Etiket arşivi: insanın yaratılış nedeni

Asrın En Sinsi Hastalığı ve Çaresi

Bu sinsi hastalık yanında; Ebola, Mers Cov, Kanser, AIDS vs. çok zayıf kalır. Çünkü bu hastalık, 80-90 senelik hayatı değil, EBEDİ, SINIRSIZ ve SONSUZ hayatımızı, yani Ahiret hayatımızı mahvediyor. Bu nedenle bugünkü konumuzu, bu önemli hastalığa ayırdık… 

Sınav için gönderildiğimiz şu fani dünyada insanoğlunu, yani bizleri bekleyen öyle çok tehlikeler, hastalıklar, vartalar ve şeytani tuzaklar var ki, hayretler içinde kalırsınız.

İşte bu nedenledir ki, Rahmet ve Merhameti sınırsız olan Yüce Rabbimiz, hem yüce Kitabı Kur’an-ı Kerim, hem de bizlere kılavuz olarak gönderdiği son Nebi Hz. Muhammed vasıtasıyla bizleri sürekli uyarmaktadır. Dahası; her asırda da Mücedditler ve Bediüzzamanlar gönderiyor.

Ancak insanlığın ezeli düşmanı olan Şeytan ise herkesle, her zaman tek tek ilgilenip, her birimizi binlerce çeşit sinsi tuzaklarına düşürmeye çalışmaktadır. Hz. Adem’e AS gururundan dolayı secde etmeyen Şeytanın, insanoğluna kinini Yüce Rabbimiz Nisa Suresi 118-119. Ayetlerde şöyle açıklıyor: (İlahi hikmet gereği) Şeytana Allah lanet etti ve onu Rahmetinden kovdu. O (şeytan) da şöyle dedi; “Mademki beni onların (insanların) yüzünden lanetledin, ben de o kullarından bir kısmını (!) elde edip, onları peşime takarım. Onları doğru yoldan saptırırım. Onları boş heveslerle, fani dünya ile avutup, Ahiretten yüzlerini (ilgilerini) çeviririm. … …

Ben onlara emrederim, onlar da Allahın yarattığını bozup değiştirirler, helali haram (haramı helal) sayıp dini tersine çevirirler.” Dedi. Artık kim Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, o apaçık bir hüsrana ve ziyana düşmüştür…

Bakınız, bu ayetlerde Yüce Rabbimiz “bir kısmını” buyurmuş, ancak asrımızda bir ehl-i Keşfin müşahedatıyla (gözlemeleriyle) insanların 40’ta 38~39’unun, (%95’inin)İMANSIZ göçmesine sebep olduğu bildirilmiştir. Yani şeytan insanlığını ‘çok büyük bir kısmını’ tuzaklarına düşürüyor ve imansız ölmesine sebep oluyor.  

Bugün şeytanın, en sinsi ve de en kolayca, yani pek farkında bile olmadan düşürdüğü bir tuzağı olan ŞİRK’İ ele alacağız. Şirk, küfürden sonra Allahın cc. en çok gazap ettiği bir suçtur.

Peki, ŞİRK nedir? Bu çok önemli suç ve vartadan, nasıl emin olabiliriz?

ŞİRK, direkt küfür ve inançsızlık değildir. Bazı sebepleri Allah’ın c.c. yardımcısı, hatta o sebepleri gerçek yapıcı zannetmektir. Yani O’na c.c. ortak koşmaktır. İşte Yusuf Suresi 106. Ayet: “Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a inanırlar.” Mesela: Şifayı, Allah’ı c.c. hesaba katmadan doktordan zannetmek bir nevi şirktir. En’am, 64. S.: De ki: “Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O’na ortak koşuyorsunuz.”

Meyveyi ağaçtan, sebzeleri tarladan, topraktan ve bahçıvandan bilmek bir nevi şirktir. Başarılarımızı, Allah’ın cc. üzerimizdeki milyonlarca tecellilerini unutup, kendimizden bilmek bir nevi şirktir.

