Etiket arşivi: İstikrar

Deha Aranıyor!

Müslümanlar neden bu kadar başarısız? Neden elimizden hiçbir şey gelmiyor? Börekleri yiyip, çayları içip, sigaraları tüttürdüğümüz sohbetlerimizde, dünyayı kurtaracağımızı, bir gün Allah’ın yardımının geleceğini, dünyada kaybetsek bile ahirette kazanacağımızı söylüyoruz; biz, Allah’ın yeryüzündeki vekili değil miyiz? Nasıl bu kadar mağlup, nasıl bu kadar mutsuz, nasıl bu kadar çaresiziz? Neden hep, biraraya gelsek neler olacağını konuşuyoruz da bir türlü biraraya gelemiyoruz? İki oda bir salon hayatlarımızdan çıkamayaşımızın, kımıldayamayışımızın sebebi ne?

Müslümanlar deha yetiştirmiyor. Ne fizikte, ne kimyada, ne hukukta, ne siyasette, ne mimaride, ne astronomide, ne edebiyatta, ne felsefede, ne sinemada, ne tıpta, ne şunda, ne bunda… Elmacının kızında! Bu sözlerimin ardından, zihinlerde yükselen sesleri duyuyorum. ‘Olur mu canım! Kimleri kimleri yetiştirmişiz!’ Ben de geçiriyorum gözümün önünden o dehaları ve sonra onların talebelerini, çıraklarını, ustalarından öğrendiklerini ileri taşımakla, hayırlarda ve ilimde yarışmakla sorumlu olanları arıyor gözüm… Hiç mi yok! Var! Var, ama bir köşeye çekilmiş, Müslümanlar arasında bile azınlık gibi yaşayan, yalnız insanlar geliyor gözümün önüne. Nerede onlara sahip çıkacak Müslümanlar? Nerede, dehanın kıymetini bilen, onu gördüğü yerde tanıyan, onu dinleyen çoğunluk? İki oda bir salon hayatlar…

Hristiyanlar gibi Pazar günlerine kilitlediğimiz… Sabah sekiz, akşam altı ofis duvarları. Bir başka şehire göçmekten zahmetli git-geller, kalabalık şehir yolları… ‘Biz mi kurtaracağız dünyayı? Elbet biri gelir… Ben de onu takip eder kurtulurum’ rüyaları. Hep, neyin yanlış olduğunu tarif etmek, ama çözüm üretememek. Neyin yolunda gitmediğini görmekle yetinmek ve harekete geçememek.

Vakit, kendimizi kurtarmanın vaktidir! Allah, nefsindekini değiştirmedikçe, hiçbir kavmi doğru yola iletmez. Madem bu kadar çamura battık arzda ve böylesi yenik düştük şeytana, üstümüzü başımızı temizlemenin vaktidir. Şeytanın en çok sevdiği şey, hiçbir şey yapmadan yerinde oturan iyi bir adamdır. Yerimizden kalkmanın, tozumuzu toprağımızı silkelemenin vakti gelmedi mi? Bugünün ve yarının Müslümanlarını, yeryüzünde düştükleri utanılası durumdan kurtaracak dehalar yetiştirmenin vakti? Pekiyi, neymiş bu deha? Allah vergisi mi, öğrenilesi bir şey mi? Bu sorunun cevabını, yapay zekâ çalışmalarında kullanılan bir bilgiyle yanıtlayalım.

Öğrenme modelleriyle ilgili yapılan araştırmalar ortaya koyuyor ki normal zekalı bir insan, pek çok zaman, kendisinden daha üstün zekâya sahip diğerinden daha başarılı olabiliyor. Buradaki ilginç durum, bu üstünlüğün nasıl sağlandığıyla ilgili:

İSTİKRAR! Evet, istikrarlı çalışan biri, bunu beceremeyen üstün zekâlı birinden çok daha önemli işler başarabiliyor. Mesele, ne yapmak istediğimizi belirlememiz ve bıkmadan usanmadan onun üzerinde çalışmamız.

Müslümanlar, bilimde ilerlemeyi, dünya ilmi diye karpuz kabuğundan saydıkları için, uzaya uydusunu gönderip fotoğrafımızı çeken Amerika oluyor, bize de el sallamak düşüyor. Koca bir kent büyüklüğündeki uçak gemilerinden atılan Tomahawk’ları dualarla durdurmaya çalışıyoruz. Tomahawk dua ile durur mu? Allah dilerse durur! Pekiyi, biz, kötüyü durdurmak, akletme yeteneğimizi kullanmak için ne yaptık ki Allah bizi bedavadan kurtarsın? ‘Siz, sizden öncekilerin çektiği sıkıntıları çekmeden cennete gideceğinizi mi sanıyorsunuz?’ (2/214) ayeti kerimesine bakılırsa, Müslümanın bedavadan göğe yükselmeyeceği açık.

