Etiket arşivi: istikamet

Meşveretlerde ki Mana

Meşveretlerde ki Mana

“siz, mabeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz.” 1

“Medar-ı niza’ bir mes’ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. “Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” 2

“İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.” 3

“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.

وَ اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.” 4

“meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o “hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.” 5

“meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makasıd ve mesalik, bürhan-ı katı’ üzerine teessüs ve her kemale mümidd olan hakk-ı sabit ile hakaiki rabteylemesidir. Bunun neticesi; bâtıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz.” 6

Meşveret etmek, fikir almak, kamu oyu yoklaması yapmak elbette ki, insanın şahsi hayatı ve içtimai hayatın istikameti için elzem olan bir şeydir. Bunun ihmal edilmesi istibdatı, istimal edilmesi ise istikameti, bir grup tarafından bu sistemin su-i istimali ise oligarşiyi ve zımni manada istibdadı tevlid eder. Peki meşveret nedir diye baktığımızda kısaca karşımıza şu manalar çıkıyor. Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşâverede bulunmak… bütün bu manalar latif ve nazif olan manalardır. Manaevi meselelerde ortak akıl olan meşveretten beslenmek, nizami ve ortak bir sistemin tesisi cihetiyle güzeldir ve ibadet manasındadır. Dünyevi bir manada müşaverede bulunmak ise mevzubahis olan iş hakkında bir nokta-i nazara vesiledir. Yani netice itibariyle insanda ister manevi ister maddi meselelerde olsun bir nokta-i nazara vesiledir.

Maddi meseleler, manevi meselelerde tali ve ikinci, üçüncü mesele mesabesinde olmalıdır ki, manevi hizmetleri esas alan yerler kurum ve kuruluşlar (stk, dernek, vakıf..) gerçekten manevi hizmet iddiasına şahit olsun. Manevi hizmet iddia eden yerler sürekli olarak adeta dört mevsim yaşanan ülkemizde laakal mevsimlere kendisini endekslemiş gibi en az dört defa maddi taleplerde bulunması ve meşveretlerde insanların manevi olarak tatmini hususunda neler yapılabilir yerine nereye arsa, daire veya bina dikilebilir haline dönüşmüşse arabanın hararet ibresinin sinyal vermesi gibi o hizmet hareketi sekülerleşip artık maddi bir hizmet suretine bürünmeye başlamıştır.

Bir yerde mülk bir daire veya binanın olması orada manevi hizmetlerin inkişafı manasına gelmediği aşikardır. Bir de biz hizmet edemiyoruz çünkü mülk bir yerimiz yok gibi bir serzeniş ise hiçte manevi hizmetler iddiasında bulunan bir yere yakışmamaktadır.

Bir yerde manevi hizmet iddiasıyla yapılan meşveretlerde manevi meselelerin ötelenip maddi meselelerin ilk sıralarda tutulması da maalesef ki mananın maddeyye mağlubiyetinin ifadesidir.

Eskilerde insanlara nasıl okuturuz veya daha iyi istifadeye vesile oluruz gibi sualler açılırken, bize mülk daire lazım, araba lazım.. gibi şeylere dönülmemesi gerekir. Dönmüşse şayet bilin ki, gemi dünya suyu almaktadır.

İşin acı yanı ise biz bunu hizmete kullanacağız gibi maskeli ve sureta mübarek sözlerle aldatmak yoluna gidilmiş olmasıdır.

Hülasa: eğer maddi hizmet iddia ediyorsak ve bunu Risale-i Nur namına yapıyorsak hizmetin düsturlarıyla yapmalıyız. Kendi hevamıza hevesimize ve efkarımıza hizmet kılıfı giydirerek değil. Bediüzzamanın davasında Bediüzzamanın metoduyla hizmet edilir.

Bahtiyar o kimsedir ki, bu hizmette bu hizmetin düsturlarıyla amel eder.

Bedbaht ise, heva ve hevesine hizmet kılıfı giydirir.

Saftirik ise, hüsn-ü zanna binaen bedbahtların sözünü hizmet zannederek ona taraftar olur.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org

Bu Hizmette Nasıl Hizmet Edersek Karlı Oluruz ?

İslamiyete hizmet eden ve dar manada İslamiyeti kaliteli ve daha samimi olarak yaşamak ve yaşanmasına vesile olmak için teşekkül eden cemaatler esas itibarıyla insanların manevî hayatına hizmet için var olan ve öyle olup öyle kalması gereken kuruluşlardır. Nitekim Üstadımız, Nur Talebeleri için gösterdiği birinci hedef ebedî hayatları kurtarmak davasıdır.

