Etiket arşivi: ipek Palas

Bediüzzaman Said Nursi’nin Cenaze Namazı ve Defni

image

Cenazenin kaldırılışı
(24 Mart 1960 Perşembe)

Cenaze, Cuma günü kaldırılacakken bilâhare fazla tehacüm olmaması ve emniyet mülahazasıyla Perşembe günü ikindiden sonra kaldırılmasına karar verildi.

Urfa Valisi Şerafeddin Atak, Halilürrahman Camiinde kabrini
hazırlattı.

Cenaze namazı, Vali, Belediye Reisi ve onbinlerce insanın iştirakiyle Ulu Camide kılındı.

Okullar tatil gibi, dükkânlar kapalı. Sokaklarda kimse yoktu. Herkes cenazeye iştirak etmişti.

Ulu Camiden Dergâha kadar olan bir buçuk kilometrelik yol iki saatte alınabildi.

Bediüzzaman’ın tabutu eller üstünde, parmaklar üstünde, başlar üstünde Dergâha getirilip oradaki iki kubbeli lâhde defnedildi…

Üstadı Dergâhta Yıkayacağız ve Oraya Defnedeceğiz

Ve ebedî hayata yolculuk
(23 Mart 1960 Çarşamba)

Sabahleyin Nur talebeleri Vâiz Ömer Efendiyi çağırdılar. Ömer Efendi gelip vaziyete bakmış, nabzını tutunca yaşlı gözlerle ancak “inna lillâh ve inna ileyhi raciûn” diyebilmişti.

Az sonra otel sahibi Mehmet Efendi gelmiş, kapıdan şöyle bir bakınca o da durumu anlamış “Eyvah!” diye dizlerine vurarak feryat etmeye başlamıştı.

Dışarıda otelci ile emniyet müdürü karşılaşırlar.
Müdür: “Ne o?
Otelci: “Vefat etti.
Müdür: “Hakikat mi?
Otelci: “Evet.”

Hemen doktor gönderip muayene ettirdiler.

Doktor: “Allah Allah! Çok ateşli, vefat etmiş. Fakat hiç ölüm haline benzemiyor. Yalnız bu zatın hemen kalkmasını istemiyorum. Biraz kalsın. Ben şüpheleniyorum” der.

Daha sonra doktor rapor yazdı. Emniyet derhal defnini istediyse de talebelerinin ricası üzerine tehirine razı oldular.

Vefat haberini alan binlerce Urfalı akın akın otelin önünü doldurdu. Bütün illere telgrafla, telefonla vefat haberi duyuruldu.

Mehmet Hatipoğlu ve diğer Urfa ileri gelenleri, “Üstad, Dergâhta yıkayacağız ve oraya defnedeceğiz” diye karar aldılar.

Haberi alan Türkiye’nin her yerinden binlerce, on binlerce insan bir sel dalgası halinde Urfa’ya aktı.

23 Mart Çarşamba günü Öğleden sonra techiz ve tekfin işleri yapıldı.
Halilürrahman Dergâhında yıkandı. Bu esnada Bediüzzaman’ın naaşının üstünde yüzlerce binlerce ak kanatlı güvercinler uçuşmuştu. Hafiften damla damla yağmur yağıyordu. Sonra cenaze Ulu Camiye getirildi.

O gece cenaze camide kaldı. Sabaha kadar hatimler, dualar yapıldı. Cami gelenlerle dolup taştı…

Said Nursi’nin Fani Dünyadaki Son Günü

Son dakikalar..
(22 Mart 1960 Salı)

Nur talebeleri otelde sıra ile nöbet tutuyorlar. Otele gelen polisler Bediüzzaman’ın arabasının anahtarını alıyorlar.

Emniyet amiri otele bizzat gelerek Bediüzzaman’la görüşmek istiyor. Durum Bediüzzaman’a bildiriliyor. “Gelsinler” diyor. Emniyet amiri geliyor. Emrin kat’i olduğunu, mutlaka Isparta’ya dönmesi icabettiğini tebliğ ediyor.

Bediüzzaman:
Ben şimdi hayatımın son dakikalarını geçiriyorum. Ben gideceğim. Belki de burada öleceğim. Siz benim suyumu hazırlamakla mükellefsiniz. Amirinize bildiriniz” diyor.

