler gördüm. Cebrâile, bunların, kimler olduğunu sordum. Cebrâil (aleyhisselâm.) “Bunlar, ümmetinden, herkese, iyiliği emredip, kendilerini unutan ve Kur’ân-ı kerîmi okuyup da ona uymıyan, onunla amel etmeyenlerdir, cevabını verdi.”

Resûl-i Ekrem(sav) efendimizin ,Enes bin Mâlik(ra)’a;

Ey oğul! Kimse hakkında kötülük beslemeden sabahlamaya ve akşamlamağa çalış. Bunu basarırsan, hesabın çok kolay olur.”

“Müslümanlardan büyüklere hürmet, küçüklerine merhamet et.” diye nasihatlarda bulunmuştur.

Hazreti Enes’e, Resûlullah’ın (sav) en çok yaptıkları duânın ne olduğunu sorunca, “Allahümme Rabbena âtina fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azâbennâr” duâsını çok okuduklarını bildirdi. Hazreti Enes(ra) duâ edeceği zaman, bununla duâ eder veya duâsına, bu duâyı da ilâve ederdi.

Hazreti Enes bin Mâlik(ra) buyurdu ki:

“Üç sınıf insan, hesap gününde Allahü teâlânın rahmetine kavuşur:

1. Akrabasını ziyâret eden.

2. Kocası ölüp yetimlerle kalan ve ölünceye kadar onlara bakan kadın.

3. Ziyâfet sofrası kurulup, yetimleri ve kimsesizleri davet eden kimse.”

Resûlullah’a ( aleyhisselâm ) on sene hizmet ettim. Mübârek elleri ipekten yumuşak idi. Mübârek teni miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Resûlullah’ın kalb-i şerîfi nazargâh-ı ilâhî idi.”

İnsan eğitiminde terbiyesinde çok önemli bir ölçü olan ve Efendimiz(sav)’in nezih ahlakından bir bölümü Enes (ra) şöyle naklediyor;

On yıl hizmet-i alîlerinde bulundum. Bu müddet içerisinde beni ne dövdü, ne azarladı. Bir defa olsun bunu niye yaptın veya neden yapmadın? diye yüzünü ekşitmedi. O, insanların en güzel huylusu ve en çok merhametlisiydi.”

Hazreti Ebû Bekir(ra) devrinde, Bahreyn havâlisinin zekâtını toplamakla görevlendirilmiştir. Hazreti Ömer(ra)’in zamanında Medine’de kaldı. Hazreti Ömer(ra), onu meşveret meclisine aldı. Onun kıymetli tavsiyelerinden istifâde etti. Hazreti Osman(ra) zamanında da Basra’da kalan Enes bin Mâlik (ra) fıkıh dersleri vermeye devam etti.Hazreti Ali(ra)’nin halifeliği zamanına yetiştiği gibi, Emevî halifelerinden bir kısmını da görmüştür. Hazreti Enes(ra), zulme ve haksızlığa dâima karşı olmuştur. Bu konuda çekinmemiştir.

Enes bin Mâlik(ra) hazretleri: “Bismillâhirrahmânirrahîm ve la-havle ve lâ-kuvvete illâ billahil’aliyyil’azîm” okumanın sinir hastalığına ve bütün hastalıklara iyi geldiğini haber vermiştir.

Enes bin Mâlik (ra) uzun ve bereketli bir ömür yaşamıştır. Basra’da vefâtına yakın hastalandı. Halk, gece,gündüz ziyâretine geldi ve yanında bulundular. Basra’da vefât eden en son Sahabe odur. hicretin 93 senesinde (m. 712) Basra’ya 9-12 km. mesafede bulunan Tat mevkiinde vefât etti. Muhammed bin Sîrîn (ra) tarafından gasl, techîz ve tekfîni yapıldı. Vefât ettiği yere defn edildi. Vasıyyeti üzerine, Resûlullah’ın (sav) saçlarından bir miktar kabrine kondu.

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • altın oluk dergisi
  • hadis külliyatı
  • ehli sünnet büyükleri

Cabir İbn-i Abdullah (R.A.) Kimdir?

Câbir(ra), genç yaşta Müslüman olmuş ve mümtaz vasıflarıyla Hazreti Peygamber(sav)’in defalar­ca takdirlerine mazhar olmuştu. Re­sû­lul­lah sık sık evlerine mi­safir gider, yemeğe kalırdı.

Eli silah tutan gençler Uhud Harbine katılmak için Peygamberimize(sav) müracaat ediyor, müsa­ade istiyorlardı.

Câbir bin Abdullah’ta bunlardan biri idi . Re­sû­lul­lah (sav), gidip babasından izin aldığı takdirde savaşa katılabileceğini kendisine bildirdi.

Hazreti Câbir(ra)’in babası Abdullah bin Amr (ra), oğlunun arzusuna şöyle cevap verdi:

Sevgili evladım, kız kardeşlerine bakıp himaye edecek başka bir kimse olsaydı, senin Uhud’da gözlerimin önünde şehit olmanı ne kadar ister­dim!

Câbir(ra)’in babası, ikinci Akabe bey’aitinde müslüman olmuş ve Haramoğulları nakipliğine tayin edilmişti. Kâfirler Uhud gazasında onun, burnunu ve kulaklarını keserek işkence ettikten sonra şehit ettiler. Geride kalan dokuz kızına* Câbir(ra) baktı.

Babası Abdullah şehit olduğunda kız kardeşleri ona bir deve vererek “Git babamızın cenazesini bu deveye yükle getir ve onu Selemeoğulları kabristanına göm” dediler.. Rasûl-i Ekrem(sav) babamı aile kabristanına götürmek istediğimi haber aldılar. Beni huzurlarına çağırarak dedi ki;

Nefsimi elinde tutan Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki; Abdullah arkadaşları ile birlikte gömülecektir.”

