Etiket arşivi: iman

Yangın Nasıl Söner?

Yangın Nasıl Söner?

Âlem-i insaniyet cayır cayır yanmaktadır. Bu yangın Avrupa’yı yakıp kavurup artık harim-i İslamiyet’e de sıçramış ve yangın burada da devam etmektedir. Bu duruma karşı kimsenin tepkisiz kalmaması lazım. Çünkü tepkisizlik musibeti davet eder, sükûtsa evden içeriye buyur eder.

Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şunu ifade etmektedir ki;

“Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim; karşımda müdhiş bir yangın var.. alevleri göklere yükseliyor, içinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müdhiş yangın karşısında bu küçük hâdise, bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler…”[1]

Feraset sahibi olanlar, bu yangını görüp basiret sahiplerine haber vermiştir. Onlar da kendilerine yüklenen bu vazifenin farkına vararak topluma sıçrama meylinde olan yangınları söndürmek için var güçleriyle say u gayret etmiştir.

“Fesad-ı ümmet[2] zamanında Sünnet-i Seniyenin küçük bir âdâbına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor.”[3]

Demek ki farz ve sünnetlerin toplumda yayılması tebliğ edilmesiyle fesadın önü alınabilir. Herkes üstüne düşen vazifeleri kameti miktarınca yapmakla mükelleftir.

Dini yaşama konusunda ümmetin bozulduğu, insanların yoldan çıktığı ve kötüyü tercih edip kötülüğe zorlandığı, yönlendirildiği ortam ve şartlarda dini yaşamak, özellikle dinin farzlarına ve vaciplerine riayet çok ehemmiyetlidir. Toplumda iman, İslam ve takvanın yayılmasıyla/intişarıyla fesadların önü alınır yoksa tefessüh/çürüme alır başını gider.

Ahirzamanın ahirlerini yaşadığımız bu zor zamanlarda her zamankinden daha ziyade manevî hakikatlere ihtiyacı var. Tebliğ ve temsille mükellef olanlara çok iş düşüyor. Her türlü şey tebliğde kullanılmalı ve insanlara ulaşılmalıdır. Yoksa diğergamlık toplumdan silinip arsız, hırsız, uğursuzluk yerini alacaktır. Faziletin yerine rezalet yani…

Bunun için pek çok faaliyette ve hizmet sahasında kendini ehl-i himmet ve gayret sayan kimseleri de yardım etmeye çağırıyoruz. Cenab-ı Hakk muvaffakiyetler versin, hayırlara vesile kılsın.

Dünyanın çok yerinde sanki sözleşmiş gibi eş zamanlı Müslümanlara zulüm ediliyor ve katlediliyor. Filistin, Şarki Türkistan, Myanmar, Arakan, Irak, Suriye… Nice canlar yitip gitti. Bunca zamanda da insan olanlar tepkisini gösterdi elinden gelenleri yaparak gerek boykotla gerek protestolarla gösterdi. İnsanlıktan istifa edenlerse sustu, görmedi, işitmedi, kan kokusu burnuna gelmedi, basireti kapandı.

Deprem, siyaset, ekonomi, Filistin vb. konularda bunalan dimağlara İslamiyet’in Hakikat Nurları’nı serperek buhranları silmek ve dimağları nurlandırmaya çalışmalıyız. İçtimai buhranlardan ancak böyle kurtulabiliriz. Materyalizmin sunduğu şeylerle insanlık idare edilmez. İnsanlık ancak ve ancak Nur Çeşmesi’nden akan suyla temizlenecektir.

Bu vesile ile Cenab-ı Hakk tesirini halk etsin. Hak dava olan İslamiyet’in yücelerde durması için, insanlığın felaketlerden kurtulması için çalışanlara muvaffakiyetler temenni ederim.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Asa-yı Musa (262)
[2] “bozulmak, çürümek; sağduyudan sapmak” vb. anlamlara gelir. İsim olarak da “zulüm; çalkantı, düzensizlik; kuraklık, kıtlık” mânalarında kullanılmıştır. Bazı dilciler fesadı “itidal çizgisinden uzaklaşıp bozulmak” şeklinde tanımlamışlardır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fesâd” md.; Kāmus Tercümesi, “fsd” md.). Başkasının malına haksız yere el koymaya da fesad denilmiştir.” Tâcü’l-ʿarûs, II, (452)
[3] Lem’alar (50)

Kaynak:RisaleHaber

www.NurNet.org

Amellerimizde Neyi Esas Almalıyız?