Emniyet amiri ve polisler müteessir vaziyette oteli terk ederler. O gün Urfa’dan Ankara’ya yüzlerce telgraf çekilir. Dernekler, cemiyetler ve halk, telgraf… Telgraf… Yüzlerce…”Nasıl olur da Bediüzzaman’ı Urfa’dan çıkaracaksınız?” diye.

Bu arada Bediüzzaman’ı yüzlerce Urfalı sıra ile 27 numaralı odanın önünde kuyruk olup ziyaret ediyor, elini öpüyor ve duasını alıyor.

Hayret!
Bediüzzaman Said Nursî hiç bu kadar insanla görüşmezken hepsini birden kabul ediyor. Hepsiyle vedalaşıyor. Gidecek… Ebedî âleme… Rabbine kavuşacak.

O gün böylece geçti. Akşam oldu. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Talebeler herhangi bir taarruza karşı kapıyı içerden kilitlediler.

Nöbet sırası Bayram Yüksel‘e gelmişti. Bediüzzaman’ın ateşi çok yükselmiş, devamlı üzerinden yorgan atıyordu. Bayram Yüksel de devamlı üzerini örtüyor ve bir siyanet meleği gibi Üstadına itina gösteriyordu.

Sadık talebeleri, Üstad rahatsız olmasın diye ayaklarının ucuna basarak dolaşıyorlardı. Artık Üstad da konuşmuyor, yalnız dudakları kıpırdıyordu. Nuranî siması pırıl pırıl, parlamaktaydı.

Gece saat 02.30-03.00 sıralarında başı ucunda hizmetkârı Bayram Yüksel, ellerini gögsüne koyuyor ve kendi kendine:
Üstad biraz iyileşti, uykuya daldı… Elhamdülillâh, Üstad uyudu” diyerek üstünü iyice örtüp, sobayı yakıyor.

Evet, Üstad Bediüzzaman dalmıştı. Hem de çok derinlere… Sonsuz âlemlere…

Takvim yaprakları 23 Mart 1960 Çarşambayı gösteriyordu. H. 1379 Ramazanının 25’inci günü idi. Saat 03.00’ü gösteriyordu.

Sahur vakti Bediüzzaman’ın diğer talebeleri Zübeyir Gündüzalp, Hüsnü Bayram ve Abdullah Yeğin de geldiler.

Artık sabah olmakta, yeni bir gün başlamaktaydı. Sabah namazı vakti Urfa minarelerinde Ezan-ı Muhammedî okunuyordu.

Hizmetkârlar, Üstadın her zamanki gibi kalkmasını, “Sabah namazı vakti girdi mi?” diye sormasını bekliyorlardı. Fakat, Üstad kalkmıyor, namaz vaktini sormuyordu…..

Son Menzil Urfa’ya Varış

Nihayet Bediüzzaman Said Nursî, 21 Mart Pazartesi günü saat 11’de Urfa’ya girdi.

On yıldır Urfa’da bulunan talebesi Abdullah Yeğin’in kaldığı Kadıoğlu Camiine giderek onu da arabaya aldı. Ondan şehrin temiz bir otelini sordular. Abdullah Yeğin’in tavsiyesi üzerine İpek Palas Otelinin üçüncü katındaki 27 numaralı odaya yerleşti.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Urfa’ya geldiğini işiten binlerce Urfalı, sevinç ve heyecan içinde akın akın İpek Palas’ın Önüne koşmuşlandı.

Urfalılar: “Üstadın geleceğini niçin bize Önceden haber vermediniz? Biz Üstadı merasimle karşılardık” diyorlardı.
Yüzlerce Urfalı, otelde Bediüzzaman’ı ziyaret etti; elini Öptü ve duasını aldı.

Ertesi gün sabahleyin otele iki sivil geldi. Ve şoförü sordu: “Şoför nerde? Hazırlanın gideceksiniz” dedi.

Az sonra da on-onbir polis memuru daha otelin etrafını sardı. Bir kısmı da içeri girerek Bediüzzaman’a kararı, tebliğ ettiler: “İçişleri Bakanı Namık Gedik’in emri var. Derhal. Isparta’ya dönmeniz lazım!”

