Etiket arşivi: İsmail Aksaraylı

Risale-i Nur’un Programı

Risâle-i Nur’unn hedefi, doğrudan doğruya “îman ve âhirettir; Rahîm-i Zülcemâl’in rızâsıdır. Said Nursî, “hedefe, kasdını hasredip sağa sola bakmayanlar gibi” maksadını hedef ederek yoluna koşup gitmektedir. Ona göre: İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nispetindedir. Himmet ise, hedef alınan maksadın ehemmiyet derecesine bakar. Maksadın büyümesiyle himmet de büyür ve hamiyet-i İslâmiyenin [İslâmî gayretin] coşmasıyla ahlâk da yükselir ve kemâle erer. Said Nursî, Risâle-i Nur’un hedef ve programını şöyle açıklar:

“Hedefimiz ve programımız: Evvelâ kendimizi, sonra milletimizi ebedî idamdan ve dâimî berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhâya vesile olan zındıkaya karşı, Risâle-i Nur’un çelik gibi hakîkatleriyle kendimizi muhafazadır. Risâle-i Nur’un binler hüccetleriyle kat’î îmanım var ki ölüm, bizim için bir terhis tezkeresidir.”. “Bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm hakîkatinin, elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun idamından kurtulmak çaresi, insanların her meselesinin fevkinde, en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu, zarurî ve kat’î ihtiyacıdır”.

‘RİSÂLE-İ NUR’UN ÇALIŞTIĞI’
Risâle-i Nur’un dünya ile alış verişi yoktur, diyen Said Nursî, mesleğinin merkezindeki maksadına hayatı boyunca vaz geçmeden yürümüş, bu yürüyüşüne karşı çıkmalarla baştan îtibâren karşılaşmış; ömrü, sürgün, hapis ve idamla muhakeme edildiği mahkemelerle geçmiş; fakat dâvâsından vaz geçmemiş,. kendisine yapılan işkencelere, katmerli zulümlere asayiş lehinde sabır ve tahammül etmiş, yüz ruhu olsa bile asayişe feda edeceğini söylemiştir.

Risâle-i Nur’un çalıştığı: vatan ve milleti ve gelen nesli anarşilikten kurtarmaktır. “Hıristiyan dinini mağlup eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyânı bu vatanı mânevî istilâsına karşı Risâle-i Nur, Sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir.” “Komünist perdesi altında anarşistliğin, umumun emniyetini bozmağa dehşetli çalışmasına karşı, Risâle-i Nur ve talebeleri îman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müthiş bozgunculuğu durdurmakta ve kırmaktadır.”
Risâle-i Nur, ‘bu memleketin ve istikbâlinin en büyük iki tehlikesini def etmeye’ çalışır:

“Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeğe çalışan anarşiliğe karşı sed çekmek.

İkincisi: Üç yüz elli milyon Müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir.”

“Benim maksadım, bu mübarek milleti ve vatanı mânevî ve maddî anarşilikten muhafaza etmek ve âsâyiş ve emniyete mânevî yardım etmek ve anarşiliği uyandıran dışarıdan gelecek bir cereyânın istilâsına mânevî set çekmek ve İslâm âleminin bize karşı itiraz ve ithamını ortadan kaldırmaya ve eski muhabbet ve kardeşliğini kazanmaya çalışmaktır.” “Risâle-i Nur’lar uyanış içinde olan ve birlik için çalışan İslâm âleminin arayacağı ve bu büyük dairelerin nazarlarına hitâp eden büyük mecmualardır”. “Gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risâle-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefâhir-i tarihiyesini onun ibrâzıyla gösterecektir.”

‘İSLÂM CEMİYETİNİN ANA DİREĞİ’
Said Nursî. toplumun mânevî varlığını, vicdan ve îmanını seslendirdiğini, kendisini tehdit ile davasından vaz geçiremeyeceklerini ve milletin saadetine ve îmanına hayatını vakfettiğini söyler:
“Ben, cemiyetin mânevî varlığını, vicdan ve îmanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve îman esası üzerinde işliyorum ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.” “Programımız budur ki: dünya bir misafirhânedir; insan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımatı tedârik etmekle mükelleftir”.

İsmail Aksaraylı

“Risale-i Nur” – “Mutlak Vekil” – “Gazete”

İsmail Aksaraylı

i.aksakrayli@gmail.com

Son günlerde Said Nursi’nin vasiyetinde “Mutlak Vekilim” dediği talebelerinden Hüsnü Bayramoğlu’nun mektubu ve bir TV’de konuşması, buna yine Nur talebelerinin çıkardığı gazetede karşı açıklamalar yayınlandı. 

