Etiket arşivi: internet

Ders Çalışmada Anne Babanın Psikolojik Baskısı…

Toplumlumuzda genel olarak çocuklar, sorumluluk duygusu gelişmiş bireyler olarak değil de bağımlı kişiler olarak yetiştirilmektedir. Bunun sonucunda çocuklar, bağımlı kişiliğe bağlı olarak, sorumluluk almaktan korkan, kendi ayakları üzerinde duramayan, kendi kararlarını veremeyen çocuklar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Anne babalar çocuklarının her şeylerine o kadar çok müdahale ediyorlar ki giyecekleri ayakkabıdan tutun da seçecekleri mesleğe kadar her şeylerine karışmaktadırlar. Hatta çocukların ne zaman, nerde ve nasıl ders çalışacaklarına dahi anne babalar karar vermek istemektedirler.

Karar vermeyi bir adım daha ileri götürmek isteyen bazı anne babalar, ellerinden gelse ve müsaade edilse, çocuklar adına çocukların derslerine çalışıp sınavlarına dahi girmek isteyeceklerdir.

El bebek gül bebek büyütülüp her şeyleri anne babaları tarafında düşünülüp yapılan bu çocuklar, sorumluluk duygusu geliştiremeyeceklerinden kendilerine güvenmeyi de öğrenemeyeceklerdir.

Eskiden çocuklar düşe kalka büyür, ayağa kalkmasını da bilirdi. Sorumluluklar küçük yaştan itibaren verilir çocukların kendilerine güvenleri de verilen sorumluluk oranında gelişirdir.

Bir bayram günü köyde yeğenin evinde yatılı misafir olmuştuk. Sabah kahvaltıya oturacağımız sırada yeğenin 3 , 7 ve 11 yaşlarındaki üç çocuğu da üst başlarını giymiş halde geldiler. Yeğenin onları giydirmediğini biliyorum. Yeğene sorduğumda “Büyükler kendileri giyinirler küçüğü de ağabeyleri giydirirler.” dedi. Çocuklarda yardımlaşmanın ve sorumluluğun en güzel örneği sergiliyorlardı.

Günümüzde teknolojinin insan hayatına kattığı kolaylıkları ve ailelerdeki çocuk sayılarını da düşündüğümüz zaman anne babaların çocukların yetiştirilip eğitilmesi konusunda daha fazla zamanları olduğunu düşünüyorum.

Anne babalar, çocuk sayısının azlığı ve teknolojik imkânları çocuk eğitiminde bir fırsat olarak değil de şımartma olarak değerlendirmektedirler. Bunun içinde çocukları el bebek gül bebek olarak büyütmektedirler.

Şimdiki çocuklar; ana kucağından inmeden örümceklere, çocuk arabalarına bindirilmektedirler. Yani bu çocuklar, ayağa kalkmasını öğrenebilmeleri için düşe kalka büyümeleri gerekirken düşmeden büyümektedirler. Düşe kalka büyümeyen bu çocuklar, kocaman olmalarına rağmen kendi ayakları üzerinde duramamaktadırlar. Kocaman olmalarına rağmen üst başları anne babası tarafından giydirilen bu çocuklar, okula giderken okul çantalarını da anne babalarına taşıtmaktadırlar.

Çocuklar belli bir yaşa geldikleri zaman da “Kocaman oldun, bensiz sen hiçbir iş yapamıyorsun.” demeye başlarlar. Anne babaların tutumu, kanatları yolunmuş kuştan uçmasını istemeye benzemektedir.

 Çocuklar Neden Ders Çalışmak İstemezler?

Birincisi sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, kendilerine güvenemedikleri için ders çalışmak istemezler. Kendilerini hedefe ulaştıracak cesareti olmayan bu çocuklar, böyle bir çaba içine girmeyeceklerinden bu kaygıyı da yaşamayacaklardır.