Rasûl-i Ekrem(sav)’in bu sözü üzerine ben de babamı aile kabristanına defnetmekten vazgeçtim ve onu Uhud şehitleri ile birlikte gömdüm.

Rasûlullah(sav), Câbir(ra)’e “Sana bir müjde vereyim mi? Allah babanı diriltti. Ve kendisine perdesiz doğrudan doğruya hitap etti. Halbuki şimdiye kadar hiçbir kimseye böyle hicabsız söylediği olmamıştır” buyurdu.

Câbir(ra) babasının bıraktığı borçlarını ödeyemedi ve Rasûlullah(sav)’a giderek,”Ya Rasûlallah! Babam Uhud günü şehit olduğunda bana borç bıraktı. Alacaklılar beni sıkıştırıyorlar. Bana Yardım ediniz de borcumun bir miktarını gelecek yıla ertelesinler.’ dedi.

Rasûlullah(sav) daha sonra alacaklıları çağırmış ve onlardan Câbir’e mühlet vermelerini istemiş, fakat onlar mühlet vermeyince Rasûlullah(sav) Câbir(ra)’e babasının borçlarını hurmalarıyla ödemesini buyurmuş ve Cabir (ra) hurmalarıyla borcunu ödemiştir.

Câbir(ra), Bedir ve Uhud savaşlarından başka bütün Cihat hareketlerine katılmıştır.

Babasının Uhud’da şehit olmasından sonra Hazreti Câbir(ra) dul bir kadınla evlen­mişti. Re­sû­lul­lah(sav) “Bakire mi, dul mu aldın?” diye sordu, Câbir (ra) :“Ey Allah’ın Resûl’ü, biliyorsunuz, benim yedi kız kardeşim vardır. On­lara bakıp saçlarını tarayacak, besleyip büyütecek tecrübeli birisini almak iste­dim. Onun için dul bir kadını tercih ettim.”

Fevkalade yakışıklılığı ve kahramanlığıyla istediği kızla evlenebilecek du­rumda olan Câbir(ra)’in bu davranışı Re­sû­lul­lah(sav)’ın çok hoşuna gitti ve “İsa­bet ettin, ey Câbir!” diyerek kendisini teyit buyurdu. Câbir’in(ra) evlendiği Süheyme binti Mes’ud isimli kadın, daha sonraları İslam’a büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Ensar’ın ileri gelenlerinden olan Hazreti Câbir(ra), Medine’ye iki kilometre kadar uzak bir me­safede oturmasına rağmen, Peygamber Mescidi’nde, Peygamberi­mizin(sav) imam­lığında kılınan bütün vakit namazlarına iştirak ederdi.

Hazreti Câbir(ra)’in kabilesi olan Selemeoğulları bir ara Mescid-i Nebevî civarında boş olan yere yerleşmek istedi. Bunu haber alan Re­sû­lul­lah, “Ey Selemeoğulları! Yurtlarınızdan ayrılmayınız ki, sevaplarınız çok olsun.” buyurdu.

Resûl-i Ekrem(sav)’in iltifatlarına birçok defa mazhar olan Câbir(ra), ilmi önce Re­sû­lul­lah(sav)’tan tahsil etmiş, daha sonra Hazreti Ebû Bekir(ra), Hazreti Ömer(ra), Hazreti Ali(ra), Ebû Ubeyde(ra) ve Talha’dan(ra)’dan tahsile devam etmişti. Bildikleri­ni başkalarına aktarmakta ve öğretmekte de çok cömert davrandı ve naklettiği 500’den fazla hadis-i şerif yanında İmam-ı Bakır, Muhammed bin Münkedir, Sâid bin Minâ, Âsım bin Ömer bin Katâde gibi çok kıymetli ilim adamlarını talebe olarak miras bıraktı.

Câbir(ra), Enmar gazasında Rasûlullah(sav)’ın hayvanının üzerinde namaz kıldığını rivayet etmektedir. Hendek savaşında da Rasûlullah(sav) ile ashabının tam üç gün aç kaldıklarını, hendek kazan bazı sahabîlerin rastladıkları kayayı yerinden oynatamadıklarını nakleden Cabir(ra) şöyle buyurur;

Rasûl-i Ekrem(sav)’e bir kaya parçasına tesadüf ettiklerini söylemişler. Hz. Peygamber de onlara ‘Siz bu kaya parçasının üzerine biraz su serpiniz’ buyurdu. Su serpildi, sonra Rasûl-i Ekrem kazmayı eline alarak besmele çektikten sonra kazma ile kayaya üç defa vurunca kaya tuzla buz oldu. Bu sırada dikkat ettim, Rasûl-i Ekrem(sav) açlıktan karnına bir taş bağlamıştı.”

Câbir(ra), Rasûlullah(sav)’in kendilerine istihâre duasını öğreterek şöyle buyurduğunu rivayet eder.”Sizin biriniz bir işe kalben azmettiğinde o kimse farz değil istihare niyetiyle nafile olarak iki rekat namaz kılsın. Namazdan sonra şöyle dua etsin:

-Ya Rab hakkımda hayırlısını bildiğin için senin dergâh-ı inâyetinden bana hayırlısını bildirmeni dilerim. Ve hayırlı olana gücün yetiştiğinden lutfundan bana güç vermeni dilerim. Ya Rab, hayırlı olanın bana gösterilmesini ve takdirini senin o büyük fazl ve kereminden dilerim. Allah’ım senin her Şeye gücün yeter, halbuki benim yetmez. Sen her Şeyi bilirsin, halbuki ben bilmem. Muhakkak sen Şuurumuzdan uzak olan her şeyi de pek yakından bilirsin. Ya Rab, bilirsin ki bildiğinde hiç şüphe yoktur Şu azmettiğim iş dinim, dünya ve âhiretim için hayırlı ise, benim için onu kolaylaştır. Sonra işlemeye kudret bahşettiğin ve bana nasip kıldığın bu işi, mübarek eyle. Yine şu azmettiğim iş dinim, dünya ve âhiretim için şer ise, bu işi benden beni de bu işten uzaklaştır. Ve hayır nerede ise o hayrı bana takdir eyle. Sonra nefsimi bu takdir buyurduğun hayır kabul etmeye razı kıl.