Said Nursi’nin yakınında bulunup hizmet tarzını bilenlerden Tahirî Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylân Çalışkan ve Hüsnü Bayramoğlu’nu isimlerini vererek “Mutlak Vekil” yaptığını ve onlardan Risale-i Nur hizmeti için ne istediğini vasiyetinde yazdığını hatırlatalım:  

Bütün talebelerin fevkinde, diyerek değilbenim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı MUTLAK VEKİL yapıyorum. BEN ÖLSEM VEYA HAYATTA ŞUURSUZ KALSAM, NURLARA KARŞI HİZMETİMİN TARZINI BİLEREK TAM YAPABİLSİNLER. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. / Said Nursî”[1]

Bu açıklamalar vesileyle Risale-i Nur’dan ders alan Nur talebelerinin diğer refiklerini -Nurcuları- nasıl gördüğü ve nasıl muamele etmesi gerektiği hususunda örnek olması açısından bir Nur talebesinin Said Nursi’ye yazdığı mektubundan bir bölüm aktaralım: 

“Nur, nurdan seçilemediği gibi, nur deryasının nûrânî talebeleri de, nerede olursa olsun hepsi bir gayede, umumî bir zihniyette, bir diğerine rekabetleri yok, daima birbirinin mümtaz vasıflarıyla, güzellikleriyle iftihar eden ve samimiyet ve vefa hususunda, kardeşlerini şahsına tercih eder bir emelde bulunmaları yegâne emel ve gayeleri olan “tevhidin” bir mümtaz alâmeti olan ittihat ve hakikî ve meşru tesanüdünü [dayanışmasını] söz ve fiil ve hâl ile göstermeleriyle sabittir ki bu hal bir muvaffakıyet alâmetidir. / Hulûsi-i Sâni Sabri”[2]

Hüsnü Bayramoğlu’nun mektubu ve açıklamaları vesilesiyle kısa da olsa Risâle-i Nur’un siyasetle alâkasını, bu gazetenin yayın hayatına başlamasının sebeplerini ve o günlerden itibaren Türkiye’nin yaşadığı bir kısım siyasi hadiseleri hatırlatarak günümüze kadar gelelim:

Bu gazetenin, 48 yıl önce Risale-i Nur talebelerinin siyasi mevzularda hareket tarzını göstermek için yayın hayatına başlayan “siyasi” bir gazete olduğu bilinmektedir. Risâle-i Nur’un hedefi: îman ve âhiret,[3] olmakla birlikte Risale-i Nur eserleri içtimai mevzularda da reçetelere haizdir, bunlar daha ziyade eski Said Devri’ne ait kitaplarında yer alır. 

Said Nursi’nin ifadeleriyle: Risâle-i Nur’un siyasetle alakası yoktur[4], Nur talebeleri, ‘yalnız iman hakikatlariyle bütün hayatları bağlıdır’[5]. Risâle-i Nur eserleri esas itibariyle sosyal hayatın kanunlarını da içine alan dinin geniş dairesinden bahsetmez, asıl mevzuu dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın esaslarını konu eder.[6] Dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz, siyasette tarafgirane vaziyet alınmaz[7]: çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz, dost düşman derste fark etmez, halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler[8].  Böyle olmakla birlikte gazete çıkaranlar, Said Nursi’nin; “Risâle-i Nur, siyaset hesabına değil mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir istinat noktası olur.”[9] tavsiyeleri doğrultusunda Nur talebelerinin siyasi tavrını ortaya koymayı lüzumlu görürler.  

‘Gazete’nin, çıkarılmasına lüzum görülmesinde başta gelen siyasi hadiseler: 60’lı yıllarda dinsizliğe dayalı komünizm ve sosyalizmin, dünyayı istilâ ederken Türkiye’yi tehdit etmesidir. Bu şartlar içinde gazete çıkaran Nur talebeleri, komünizme -dinsizliğe- karşı, dine taraftar ve milletin çoğunluğunun yer aldığı siyasi partinin iktidarda bulunmasını istemişler ve bunun için de İnönü ve sol söylemleriyle öne çıkan “Karaoğlan” Ecevit’in CHP’sine karşı “ehven-i şer” olarak AP’yi desteklemişler ve 1970’de Milli Nizam Partisi’nin kurulmasıyla sağ seçmende ve Nurcular arasında bölünme olmaması gayreti içinde bulunmuşlardır.

Gazete, yayın hayatında özellikle 1980’lere kadar -bazıları tenkit etse de- büyük hizmetleri olmuştur. Gazeteyi çıkaran Nur talebelerinin – millet ve vatanın anarşiye düşmemesi yolunda yaptıkları çalışmalar bazılarınca siyaseten iktidarı ele geçirmek olarak da algılanmış, 12 Eylül darbecileri tarafından gazeteleri ve Nurculuk da hedef alınmıştır. 12 Eylül darbesinin Nurculara karşı yapıldığını, darbe anayasasının mimarlarından anayasa profesörü Orhan Aldıkaçtı: “12 Eylül olmasaydı Nurcular iktidara gelecekti.” sözüyle ifade etmiştir. Bundan dolayı 12 Eylül’den sonra gazete, darbeciler tarafından müteaddit defalar kapatılmış, onun desteklediği AP’nin siyasi hayatına son verilmiş ve liderinin siyaset yapması yasaklanmıştı. Bu devrede Anavatan kurulmuş, gazete bütün enerjisini yasakların kalkması yolunda, Anavatan Partisi ve Özal aleyhinde harcamış, sonuçta yasaklar kalmış, gazetenin desteklediği DYP ve lideri, 1987 seçimlerinde Meclis’e girmiş, bir sonraki 1991 seçiminde Anavatan tek parti iktidarını kaybetmiş, DYP seçimden 1. parti çıkmış 12 Eylül’den sonra kapatılan CHP’nin yerine kurulan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile koalisyon kurulmuş, 2002’ye kadar 10 sene süren 28 Şubat’ın ve ekonomik krizlerin yaşandığı koalisyonlar dönemi başlamıştır. 