İkincisi, sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, sınavlara çalışma konusunda da sorumsuzdurlar. Küçüklükten beri her şeyleri ailesi tarafından karşılanıp yapılan bu çocuklar, yaşlarına ve seviyelerine uygun sorumluluklar verilmediği için bu kaygıyı yaşamazlar. Bu çocuklar her şeyleri tam olduğu halde yine ders çalışmak istemezler.

Üçüncüsü, anne babaların sürekli ders çalış demeleri, çocukları derslere karşı soğutur. Anne babaların, iyi niyetli olarak ders çalışma konusunda yaptıkları uyarılar, okul döneminde olduğu gibi sınavlara hazırlıkta da çocukları ilgisiz yapacaktır.

Bu çocuklar, anne babalarının sürekli ders çalış uyarılarını sanki anne babaları için ders çalışılacakmış gibi algılayacaklarından ders çalışmaya da pek yanaşmayacaklardır. Hiç kimse başkasının egosunu tatmin etmek için sıkıntıya girmeyeceğinden, bu çocuklar da anne babalarını memnun etmek için ders çalışmayacaklardır.

Dördüncüsü, bu çocuklara televizyon, bilgisayar, oyunlar, arkadaşlar, internet, cafeler… ders çalışmaktan daha hoş gelir.  Zamanını derslere çalışmak yerine eğlenerek geçiren bu çocuklar, yine bu kaygıyı yaşamayacaklardır.

Beşincisi, bu çocuklarla ders çalışma konusunda iletişim kurulurken; onları suçlayıcı, kıyaslayıcı ve fedakârlıklarını gündeme getirici konuşmalar da çocukların dersler çalışma isteğini azaltacaktır.

Ders Çalışmak İstemeyen Çocuklar için Ne Yapmalı?

Anne babalar, ders çalışmayan ve ders çalışmak istemeyen bu çocuklarla uğraşıp hem çocuğu hem de kendilerini sıkıntıya sokmamak adına çocuklar üzerindeki psikolojik baskıyı kaldırmak gerekir.  Eğer çocukta yetenek ve kapasite var; fakat ders çalışma yoksa bu konuyu çocuğun anlayacağı uygun bir dille, onu suçlamadan konuşmalı ve problemin kaynağına inilerek çözüm yolları aranmalıdır.

Çocukları okulda ve toplumsal hayatlarında başarılı olmaları isteniyorsa, çocuklar adına onların işlerini yapmaktan ve onların işlerini düşünmekten vazgeçilmelidir.

Çocukların yaşlarına uygun görevler verilerek cesaretlendirilmeli, çocuğun çabası ve yaptıkları takdir edilerek bazen ödüllendirilmelidir.

Çocukları başkaları ile kıyaslamak yerine dünü ile bugünü kıyaslanmalıdır.

Çocuğun olumsuz davranışları yerine olumlu davranışları görülüp benlik saygısı yükseltilmelidir.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

