Etiket arşivi: irade

Sırat-ı Müstakim

Sırat-ı Müstakimin manası hak yol, “dosdoğru yol” (Fatiha, ayet 6) demektir. Emir edildiği üzere Cenab-ı Allah’ın gösterdiği hidayet yoludur. Kur’an’ı Kerim’den, Ruhun, Vücudun, Nefsin ve İradenin sırat-ı Müstakimi’nden bahsetmektedir. Bunlardan vücudun sıratı müstakimi fiziki ve somut; Ruh, Nefis ve İradenin sırat-ı müstakimi ise soyut olduğu görülmektedir.

Bediüzzaman İşaratü’l İ’caz’da Sırat-ı müstakimi şöyle ifade etmektedir: Sırat-ı müstakim yiğitlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk ve kahramanlık, helâle razı olup haramdan kaçınma, İlâhi gayeden meydana çıkan “adl ve adalete işarettir” .

“Şöyle ki: tagayyür, inkılâp ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi, menfaatleri celp ve cezp için, kuvve-i şeheviye-i behimiye; ikincisi, zararlı şeyleri def için, kuvve-i subuiyye-i gadabiye; üçüncüsü, nef ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için, kuvve-i akliye-i melekiyedir” (İşaratül İ’caz.)

İnsandaki bu kuvvelere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin her birisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.

Kuvve-i şeheviye-i behimiye: Menfaatleri kendine çekme, hayvani istek ve arzulara ait duygu, cinsi istek duygusu, dünya zevklerine istek duygusu; yeme, içme, konuşma, uyuma istek ve hissi gibi kabiliyetlerdir. Bunda ifrat, tefrit ve vasat üç kuvve vardır. “Tefrit kuvvesi humuttur (Cinsi isteksiz) ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur (günahkârlık, ahlaka aykırı, cinsi sapıklık) ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise, iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur.”

Kuvve-i sebuiyye-i gadabiye: zararlı şeyleri defetmeye sevk eden gazap hissi ve duygusudur. Bunda Tefrit mertebesi, korkaklık ve yüreksizliktir. Korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi, öfkelenme, köpürme, kızma ve aşırı hiddet gibi ne maddi ne de manevi hiçbir şeyden korkmaz, bütün tazyik ve baskı, zorbalık ve zulümler tamamen bunun ürünüdür. Vasat mertebesi ise kuvvetini yiğitlikte, cesurluk ve kahramanlıkta kullanarak dünya ve ahireti için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.

Mehmet Akif şöyle demiş, “Yumuşak huylu isem, kim demiş uysal koyunum/Kesilir fakat çekmeye gelmez boynum.” Başkalarına zarar vermeden, uysal koyun değil, aslan gibi kükreyen imanlı bir M.Akif’tır. Kükreyenlerden,  haykıranlardan bahsedince elbette,  Bediüzzaman akla gelir. İşte o İslam mücahidi, İman, İslam ve Kur’an adına dinine zarar gelmesin diye gençliğini ve tüm hayatını feda etmiştir. “Başımda ki saçlarım sayısınca başlarım olsa, her gün birini kesseniz, İman ve Kur’an’a feda olan bu baş zındıkaya eğilmeyecektir.” İşte yiğitlikte kahramanlık ta  budur. Sefih ve mimsiz medeniyetin zulmü altında yetişen gençlerin sonu da elbette bugün ki tahribat ve anarşistliktir.

Kuvve-i akliye-ı Melekiye: akıl ve meleke duygusudur. Bunun tefrit mertebesi, ahmaklık ve kalın kafalılıktır. Hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, haksız yere aldatıcı sözlerle karşı tarafı iknaa çalışmak demagoji ve lâfazanlık yapmaktır. Hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterebilecek zekâya sahiptir. Vasat mertebesi ise hakkı hak, batılı batıl bilir. Kötülüklerden uzak kalır. Böylece hem kişi, hem aile hem de toplum olarak herkes rahat eder, huzur ve emniyet içerisinde yaşar.

Rüstem Garzanlı – Diyarbakır

www.NurNet.org

Otomatik pilotla namaz

“Sakın deme, benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nerede! Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmâl ve tafsilde olduğu gibi, senin ve benim gibi bir âmînin (velev hissetmezse) namazı, büyük bir velinin namazı gibi, şu nurdan bir hissesi var…

…Senin başın böyle tedai-yi efkâra müptelâ ise, sakın telâş etme, belki intibaha geldiğin anda dön, ‘aman ne kusur ettim’ deyip tetkikle meşgul olup durma…” (21. Söz)

Uzun yol uçuşlarında, uçak rotasına girdikten sonra, pilotlar zaman zaman uçağı bilgisayarların yönettiği otomatik pilota bağlar. Ve, 5-10 dakikalık da olsa bir kahve molası verip bir parça dinlenirler.

İnsanda merkezi sinir sistemi ikiye ayrılır. Bunlar;

1- İradî sistem.

2- Otonom (irade dışı) sistemdir.

Meselâ; ağzımıza koyacağımız lokmayı irademizle seçeriz. Temiz, helâl, faydalı olduğuna karar verirsek ağzımıza koyarız. Bundan sonra otonom sistem devreye girer. Tükrük salgısı, çiğneme, dilin hareketleri hep otomatik sistem tarafından yönetilir. Fakat bu safhada olumsuz bir şey olursa iradî sistem tekrar devreye girebilir. Dişimize gelen bir kum taneciği ya da bir kemik kırıntısı çiğnemenin durmasına ve o istenmeyen şeyin dışarı atılmasına sebep olur; bundan sonra çiğneme işlemi devam eder.

Yutma işlemi de otomatik sistem tarafından yönetilir, bundan sonra da iradî sistem hiç müdahale edemez. Sindirim salgıları, enzim salgıları, mide-barsak hareketleri hep otomatik sisteme bağlı olarak çalışır.

Namaza da irademizle gireriz. Namaz öncesi hazırlığımız, niyetimiz, kıbleye dönüşümüz hep irademizle olur. Fakat namaz ilerlerken, şeytan ve nefsimiz bir anlık gafletimizden istifade ederek bizi hayal balonuna bindirip değişik vadilerde dolaştırmaya başlar. İşte bu arada namaz otomatik sisteme geçer. Kıraatler, rükûlar, secdeler aynı şekilde yapılır. Ancak biz derelerde, tepelerde dolaşır dururuz. A. Başar Hocamızın dediği gibi: Namaz kılarken, en azından, namazdan sonra ne yapacağımızı plânlarız.”

Hatta bu konuyla ilgili bir İranlı şair çok daha ileri gitmiş ve demiş: “İnsanlar namaz kılarken unuttukları şeyleri hatırlar; Allah’tan başka!” Elbette şairler biraz mübalâğacıdır ama, sözlerinde yine de bir hakikat çekirdeği bulunur.

Bütün bunlar olurken bir ara devreye tekrar iradî sistem girer, bakarız ki uçak alana inmiş, tahiyyata oturmuşuz, sağa sola selâm veriyoruz. Namazımız şeklen tamamdır. Namazımızı otomatik pilotta her zaman nasıl kılıyorsak o şekilde tamamlamışızdır. Fakat namazımız içerik olarak elbette yaralıdır. Hiç olmazsa telâfi etmemiz için yine irademizle yaptığımız tesbihat devreye girer. Âyetü’l-kürsî, tesbih, hamd, tekbir ve tehlil, salâvat, istiğfar ve dualarla bu eksiğimizi inşaallah tamamlarız.

Dr. M. Yaşar Çil / Zafer Dergisi