Etiket arşivi: imansızlık

Koronavirüs’ten Daha Dehşetli Bir Hastalık Var!.. Hem de Herkese Bulaşmış!..

Şimdi öyle bir hastalık var ki o hastalık; insanların %5-6’sına değil, bütün insanlığın %100’üne bulaşmış. Ve bu hastalığın ne olduğuna da şu yer ışığında bakalım;

«Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalalet ve sefahete atılıyorsun, kat’iyen bil ki senin dalaletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve ma’dumdur ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalalet yoluyla senin başına ve varsa ve ölmemiş ise kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz’î lezzetini imha ettiği gibi; gelecek istikbal zamanı dahi itikadsızlığın cihetiyle yine ma’dum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hazıra uğrayan bîçarelerin başları, ecel celladının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen akıl alâkadarlığıyla senin imansız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor. Senin sefihane cüz’î lezzetini zîr ü zeber eder.

   Eğer dalaleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkikî ve istikamet dairesine girsen iman nuruyla göreceksin ki o geçmiş zaman-ı mazi, ma’dum ve her şeyi çürüten bir mezaristan değil belki mevcud ve istikbale inkılab eden nurani bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saadet saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle değil elem, belki imanın kuvvetine göre cennetin bir nevi manevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi; gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, belki iman gözüyle görünür ki saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahman-ı Rahîm-i Zülcelali ve’l-ikram’ın ziyafetleri kurulmuş ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyat var diye iman sinemasıyla müşahede ettiğinden, derecesine göre bâki âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir.

   Demek, hakiki ve elemsiz lezzet, yalnız imanda ve iman ile olabilir.» (Şualar, s. 198)

İçinde bulunduğumuz zamanın kıymeti ile ilgili şunu unutmamak gerektir; “Bu zaman, eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imanı kurtaran on el varsa şimdi bire inmiş. İmansızlığa sevk eden sebepler eskiden on ise şimdi yüze çıkmış.” (Sözler, s. 842)

İmansızlık hastalığının olduğu konusunda kimsenin bir şüphesi yok. İmansızlık deyip geçiriyoruz lakin öyle basit bir şey değil. Çünkü “imansızlık başka şeylere benzemiyor. Zulümde, fıskta, kebairde birer menhus lezzet-i şeytaniye bulunabilir. Fakat imansızlıkta hiçbir cihet-i lezzet yok. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir, azap içinde azaptır.” (Mektubat, s. 70)

Şimdi hastalığı teşhis ettik. Hastalığın nasıl bir şey olduğunu öğrendik. Peki bu iman konusunda mesaisini teksif eden birisi var mı? Bu hastalığa bir reçete var mı? Bu konuda bir eser var mı? İşte cevabını Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nden alalım;

“Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünkü sâbıkan ispat edildiği gibi siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir, bana eziyet verip rakibane ilişen adam düşünsün ki o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.” (Mektubat, s. 79)

Onun için bu imansızlık hastalığına karşı, Kur’ân-ı Kerîm’den bir şifa olarak bir reçetesi nev’inden Risale-i Nur eserleri bize lâzımdır. Kur’ân-ı Kerîm, Sahih Sünnet ve bu 2 ana kaynağı tefsîr, izah, şerh ve açıklaması olan Risale-i Nur’u okumak; bu konu için bize lâzım olan şeylerdir. Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

İmanlı ile imansızın kar ve zararları

İmanlının kârı ile imansız kimsenin zararını aşağıda anlatmaya çalışacağız.

İmansızlar inanmayabilirler. Ama kesin olarak, insan sonsuz bir hayata namzettir. Ölümden sonraki hayatta, İmanla ameli birleştirenin yeri, sonsuz bir cennet olduğu gibi, imansızın ve inanıp da amel ile Müslümanlığını ispat etmeyen, ibadetlere yanaşmayanın da yeri, ebedi bir hayatta cehennem azabını çekmektir. Örnek vererek bunun ispatına çalışacağız:

Ağırlık kilo ile uzunluğu metre ile sıvı maddeler litre ile deniz yüzeyini mil ile uzayda ki boşluk ise ışık yılı ile ölçülür. Güneşin ışığı bize 8 dakikada gelir. Dünyamızın güneşten uzaklığı ise: 148.000.000 KM’dir.