Hazreti Câbir(ra) “istihare eden müminin duada bu iş diye geçen yerlerde hacetini adıyla anmasını” söylemiştir.

Sizin biriniz farz namazı mescidinde kıldığında dönüp evine gelerek sünnet, müstehap, kaza namazlarını evinde kılmak suretiyle evini de namazın feyz ve bereketinden nasibdar kılsın. Cenâb-ı Hak onun namazından evinde bereket yaratır.” Hadisi şerifinide Hazreti Câbir(ra)’in rivayet etmiştir.

Hazreti Câbir(ra)’in rivayet ettiği hadislerden bazıları şunlardır,

Yanımızdan bir cenaze geçmişti de Rasûlullah (sav) cenaze geçtiği için kıyam etmişti, biz de ayağa kalktık, kendisine Ya Rasûlallah(sav), bu bir Yahudi cenazesidir dedik. Rasûlullah, Bir cenaze gördüğünüzde (müslim olsun, kâfir olsun) kıyam ediniz. Çünkü ölüm, korkunç bir şeydir buyurdu

Ey Câbir dikkat et. Sana Kur’an’da nazil olan en büyük sureyi bildiriyorum. Bu, Fâtiha-i Şerîfe’dir. Zira onda her derde karşı bir şifa vardır.”

Ezan ile beraber ticaret haram olur. Hutbe esnasında da söz söylemek haramdır. Söz söylemek hutbeden sonra helâl olur. Ticaret de namazdan sonra helâl olur.”

Rasûlullah(sav)’ın mescidinde bir hurma kütüğü vardı. Hazreti Peygamber(sav), hutbe esnasında ona dayanırdı. Kendisi için minber yapıldığında bu kütükten gebe develerin iniltisine benzer sesler çıktığını işittik. Hazreti Peygamber(sav) minberden inip de elini üzerine koyunca sustu, O sırada kütük susturulan çocuk gibi hafif hafif inliyordu. Susturduktan sonra “O, yanında edildiğini işittiği zikrullah için ağladıydı’ buyurdular.”

Benden evvel hiç bir kimseye verilmedik beş şey bana verilmiştir: Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salmak ile zafere erdim. Yeryüzü bana mescid kılındı. Onun için ümmetimden namaz vakti gelip çatmış her kim olursa olsun namazını kılıversin. Ganimet bana helâl edildi. Halbuki benden evvel kimseye helâl edilmemiştir. Bana şefaat verildi. Bir de her peygamber özellikle kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlara gönderildim.”

Rasûl-i Ekrem (s.a.s) efendimiz öğleni zevâlden sonra gündüzün sıcağında; ikindiyi henüz güneş beyaz ve tertemiz iken; akşamı güneş battığında; yatsıyı da gâh erken gâh geç kıldırırdı. Cemaati toplanmış bulduğunda acele eder, gecikmiş bulduğunda tehir ederdi. Sabah namazını ise onlar, yahut Rasûlullah karanlıkta kılarlardı.”

“Hazreti Peygamber(sav) sarımsağı kastederek “Her kim bu yeşillikten yerse mescidlerimize, yanımıza gelmesin buyurdu.”

Hazreti Câbir(ra) Medine’de ölen son sahabidir. Hadis, tefsir ve fıkıh’da önemli bir yeri vardır.

” Müttaki veya facir, herkesin Cehennem’e gireceğini, fakat ateşin müttakileri yakmayacağını, Allah’ın onları ateşten kurtaracağını” bildirerek, Meryem suresinin on yedinci ayetinin tefsirine açıklık getirmiştir. Yine o şu hadîsi bildirmiştir “İnsanlar Allah’ın dinine fevc fevc girdiler, ondan fevc fevc çıkacaklar.”

Uzunca bir ömre mazhar oldu. Müslümanlardan herkese karşı şefkatli ve merhametli davranmakta çok hassas idi Ömrünün sonlarına doğru Haccâc’ın valilerinin zulüm ve sıkıntıları yüzün­den fazlaca müteessir olmuş ve çökmüştü, gözleri görmez oldu.

Hicret’in 74. senesinde 94 yaşındayken vefat etti. Haccâc da dâhil binlerce Müslüman, Hazreti Câbir(ra)’in cenaze namazına iştirak etti. Sağlığında olduğu gibi cenazesiyle de Müslümanların bir araya gelerek kaynaşmasına vesile olan Hazreti Câbir(ra)’in şefaatinden Cenâb-ı Hak bizleri mahrum etmesin! Amin.

Ashab arasında Câbir İbn Abdullah isminde iki kişi daha vardır: Biri Câbir İbn Abdillah İbn Rebâh; diğeri Câbir İbn Abdillah er-Râbisî’dir.

*Bazı rivayetlerde yedi kızı olduğu yazılıdır.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynak:

  • Sahabeler Ansiklopedisi
  • Risalei nur org

Hz. Hamza (R.A.) Kimdir?

Şehidlerin efendisi olan Hazreti Hamza (ra), Peygamberimiz (sav)’in amcalarının en küçüğüdür.

Babası Abdulmuttalib, annesi Hale’dir. Annesi, Peygamber efendimiz (sav)’in vâlidesi Hazreti Âmine’nin amcasının kızıdır. Künyesi Ebn Ya’la, lakabı Esedullah (Allah’ın Aslanı)’dır. Nesebi, Hamza bin Abdülmuttalib bin Haşim bin Abd-i Menâf El-Kureyşî el-Hâşimî’dir.