Kainattaki bütün olaylara, yani yağmur yağdırılmasına, rüzgarlara, depremlere, mevsimlere, her mevsim gönderilen vagonlarca meyve ve sebzelerin topraktan ve ağaçlardan verilmesine TABİAT namı vererek, yüce Yaratıcımızın icraatını ve tecellilerini gizlemeye çalışmak, bir nevi şirktir.

Nisa S. 48. Ayette; “Muhakkak ki Allah, kendisine ortak (şirk) koşulmasını affetmez. Bundan başka diğer günahları, dilediği kimse için bağışlar. Allaha ortan (şirk) koşan kimse, pek büyük bir günah ile iftirada bulunmuş olur.”

Peki, nasıl bir iftira bu? Mesela; sizin icat ettiğiniz bir şeyin başkasına mal edilmeye çalışılması, size ait zenginliklerin bir başkasına aitmiş gibi ifşa edilmesi, sizi kızdırmaz mı? Çok basit fakat çok net bir örnek: İntihal (TDK: Aşırma), yani bir kişinin yazdığı eserinden, başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin ‘kendisine aitmiş gibi kullanması’. İntihal bir tür sahtekarlık ve hırsızlıktır.

TC hukukuna göre de cezası çok ağırdır. İşte ŞİRK de, Yüce Rabbimize ait olan icraatların, tabiata, sebeplere, doktora, ilaca, ağaca, toprağa v.s. verilmesi veya kendimizden bilinmesi de böyle bir intihaldir ve cezasının da çok ağır olacağı ayetlerle bildirilmektedir. Çünkü bu intihal bir insana karşı değil, Kainatın ve Ahiret alemlerinin yüce yaratıcısına, yani mutlak malikine karşı işlenmiş bir cürümdür.

Bir de türbe ziyaretlerinde de şirk tehlikesi vardır. Zümer, 44. S.: De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. ..” Yunus, 3. A.: “..Onun izni olmadan, hiç kimse şefaatçi olamaz.”…

Çok ciddi tehlikelerin ve hastalıkların, elbette kurtuluş çareleri ve reçeteleri de var:

Daha önceki bir yazımda arz ettiğim GIYBET ve bugünkü konumuz olan ŞİRK vartalarına düşmemenin de birçok çareleri var. En önemlilerine kısaca temas ederek, konumuzu noktalayacağım. Fiziki hastalıkların en önemli tedbiri ve çaresi; vücut savunma (immün, bağışıklık) sistemimizin güçlü ve sağlıklı tutulması olduğu gibi, tüm manevi hastalıklarımızın da en önemli tedbiri, manevi savunma sistemlerimizin GÜÇLÜ ve SAĞLIKLI tutulmasıdır. Şöyle ki:

En önemli manevi savunma sistemimiz İMANDIR. İmanımızı sağlam, güçlü ve sağlıklı tutmanın en kolay ve en garantili yolu ise asrımızın bir nevi (çağdaş) Kur’an tefsirleri olan Risale-i Nurları sürekli okumak, dinlemek, her fırsatta mütalaa etmektir.

Bunun içindir ki İMAN İLMİNİN sürekli tahsili, VACİPTİR. Aksatan asi olur. (Bkz.: İ.Azam, İ.Şafi, İ.Hambel, S. Sevri, İ.Eşari v.d.) Sürekliliği emreden ayet ise Nisa, 136. Ayettir. (Tefsiri.)

İmandan sonra, en önemli manevi savunma sistemimiz İBADETLERİMİZDİR.

İbadetlerimizden sonra ise tesbihatlar, zikirler, dua ve evradlarımızdır. Nasıl ki kolesterol ve kalp hastalarının periyodik yürüyüş ve spor hareketleri onları usandırmaması gerekiyorsa, ibadetlerimiz de tespihatlarımız da evratlarımız da bizleri asla usandırmamalıdır. Çünkü sürekli ihtiyaç halindeyiz. Şeytan ise sürekli tetiktedir…

Her gün mutlaka birkaç kez ve birkaç sayfa Kur’an okumak ve dinlemek cismani, nurani ve Ruhani hastalıklarımıza bir nevi ŞİFA olduğu da ispat edilmiştir. Cismani, yani vücudumuza şifa oluşunu, Japon Prof. Dr. Masharu Emoto, “Su Kristalleri Mucizesi” kitabında en güzel bir şekilde ispat etmiştir. (Geniş bilgi için; İnternetten bakabilirsiniz.) 