Amellerimizde Neyi Esas Almalıyız?
Bediüzzaman Hazretleri, İhlâs Risalesi’nin birinci düsturunda “Amelinizde rıza-i İlahi olmalı” der. İşlenen bütün amellerin özü, esası, ruhu, mâyesi, hedefi rıza-i İlahi olmalıdır ki ameller makbul olsun demektedir.
Kaliteyi ifade eden keyfiyet ve sayısal çoğunluğu ifade eden kemiyet/kesret daima mevzubahis olmaktadır. Bazen de züğürt tesellisi olarak sayısal olarak azınlığı keyfiyet olarak kabul etmek de başka bir garabettir.
Keyfiyetli insanlar çok olur veya mihmandarlığı olursa kesret de keyfiyetten nasibi alır. Unutulmamalıdır ki, keyfiyetin ruhu, esası da ihlastır.
Tebliğlerde hedefimiz hizmetimizi yaymak, çoğaltmak olmamalı, Rıza-yı ilahi yani ihlas olmalıdır. Bunu Rasulü’s-Sakaleyn (asv)’dan ders alıyoruz. Nitekim “Ey Muhammed! Artık sana düşen sadece açık bir şekilde tebliğden ibarettir.[1] buyurulmaktadır. Her tebliğ ve temsille mükellef olanın insanın da kulaklarında çınlaması gereken bir serlevhadır bu ayet-i celile. Temsil ettiğimiz İslam davasını net, açık, dürüst ve doğru bir şekilde anlatmaktır. Yoksa aman bizim hizmetimize gelsin sayımız artsın gibi ikinci bir niyet olursa burada ihlas eksik olduğu için tam tesir etmeyecektir.
Bediüzzaman Hazretleri bu ayetten iktibasen aldığı dersi şu şekilde ifade etmektedir.
“Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.”[2]
Biz Kur’an Şakirtleri olan Nur Talebeleri [3] siyasi bir cemiyet olmadığımız için biz vizyon ve misyonumuzu şu şekilde sayabiliriz.
“Proğramımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün i’dam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.” [4]
“Gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün i’dam-ı ebedîsinden ve karşımızda kapısını açan ve bizi cebr-i kat’î ile çağıran kabrin daimî karanlık haps-i münferidinden kurtulmağa çalışıyoruz.” [5]
“Vatanı ve milleti anarşistlikten ve dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün i’dam-ı ebedîsinden kurtarma[k]..”[6]
“Evet, eğer eski hayatım gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydı ve vazife-i hakikiyesi, sırf âhiret ve ölümün i’dam-ı ebedîsinden müslümanları kurtarmak vazifesi…”[7]
Risale-i Nur Talebeleri bir cemiyet şeklinde hareket etmemiş daima iman, amel, insan ve kainat perspektifinde hareket etmeyi esas almıştır. Bu metodu izlerken de sofistik tarzda el etek çekmek manasında değil sosyal/içtimai hayatın her safhasında temsilcisi olduğu İslam davasının ruhuna uygun temsil rolünü tercih etmiştir. ne yaparsa yaptığı işi doğru, dürüst, etik olarak yaparlar. Arada istisnalar çıkabilir ki bunlar mevzubahis değildir.
Risale-i Nur bize öğretiyor ve isbat ediyor ki: Bu dünya, bir misafirhanedir. Ebedî hayatı isteyenler, misafirhanedeki vazifelerine dikkat gösterdikleri nisbette memnun edilirler. Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur’un dellâllığını yapmaktır.”[8]
Risale-i Nur’dan ders alanlarda bu hasletler var ve olması gerekmektedir.
“Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüzer amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.”[9]
Ey ehl-i iman! Bu müdhiş [ahretinizi berbad etmek isteyen] düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.”[10]
Ne mutlu temsil ettiği davanın ruhuna uygun hareket etmek gayretinde olana..
Selam ve dua ile..
Muhammed Numan ÖZEL
[1] Nahl s. 82. ayet meali
[2] Lem’alar (152)
[3] Hizmet Rehberi ve genişletilmiş halleri olan Hizmet Düsturları, Esasat-ı Nuriye eserlerini okumanızı tavsiye ederim.
[4] Emirdağ Lahikası-1 ( 28 )/Tarihçe-i Hayat (474)
[5] Şualar (340)
[6] Şualar (376)
[7] Tarihçe-i Hayat (531)
[8] Tarihçe-i Hayat (623)
[9] Tarihçe-i Hayat (303)
[10] Lem’alar (72)