Peygamberimiz (sav)’i emziren Ebu Lebeb’in cariyesi Süveybe daha önceleri Hazreti Hamza(ra)’yı da emzirdiğinden Hazret-i Hamza (ra)Peygamberimiz (sav)’in süt kardeşi idi.

Hazreti Hamza (ra), orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli, onurlu bir sahabedir. Aynı zamanda iyi bir avcı, keskin bir nişancı, Kureyş’in en şereflilerindendir. Mazlumlara yardım etmeyi seven cesur bir savaşçı idi.

Hazreti Hamza(ra) Ebû Cehil’in Peygamberimiz(sav)’e yaptığı bir hakaret sonucunda müslüman olmuştur.

Peygamberimiz(sav) bir gün Safâ tepesinde iken Ebû Cehil ve arkadaşları onun yanına gelirler. Ebû Cehil Peygamberimiz(sav)’e hakaret eder. Abdullah b. Cüdâ’nın câriyesi bu olayı Hazreti Hamza(ra)’ya anlatır. Bunun üzerine, Hazreti Hamza(ra), Peygamber efendimiz(sav)’e hakaret edildiğini işitince, akrabalık damarları hareket etti. Silahını üzerine alarak, Kureyş kâfirlerinin bulunduğu yere geldi.

“Kardeşimin oğluna, kötü söz söyleyen, kalbini inciten sen misin?” diyerek, boynundaki yay ile, Ebû Cehil’in başını yedi yerinden yardı.

Orada bulunan kâfirler Hazreti Hamza(ra)’ya saldıracak oldular. Bu durumda büyük çarpışma çıkacaktı. Fakat, Ebû Cehil, “Dokunmayınız, Hamza haklıdır, Onun kardeşi oğluna bilerek kötü şeyler söyledim.” dedi. Hazreti Hamza oradan ayrıldıktan sonra, Ebû Cehil, etrâfındakilere, “Aman, ona ilişmeyiniz! Bize kızar da müslüman olur, bununla Muhammed kuvvetlenir.” dedi. Hazreti Hamza(ra) müslüman olmasın diye, kendi kafasının yarılmasına râzı oldu. Çünkü Hamza, hatırı sayılır, kıymetli ve kuvvetli idi.

Hamza(ra), Peygamber(sav) efendimizin yanına gelip “Yâ Muhammed ( aleyhisselâm ) Ebû Cehil’den intikamını aldım. Onu kana boyadım üzülme, sevin” dedi.

Sevgili Peygamberimiz(sav) “Ben, böyle şeylere sevinmem.” buyurdu.

Hamza “Seni sevindirmek, üzüntüden kurtarmak için, ne istersen yapayım.” dedi.

O zaman Peygamber efendimiz(sav) “Ben ancak senin îmân etmen ile, kıymetli bedenini Cehennem ateşinden kurtarman ile sevinirim.” buyurdu. Hamza hemen müslüman oldu. Hakkında âyet-i kerîme geldi. Hazreti Abdullah İbn-i Abbas(ra)’a göre: Kur’ân-ı kerîm’de En’âm sûresi 122. âyet-i kerîmesinde “Diriltildiği ve nûra kavuşturulduğu” anlatılan zâtın Hazreti Hamza(ra) ve aynı âyet-i kerîmede, “karanlıklarda bocalayan” şeklinde anlatılanın da Ebû Cehil olduğu açıklandı.

Hazreti Hamza(ra)’nın müslüman olması ile, Hazreti Muhammed(sav) çok sevindi, müşriklerse çok üzüldü. Müslümanlar, pek çok kuvvet buldu. Hazreti Hamza(ra)’nın müslüman olmasıyla vaziyet değişti. Çünkü, bütün Mekkeliler biliyordu ki, Hazreti Hamza(ra) cengâver, cesur, merd, pehlivan ve kahramandır. Bunun için, Kureyş müşrikleri artık müslümanlara, hiç bir sebep yokken, fenâ muâmele yapamadılar, bilhassa Hazreti Hamza(ra)’nın kılıcının şiddetinden çekindiler.

Hazreti Hamza(ra), Hazreti Zeyd bin Harise(ra), Hazreti Ebû Mersed Kennaz(ra) Hazreti Enes(ra) ve Hazreti Ebû Kerse(ra) ile beraber Medine’ye hicret etti. Peygamber efendimiz(sav) Medine’ye geldiklerinde, Mekke’li müslümanları hem kendi aralarında hem de Medineli Müslümanlarla kardeş yaptı. Kendi aralarında da Hazreti Hamza(ra)’yı, Zeyd bin Harise ile kardeş yapmıştı. Hazreti Hamza(ra) bu kardeşini çok sever ve muharebeye çıktığı zaman her şeyini ona emânet ve vasıyyet ederdi.

Mekke müşrikleri, hicretten sonra Peygamberimiz(sav)’in ve müslümanların Medine’den çıkarılması için Evs kabilesi müşrikleriyle ilişki kurdular, müslümanların hac yollarını da kapadılar.

Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz(sav) müşriklerin gözlerini korkutmak ve onları sıkıntıya düşürmek ve böylece yola getirebilmek için Şam ticaret yollarını kesmek üzere,Hazreti Hamza(ra)’yı Sifu’l-Bahr’a gönderdi. Hazreti Hamza(ra) otuz kişilik bir kuvvetle belirtilen yere vardığında, Müşriklerde üçyüz kişilik kuvvetle orada idi. Kervanda Ebû Cehil de bulunuyordu.

Henüz müşrik olan Mecdi b. Amr b. Cühenî müslümanlarla ve müşriklerle görüşerek, iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi.