Gazetenin siyasi tavrının doğru ya da yanlış olduğu ayrı bir mevzudur, hadiseleri şartları içinde değerlendirmek daha doğru olur, geçmişi geri döndürmek mümkün olmadığı gibi Risale-i Nurları okuyan herkesi aynı kalıp içine sokmak da mümkün değildir. Siyaset, geçmişte olduğu gibi günümüzde de cemaatler içinde ayrışmalara sebep olmaktadır. Bugün birçok Nur cemaati vardır, bunların Risale-i Nurları anlama ve hizmet şekilleri birbirinden farklıdır. Fakat hepsinin birleştikleri nokta Risale-i Nur eserleridir, siyaset ve gazete değildir. 

48 yıl önce yayın hayatına başlayan gazete şu anda çıkış maksadının dışında, dine taraftar, Nura dost, çoğunluğa sahip iktidar sahiplerinin karşısında bir tavır içindedir; dün Anavatan ve Özal aleyhinde olduğu gibi bugün de AKP ve Erdoğan aleyhinde yayın yapmaktadır.  Yayın hayatına başlamasındaki şartlar değişmiş, milletin teveccüh ettiği, dine taraftar olmaktan öte ekseriyeti dini yaşamaya çalışan insanlardan oluşan parti iktidara gelmiş, Müslümanlar birçok kazanımlar elde etmiş, Hıristiyan dünyası cephe alsa da Müslüman ülkeler arasında Türkiye’nin lehinde büyük gelişmeler olmuştur. 

Gezi, 17-25 Aralık hadiseleri ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünün Türkiye ve İslâm düşmanlarının tezgâhları olduğunu görmemek mümkün değildir; birbirine kırdırılmak istenen Türkiye ve dünya Müslümanları olduğu açıktır. İran ve Irak savaşı için ABD Dışişleri eski Bakanı Yahudi asıllı Kissinger’a “Kimin kazanmasını istiyorsunuz”, sorusuna: “Hiçbirinin.”  cevabını vermesi fevkalâde önemlidir. 8 yıl süren savaşta 1 milyondan fazla Müslüman asker ve sivil ölmüş, her iki devlet yıkımlar hariç toplam 150 milyar dolar kayba uğramıştır. Müslümanların birbirlerini tüketmelerini, bir güç olarak ortaya çıkmalarını istemeyen İslâm düşmanlarının düşüncesini Kissinger’ın bu cümlesinden daha öz ifade eden bir söz olamaz. 

Afganistan, Pakistan, Libya, Mısır, Irak, Suriye ve Türkiye’de yapılanlar ve yapılmak istenenler İslâmiyeti, Müslümanları birbirine düşürmekten ve güçlerini tüketmek başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’deki hadiseleri çıkaranların da bir taşla iki kuş vurmak istedikleri, hedeflerinde: 1.Türkiye’nin parçalanması, 2. Müslümanlar ve Risâle-i Nur olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir.

Hülâsa olarak: Gazeteler günlük siyasi bir yayın organıdır; gazete çıkaran Risâle-i Nur talebeleri de her Nur cemaati gibi Risale-i Nur’dan okudukları, anladıkları ve cehdedip çıkardıkları hükümlerle hareket eden bir Nur cemaatidir, fakat mutlak Risale-i Nur değildir, çıkarımları da Risale değil, şahsi içtihatlarıdır. Referandum konusunda işi “Bediüzzaman ‘Hayır’ diyor.” sözüne kadar getirmenin de “Risale-i Nur’un terbiye”sine ne kadar uygun olduğunun düşünülmesi gerekir.

Said Nursi’nin ifadesiyle terazinin iki kefesi vardır. Birinin hafifliği diğerinin ağırlığı yerine geçer.[10] Tarafsızlık da yine Risâle-i Nur’a göre muhalif tarafa kuvvet vermektir.[11]

Mesele, siyasi bir gazetenin dediklerinin mutlak doğru olması veya “Mutlak Vekil” tartışması değil, İslâmiyet ve Türkiye’nin istiklâli meselesidir. 

“El-hayru fî mahtârahullah.”[12]

—————————– 

[1] Emirdağ Lâhikası, s.576. 

[2] “Nur nurdan seçilemediği gibi, nur deryâsının nûrânî talebeleri de, nerede olursa olsun hepsi bir gayede, umumî bir zihniyette, yekdîğerlerine rekabetleri yok, dâima birbirinin evsâf-ı mümtazesiyle müftehir ve mübâhî, samimiyet ve vefa hususunda, rüfekasını şahsına tercih eder, bir emelde bulunmaları yegâne emel ve gayeleri olan “tevhidin” bir alâmet-i mümtaze ve fârikası olan ittihad ve tesanüd-ü hakikîye ve meşruayı kaalen ve fi’len ve hâlen göstermeleriyle sabittir ki bu hal bir alâmet-i muvaffakıyettir. / Hulûsi-i Sâni Sabri”, BARLA LÂHİKASI, s.80.  