Bu gaye ifa edilirken iştagal-i dünyevideki mevki nazara alınmamaktadır.Talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.” (1) sözleriyle de bunu bizlere ders veriyor Risale-i Nur. Ayrımcılık ise, İslami hizmetlerde söz konusu değildir. Çünkü Allah huzurunda makam ve mevki itibar sebebi değildir. Allah’ın insana itibar etmesi takvasıdır. (2)

Bu gayedeki hizmetlerin dünya hayatına bakan önemli neticelerinden biri ise, anarşiliğin ve serseriliğin önüne geçip huzuru temin etmektir.Risale-i Nur’un gösterdiği fevkalâde ıslahat ile bütün halkın gözü önünde şu on seneyi mütecaviz bir zamanda başta kendim olmak üzere birçok kimseler var ki, evlerinin yollarını öğrenmişler. Süflî gidişatları aile saadetine dönmüş. Şimdi anaları babaları, sebeb olanlara dua ediyorlar.” (3)

İnsanların imanı nisbetinde ahlâkı ve ibadet adabıyla disipline olmuş bir hayat anlayışına sahip olarak ifrat ve tefritten azade olmaktadırlar. Risale-i Nurdan tarz-ı hareket alan cemaatlerin en önemli ve öncelikli gaye ve hedefini teşkil ederken, hizmet ve iştigallerini bu gayeye yönelik faaliyetler oluşturmaktadır.

Nur talebeleri bu temel prensibin bir neticesi olarak, cemaatlerin ticaret, siyaset ve hele devlet idaresi gibi dünyevî işlerle doğrudan bir alâkaları olamaz. Çünkü alemlerinde ve dimağlarının merkezinde asıl gaye menfaat-i dünyeviye olmayıp ahirete müteveccihen say u gayret etmektir. Dünyevi işleri de Allah rızasını tahsil için en doğru şekilde yapmak gayretinde oldukları için bu güzel niyetle ibadet hükmüne tebdil etmek gayretindedir. Cemaat mensupları, ferdi olarak kendi şahısları adına ticaret de yapabilirler veya siyasetle de meşgul olabilirler. Bunda bir mahzur yoktur.

Bu meşguliyetlerini, cemaat tarafından yapılan manevî hizmetlere katkı ve destek vermek gibi bir amaca da yönlendirebilirler. Ancak burada ince ve hassas bir çizgi var. O da, söz konusu ticarî veya siyasî meşguliyetlerin, cemaatlerin şahs-ı manevîsi ile irtibatlandırılmadan yürütülmesi gereğinin altını çizmek gerekmektedir.

Toplumda bir yanlış anlama var. O ise, insanın mehasini şahsına, hata ve günahları müntesibi olduğu hizmete mal edilmektedir.

Bu dengeye dikkat edilmezse, cemaatlerin ticarîleşme ve siyasîleşme yoluyla dünyevîleşip yozlaşması neticesinde maksad araç, araç maksad olabiliyor. Binaenaleyh, manevî hizmetlerin ticarî veya siyasî amaçlar için istismar edilmek istendiği gibi suçlamalara malzeme verilmiş olunur. Bu da maddi ve manevi sıkıntılara sebep olabiliyor.

Hizmet başlatılmaya niyet edildiği zamanlarda mevcut olan halisâne duygular ve hizmet mülâhazaları, zaman içinde, kuralları başka merkezlerce belirlenen ticaret ve siyasetin kaygan zeminlerinde, giderek hızlanan bir süreç içinde aşınmaya ve helâl-haram hassasiyetleri törpülenmeye başlar. Bir süre sonra bakılır ki, Kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe” (4) açılıp ithamlara zemin teşkil edilmiş olur. Cemaatler cemaat olmaktan çıkıp müflis gayelerin zemin veya çeşitli şeylerin bahçesi hükmüne geçebilir. Neticesinde itibarsızlaşır ve kısır döngü içerisinde tükenirler.

Bu kısır döngüye girmemek için istikamet dairesinde, sadece hizmetin esasatıyla meşgul olmak bir zarurettir. Ticarete, siyasete, günlük hadiselere ve hizmetin temel alanı olmayan yani imana taalluk etmeyen şeylerle meşgul olmadan tebliğ vezifesi ifa edilmelidir. Bu vazifeyi de şahısların rızasını tahsil etmek ve adeta resmi bir hizmet suretinde suhre tarzında değil, samimi, ihlas ile ve doğrudan doğruya Allah’ın rızasını esas maksad yaparak hizmet edilmelidir.