Bundan Sonra Hazreti Hamza(ra)’yı Bedir savaşında görüyoruz.

Bedir gazâsında 313 Eshâb-ı kirama karşı, 1000 müşrikle çarpışıldı, Hazreti Hamza(ra), Bedir’de Şeybe ile çarpıştı. Bir hamlede Şeybe’yi öldürdü. Daha sonra Utbe’yi ve Tuayma b. Adiyy’i öldürdü. Müşrikler, reîsleri olan Ebû Cehil’i ortalarına aldılar, içlerinden birini Ebû Cehil gibi giydirip Ona benzettiler. Bu nasipsizin adı Abdullah bin Münzir’di. Hazreti Ali(ra), Abdullah’ın üzerine saldırdı. Ebû Cehil’in gözleri önünde Abdullah’ın kafasını kesti. Sonra müşrikler aynı şekilde Ebû Kays’ı giydirdiler. Onu da Hazreti Hamza(ra) vurup öldürdü. Bedir savaşında kahramanca savaşan Hazreti Hamza(ra) Allah(cc) ve Rasûlün(sav)’ün hoşnutluğunu kazandı. Allahü teâlâ, Peygamberimiz(sav)’e yardım için melekleri de savaşa gönderdi. Melekler her vuruşta bir müşriği öldürdüler. Sonunda Ebû Cehil de öldürüldü. Müşrikler bozguna uğradılar. Mekke’ye doğru kaçmaya başladılar. Eshâb-ı kiramdan 14 kişi şehîd oldu. Bedir Savaşı, Peygamber efendimizin zaferiyle neticelendi.

Hazreti Hamza(ra), Bedir Savaşını müteakib Kaynukoğulları gazvesine katıldı.

Peygamber(sav) Medine’ye geldiğinde Yahudilerle anlaşma yapmıştı. Yahudiler, Bedir savaşını müslümanların kazanmasını hazmedemediler.

Siz savaşın ne demek oldugunu bilmeyen adamlarla çarpıştınız” dediler. Savaş için fırsat kollamaya basladılar.

Kaynuka gazvesi’nin genel sebebi kuyumcuya giren bir kadına yapılan terbiyesizliktir.

Kuyumcu kadının eteğinin alt kısmını üst kısmına bir iğneyle iğneliyor. Kadın ayağa kalktığında üzeri açılıyor,utanıp sıkılarak feryat ediyor, çevresinden yardım istiyor. Kadınınn yardımına bir müslüman gider ve Yahudiyi öldürür. Yahudiler de bu müslümanı orada sehid ederler.

Bunun üzerine Peygamberimiz(sav) Yahudilerden antlaşmanın yenilenmesini istedi. Yahudiler Peygamberimiz(sav)’in bu isteğini reddettiler.

Bu olay üzerine Peygamberimiz(sav) sancağını Hz. Hamza(ra)’nin eline verip Kaynukaoğullarının üzerine gönderdi. Kaynukaoğulları Yahudileri bekledikleri yardıma kavuşamayınca teslim olmak zorunda kaldılar.

Bedir savaşı’nın acısını unutmayan Kureyşliler yeniden savaş için hazırlığa başladılar. Savaş için değişik müşrik kabilelerden yardım isteyerek büyük bir kuvvet oluşturdular.

Bedir Savaşı’nın bozgunla bitmesi sebebiyle müşrik kadınlar erkeklerini suçluyorlardı. Bu yüzden Kureyş’in kadınları da bu savaşa katılacaktı.

Cübeyr b. Mut’i’nin, Vahşi adında Habeşli bir kölesi vardı. Bu köle harbte mızrak atmakta oldukça maharetli idi. Hz. Hamza(ra), Cübeyr b. Mut’i’nin amcası Tuayma b. Adiyy’i Bedir savaşında öldürmüştü. Kölesi Vahşi’ye Hz. Hamza(ra)’yı öldürmesi şartıyla kendisini serbest bırakacağını söyledi.

Peygamberimiz(sav), bu savaşta Medine’nin içinde kalmayı, savunma savaşı yapmayı düşünüyordu. Bedir Savaşı’na katılmayanlar ise düşmanla yüz yüze gelmek, Medine dışında savaşmak istiyorlardı. Peygamberimiz(sav), ashabının isteği üzerine Medine dışında savaşılmasına karar verdi. Daha sonra sahabe efendilerimiz(ra) Peygamber(sav)’e muhalefet ettiklerini anlayıp kararlarından vaz geçse de, Peygamberimiz(sav) meşvereti esas alarak alınan karardan geri dönmemiştir.

Hazreti Hamza(ra)’da Medine dışında savaşılmasına taraftardı. Hattâ Peygamberimiz(sav)e “sana kitabı indirmis olan Allah’a yemine ederim ki, bu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyecegim” demişti.

Hazreti Hamza(ra) Cumartesi müşriklerle karşılastığı zaman oruçluydu

Peygamberimiz(sav), sabahleyin “Rüyada, meleklerin Hamza’yı yıkadıklarını gördüm” diye buyurdu. Uhud harbinde; Peygamber efendimiz(sav), Hazreti Hamza(ra)’yı en önde zırhsız süvarilerin başında çarpışmakla vazîfelendirdi.

Uhut bölgesine varıldı, orduya savaş düzeni verildi. Kureyş’in birinci bayraktarı Talha b. Ebî Talha, Hazreti Ali(ra) tarafından, ikinci bayraktarı Osman b Ebî Talha’da Hazreti Hamza(ra) tarafindan öldürüldü. Sancaktarların ölmesi Kureyşlileri saşkına çevirdi Halid b. Velid’in gayretleride sonuç vermeyince Müşrikler, kaçışmaya başladılar. Hazreti Hamza(ra) Uhud günü “ben Allah’in Arslanıyım” diyerek kılıç sallıyordu. Bu savaşta müşriklerin çoğunu Hazreti Hamza(ra) öldürmüştü.