İmân, Mârifet ve Muhabbet

İmân, Mârifet ve Muhabbet

Bediüzzaman, “Aşk, şiddetli bir muhabbettir”[1] demektedir. Yani şiddetli bir tutku ve arzulama halidir.

Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.” [2]

Bu sebeple aşkın hücresi muhabbet taşlarıyla örülmüştür. Muhabbetse, insanın zevk aldığı şeyin etrafında pervane olmasıdır. Dolayısıyla insanı tahrik eden şey kalbin kendinden geçip meftun olmasıdır.

“İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine derç edilmiştir.” [3]

Elbette aşk-ı mecâzî, aşk-ı hakikîye inkılâb etmesi lâzımdır. İnsan bunun için dünyaya gelmiştir desek yeridir. Yani insan hakedişlerini görmesi ve “bunu yaptım hak ettim” diyebilmesi için.

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter (denilecek.)” [4]

İşte o gün tüm hak edişler ayan beyan belli olacak ve insanın Rabbinden meded istemekten başka bir çaresi kalmayacak.

Aşk-ı mecazi için, “Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.” [5]

Bir muhabbetin, meyilin, arzunun temel taşı Rıza-yı ilahi mi yoksa tatmin-i nefis mi bunu her işimizde daima kendimize sormamız lazım, murakabe haline getirmemiz lazım.

Şayet, “evet, Rıza-yı ilahi için bunu yapıyorum” diyorsan bahtiyarsın yoksa müflis.

Müflislerin muhabbeti kanser gibidir, çoğalır ama çoğaldıkça insanı eritir, mahveder. Zaten günahlar ve vesveselerin kaynağı da böyle değil midir?

İnsan ancak, iman, marifetullah ve muhabbetullah nurlarıyla kendini kurtarabilir ve bunlarla değerli olabilir.

Bir insan evvelâ Allah’a muhabbet eder, sonra O’nun muhabbetiyle O’nun sevdiklerini de sever. İşte şu muhabbet, Allah’a olan muhabbetten bir şey noksan etmediği gibi, bilakis her şey muhabbetini ziyadeleştirmektedir. Muhabbetini tenkis değil, tezyid eder. Öyleyse mana-yı harfiyle bakmak, ölçmek, tartmak muhabbetullaha açılan birer mirsad, birer penceredir. İnsanın kalb ve ruhunda bir şevktir ki O’na yaklaştıracak şeyleri gösterir. Muhabbetullah, masivaullahtan kalbi manen kesen ve hakka vuslata vesile bir miftahtır.

“İşte ey nefis madem öyledir, mevcudatın umumuna dağılmış olan o muhabbetleri, kendi nefsine ettiğin muhabbetinle beraber toplayıp Cenab-ı Mahbub-u Hakikî’ye vermen gerektir.” [6]

“İlimlerin şahı ve padişahı marifetullah ilmidir.” [7] Fakat terakkiyatın iki kanadı vardır bunlardan birisi ilim diğeri ise muhabbetullahtır. İkisi beraber olursa zülcenaheyn olur.