Hizmete zarar verecek davranışlardan ve ferdi hareket etmekten de azami derece de uzak kalmaya gayret edilmelidir.

selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

________________________________________

1-Tarihçe-i Hayat ( 29 )

2-Hucurat Suresi 13. Ayet meali: Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhib çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki ALLÂH’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda en ileri olandır. Muhakkak ki ALLÂH her şeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdârdır.

3-Şualar ( 576 )

4-Muhakemat ( 96 )

 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.Org

Hizmette Kendi Kemalatımızı Karşıdan Beklemeyelim!

Hizmette Kendi Kemalatımızı Karşıdan Beklemeyelim!

 “insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner,  fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak.”[1]

Hizmet-i Nuriyede ekseriya yaşanan sıkıntıların temelinde var olan şey nur hizmetinde Risale-i Nur’un esasatı yerine nefs, heva ve şahsi anlayışlarla hareket etmektir.

Hizmet düsturları Barla, Kastamonu, Emirdağ Lahikaları ve Tarihçe-i Hayat isimli eserlerde talim etmiştir uzaktan eğitim sisteminde. Bu eserler “Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.”[2] Bu sebeple hizmet düsturlarını bilmemek veya işine gelmediği için başka metodlar koymak ve tatbik etmek nurculuktan ihraçtır. Çünkü Bediüzzamanın davasında Bediüzzamanın metodu caridir. Esaslar bir yana benim anlayışım esastır deyip yerine kendi anladığımızı tatbik etmek hatalı bir fiildir.

Geniş ve külli hadiseler karşısında şahsi anlayışlar denizden katrenin katresi ancak olabilir. Bu sebeple bizler fiilimizi esasat-ı nuriyeye göre yapmalıyız.

      Hizmetimizdeki tüm ferdler bir bütünlüğün parçasıdır. Yani küll’ün cüz’üdür. Bütünlük ve beraberlik ancak hizmeti netice verir. Her ferd bir istidad sahibidir ve farklı bir mizacı ve istidadı kabiliyeti var. Bu sebeple herkesi basma kalıp olarak şekillendirmek cânilikten başka bir şey değildir.

     Farklı müstaidlerin beraber hareket etmesi neticesinde fevkalade bir netice hâsıl olur. İhlas Lem’alarında ki iğne ustalarının misali bunun tecessüm etmiş halidir. Arzu eden bakabilir.

     Bir hizmet beldesi ve zemininde hizmet eden kimseler herkesten ziyade müteyakkız davranmalıdır. Bunun için de esasat-ı nuriyeyi hizmet metodu olarak tatbik etmelidir. Şahsi anlayışlarını islah etmeli. Farklı müstaidlerin önünü kapatmak yerine onun o hareketini ulvi gayeye tevcih etmelidir. Âkıl olan bunu yapar çünkü o müstaid kendisini daha da terakki edecektir.

     Hizmet zemininde ferdlerin kusurlarını nazara alıp hareket etmemek elzemdir. Çünkü önüne geçmek ve uzaklaştırmak yerine kusurunu kapatıp hizmette şevkini kırmamak vücubiyet derecesinde elzemdir.

     Bu tesanüdün neticesinde ancak iddia edilen şeye takarrüb edilebilir. Fiil makuse olursa netice de …

     Bu davaya hizmet eden ehl-i hizmetler ve medresede kalanlar yeni gelen kimselerde kemalat araması son derece yanlıştır. Çünkü kendisinin senelerce birikimini karşıda görmek istiyor ki bu son derece yanlış. Bunda bir sıkıntı da şu ki karşıda birikim varsa bu defa da kendisine rakip görmek gibi bir akıl tutulması yaşıyor. Bu defa onu hizmet sahasından atmak için elinden geleni yapabiliyor.

     Birikimi yoksa da ya ona tahakküm etmeye, edemiyorsa kulp takıp gene daire haricine atmaya yelteniyor. Demem o ki hizmet edenler yenilerle ve eskilerle beraber hareket edip maksud manaya vasıl olmak yolunu tutmalıdırlar. Yoksa hem o zarar eder hem de bu daireye zarar verir ve daire dışına attığı kimselerin de manevi günahlarına dareynde ortak olurda fark etmez.

      “hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sahil-i selâmet olan Dâr-üs Selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.” [3] bu fabrika çark meselesinde olduğu gibi bir uyum söz konu olmalıdır. Yok o vakıf, bu ehl-i hizmet, bu talebe öteki içtimai … gibi kulplar takıp hizmetten anlamaz hizmet sadece bizim işimizdir gibi şeytanın sözlerini taşıyan merkep gibi olmak söz konusu olur.