[3] Tarihçe-i Hayat, s. 234.

[4] Emirdağ Lâhikası, s.111.

[5] Emirdağ Lâhikası, s.154.

[6] Tarihçe-i Hayat, s. 212, Mahkeme Müdafaları, s. 20.

[7] Emirdağ Lâhikası, s.154.

[8] Emirdağ Lâhikası, s.411.

[9] Emirdağ Lâhikası, s.154.

[10]”Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik [I. Dünya Savaşı’nda Van ve Bitlis’te; Rus general üniformasıyla da Erzurum’da Müslümanları katleden Ermeni anarşist, gerillacı] ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”, Sünuhat-Tuluat-İşârât, s.40.

[11] “bîtarafane muhakeme ise; taraf-ı muhalifi iltizamdır, bîtaraflık değildir.”, Mektubat, s.331.

[12] Hayır, Allah’ın seçtiğindedir  /  Seçme, Allah’ın ihtiyar ettiği şeydedir.

Risale-i Nur, Kuran Nurunu Söndürmek İsteyenlere Karşı

İsmail Aksaraylı

Kur’ân nurunu söndürmek isteyenlere karşı yapılan mücadelede Risâle-i Nur aydınlatma vazifesini görmüştür.[i] “Kur’ân itibariyle bu asır dehşetlidir ve Kur’ân hesabiyle Risâle-i Nur: bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hadisedir,”[ii] “kara kara içinde, zulmet zulmet içinde insanları nura çıkaran ve Kur’ân’dan çıkan bir nur”dur,[iii] kâbuslu bir rüya gibi musibetlere düşen Müslümanların kuvve-i mânevîyelerini takviye eder.[iv] Bu asırda büyük zorluklar içinde îman nurlarını ve Kur’ân’ın sırlarını neşreden, ehl-i îmanı meyusiyetten kurtaran başta Risâle-i Nur ve talebeleridir.[v]

‘KUR’ÂN NURUNU SÖNDÜRME PLANINA KARŞI

Said Nursî, Avrupa zalimlerinin devlet-i İslâmiyenin [Osmanlı Devleti] nurunu söndürmek niyetiyle yaptıkları müthiş suikast planını, Türkiye hamiyetperverlerinin, 1908’de “Hürriyet”i ilanla[vi] sonuçsuz bırakmağa çalıştıklarını; I. Dünya Harbi neticesinde yine o suikast niyetiyle Sevr Muâhedesi’nde Kur’ân’ın zararına gayet ağır şartlarla kâfirce fikirlerini icra etmek olan planlarını neticesiz bırakmak için Türk milliyetçilerinin Cumhuriyeti ilanla mukabele ettiklerini ve o karışıklıkta Kur’ân’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde yer alan Said Nursî, Risâle-i Nur ve onun fedâkâr talebelerinin o zulümâtı dağıttığını söyler. Ona göre: Avrupalıların bu Kur’ân nurunu söndürme planına karşı, aydınlatma vazifesini tam yerine getiren Risâle-i Nur’dur. Şimdi İslâmlar içinde Kur’ân nuruna muhalif hallerin ekserisi, o suikastların ve Sevr Antlaşması gibi gaddarca antlaşmaların vahim neticeleridir.[vii]

Said Nursî;, ehl-i dalâletin, Kur’ân’ı yanlış tevillerle tahrifine ve şüpheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda, Risâle-i Nur’un Kur’ân’ın hakikî tevillerini beyân edip, şüpheleri dağıttığını; daha sonra o şüphelerin bir kısmının fennî şekle girip ortaya çıktığını, bu şüphe ve itirazları def edenlerin başında Risâle-i Nur ve talebelerinin görüldüğünü söyler.[viii]

 

SAİD NURSÎ’NİN MUHATABI

Said Nursî’nin ‘ekseriyetle muhatab’ı, evvela kendi nefsi, sonra Avrupa felsefecileridir:

“Muhatabım, evvel kendi nefsim, sonra Avrupa feylesoflarıdır.”[ix] “Bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalâlet münafıkları, dehşetli bir surette Kur’ân’a hücumu hengâmında Risâle-i Nur o seyl-i dalâlete [dalâlet seline] karşı mukavemet edip, Kur’ân’ın tılsımlarını keşfederek hakîkatini muhafaza ediyor.”.[x] “Ben, otuz senedir, Avrupa feylesoflarına ve Avrupa feylesofları hesabına dahilde ecnebi dolapları hesabına çalışan mülhitlere karşı mücadele ederek cevap vermişim ve veriyorum. Muhatabım, ekseriya nefsimden sonra onlar olduğunu, Risâlelerimi takip eden anlar.”[xi]

 