Son okçular tepesi; EVİMİZ

Okçular tepesi, ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin talimatlarına uymayınca nasıl bir bozgunla karşılaşabileceğimizi özetleyen İslam tarihimizdeki en önemli sembollerden biridir.
Uhud savaşı sırasında Efendimiz (s.a.s)’in;
“Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin akbabalar tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 293) emrine rağmen sahabe efendilerimizin bir kısmının vaktinden önce görev yerlerini terk etmeleri nedeniyle Uhud, bir zafer olmaktan çıkmış, Hz. Hamza (r.a) ve Mus’ab bin Umeyr (r.a) başta olmak üzere 70 kadar sahabe efendilerimiz şehit edilmişti.
Ümmet olarak okçular tepesinden sonra da Kur’an ve Sünnetin ne olursa olsun terk edilmemesi talimatına rağmen birçok tepeyi terk ederek büyük bozgunlar yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Asla ayrılmamamız gereken İslam Birliği tepesini terk ettiğimiz için ümmet coğrafyamız askeri ve siyasi olarak emperyalizm ve Siyonizm tarafından işgal edildi. 
Faizsiz İslam ekonomisi tepesini terk ettiğimiz için çarşılarımız, pazarlarımız, ceplerimiz ve ekonomimiz faizci kapitalist nizamın kontrolüne girdi. 
Ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin asla terk etmeyin dediği görev yerlerimizi terk ettiğimiz için askeri, siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir bozguna uğradık. 
Bu bozgunla birlikte başlayan geri çekilme, elimizde kalan son okçular tepesi olan evlerimizin sınırlarına kadar dayandı.
Bu geri çekilme esnasında evlerimizi müdafaa ile görevli anne ve babalar olarak maalesef iyi bir sınav veremedik. Bu müdafaanın başkomutanlarından olan analarımız, kimi zaman haklı ekonomik gerekçeler ve geçim derdiyle, kimi zaman da diploma sevdasının, akademik kariyer planlarının, iş hayatının parlak unvanlarının, çift maaş hayallerinin dayanılmaz bir ganimet sevdasına dönüşmesiyle evlerini ve asli görevlerini terk ettiler ya da terk etmek zorunda bırakıldılar.
Analarımızın evlerimizden uzaklaştırılmasıyla birlikte nesillerimizi tehdit eden büyük facia başlamış oldu. Evde ana kalmayınca anaokulları açtık, huzur kalmayınca huzur evleri açtık. Ancak hiçbir suni tedbir bu bozgunun önüne geçemedi. 
Kreşlerin, bakıcıların ve bakım evlerinin bağrında yetişen nesillerimiz avuçlarımızdan kayıp gitti. 
O gün okçular tepeyi terk ettiği için Hz. Hamza (r.a) ciğeri parçalanarak şehit edilmişti. 
Bugün analarımız evlerimizi terk ettiği için nice Hamzalar, Mus’ablar televizyonun, internetin ve dizilerin pençesinde kalpleri, zihinleri paramparça edilerek heba edildi.
Dünyevileşmenin iliklerimize kadar işlemesiyle birlikte nesillerimizin geleceği ile ilgili önceliklerimiz değişti. Evlatlarımızın aldığı notlar ya da kaçırdığı deneme sınavları yüzünden neredeyse depresyona girerken, her gün kaçırdıkları namazlar için yüzümüzü bile ekşitmez olduk.
Dershane taksitleri ve özel ders ücretleri arasında sıkışan babalarımızın, ailelerini, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyacak ne takatleri kaldı ne de vakitleri.
Tapusu bize ait olan evlerimizin başköşesini televizyon, gündemini de dizler ve magazin programları işgal etti. 
Geniş odalar, salonlar, mutfaklar, mobilyalar arasında afiyeti, huzuru ve bereketi kaybettik. 
Daha konforlu bir hayat, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba hayalleri kurarken İslami hedef ve ideallerimizi unuttuk.
Muhafazakâr demokrasinin pençesinde din ve dünya arasında gidip gelen nesillerimizi bu keşmekeşten kurtaracak ve yeniden ihya edebilecek son sığınak evlerimizdir. Okçular tepesinde Abdullah b. Cübeyr (r.a) bilinciyle müdafaa etmemiz gereken son tepe evlerimizidir. 
Bu büyük müdafaada en büyük görev, annelerimize düşmektedir. 
Bir evde asli görevinin şuuruna varmış bir anne varsa o ev yıkılmaz bir kale gibidir. Şuurlu annelerin bulunduğu evlerin gündemleri Kur’an ve Sünnettir. 
O evlerde erkeğin ya da kadının da değil sadece Allah’ın sözü geçer. 
Abdülaziz Kıranşal

BİLGİ KİRLİLİĞİ

Eskiden bilgiye ulaşmak çok zormuş. Bir âlimden bir bilgi alabilmek için insanlar aylarca yol kat eder, o âlimin yanında belli süre eğitim-öğretim görür, sonra ya geri döner ya da başka bir bilgi için başka bir yolculuğa çıkarlarmış.

Belki yüzlerce, binlerce yıl boyunca bu şekilde yayılan, toplanan bilgiden hasıl olan öz, şu anda ortaokul seviyesindeki çocuklara, toplasanız birkaç saatlik ders sırasında verilmekte.