     Hizmetimiz, firavunun ümmeti olmak değil Hz. Muhammed’e (a.s.v.) ümmet olmak yoludur.

     Hülasa: bu hizmeti sadece vakıflar veya ehl-i hizmetler veya içtimailer bilir diye bir şey söz konusu değildir. Hizmet etmek bir takım ruhudur. Şahs-ı manevi işidir. Bu sebeple sadece bir grup kendisine imtiyaz takıp kendisini bütleştirmemelidir.

     “Evet, bahtiyar odur ki; kevser-i Kur’anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir.” [4]

Evet, bedbaht odur ki, şahsiyetini o havuz içine arıtmaz ve enaniyetine kuvvet verip riyakarlık yapar.

“Risale-i Nur dairesi içine kabul ve bu âb-ı kevser-i hayat ile menba’-ı feyz-i iman, gayet değerli ve kıymetdar bu ebedî ders ile, kendimi daima mes’ud ve bahtiyar addediyorum.” [5]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Lem’alar ( 160 )

[2] Emirdağ Lahikası-1 ( 9 )

[3] Lem’alar ( 161 )

[4] Lem’alar ( 166 )

[5] Barla Lahikası ( 370 )

KARŞIMIZDAKİNE NASIL BAKMALIYIZ?

KARŞIMIZDAKİNE NASIL BAKMALIYIZ?

İnsan, tabiri bir kompleksin tamamına verilen isimdir. Yani bir küll’e verilen isimdir. Bir bütünlüğü temsil eder. İnsan vücudunun bir parçasına yani cüz’e insan değil aza denilir. Manevi hizmetler de insan vücudu gibidir. Tek ve parça olarak düşünülemez. Düşünüldüğü zaman ona hizmet denilmez ve istenen netice de ele geçmesi adeta imkânsızdır. Yani netice noksan ve metod hatalı, fikir ise marazlıdır. Çünkü, “insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner,  fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak.”[1]

Hizmet-i Nuriyede ekseriya yaşanan sıkıntıların temelinde var olan şey nur hizmetinde Risale-i Nur’un esasatı yerine nefs, heva ve şahsi anlayışlarla hareket etmektir.

Hizmet düsturları Barla, Kastamonu, Emirdağ Lahikaları ve Tarihçe-i Hayat isimli eserlerde talim etmiştir uzaktan eğitim sisteminde. Bu eserler “Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.”[2] Bu sebeple hizmet düsturlarını bilmemek veya işine gelmediği için başka metodlar koymak ve tatbik etmek nurculuktan ihraçtır. Çünkü Bediüzzamanın davasında Bediüzzamanın metodu caridir. Esaslar bir yana benim anlayışım esastır deyip yerine kendi anladığımızı tatbik etmek hatalı bir fiildir.

Geniş ve külli hadiseler karşısında şahsi anlayışlar denizden katrenin katresi ancak olabilir. Bu sebeple bizler fiilimizi esasat-ı nuriyeye göre yapmalıyız.

      Hizmetimizdeki tüm ferdler bir bütünlüğün parçasıdır. Yani küll’ün cüz’üdür. Bütünlük ve beraberlik ancak hizmeti netice verir. Her ferd bir istidad sahibidir ve farklı bir mizacı ve istidadı kabiliyeti var. Bu sebeple herkesi basma kalıp olarak şekillendirmek cânilikten başka bir şey değildir.

     Farklı müstaidlerin beraber hareket etmesi neticesinde fevkalade bir netice hâsıl olur. İhlas Lem’alarında ki iğne ustalarının misali bunun tecessüm etmiş halidir. Arzu eden bakabilir.

     Bir hizmet beldesi ve zemininde hizmet eden kimseler herkesten ziyade müteyakkız davranmalıdır. Bunun için de esasat-ı nuriyeyi hizmet metodu olarak tatbik etmelidir. Şahsi anlayışlarını islah etmeli. Farklı müstaidlerin önünü kapatmak yerine onun o hareketini ulvi gayeye tevcih etmelidir. Âkıl olan bunu yapar çünkü o müstaid kendisini daha da terakki edecektir.

     Hizmet zemininde ferdlerin kusurlarını nazara alıp hareket etmemek elzemdir. Çünkü önüne geçmek ve uzaklaştırmak yerine kusurunu kapatıp hizmette şevkini kırmamak vücubiyet derecesinde elzemdir.