MÜLHİTLERİN MESLEĞİ

Said Nursî, “Risâle-i Nur mesleğine muhalif olan” ve “ecnebi dolapları hesabına çalışan” mülhitlerin -İslâmiyetten çıkanların- mesleğini şu şekilde tarif eder:

“O bedbahtlar, bazı ehl-i îmanın (îmanları beraber olduğu halde) ve bir kısım ehl-i ilmin (âhireti tam bildikleri halde) onlara iltihak delâletiyle [katılmasıyla], bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi; sefâhet-i hayatı, dinî hissiyata muannidâne tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler. (…) O bedbahtların dalâleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neşet ettiği için[xii] halleri ile durmuyorlar, tecavüz ediyorlar. Bildikleri ve onun ile ecdatları bağlı olan dine adâvetkârâne, membalarını kurutmak ve esasatını bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar. (…) Onların dalâleti; fenden, felsefeden geldiği için acip bir gurur ve garip bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyet onlara verip nefislerini öyle şımartmış ki kâinatı idare eden İlahî kanunların şualarını ve insan âleminde o hakâikin düsturlarını [o hakîkatlerin prensiplerini] süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına[xiii] müsâit görmediklerinden (…) eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar.” [xiv]

Risâle-i Nur, “âlem-i İslâmı alâkadar eden pek büyük bir vazife-i Kur’âniye ve îmaniye”dir.[xv] İslâmın şeâirini [İslâmın esaslarını, maddi mânevî işaretlerini] tahrip eden ebedî düşmanlara karşı zaruri vazife, şeâiri ihya [canlandırma] ve muhafazadır.[xvi] Bu bakımdan Risâle-i Nur’un gördüğü vazife ‘tecdit ve takviye-yi din’dir [dini yenileme ve takviyedir].[xvii]

[i] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 7, 90, 102.

[ii] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 127.

[iii] Şualar, s. 599.

[iv] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 94.

[v] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 90.

[vi] 1908 II. Meşrutiyet’in ilânı

[vii] Şualar, s. 594.

[viii] Şualar, s. 575.

[ix] Tarihçe-i Hayat, s. 212.

[x] Şualar, s. 617.

[xi] Tarihçe-i Hayat, s. 230.

[xii] muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neşet ettiği için: hayatı sevmekten ve inattan meydana geldiği için.

[xiii] süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına: çirkin, pis heves ve isteklerine.

[xiv] Şualar, s. 599, 600.

[xv] Tarihçe-i Hayat, s. 579.

[xvi] Tarihçe-i Hayat, s.134.

[xvii] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 15.

Risale-i Nur’un Meşgul Olduğu ‘Meslek’

İsmail Aksaraylı

Kur’ân dersi olan Risâle-i Nur, îmanın yüksek hakîkatlerini tamamıyla kaplamıştır.[99] Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risâle-i Nur[100]; Kur’ân-ı Hakîm ile bağlanmıştır, Kur’ân ise, dünyayı Arş’a bağlayan, çekim kanunu gibi cezbedici bir hakîkattir.[101]

Risâle-i Nur’un çalıştığı, meşgul olduğu ‘meslek’ ‘îman hizmeti’dir, bu hizmet hakâik-ı îmaniye ve mârifet-i kudsiye caddesini tefsir eder.[102]

‘Kur’ân, (…) Fatiha Sûresi’ni ‘müsennâ’[103] senâsıyla [övgüsüyle] ifade ettiği gibi, Kur’ân’ın (…) müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve “Seb’a’l- Mesânî”[104] nuruna mazhar bir âyinesi olan Risâlei’n-Nur, hakîkat-i İslâmiyetin yedi esasını[105] [Kur’ân’ın seb’a-i meşhuresini: imanın altı esası + İslâmın farzlarını] parlak bir surette isbat’ eder.[106]

Risâle-i Nur; “vahiy değil ve olamaz.”[107] Kur’ân’dan ilhâm[108], aynı zamanda bir ilm-i kelâm [îman esasları, tevhid] dersidir,[109] Kur’ân’ın tılsımını ve kâinatın yaradılış muammasını [felsefenin kavramaktan aciz kaldığı yaradılış sırrını] hal ve keşf ve ispat etmiştir.[110]

 

 ‘KUR’ÂN’DAN BAŞKA ÜSTADI YOK’

Risâle-i Nur’un âmiri, hâkimi,[111] membaı, mâdeni ve esası Kur’ân’dır,[112] Kur’ân-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir adapta rehberimizdir[113], diyen Said Nursî Risâle-i Nurların kaynağının sadece Kur’ân olduğunu söyler:

“Risâlet-ün Nur sair eserler gibi ilim ve fenlerden ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka mehazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yok. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden ilhâm ve Kur’ân semâsından ve âyetlerinin yıldızlarından iniyor.”[114]

 ‘SAHABE MESLEĞİNİN CİLVESİ’