Hakeza bundan birkaç yıl önce bir konuda araştırma yapmak veya merak ettiğimiz bir bilgiye ulaşmak istediğimizde o konudaki kitapların bir araya toplandığı kütüphanelere gitmek; binlerce kitap arasında araştırma yapmak zorundaydık.

Bugün ise bu işlem birkaç saniyemizi ancak alıyor. İnternet denen icat üzerinden istediğimiz konu hakkında bilgi dışında, o bilgi ile ilgili eleştiri ve yorumlara bile yerimizden kalkmadan, saniyeler içinde ulaşabiliyoruz. Bu da daha kısa zamanda daha fazla bilgiyi hafızamıza yüklüyoruz demek oluyor.

Bu açıdan bakınca internetin ne kadar faydalı bir icat olduğunu görüyoruz. Fakat insanoğlu her faydalı icadı kendine zarar verecek bir hale getirmenin yolunu mutlaka buluyor.

İnternet de bu kuralın dışında değil maalesef. Artık öyle bir hale geldi ki, şu anda faydasının mı yoksa zararının mı daha fazla olduğu belirsizleşti.

Pek çok insan internete ulaşamadığı zaman eli ayağına dolanır, kilitlenip kalır hale geldi. Psikolojisi bozulanlar, tedaviye ihtiyaç duyanlar o kadar çok ki!

İlk çıktığı yıllarda sigarayı, margarini sağlığa yararlı diye pazarladıkları gibi internet de makyajlı bir katil mi acaba?

İnsanların internet kullanımı konusunda ölçüyü kaçırıp bağımlı hale gelmesini, hastanelerin bağımlılık servislerinde tedavi edilmeye başlanmasını yine internet üzerinden haber alıyor olmamız da konunun ne kadar trajikomik olduğunu gösteriyor aslında.

Bir de işin sosyal medya boyutu var ki!..

Eskiden, tanıdıklarımızdan ayda yılda bir haber alırdık. Görüşemediğimiz süre zarfında hayatında geçen önemli olayları öğrenir, üzülür/sevinir, sonra kendi hayatımıza dönerdik.

Şimdi ise pek çok tanıdığımızın her akşam ne yemek yediğini, o yemeği kiminle ve nerede yediğini biliyoruz. Tırnağı mı kırılmış, kendine yeni çorap mı almış haberimiz var.

Bütün tanıdıklarımızın, hatta şahsen tanımadığımız ünlülerin hayatını yakından takip edebiliyoruz.

Fakat bu arada bizim hayatımız arada kaynıyor. Başkalarının ne yaptığını takip etmek için kendi hayatımızı feda ediyoruz.

Feda etmediğimiz kısmı ise yaşıyoruz, o da ayrı bir vaka! Gizlimiz saklımız kalmadı.

Yazımızın başında yüzlerce yılda toplanan bilginin, özet olarak, bu gün her ortaokul öğrencisine, kısa bir zamanda verildiğini söyledik. Bu demektir ki; bundan yüzlerce yıl önce yaşamış insanların omuzlarının üzerinde taşıdığından çok daha fazla bir bilgi yükünü ister istemez yükleniyoruz. Tabii ki bu miktar hayatımızı devam ettirebilmemiz için yeterli değil. Bu yüzden her gün bu yüke yeni yükler ilave etmek, her gün yeni bir şeyler öğrenmek durumundayız.

Beynimizin de bir kapasitesi olduğunu düşünürsek, bu yüklemeyi yaparken çok seçici olmamız gerektiği gün gibi ortadadır. Yani bir şey öğrenirken önceliği bize en fazla gerekli olanlara vermek, akla en uygun davranış olacaktır.

Hal böyle olunca, hangi artist ne filimler çevirmiş, hangi şarkıcı hangi şarkısını kim(ler)e ithaf etmiş, hangi takım hangi maçın kaçıncı dakikasında ne yapmış, hangi siyasetçi kıytırık bir konuda ne beyanat vermiş gibi bilgiler kafaya lüzumsuz yük yükleme değil midir?