Şimdi 8 dakikalık mesafe bu kadar olursa, onun saati, günü, ayı, acaba ışık yılı kaç kilometre olur. Yani bir ışık yılının mesafesi rakam ile tarifi mümkün değildir! Fezada milyarlarca galaksi mevcuttur.

Şimdi! Bütün bu feza boşluğunu buğday taneleri ile doldursak, bu buğday tanelerinden bir tavuk her gün değil, senede bir tane alsa Bu buğdaylar mı biter, yoksa ebedi hayat mı biter?!!! Evet, kardeşler çok fazla uzar, fakat gün gelir buğday taneleri biter, ama ebedi hayat hiç bir zaman bitmez. Yani insanlar için hazırlanan cennet hayatı de, Allah korusun cehennem hayatı de hiçbir zaman bitmez.

Evet, toprağı şehit kanıyla yoğrulan bu memlekette yaşayıp, Allaha ve ahret gününe inanmayanlar bulunuyor ve bir kısmı İbadete hiç yanaşmayıp Müslüman geçinen benim erkek ve hanımların hallerine çok acıyorum. Onlara acıdığım için, 75 yaşında olduğum bu yaşta belki onlardan hangisinin kurtulmasına sebep olurum diye, onlara ara sıra e-mail ve slaytlar gönderiyorum. Gönderdiklerimden biri çok mühim olan bu yazımdır:

Allah’ın rahmet ve lütfu ile cennete girebilenler iki kazanç temin ederle ki:

1- Cehennem gibi şiddetli bir azaptan kurtulabilirler. Ki cehennemin en hafif azabı, ayağın altına bir kor ateş konulur, şiddetinden beynin lok lok diye ses çıkararak kaynar.

2- Allah’ın lütfu ile onlara ihsan edilen cennet hayatıdır ki: Faydasının derecesini ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, orada lezzetlerin çeşitleri ile lezzetlenip mutlu bir vaziyette olacaklar. Orada yokluk yok, hastalık yok, huri kızları ve hizmetkârlar çok. Uzakta bir meyveli ağaç görsen onun meyvesini yemeye arzu ettiğin zaman meyve ağacı sana meyveyi getirir, buyurun der. Sen meyveyi dalından koparır koparmaz, hemen onun yerine başka meyve olur, senin bu meyveler biterse ondan mahrum kalırım endişeni kafandan silmek için Allahın Rahmeti orada öyle tecelli eder. Oradaki hareket ise “ruh hiffetinde ve kuvvetinde hayal sur’atında” olacaktır.

Cehennemlikler de iki büyük zarar görmüş olurlar, zararlarının şiddet dereceleri tarif edilmez:

1- Cennet gibi mutluluğunun tarifi mümkün olmayan bir zenginliği kaybederler.

2- Cehennem gibi acısının sonu olmayan bir azabı hak etmiş olurlar.

Şimdi bu zararları hak eden imansızlar, ve imanını ibadeti ile ispat etmeyen erkek ve hanım kardeşlerim. Yukarıda saydığım acıları erkekler kendileri düşünsünler.

Ben Laik devletlerin fazla istismarına uğrayan hanımlarla konuşacağım: Ah benim hanım kardeşlerim kökü batıda olan Laik sistem sizleri çok kötü kullanıyor, sizleri ticaret ve reklam malı yapmış! Benim kız kardeşim! Bu azabı nazara almadan, Namazını kılmaz, arkadaşları gülmesin diye vücudunu ve başını örtemez. Hay gidi ahret hayatını veresiye gören akıllı geçinen akılsızlar. Hiç kimse sizden 10 lira yerine 100 lira alamıyor demek aptal değilsiniz, demek kafanız çalışıyor. Kafanız çalıştığı halde nasıl kıyafetinizle Bulgar gavurunun hanımına benzemeye tenezzül ediyorsunuz. Deneyin bakalım bir Bulgar gavurun hanımına İslam tesettürünü giydirebilir misiniz? Asla. Sizin açık saçıklığınızın günahı şahsi günah değil, 1 k.m lik yolda kaç erkek size şehvet nazari ile baktı ise günah kazandılar. Hepsinin günahı kadar siz günah kazandınız. Çünkü sebep sizsiniz.

Aman kardeşlerim! Ne olur bir an önce yaptıklarınıza pişman olup Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışın. Yoksa inanın ki ahret pişmanlığı çok acıdır. Sizi çok seven, bazen halinize ağlayan kardeşiniz.

Abdülkadir Haktanır