Risâle-i Nur; Kur’ân dellâlı, ilâncısıdır.[115] Risâle-i Nur’un maksadı, Kur’ân-ı Hakîm’in kudsî tiryakı ne derece hârikulâde bir ilâç ve parlak bir nur olduğunu göstermektir.[116] Risâle-i Nur, eczahâne-i kübra-yı ilâhiye olan Kur’ân-ı Hakîm’in kudsî, şifalı ilaçlarından alınmış,[117] zamanın dalâlet fitnesinden gelen şüpheleri dağıtacak, Kur’ânî bir delildir;[118] doğrudan doğruya tabîb-i kulûp olan Kur’ân-ı Hâkim’in feyzinden ve ziyasından iktibas olunmuştur,[119] ehl-i dalâlet tarafından aşılanan mânevî hastalıkların büyük kısmı, Risâle-i Nur’un Kur’ânî ilâçlarıyle tedâvi edilebilir.[120] Risâle-i Nurlarda Kur’ân ve îman hakîkatlerinin esasları ve lâzım olan kısımları hemen ekseriyet itibariyle yazılmıştır.[121]

Risâle-i Nur mesleği sahabelerin iman, Kur’an yolunda yaptığı hizmetlerin günümüzdeki yansımasıdır, ‘sahabe mesleğinin cilvesi’dir.[122] Bu zamanda, “en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risâle-i Nur talebelerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir.”[123]

 ‘VATANA EN BÜYÜK HİZMET’

Said Nursî; Risâle-i Nurları, Kur’ân-ı Azîmüşşan’a bir hizmet maksadıyla ve haksız hücumlara bir siper teşkil etmek fikriyle yazmaya mecbur bilmiştir.[124] Vatanın saadetine hizmet etmesinin kendisine “farz” olduğunu söyler.[125]

“Îmânı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada ihtiyaç var.”,[126] diyen Bediüzzaman’a göre millet ve vatana en büyük ve en elzem hizmet, onların îmanlarına kuvvet vermektir. Bunun için Kur’ân-ı Hakîm’in bu zamanda mânevî bir mûcizesi olarak bazı îmanî hakîkatleri dertlerine deva bulduğu Risâleleri kaleme almıştır.[127]

 ‘AVRUPA’NIN BOZGUNCULUĞUNA KARŞI’

Risâle-i Nur eserleri îman hakîkatlerini muhafazaya çalışır; bu, müellifin ilk eserlerinden itibâren görülür.[128] Bediüzzaman, 1908’den önceki konuşma ve yazılarında, Kur’ân’ı esas alarak Avrupa’nın asılsız ifsat edici zanlarının bozgunculuğuna karşı Müslümanları ve Müslümanlığı korumaya çalışır.[129] 1316’da [1900 / 1901] ‘mühim bir fikrî inkılâp’ geçirir ‘bütün bildiği çeşitli ilimleri, Kur’ân’ın anlaşılmasına ve hakîkatlerinin ispatına basamaklar yaparak hedefini ve ilmi gayesini ve hayatının neticesini, yalnız Kur’ân bilir. Kur’ân’ın mânevî i’cazı[130], ona rehber ve mürşit ve üstat olur’.[131]

 

‘ZINDIKA FİKRİNİN BAŞINI DAĞITACAK ESERLER’

Kur’ân aleyhinde biriken Avrupa itirazları ve evhamlarının İslâm âlemi içinde yayılmasına I. Dünya Harbi vasıta olmuştur. Harpten sonra bu ‘gâyet müthiş zındıka fikri’nin, îman ehlinin fikirleri içine girip onu bozmak ve zehirlendirmek için çok hile ve oyunlarla çalıştığını’ şahit olan Risâle-i Nur müellifi ‘ejderha’ diye nitelediği bu dinsizlik fikrinin, îmanın esaslarına ilişeceğini görmüş ve onun ‘başını dağıtacak derecede’ Kur’ân’dan ilhâmen eser yazmıştır.[132] Yazılan Sözler [Risâleler] Kur’ân’ın bir nevi tefsiri ve o risâlelerdeki hakîkatler, Kur’ân’ın malı ve hakîkatleridir.[133]

Said Nursî, Risâle-i Nur mesleğinde îmana çalışmanın hedef alınmasının sebebini ve neticesini şöyle anlatır:

“Bin seneden beri îman ve Kur’ân aleyhinde biriken Avrupa feylesoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup îman ehline hücum ediyor ve ebedî bir saadetin ve bâki bir hayatın ve daimî bir Cennetin anahtarı, medârı, esası olan îman esaslarını sarsmak istiyor. Elbette her şeyden evvel îmanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz. Hem bir fakir insana, değil fâni ve muvakkat bir tarlayı, bir hâneyi, belki koca bir kâinatı, dünya kadar bâki bir mülkü kazandıran ve fâni bir adama, bâki bir hayatın levâzımatını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen bir bîçareyi, ebedî idamdan kurtaran ve ebedî saadetin hazinesini açan en kıymettar bir sermaye îmandır.”[134]

 

99 Kastamonu Lâhikası, s. 226.

100 Şualar, s. 346.

101 Tarihçe-i Hayat, s. 211-216.

102 Emirdağ Lâhikası 1, s. 124.

103 müsenna; ikili. Müsenna senası: övülen, senâ edilen ikili, karşılaştırmalı anlatımlı Kur’an.