     Bu tesanüdün neticesinde ancak iddia edilen şeye takarrüb edilebilir. Fiil makuse olursa netice de …

      “hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sahil-i selâmet olan Dâr-üs Selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.” [3]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

 


[1] Lem’alar ( 160 )

[2] Emirdağ Lahikası-1 ( 9 )

[3] Lem’alar ( 161 )

MANEVİ HİZMETLERDE DÜNYA MALI

MANEVİ HİZMETLERDE DÜNYA MALI

“Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” [1]

     Hizmetlerin hedefi rıza-yı ilahidir. Bu gaye ile yola çıkıpta yoldan savrulanların durumunu Furkan-ı Hakimde Rabbimiz anlatıyor. Talut (as), Musa (as)’dan sonra gelen bir nebidir. Döneminin deccalı ve zalimi olan Calut ile mücadele ve mücahade etmiştir. Talut (as)’a ittiba eden mücahitler toplandığı zaman dönemin nebisi (as) onlara hitap etti. Düşmanla karşılaşmaya giderken bir ırmaktan geçileceği ve o sudan bir avuçtan başka içilmemesi gerektiği vehakeza söyledi. Nebi (as)’ın dediği gibi ırmağa gelince çokları o ırmaktan içtikçe içti ve yürüyecek bir halleri kalmadı. Peygamber ordusu, deccal ordusuna karşı sayıca azınlığa düştü lakin mücahitler sayıca üstün olan düşmana galip geldi. O su içip şişenler ise mücahitlere ayak bağı olup, bir parça ümitsizliğe sebep oldular.

     Bu kıssayı biz kendi alemimize tatbik edecek olursak karşımıza bakalım tefekkürümüzde ne çıkacaktır.

     Talut (as) biziz.

     Mücahitler ise, akıl, kalb, ruh vs. latifelerimiz ve kuvalarımızdır.

     Calut ise, nefsimiz ve onu tahrik eden her şeydir.

     O ırmak ise, dünya malı metaıdır.

     Bir avuç olan su, insan hayatına ve hizmetlerine kifayet edecek olan helal ve meşru miktardır.

     İçtikçe içenler ise, dünya malına hırs ile “hel min mezit” daha yok mu diyenlerdir.

     Ordudan ayrılanlar, inkisar-ı hayale düşenlerdir.

     Bizler de hizmetimizi ifa ederken, dilencilik yapmamalıyız. Hizmetimiz dünya metaı ve bunun içinde ki mamelaik için değildir. Bizim gayemiz Hizmettir, hakkı anlatmaktır deyip bunun için şöyle bir bina yapmalıyız, bu araçları almalıyız diyorsa adımız gibi kat’i bilmeliyiz ki bunları söyleyen kimseler Talut (as) ise Calut savaşında ırmaktan su içip içip şişenlerdir. Bunlarla ne hizmet edilir ne de yola çıkılır. Hatta bunlarla berabersek helak olmamak için bunlardan uzak durulup mesafe konmalıdır. Hizmetimizin selameti için bunlardan ayrılıp müstakim yerler ve kimselerle irtibatımızı kavi tutmalıyız.

     Manevi hizmetlerde, maddi şeyler esas ve gaye ise o hizmet manevi değil maddi bir hizmettir. Hedef doğru lakin usul ve metos hatalı hale gelmiştir. Aklını, su içenlerle raptedenlere bu kıssa ve temsil küçük ve hakir görüleceğini tahmin ediyorum. Benim gayem hizmettir, netice ise Rabb-ül aleminindir.

     Calut’un yoluna giden ve onun safında olan şeylerde bir kaide yoktur. Çok şey onlarca mubahtır. Ama Talut (as) safında serbestiyet yoktur. Bir nizam, intizam, mizan ve muvazene vardır. Bunlara uymak gereklidir.

     Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerif ve Risale-i Nurdaki isimler birer şablondur ama hadiseler gerçektir. Talut, Calut, Musa, Firavun, Hüsrev, Re’fet, Said, Deccal, Zülkarneyn.. bunlar şablondur, makamdır. Bu makamların hususiyetlerini taşıyanlar o makamın müntesibidir. Adeta küçük bir Talut, küçük bir Calut olur insan. Hadiseler genelken biz şahsımızla özleştirip ona göre tatbik etmeliyiz.

     Selam ve selamet sağ yolun yolcuları olan süeda ve ebrara, levn ve itab ise Kabil ve onun yolunun yolcularına olsun..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Bakara Suresi 249. Ayet meali

 

 

www.NurNet.Org