Kureyşliler bozguna uğrayıp kaçmaya başlayınca Peygamberimiz(sav) tarafından görevlendirilen okçular Rasûlullah(sav)’in “Bizi arkamızdan koruyunuz sakın yerlerinizden ayrılmayınız bizim öldürüldüğümüzü görsenizde yardımımıza kosmayınız, ganimet topladığımızı görseniz de, bize katılmayınız,bizi arkamızdan koruyunuz” buyurduğu halde yerlerini bırakmaya başladılar. Birbirlerine “ne duruyorsunuz? Allah, düşmanı bozguna uğrattı siz de, müşriklerin ordugahına giriniz kardeşlerinizle birlikte ganimet toplayınız” dediler bir kısmı bu teklife itiraz ettiler fakat okçular, komutanları Abdullah b. Cübeyr’i dinlemediler “ganimetten nasibimizi alacağız” diyerek yerlerini terk ettiler.

Abdullah b. Cübeyr’in yanında çok az bir kuvvetin kaldığı gören Halid b. Velid bu fırsatı kaçırmadı, kuvvetlerini bir araya topladı veokçuların üzerine yürüdü. Abdullah b. Cübeyr, kendilerine doğru bir kuvvetin geldiğini görünce arkadaşlarına dağılmamalarını söyledi. Müslüman okçular, üzerlerine gelen Kureyş müşriklerini ok yağmuruna tuttular, okları bitinceye kadar kahramanca savaştılar. Abdullah b. Cübeyr, okları bitince mızrağı ile savaştı ve daha sonra kılıcını kınından çıkardı. Şehid düsünceye kadar çarpıştı. Diğerleri de aynı şekilde savaştılar. Kureyş’in süvarileri insanlığa yakışmayan bir davranışla Abdullah b. Cübeyr’in karnını deşerek mubarek naaşına zarar verdiler.

Okçuların bir çoğunun yerlerini bırakması, kalan kısmınında şehid edilmesiyle müslümanlar gâfil avlandılar. Hem arkadan, hem önden kuşatıldılar.

Hâris b. Amr kızı ile Utbe’nin kızı Hind de Hazreti Hamza(ra)’yı öldürmesi için Vahşi’yi teşvik ediyorlardı. Vahşi, açık dövüşmekten korkuyor, gizli dövüşmeyi tercih ediyordu.

Vahşi, Uhud Savaşındaki durumu şöyle açıklıyor “Halk arasında Ali’yi aradım. Çok uyanık, girişken, çevik, çekingen ve etrafina çok bakınan bir adamdı”, kendi kendime “benim aradığım adam bu değildir” dedim. O sırada Hamza’yı gördüm, halkı kasıp kavuruyor, kesip biçiyordu, fırsat kollamak için kayanın arkasına gizlendim. Bir ara Siba’b Ümmü Emmâr “var mı benle çarpışacak bir yiğit?‘ diyerek meydan okuyordu, Hamza ona “Allah ve Rasûlüne sen misin meydan okuyan?‘ dedi, göz açtırmadan, bacaklarından vurdu yere serdi, sel suları arkalarına eriştiği sırada ayağı kayıp düşünce mızrağımı fırlatıp attım, böğründen vurdum.”

Hazreti Hamza(ra)’yı şehid eden Vahşi daha sonra bir kenara çekilir. Hind üzerindeki takılarrını çıkarır Vahşi’ye verir. Hazreti Hamza(ra)’nın yanına gelen Hind, onun burnunu, kulaklarını keser, mubarek cesedine işkence yapar, hatta ciğerini bile çiğneyerek parçalar.

Vahsi müslüman oluşunu anlatırken”Mekke’nin fethinden sonra Mekke’ye gelerek Rasûl-i Ekrem(sav)’i gördüm.

Bana dedi ki: “Sen Vahşi misin?” Ben cevap verdim: “Evet”

Hamza’yı sen mi öldürdün? buyurdular.

“Öyle oldu” dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü(sav) buyururdular ki “bana yüzünü göstermemen mümkün mü?” dedi.

Ben de çıkıp gittim. Rasûlullah(sav)’ın vefatından sonra yalancı peygamber Müseyleme ortaya çıktı. Belki bu herifi öldürürüm de günahımı öderim, diye düşündüm. Müslûmanlarla birlikte Yemâme’ye gittim ve bildiğiniz gibi Mûseyleme’yi öldürdüm.

Allah Rasûlü(sav)’nün Hazreti Hamza(ra)’ya çok derin bir sevgisi vardı, bu sevgiden dolayı elinde olmayarak “Vahşi”ye karşı olumsuz bir tutum içinde olmaktan da çekiniyordu.” Bu sebeple de Vahşi’yi görmek istememişti.

Hazreti Hamza(ra) şehîd olduğunda oruçlu idi. Hazreti Peygamberimiz(sav) kendisi için “Seyyid-üş-şühedâ” (şehîdlerin efendisi) buyurdu. Ve cesedini meleklerin yıkadıklarını haber verdi. Savaş bitmişti. Şehîdlerin yanlarına gidildi. Peygamber efendimiz(sav), Hazreti Hamza(ra)’nın mübârek cesedinin kesilip biçildiğini görünce dayanamadı. Ağladı. Mübârek gözlerinden yaşlar akarak şöyle buyurdular: “Ben, şu şehîdlerin, Allahü teâlâ’nın yolunda canlarını feda ettiklerine, kıyâmet günü şahidlik edeceğim. Onları kanlarıyla gömünüz. Vallahi, kıyâmet günü mahşere yaraları kanayarak gelecekler. Kanlarının rengi, kan rengi, kokuları da misk kokusu olacaktır.” buyurdu.