Ölüm döşeğinde hayatının son demlerini yaşayan Bediüzzaman Said Nursi:
“Acaip!… Ben buraya gitmeye gelmedim. Ben belki de öleceğim. Siz benim halimi görüyorsunuz. Siz beni müdâfaa edin” dedi.

Zübeyir Gündüzalp ile Hüsnü Bayram’ı emniyete celb ederler.

Sorgu-sual başlar:
“Niçin geldiniz buraya? Kimden izin aldınız?”

Zübeyir Gündüzalp şu cevabı verir:
“Biz Üstadımıza tabiyiz.. Biz taş gibiyiz, camidiz. Üstad vurur, biz yuvarlanır gideriz. O nereye derse biz o tarafa gideriz.”

“Yaman Üstadınız var. Ona söyleyin, yukarıdan, vekâletten kat’i emir var. Hemen Urfa’dan çıkacaksınız. Doğru geldiğiniz yere. Kendi arabanızla gidemezseniz size ambulans vereceğiz.”

“Efendim! Hastalığı şiddetlidir. Tekrar 24 saatlik yol zahmetine katlanması imkânsız. Biz Üstadımıza müdahale edemeyiz. Zaten bitkin bir haldedir.”

“Buraya nasıl kalkıp geldi ise Öyle de gidecek. Bizzat Vekil Bey’den gelen emir kat’idir. Hemen Urfa’dan çıkacaksınız.

“Biz hiç müdahale edemeyiz. Siz gelin söyleyin. Durumu arzedin. Bize ‘Gidelim’ derse biz de gideriz. Biz kendisine hiç bir şey söyleyemeyiz. Sizin emrinizi de biz ona tebliğ edemeyiz.”

Emniyet müdürü ve memurlar hiddetlenip, bağırıp çagırıyorlar:
“Ne demek Öyle? Siz ona en küçük bir şey de mi söyleyemezsiniz?

“Evet efendim, söyleyemeyiz. Üstadımız ne derse harfiyyen onu yaparız.”

“Ben amirlerime bağlıyım. Derhal iki saat içinde burayı terk edeceksiniz, doğru Isparta’ya gideceksiniz.”

Bu arada otele bir doktor geliyor, fakat hastayı görmeksizin tekrar çıkıp gidiyor.
Bu esnada Bediüzzaman’ın Urfa’dan çıkarılacağını haber alan Urfalılar galeyana geliyor, çeşitli yerlere müracaat etmeye başlıyorlar. Durumu haber alan D. P. İl Başkanı Mehmet Hatipoğlu koşa koşa emniyete geliyor ve emniyet müdürüne sertçe çıkışıyor:
“Ne oluyor? Eğer Bediüzzaman Hazretlerini buradan bir yere çıkarırsanız, karşınızda beni bulursunuz. Bir kılına halel gelmeyeceği gibi, buradan bir adım bile attıramazsınız. Bu bizim misafirimizdir.”

“Efendim, üstten, vekâletten emir var. Derhal geldiği yere dönecek.”

“Nasıl döner yahu? Adamcağız şiddetli hasta, kıpırdanacak halde değil. Çok muhterem bir zattır. Bu misafir olarak buraya gelmiş. Tanrı misafiridir. Bu kadar tazyike lüzum yok.”

“Efendim! Ankara’dan gelen emir çok şiddetlidir ve kat’idir. Derhal dönmesi icab eder.”

Hiddetlenen Hatipoğlu, tabancayı masaya dayar…

Bediüzzaman’ın Urfa’dan götürüleceğini haber alan beş-altı bin kişi otelin önünde toplanır.

Nur talebeleri bu durum karşısında hastahaneye koşarlar. Baştabibe bir dilekçeyle müracaat ederler.
Yola devam edemeyecek olduğunu arz ile muayenesini isterler.

Mehmet Hatipoğlu, hükûmet doktorunu getirir. Bediüzzaman’ı muayene eden doktor, talebelere: “Siz ne cesaretle buraya geldiniz. Kirk derece ateşi var. Yarın 9’da gelin. Bu zâta heyet raporu verelim. Bu haliyle bir yere gidemez” diye teminat verir.