104 Seb'a’l- Mesânî: tekrarlanan yedi veya ikililerden –ikili, karşılaştırmalı anlatımdan- yedi.

105 “Hakîkat-i İslâmiyet'in esasları: altı erkân-ı îmâniye ile esas-ı ubudiyet ki İslâmın beş rüknü olan (savm, salât, hacc,

zekat, kelime-i şehadet) mecmuunun hülâsası”, Kastamonu Lâhikası; s. 224.

106 Şualar, s. 567.

107 “Hem umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle Kur'ân’ın feyziyle ve medediyle [yardımıyla] kalbe gelen sünuhat

ve istihracat-ı Kur'aniyedir.”, Şualar, s. 588.

108 Şualar, s. 573

109 Sözler, s. 368.

110 Şualar, s. 155.

111 Tarihçe-i Hayat, s. 215; Mahkeme Müdafaları, s. 22.

112 Tarihçe-i Hayat, s.466; Emirdağ Lâhikası, s. 95.

113 Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Mes’ele, s. 393.

114 Şualar, s. 585.

115 Gençlik Rehberi, s. 51.

116 Lem’alar, s. 233.

117 Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 88.

118 Şualar, 560.

119 Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 91.

120 Kastamonıu Lâhikası , s. 21

121 Barla Lahikası, s. 252

122 Emirdağ Lâhikası -1, s. 66.

123 Kastamonu Lâhikası, s. 86.

124 Mektubat, s.342.

125 “Bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır.”, Mahkeme Müdafaları, s. 172.

126 Emirdağ Lâhikası, s. 179.

127 Emirdağ Lâhikası, s. 232; “Kur’ân-ı Hakîm’in tiryakî ilaçlarından (…) alarak, belki bin mânevî dertlerime bin kudsî

şifayı buldum ve Risâle-i Nur’un şakirtleri dahi buldular. Ve fenden ve felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok

müşkil olan ve zındıka hastalığına müptala olandardan çokları onunla şifalarını buldular.”, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 89.

128 Kastamonu Lâhikası, s.74.

129 Kastamonu Lâhikası, s. 306; Divan-ı Harb-i Örfi, s.14.

130 mânevî i’cazı: mânevî mûcizeliği.

131 Şualar, s. 581 – 582.

132 Lem’alar, s.167.

133 Mektubat, s. 393.

134 Şualar, s. 164.

Risale-i Nur ve Kuran

İsmail Aksaraylı

Kuran’ın Maksadı

Kur’ân’ın maksadı, insanlara bilmediği şeyleri bildirmektir,[59] bütün zamanlarda, insanların maddi ve mânevî ihtiyaçlarını temin için inmiştir.[60] İnsanın bu dünyaya gönderilmesindeki maksatta “taallüm” yani bilme ve bildirme vardır.[61]Mûcize-i kübrâ-i Ahmediye (a.s.m.) [Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi] olan Kur’ân-ı Mûcizü’l Beyân ilimlerin ve fenlerin doğru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemâlâtı ve saadeti açıkça gösterir; çok büyük teşviklerle insanları onlara sevk eder.[62]

Kur’ân, “Hâlık-ı Kâinat’ın bütün kemalâtının mûciz lisanı ve bütün maksadlarının hârika mecmuası”,[63] kâinat kitabının açıklaması ve yaratılanlara karşı Allah’ın hüccetidir.[64]

Kur’ân-ı Hakîm’in verdiği en mühim bir ders, âhirete îmandır.[65] Âhiret inancı, şahsî ve içtimâî insan hayatı ve saadetinin ve kemâlâtının esasıdır.[66]

Îman ve İslâmiyet iki dünya saadetinin vesilesidir.[67] İslâmiyet, Kur’ân’ın neticesi,[68] âhiret hayatı da bütün kâinatın neticesidir.[69]

Kur’ân; müessistir, din-i mübînin esasıdır ve âlem-i İslâmiyet’in temelleridir.[70] İslâmiyetin dayandığı bu temeller,Kur’ân’ın takip ettiği maksatlardır; onun dâvâsının esaslarıdır; bunlar: Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adâlet ile ibâdet olmak üzere dörttür. Bu dört hakîkat, Kur’ân’da dört esastır ve Kur’ân’ın her tarafında yayılmıştır. Birinci maksadı Tevhiddir. Tevhid, Kur’ân’ın en büyük esasıdır, îmanın birinci rüknü [esası] ve teklifin [insanın imtihana tâbi tutulmasını, emir ve yasaklarla denenmesinin] temelidir. Îman esaslarından en mühimi, Allah’a îmandır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; îman ilmi olmalıdır, ilimlerin esası, ilimlerin şâhı ve pâdişahı îman ilmidir.[71]

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tebliğinin temelinde âhirete îman vardır;[72] bütün hayatında ‘Vahdâniyet’ten sonra en daimi dâvâsı, iddiası, dâvâsının bir esası da âhirettir. O Zât (a.s.m.), ebedî saadeti dâvâ edip beşere müjde vermiştir.[73] İnsan nevi; bütün fıtratı ve ruhu ve istidâdı ile lezzetin ta kendisi olan bâki hayatı ister.[74] Âhiret inancı, içtimâî ve şahsî insan hayatının üssü’l esası ve saadetinin ve kemâlâtının temelidir.[75]