Hatta tanıdıklarımızın her akşam ne yediğini, o gün ne giydiğini, kimlerle hangi duyguları paylaştığını veya sindirim sisteminin performansını bilmemizin bize ne yararı vardır? Düğünü, mezuniyeti gibi önemli günleri dışında, her tanıdığımızın her hareketini niye bilelim ki? Hesabını bize mi soracaklar?

Neticeye gelirsek; tüm organlarımız ve gözle göremediğimiz donanımlarımız gibi aklımız ve beynimiz de bize bir amaç uğruna verilmiştir. Onu veren elbette nerede ve nasıl kullandığımızı, veriliş sebebine uygun bir şekilde sarf mı, ıvır zıvır işlerde israf mı ettiğimizi bize soracaktır.

Bu yüzden nelere kafa yorduğumuza, akıl nimetini nerelerde kullandığımıza dikkat edelim.

Yoksa maazallah adamın aklını alırlar.

Muhiddin Yenigün

Kapı gibi “Babalar” Aranıyor!

Teknolojinin baş döndürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Teknolojik gelişmeler o kadar hızlı ki takip etmekte zorlanmaktayız. Daha yenisine alışmadan yeni modeli çıkmaktadır. Gelişmelerden en çok nasibini alanda da cep telefonlarıdır. Yüzyılımızın en büyük icadı olarak görülen internet, cep telefonlarına gelip cebe girince sosyal ilişkilerde cepten yürütülmeye başlandı.

Dünya küçülüp internet, cep telefonu sayesinde parmak ucuna kadar inince aile bireyleri de bu nimetten(!) fazlasıyla faydalandı. İnternet hayatımıza bir taraftan kolaylıklar sağlarken bir taraftan da bize ait birçok değerleri alıp götürmektedir.

İletişim için kurulan cep telefonları ve internet, aile içinde iletişimsizliğe neden olmaktadır. Aynı evde ayrı dünyaların insanları gibi yaşayan aile bireyleri iletişimi internet üzerinden kurar hale gelmişlerdir.

Anne babalar iş güç derken sanal âlemde yaşayan çocuklarla birlikteliği azaltınca herkes farklı dünyanın insanı gibi hareket etmeye başladı. Çocuklar sanal âlemde yaşarken anne babalarda iş güç derdine düşünce, çocuklara karşı da sosyal anlamda anne babalık görevlerini yapamaz oldular.

Aile bireyleri arasında birliktelik azalınca aile bağlılıkları azaldı. Birliktelik ve bağlık azalınca da çocukları kontrol etmek zorlaştı. Gidişatın iyi olmadığını gören anne babalar, uzmanlarda yardım istedikleri zamanda; “Çocuklarla arkadaş olmaya çalışın!” tavsiyesi ile karşılaşmaktadırlar.

Oysa sanal âlemde yaşayan bu çocukların arkadaşa değil, anne baba otoritesine ihtiyaçları vardır. Çünkü bu çocukların zaten sanal âlemde yeterince bir arkadaş çevresi var. Araştırmalarda 9 yaşındaki bir çocuğun sanal âlemde en az 80-90 tane arkadaşı olduğu ortaya çıkmıştır. Birde bu çocuklara okul arkadaşları, mahalle arkadaşlarını da eklersek bu çocukların arkadaşa değil anne babaya ihtiyaç vardı. Başka bir ifadeyle bu çocukları denetleyebilecek bir anne baba otoritesine ihtiyaçları vardır.

Bu otoritede çocukları korkutacak şekilde değil de ağırlığını hissettirecek şekilde olmalıdır. Başka bir ifadeyle çocukların sıkıntıları aşarken arkalarında“Kapı gibi bir baba, gül gibi bir annesi” olduğu hissettirilmelidir. Arkasında bu gücü hisseden çocuklar kendilerini güvende hissedecektir. Zaten çocuklarında bir arkadaştan istedikleri bu değil midir?