O’nu tanımak ilimle olur, O’nu sevenler bilir; bilenlerse sevenlerdir. “Kalbin batını, ayine-i Sameddir” [8] bu hakikat çok iyi anlaşılmalıdır.

Cenab-ı Hak kalbin batınını üç mânâ için halk etmiştir: Birincisi imân, ikincisi marifet, üçüncüsü muhabbettir.

Madem Allah kalbin batınını marifet ve muhabbet için yaratmış, bir mü’min her an marifete yol kat etmesi lâzımdır. Cismâni ceset itibarıyla insan, et ve kemiktir, kan ve iliktir. Bir de insanın hakîki insaniyet cephesi var ki, imân ve İslâmiyet ile insan insaniyet dairesinde kaldığı ölçüde hakîki insandır. Hatta imanı olmayan insan bile olamaz olsa olsa insan müsveddesi olur.

Hülasa kendimizi iman dairesi içerisinde tutmak için var gücümüzle gayret etmeliyiz.

Ne mutlu nefsini ve neslini iman dairesinde tutmak için çaba sarf edebilene.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

 

[1] Mektubat (33)
[2] Sözler (358)
[3] Sözler (358)
[4] İsrâ Suresi 14. Ayet Meali, Hayrat Vakfı
[5] Mektubat (10)
[6] Badıllı tercüme, Mesnevi-i Nuriye (435)
[7] Sözler (749)
[8] Sözler (640)

Kaynak:RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Enfüsi Kudüs’ün İşgal Edilmiş! 

Enfüsi Kudüs’ün İşgal Edilmiş! 

            Her şeyin bir zahiri bir batını bir evveli bir ahiri var. Kudüs, Filistin ve Benî İsrail arasındaki meseleler dünya gündemine 1900’lerin ortalarından itibaren gelmeye başlamıştır. 

İngilizlerin Filistin’i işgal edip zorla evlerinden, yerlerinden, yurtlarından çıkartılıp boşalttıkları bu yerleri getirilen Yahudilere işgalci olan İngilizler tarafından hediye edildi. Asıl toprak sahipleri olan Filistinlilerde muhacerete tabi tutulmuştur. Yüksek miktarda emlak vergileri getirerek adeta Filistin toprakları haczedildi İngilizlerce. Yahudilere de peşkeş çekildi.

         “Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını”[1] yedikleri halde kendi bu sinikliklerini izale etmek için de insan hayatına giren veya girmesini istedikleri her şeyi ürettiler ya bizzat kendileri ya da adamlarına ürettirerek hayata müdahale ediyorlar. Bu üretim de işin garibi mevcut olan ürünler içinde ya en lezzetlisi ya da kalitelisi olarak karşımıza çıkmakta. Bunlara muadiller üretilerek Yahudi mallarıyla boykot etmemiz gerekmekte.

Sadece gıda üzerinden değil herşeyle insanlara hücum ediyor 

            Genç beyinleri, körpe dimağları kendi istedikleri şekilde şekillendirmek için de diziler, filimler, oyunlar, uygulamalar üretmekteler. Bunun temelinde yatan sebepse kendileri Cehennemlik oldukları için kendilerine zor zamanlarda kucak açan başta Müslümanlara ve darbesini yemiş oldukları Hristiyanların da kendileriyle beraber  Cehenneme gitmeleri.. ve tüm maddi ve manevi terakkilerini durdurmak için var güçleriyle çabalıyorlar.  

            Filistin’e gemiyle geldiklerinde “Almanlar ailemizi mahvetti siz de umutlarımızı mahvetmeyin” şeklinde pankart asan ve kendilerini acındıran bu Yahudiler bugünse tüm insanlığın kanına, DNA’sına girerek adeta herkesten hınçlarını alıyorlar. 

            Bu şekilde çalışan Yahudiler, istisnasız her ülkeye yerleşmiş ya açıkça Yahudi kimliğiyle veya o ülkenin kimliğine bürünüp Sabatay şekilde yaşamlarını sürdürmekteler. 