A. Raif Öztürk

Asli Vazifeyi İhmalin Acı Bedeli?

Uzun yıllar önce arz etmiştim, ancak önemi nedeniyle bugün tekrar mütalaa edeceğiz.

Çok ciddi bir teknik araştırma nedeniyle Japonya’ya girmiştim. Beni görevlendiren şirketim bana öyle vazifeler verdi ki, bir aylık bir zamana sığdırmak için azami gayret gerekiyordu. Uykularımdan kıstım, istirahatimden kestim, ziyaretlerimden kıstım ve tüm gayretlerime rağmen çok az kusurlarla başarıya ulaştım. Şirketimden verilen başarı ikramiyesi ile o yıllarda bir çamaşır makinası ve buzdolabı alabilmiştim. Şayet böylesine azami gayret göstermeseydim, Japonya’daki o harika güzelliklerden istifadeye ağırlık verseydim, bir başka ifadeyle “asli vazifemi İHMAL etseydim”, dönüşte halim nice olabilirdi? Biraz düşününüz…

Bir başka örnek: Bir gurup sivil polis başka bir bölgeye görevli gidiyorlar. “İlk öğrenmeleri gereken nedir?” ..Diye sorulsa, “oraya hangi maksatla veya hangi görevle gittiklerini, çok net öğrenmektir denilecektir. Elbette çok doğru…

Gurbete, herhangi bir maksatla giden polis, asker, öğretmen, Doktor, Öğretim Üyesi, teknisyen, her kim olursa olsun, her biri öncelikle kendilerine (hiçbir şey söylenmemiş bile olsa) ilk işi “kendisine verilen asli görevi öğrenmek” olacaktır. Akıl, vicdan ve mantık bunu gerektiriyor. Aksine davrananlar, yani vazifelerini tam öğrenmeyenler, mesela hakim olarak gittiyse ticaretle-emlakçılıkla uğraşanlar veya görevlerini ihmal edenler ise çok ciddi hesap verirler ve mutlaka cezalandırılırlar. Halk tarafından da kınanırlar, dışlanırlar ve tahkir edilirler. Onlara verilen bu kadar değere, harcıraha ve masrafa üzülürler…

Fakat maalesef, şu fani dünyada görüyoruz ki:

·        Her birimiz şu dünyaya böylesine, hatta çok çok daha önemli gaye ve maksatlarla gönderildiğimiz haldeacaba bu gaye ve görevlerimizi niçin hiç merak etmiyoruz?

·        50 000 Senelik berzah (kabir, haşir, sırat, mahkeme-i kübra v.b.) hayatımız ve SONSUZ Ahiret hayatımız için, şu kısacık ömrümüzde nasıl hazırlık yapmamız gerektiğini, acaba niçin hiç merak etmiyoruz?

·        Dünya hayatında bulduğumuz sınırsız güzelliklere dalıp, din görevlileri tarafından bizlere yapılan ikazlara, keyfimiz kaçmasın diye kulak tıkamıyor muyuz?…

·        Bize verilen ömür süresini çok uzun zannediyoruz. Necip Fazıl’ın “Dün geçti bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı?” ..şeklindeki ikazını bile hiç değerlendiremiyoruz.

Kimimiz bu minval üzere, hiçbir hazırlık yapamadan, ya bir kaza, ya bir kalp krizi, beyin kanaması veya kör bir kurşun ile ahirete ELİ BOŞ bir şekilde dönüveriyoruz.

Bakınız Kur’an bizlere, ibret için ve mutlak uyanmamız için, acı akıbetimizi de haber veriyor: Bir görseydin o suçluları; Rab’lerinin huzurunda, mahcupluktan başları önlerine eğilmiş şöyle derken: “Gördük, işittik ya Rabbena! Ne olur bizi dünyaya tekrar bir gönder! Öyle güzel, makbul işler yaparız ki! Çünkü gerçeği kesin olarak biliyoruz artık!” ..diye yalvardıklarını…(..Bir görseydin!) [Bkz. Secde Suresi 12. Ayet]

Mü’minun Suresi, 99-100. Ayetlerde ise: Ahireti inkar edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman: “Ya Rabbi!” der, “ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım.” ..Hayır, hayır! Bu onun söylediği manasız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.