Peygamber efendimiz(sav) “Bana Cebrâil Aleyhisselâm gelip Hamza bin Abdulmuttalib’in göktekiler katında Allah’ın ve Resûlünün arslanıdır diye yazıldığını haber verdi.” buyurdu.

Hazreti Hamza(ra)’nın ve diğer şehîdlerin cenâze namazları kılındı. Hazreti Peygamber(sav) öldürülen her şehid ile beraber Hamza(ra)’nın namazını tekrarlamış o gün yetmiş iki defa onun cenaze namazını kıldırmıştır.

Hazreti Abdullah(ra) bin Cahş ile Hazreti Hamza(ra)’nın cenâzeleri bir kabre kondu

Hazreti Peygamber(sav)’den iki veya dört yaş büyük olan Hamza(ra), öldürüldüğünde elli yedi yaşında idi. Hazreti Peygamber(sav)’in ilk cenaze namaz kıldığı şehidin de Hazreti Hamza(ra) olduğu söylenmiştir.

Peygamberimiz(sav) kabrini ziyârete gider. Selâm verirdi. Mezardan “Ve Aleykümselâm Yâ Resûlallah” diye cevap gelirdi.

“Hazreti Fâtıma-tüz-Zehrâ buyurdu ki: “Birgün Hazreti Hamza’nın kabrini ziyârete gittim. “Esselâmü aleyke Yâ Resûlullah’ın amcası” diye selâm verdim. “Ve Aleyküm selâm ve Rahmetullahi Yâ binti (kızı) Resûlullah” diye mezardan cevap geldi.”

Hazreti Hamza(ra), bir gün Peygamber(sav) Efendimiz’e gelerek Cebraîl (as)’i görmek istediğini söyledi. Peygamberimiz(sav), Hazreti Hamza(ra)’ya “O’nu görmeye dayanabilir misin?” diye sordu. Hazreti Hamza(ra) “Evet, dayanabilirim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz(sav) “otur öyleyse” buyurdular. Cebrail (a.s.) müsriklerin Kâbe’yi tavaf edecekleri zaman elbiselerini üzerine koymakta oldukları yere indi. Peygamberimiz(sav) Hazreti Hamza(ra)’ya “Kaldır gözünü, bak” dedi, Hazreti Hamza(ra) bakıp, Cebrail’in zeberced yeşil cevhere benzeyen ayaklarını görünce bayıldı. Arkası üzerine düştü.

Hazreti Hamza(ra) Peygamber(sav)’den şu hadisi rivâyet etmistir “Şu duayı hiç bırakmayın, “Allahümme inni es’eluke bismike’l-a’zam ve ridvânike’lekber

Büyük zatlar ve evliyalar manevi alemde hay ve diridirler. Onlar sadece günah ve ceset noktasından ölürler. Hatta bazı evliyalar aynı hayattaki gibi, öldükten sonrada manevi tasarruflarına devam ederler.

Şehitlerin efendisi olan Hazret-i Hamza’nın (ra)’da ,böyle bir tasarrufa sahip olup, kendine sığınanların işlerini görmesi, onlara şefaat edip yardım etmesi bu kabilden bir şeydir.

Allah O’ndan, Uhud ve Bedir’de şehid olan tüm sahabe efendilerimizden razı olsun. Onların şefaatlerini Hazreti Muhammed(sav)efendimizin Ümmetine nasib etsin. Amin.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • Risale-i Nur Külliyatı
  • Bekir Sağlam.
  • Ehl-i sünnet büyükleri

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Selman-ı Farisi (R.A.) Kimdir?

İran’ın Ramahürmüz veya İsfahan’ın Cey şehrindendir.

Bir ateş tapınağında hizmetçilik yaptığı, bazı Hristiyanlarla karşılaşınca Hristiyan olduğu dinini öğrenmek için Şam’a geldip Musul, Ammuriye şehirlerinde manastırlarda kalmıştır. Yanında ilim öğrendiği rahip ölürken ‘Hz. İbrahim’in Haniflik dini üzere hurmalıklı bir yerden Peygamber çıkacağını ve O’nu bulması’ tavsiyeleri ile Vâdil Kura’ya gelmiş, fakat onu getiren kervan tarafından köle olarak satılmıştır. Kendisini Beni Kureyza’dan bir Yahudi satın almıştır. 

Sonrasında ise, Yahudilerin konuşmasından Peygamber Efendimiz(sav)’in Medine’ye geldiğini  işitince hurma ağacından düştüğü hatta Yahudi efendisinin “Bu işler seni ne ilgilendirir?” deyip dayak attığı, Efendimizin sadaka hurma yemeyip, hediye hurmadan yediğini görünce ‘İşte peygamberlik alâmeti’ dediği ve son olarak Efendimizin sırtındaki peygamberlik mührünü bir cenazede görünce tam teslimiyetle Müslüman olduğu ifade edilmektedir.

Müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan’dır Ona nesebi sorulduğu zaman; “Ben; Selman b. İslam’ım” demiştir

Ayrıca Hz. Selman’ Bedir ve  Uhud savaşları sırasında köle olduğu için katılamamıştır, kölelikten kurtulmak için üç yüz hurma fidanını bizzat Hz. Peygamber(sav)efendimiz dikmiştir, bütün fidanlar tutmuş. Bugün Acve-Peygamber hurması fidanları o ürünlerdir.

Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı.

Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Resulullah(sav)’a hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı söyledi. Onun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah: “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur.

Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı ona Peygamber efendimiz(sav) “Selman-ül Hayr”  buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri dünyaya hiç rağbet etmezdi. Kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı. Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman da Allahü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünür tefekkür ederdi.