            Bu Yahudi çalışmalarının bugün neticelerine bakıyoruz ki, kendisi Hafız olan ama namaz ve niyazda gözü olmayan, ismi Müslüman; fakat itikad ve amelde çok yalpalar yapan, haramları da helal sayan veya İslami bir hassasiyeti kalmamış bir insan kitlesi türedi. 

            Uzun zamana yayılmış olan insan tahrip planları küçük adımlarla ilerleyerek karşımıza çıkmakta. Ahlâksız, edepsiz, hayasız, arsız bir şekilde karşımıza çıkan yeni neslin mimarı doğrudan ve dolaylı olarak Yahudi lobilerinin faaliyetleridir. Bu faaliyetlerle şu anda hemen hemen herkesin enfüsi Kudüs’ü işgal altında az veya çok olarak herkesin Filistin’i ele geçirilmekte. İslami hassasiyetimizi arttırarak ve Yahudileşme temayüllerinden uzak kalarak ancak kendi Kudüs’ümüzü ve harici Kudüs’ümüzü işgalden kurtarabiliriz. İslami hassasiyetler olmazsa zaten iman ve islama ait olan şeylerde sıradan, değersiz bir hale gelecektir. 

            Hülasa, İslamiyet’in gerektirdiği şeylerden uzaklık nispetinde enfüsi Kudüs’ümüz işgal edilmiştir. 

            Ne mutlu farkındalığını arttırabilene.. 

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.com

İman ise ilimdir, vücudîdir, ispattır, hükümdür.

“İman ise ilimdir, vücudîdir, ispattır, hükümdür. Her bir menfî meselesi dahi, bir müspet hakikatın ünvanı ve perdesidir.” cümlesini izah edebilir misiniz?

Değerli Kardeşimiz;

İnkâr: Nekere kökünden yani; marifenin zıddı, belirsizlik manasını ifade ediyor.

Küfür: Kefere kökünden; yani örtmek, saklamak, inanmamak manalarını ifade ediyor.

Nefiy: Menfi, nefe kökünden, müsbetin zıddı ihraç etmek, çıkarmak, kabul etmemek, reddetmek, manalarını ifade ediyor.

Cehil: Cehele kökünden bilmeyenler, ilimden mahrum olanlar manasını ifade ediyor.

“Küfrün mahiyeti bir inkardır, bir cehildir, bir nefiydir. İman ise ilimdir, vücudidir, ispattır, hükümdür.” (1)

Bu kelimeleri de nazara alacak olursak; imani meselelerin külli olsun cüz’i olsun her biri ilimdir isbattır. Mesela; Allah’a iman mevzuunda “Bir harf katipsiz olmaz, san’atlı bir eser sanatkarı icap eder.” gibi izahlar ilimdir isbattır, hükümdür. Farazi indi mücerred, soyut, kuru ifadeler değildir.

Fakat ALLAH’a şirk ortak misil benzer gibi görüşler ise aklen mantıken fikren o davayı ettirecek bir sebep olmadığı için manasız sözler hükmündedir. Yani; sureten isbat vevücudi görülsede manası ademdir, nefiydir.

“İmanın her bir menfi meselesi bir müsbet hakikatın ünvanıdır.”

Mesela: Layemut; Layezel: hayatı sona ermez, zeval bulmaz, yok olmaz manalarını ifade etmekle Zat-ı Zülcelal’in ezeli ve ebedi oluşunu ifade eden kıdem sıfatını isbat etmektir. Yine sure-i İhlas’dan “lem yelid velem yuled” doğmamış ve doğrulmamış manalarını ifade etmekle beraber Zat-Kibriyanın Halık, Kayyum isimlerini, vacip, kadim, ezeli sıfatlarını isbat etmektir.

La Rezzake İlla Hu: “Ondan başka Rezzak yoktur.”, manasına gelmekle beraber, yaratılan her mahlukun rızkını veren tek bir ilahın varlığını isbat etmekle “Hayatı veren kim ise, o hayatı rızık ile idame eden O’dur.” Hakikatini isbat ve izah ediyor.

(1) bk. Şualar, Yedinci Şua.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editörü