Fatır Suresi, 37. Ayet: Onlar orada (Cehennemde) imdat istemek için şöyle feryat ederler. “Ey Ulu Rabbimiz! Ne olur, çıkar bizi buradan, dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan başka, güzel ve makbul işler yapalım!” Allah onlara şöyle buyurur: “Biz, size, düşünüp ibret alacak, GERÇEKLERİ görecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamber de gelip uyardı. Öyleyse tadın azabı! Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur!”

Evet, saygıdeğer dostlarım. Daha birçok ayetlerle bildirilen bu dehşetli istikbal ve bu acı akıbet ile karşılaşmamamız için, Yüce Rabbimiz bizlere merhameten, Kainatın en DOĞRU SÖZLÜSÜ (s.a.v.) olan Hz. Muhammed’e bunları söylettiriyorElimize Kur’an-ı Kerim gibi şaşmaz bir KILAVUZ veriyor. Yine de dünya meşguliyetlerine dalıp, bu gerçekleri ihmal etmeyelim diye, her asırda İslam alimleri, din mücedditleri ve Bediüzzamanlar görevlendiriyor. Bütün bunlara rağmen GAFLETTE ISRAR, bizlere hiç yakışmaz…

·        Çünkü; Gaflette ısrar edene, ZİLLET müstahak olur. (2×2=4)

Düştüğümüz vartanın en acı ve vahim tarafını Zuhruf Suresi, 37. Ayet, çok açık bir şekilde bizlere anlatıyor: “Bu şeytanlar onları doğru yoldan çıkarırlar, ama onlar kendilerinin hala doğru yolda olduklarını sanırlar.” Gaflette ısrarın en makul sebebi de herhalde budur…

Bu nedenledir ki, Şeytanın bu vartasına düşenler, kolay kolay gafletten kurtulamazlar. Çünkü; Hz. Ömer’in buyurduğu gibi “İnandığınız gibi yaşamazsanız eğer, YAŞADIĞINIZ GİBİ İNANMAYA BAŞLARSINIZ.”

·        ..Sonra da, doğru ikazları bile ciddiye almaz, ömürlerimiz birtakım oyalanmalarla, asli vazifelerimizi öğrenemeden veya uygulayamadan GEÇÊER-GİDER…

Yüce Rabbim bizleri gafletten uyararak, SIRAT-I MÜSTEKİYMİNDE muvaffak kılsın. Amin…

Varta Çok tehlikeli durum, ölümcül uçurum, korkunç tuzak

A. Raif Öztürk

Yaratılışın gayesi nedir? (Kısa Video)

Hiçbir şey yoktu yalnız o vardı ezel ve ebed sultanı olan Allah …

Her güzellik ve kemal sahibi kendi güzelliğini ve kemalini görmek ve göstermek istemesi  sırrınca sonsuz  güzelliğin ve kemalin sahibi olan Allah da cemalini ve kemalini görmek ve göstermek istedi  ve bu alemi icad etti.

Her bir mahluku nakış nakış  süsledi cemalinin ve kemalinin her türlü tecellisini bu  alemde gösterdi ve seyretmek vazifesini ve şerefini insana yükledi .

İşte insanın yaratılışının gayesi, hikmeti ve bu aleme gönderiliş vazifesi  bu.

Cenab-ı Hakk-ı tanımak, Cenab-ı Hakkı bilmek ve mahlukatta Cenab-ı Hakkı görmek.

Her mahluk bir kitap  insanın vazifesi o kitaptaki isim ve sıfatları okumak.

Her eser bir ayna  insanın vazifesi  o aynada Cenab-ı Hakkı görmek  ve Cenab-ı Hakkı bilmek.

Şimdi Allah’ı  isimleri  ile tanımaya başlayalım.