Selman-ı Farisi hazretleri Eshab-ı Suffe denilen ve Peygamber(sav) efendimizin bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle vazifeli kıldıkları ve Peygamberimizden hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi. Bazı geceler Resulullahın huzurunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı.

Elinde mal bulundurmazdı. Kinde kabilesinden bir hanım ile evlenmişti ,kadının evine girdiği zaman duvarlarına süs eşyalarının asılmış olduğunu gördü.

Ziynetli, süs örtülerin Kâbe-i Muazzama ya yakışacağını söyledi ve eve girmedi. Kapının örtüsü hariç bütün örtüler kaldırıldı.

Ehli Suffe içerisinde Resulullah(sav) efendimize en yakın olan Selman-ı Farisi hazretleri idi.

Peygamber(sav)efendimiz “Allahü teâlânın bana sevdiğini bildirdiği, benim de sevmemi emrettiği dört kişiden biri Selman’dır“buyurdu.

Yine Kâinatın Efendisi onun için buyuracaktır: “Cennet üç kişiye müştaktır ,Aliyyu’l-Mürteza, Ammar bin Yasir, Selman-ı Farisi.”

90 yaşlarında Müslüman olduğu, 130 yaşlarında vefat ettiği, ilim-fazilet-takva bakımından ashaba örnek olduğu, Hz. Ali Efendimizin onun hakkında “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi ona verilmiştir.” “O, bizim aramızda Lokman Hekim gibidir. İlk ve son kitabı okumuştur. Sonu olmayan deniz gibidir.” Buyurmuştur

Yine Fahr-ı âlem (sav), buyurur:

Dört kişi fazilette öne geçmiştir. Ben Arapları geçtim. Süheyb Rumları, Bilal Habeşileri, Selman Farsları geçmiştir.

Hz. Selman  Bu gün en çok okunan sure Fatiha-ı şerifte “Ya Rabbi, bizi sırat-ı müstakime hidayet et, nimet verdiğin kimselere kavuştur.” duasını adeta fiili olarak hep yapmıştır.

Hazret-i Ebu Bekir devrinde Medine’den ve Hazret-i Ebu Bekir’in sohbetinden bir an ayrılmayan Hazret-i Selman, Hazret-i Ömer zamanında İran fethine katılmıştır, İslam ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde çok büyük hizmetleri olmuştur,

İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini İslam askerlerine gösterdi. İran’ın Medayin şehri alınınca onu Hazret-i Ömer şehre vali tayin etti. İlmi, basireti vazifesindeki adaleti ve nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı.

Selman-ı Farisi hazretleri Hazret-i Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Maaşının hepsini fakirlere dağıtırdı Topraktan tabak çanak yapar kendi emeğiyle geçinirdi

Selman-ı Farisi hazretleri, Hazret-i Osman devrinde hastalandı Sa’d bin Ebi Vakkas’a artık dünyadan ayrılacağım ve bütün servetinin bir kase (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibaret olduğunu söyledi. Bu hastalığı neticesinde Hicri 36 yılında Medain’de vefat etmiştir

Hanımı anlatır:

Vefatına yakın bana: “Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve başımın etrafına saç, insan ve cin olmayan kimseler (melekler) yanıma geleceklerdir” dedi. Söylediği gibi yaptım. Dışarı çıktım. Odadan, “Esselamü aleyke, ey Allah’ın velisi ve Resulullahın arkadaşı” diyen bir ses duydum, içeri girdiğimde ruhunu teslim etmişti. Yatağında uyuyor gibiydi.

Çok âlim yetiştirmiştir. Medine’de Fukaha-i Seb’a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kasım bin Muhammed de Selman-ı Farisi’nin talebelerindendir.  Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca Peygamber (sav)efendimiz, “Selman bizdendir, ehl-i beyttendir”buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri “İlim çoktur fakat ömür kısadır. O halde önce dinde zaruri lazım olan ilimleri öğren!”

“Müminin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlânın rahmetine nail olduğunun alametidir.”

Buyurmuştur.

Gayet az yerdi. Bir sofrada kendisine daha ziyade yemesi için ısrar edilince, Peygamber efendimizin kendisine; “İnsanların ahirette çok açlık çekecek olanları, dünyada doyuncaya kadar yemek yiyenlerdir” buyurduğunu haber verdi.

Selman-ı Farisi hazretleri ölüm döşeğine yattığı vakit ağladı. Sebebini soranlara “Dünyadan ayrıldığım için ağlamıyorum. Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz; “Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun yol azığından fazla olmasın” buyurmuştu, işte buna ağlıyorum” dedi.

Bir gün yanında misafiri olduğu halde Medayin’den çıkıp bir yere gidiyorlardı. Yolda karınları acıktı, yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selman-ı Farisi hazretleri bir geyik ile bir kuşu yanına çağırdı, ikisi de yanlarına geldi. Onlara “Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona ikram etmek istiyorum” dedi. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler.

O zat bu işe çok hayret etti ve “Ey efendim, geyik ve kuşu çağırdınız hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim” dedi.

Hazret-i Selman buyurdu ki: “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü teâlâya itaat eder ve Ona hiç günah işlemezse, her şey ona itaat eder “

Selman (r.a)’ın mezarı, Bağdad’ın 30 km doğusunda Medain harabeleri civarından akan Deyale ırmağının kenarındadır. Onun bulunduğu yer Selman-ı Pak (temiz Selman) olarak isimlendirilmiştir. Onun mezarının içinde bulunduğu cami IV. Murad tarafından tamir ettirilmiştir.

Rabbim Onun ihlâsından içtenliğinden bizlerede lütfeylesin. Amin

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Hadis ansiklopedisi

2)Dinimizislam

3)gülzarihacegan dergisi

4)sorularlaislamiyet

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan “Sahabelerin Hayatları” İçin Tıklayınız