Çocuklara arkadaş olmayı ancak ilgisiz ya da katı olan anne babalara tavsiye edilmektedir. Görevi sadece bankamatik olup anne babalık görevlerini unutan,“Yediğin önünde, yemediğin arkanda!” deyip görevlerinin sadece çocukların karnını doyurup, üst başını giydirip okul ihtiyaçlarını karşılayarak görevlerinin bittiğini düşünenlere tavsiye edilmektedir. Yine “Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük!” diyerek bırakın çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini, söz hakkı dahi vermeyen anne babalara çocuklarınızla arkadaş olunuz denilmektedir. Yoksa yerine göre arkadaş yerine göre anne baba olmayı becermiş anne babalar bu tavsiye edilmemektedir.

Çocukların duygu ve düşüncelerine değer verilmeyip sıkıntılı zamanlarda da yanlarında olunmadığı zaman çocuklar, arkadaş gibi bir baba-baba gibi arkadaş arayacaklardır.

Çocuklarla konuşurken onları aşağılamayan, duygu ve düşüncelerine saygı duyan, problemleri çözmede gereken desteği veren anne babaların çocuklarla arkadaş olmalarına gerek yok, zaten bu ortam arkadaşlığı sağlayacaktır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

“Hikikomori”nin şifası: Aile sohbeti

Japonya’da sayıları 300 bini aşan genci etkisi altına alan ‘hikikomori’ hastalığıyla bir kayıp kuşak yetişiyor. Japon psikiyatristlerin üzerinde çalıştığı hastalığın kelime anlamı ‘Elini ayağını çekmek.’ Bu gençler, hayattan el ayak çekip odalarına kapanarak zamanlarının çoğunu bilgisayar başında geçiriyorlar.” (Hürriyet, Teknoloji, 13.9.2007)

Son zamanlarda, ülkemiz gençlerinde de böylesi bir durum kendini gösterdi. Maalesef gençlerimiz, adeta hayattan elini ayağını çekip, kendilerini bilgisayar karşısında internetin veyahut televizyon programlarının esiri haline getiriyor. Bu da, gençlerin ruh dünyasında menfî sonuçlar doğuruyor. Onları kendi dünyalarına hapsederek yalnızlaştırıyor, bireyselleştiriyor.

İçine kapanan gençler, sıradan sorunlarını bile aileleriyle paylaşmıyor. Zamanla biriken sorunlar, içinden çıkılmaz hale gelince de, gençlerimiz farkına varmadan büyük bir bunalımın içerisine giriyorlar.

Pek çok problemde olduğu gibi, gençlerimizi bu girdabın içinden çıkarmanın çaresi, onlarla sorunlarını konuşmak. Aslında aileler, daha en baştan, problemler büyümeden bu konuşmaları yapsalar, hem gençlerin sorunları büyümeyecek, hem de ideal ve mutlu bir aile yuvası oluşacaktır.

Ama ne yazık ki, anne ve babalar, kendilerini, internet olmasa bile televizyonun başından çoğu zaman alamayınca, bu ailevî sohbet gerçekleştirilemiyor ve zamanla aile bireyleri arasındaki irtibat da zayıflayarak, problemler içinden çıkılmaz hale geliyor.

Tam bu noktada, Bediüzzaman’ın, mutlu bir aile hayatının oluşması adına ortaya koyduğu şu tespit, ailelere çok güzel bir tavsiye niteliğinde:

Sizin hanenizdeki masum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.”

Evet, ne sinema, ne başka bir tv programı, ne de internet… Hiçbiri yavrularımızın ruh sağlıklarından önemli olamaz. Eğer bu saydığımız araçlar, onların ruh dünyalarını olumsuz yönde etkiliyorsa-ki araştırmalar aşırı ve kontrolsüz kullanımlarında böyle olduğunu ortaya koyuyor-o halde çocuklarımızı, onların koynuna bırakmak yerine, kendi aile yuvamızın sıcacık sohbetiyle mutlu etmek en doğru hareket olacaktır.

 İsmail Tezer / Zafer Dergisi