İnsan, cevheri itibariyle daima hakîkati arar ve daima maksadı saadettir.[76] Kasden ve bizzât kimse küfrü kabul etmez; yalnız şirk, nefislerinin hevâ ve hevesine yapışır. Onlar da içine düşer, pis olurlar. Ondan çıkması güçleşir.[77] Tabiat ve sebepler bazı insanlara sayısız muhallerden kurulan şirk ve küfrün kapısını açmıştır.[78] Şirk, kâinata karşı büyük bir tahkir ve tecavüzdür; kâinatın kudsî vazifelerini ve yaradılış hikmetlerini inkâr etmekle kâinatın şerefini kırar.[79] Şirk içindeki felsefe, insanlığı zulmete, karanlığa atmıştır; bu felsefeye göre ‘kâinat adem, yokluk ve hiçlik ve zeval ve fena karanlıklarında yuvarlanan karmakarışık vahşetli bir virâne ve dehşetli bir matem yeridir.[80] Îman gözüyle bakılmadığında dünya, hiçlik derelerinde ve yokluk karanlıklarında yuvarlanıp gitmektedir.[81]

Adem [hiçlik] şerdir,[82] îman nurdur,[83] îman nuru, muhabbet-i İlâhiyyenin ziyasını tâzammun eder,[84] insanı ışıklandırır.[85] Allah’a îman ve muhabbet etmenin neticesi: dünyanın bin sene mes’ûdâne hayatı, bir saatine değmeyen cennet hayatı ve cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşahedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olanZât-ı Zülcelâl’in müşahedesi, rü’yetidir ki: hadîs-i kat’î ile ve Kur’ân’ın nassıyla sabittir.[86] Kur’ân, mahz-ı hidayettir; îman nurlarının madenidir. Îman nurunun aksi zulümattır. Kur’ân’ın muhalifi bilmüşahede küfrün dalâletidir.[87]

Risale-i Nur ve Kuran

Risâle-i Nur mesleği “Cadde-i Kübrâ-yı Kur’âniye”dir;[88] yolu da; insanlara bu caddeyi açan[89] Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yoludur.[90]

Bu cadde: ‘Sahabe ve Asfiya ve Tâbiîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt ve Eimme-i Müçtehidînin caddesi’dir,[91] her senede üç yüz milyon Müslümanın yürüdüğü ve üç yüz milyar Müslümanların hakîkate ve saadet-i dareyne gittikleri büyük caddedir.[92] Bu büyük caddeyi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Mi’râcı ile açmış, îman hakîkatlerinin en yüksek mertebelerine gitmiş[93]ve Mi’râc ile açtığı o kapıyı açık bırakmıştır.[94] “Bütün Sözler ve bütün Mektuplar, o caddeyi gösterir.”[95]

Kur’ân’dan gelen Sözler ve Nurlar, yalnız aklî ilmî meseleler değil; aynı zamanda kalbî, ruhî, hâlî, îmanî mes’elelerdir ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye [Allah’ı bilme, bildirme ilmi] hükmündedir.[96]

Risâle-i Nurlar; bu asırda, insanları irşat eden ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşittir,[97] Kur’ân ve îman hakikatlerini muhtaç ve müştak olanlara güneş gibi bildirir.[98]

59 İşârât’ül İ’caz, s.158.

60 Mesnevi-i Nuriye, s. 71; Şualar, s. 37.

61 Sözler, s. 329.

62 Sözler, s. .275.

63 Mesnevi-i Nuriye, s. 71; Şualar, s. 37.

64 Mesnevi-i Nuriye, s. 19.

65 Lem’alar, s. 214.

66 Gençlik Rehberi, s. 68.

67 Mektubat, s. 84.

68 İşârât’ül İ’caz, s. 126.

69 Şualar. s. 217.

70 Sözler, s. 251.

71 İşârât’ül İ’caz, s.12; Muhakemat, s.12; İşârât’ül İ’caz, s.105; Mektubat, s. 347, 407; Sözler, s. 797.

72 İşârât’ül İ’caz s. 180.

73 Şualar. s. 217.

74 Şualar, s. 481.

75 Şualar, s. 179.

76 Muhakemat, s.124.

77 Mesnevi-i Nuriye, s.71.

78 Mesnevi-i Nuriye, s. 30.

79 Şualar, s.12.

80 Şualar, s. 506.

81 Sözler, s. 217.

82 Siracünnur, s. 31.

83 Sözler, s. 328.

84 Sözler, s. 341.

85 Sözler, s. 326.

86 Sözler, s. 691.

87 Mektubat, s. 202.

88 Lem'alar, s. 152.

89 Mektubat, s. 328.

90 Mektubat, s. 355.

91 Mektubat, s. 90.

92Tarihçe-i Hayat, s. 390.

93 Mektubat, s. 328.

94 Sözler, s. 616.

95 Mektubat, s. 355.

96 Mektubat, s. 379

97 Kastamonu Lahikası, s.

98 Tarihçe-i Hayat, s. 381.