Arşimet, Romalıların saldırılarına karşı Syrakusai’nin savunmasını yönetti. Üç yıl boyunca, Marcellus’un ordusunu başarısızlığa uğrattı. Çok uzak mesafelere taş veya ok atmaya yarayan makineler yaptı. Düzlem aynaları ince hesaplarla birleştirirken, çevresinde toplanan halk ona gülüyordu. O, aynalarla topladığı ışıkları, dilediği gibi yönlendirerek, düşman gemilerini yaktı. Her şeye rağmen, Romalılar şehri zaptedince, Marcellus, Arşimet’e dokunulmamasını emretti. Ne var ki, Arşimet’i tanımayan bir asker, bir problemin çözümüne iyice dalmış olan bilginin kendisine cevap vermemesine kızarak, onu öldürdü. Nereden nereye… İspanya’yı fetheden kumandan Tarık bin Ziyad, ‘boş zamanımda askerlik yapıyorum, asıl işim ilimdir’ deyip, matematik çalışıyordu.

İki oda bir salon hayatlar… Aceleciliğimiz, tembelliğimiz, ‘hemen olsun’ isteyişlerimiz. 100 metre koşup, dünya rekorunu kıralım, altın madalyayı alalım istiyoruz. Oysa, koşmamız gereken zorlu bir maraton var önümüzde, uzun mu uzun, zorlu mu zorlu, yalnız mı yalnız. Bugün, geri kaldığımız alanlardaki açığı kapatmak için çalışmaya başlasak, çok değil otuz yıl sonra neler değişir! Ama herkes kısa mesafe koşmak istiyor. Dünyanın o kadar işi gücü varken, ne gerek var şimdi fizik çalışacaksın, mantık öğreneceksin, kimya, biyoloji, genetik, matematik, astronomi okuyacaksın! Ne gerek var Kur’an’daki kavramlar üzerine düşünmeye, lisanını temizlemeye! Uzun iş! Biri yapsın da, biz de peşinden gideriz. Bize, deha lâzım. Hep geçmişe bakıp onun hayalini kuran değil, ama geçmişten öğrendiklerine sağlam basıp ayağını, gözünü geleceğe diken bir deha…

einstenHer alanda yaptıkları istikrarlı çalışmalarıyla, keşif yapabilen dehalar. Albert Einstein‘ın, dünyanın en akıllı insanı olduğu masalını daha ne kadar dinleyeceğiz? Hep övünürüz: ‘Batı şunu da bizden öğrendi, bunu da bizden öğrendi.’ Son 20 yılda, kaç Müslüman, kaç keşif yaptı? Allah’ın vekili olma sıfatına layık görülen bizler, ne kattık da ne bekliyoruz hayattan? Bağdat’ta, İslâm tarihinin en önemli eserleri cayır cayır yakıldı. Şimdi var mı gücümüz, bir o kadar daha araştırmaya, yazmaya? İki oda bir salon hayatlar…

Keşifler kötüye kullanılıyor diye, keşfetmekten vazgeçtik. Ne Allah’ın neyi nasıl yarattığından haberimiz var, ne de öğrenmeye bir merakımız. Dünya ilmi… ne yapacaksın? Bize ne mercekten, protondan. Kozmolojiymiş, canlıların yaşamlarıymış, yerdeki ve göklerdeki hareketlermiş… Kime faydası var, bir teleskop alıp uzaya bakmanın? Nasılsa, son model telefonlar bilmem kaç piksel fotoğraf çekiyor. Internette sörf yapmak varken, gezegenleri, yıldızları incelemeye vakit mi ayırılır? Gazetelerin arka sayfalarındaki küçük köşelerde, Batı’nın son buluşlarını yayınlıyorlar nasılsa. Onları doğru kabul ederiz, olur biter. Olmadı; yazarız bir şiir, yıldızı sevgilinin gözü yaparız, sevgilinin gözünü ay, sonuna bir de kafiye attık mı tamam!

‘Yıldızlar karartıldığı zaman’ (81/2), ‘gezegenler saçıldığı zaman’ (82/2) kıyamet kopacak, ama onu da incelemeye gerek yok, zaten hayatımızın ve çağımızın geldiği noktadan iğreniyoruz ve düzelebileceğine dair hiçbir ümidimiz yok ve bu yüzden de bir şey yapmayıp, sadece kendimizi garantiye alacağız ya! Neyin yolunda gitmediğini, neyin yanlış olduğunu tanımlayarak ömür tüketenlerden yorulduk. Şimdi bize, merceğini, sorunun üzerine tutup, topladığı ışıkla onu yakacak dehalar lâzım. ‘Dehanın ışığı, başka, doğru düzgün bir insanınkinden daha çok değildir; ama deha, bu ışığı belli türden bir mercekle yakıcı bir noktada toplar.’

Aybars Bora / Zafer Dergisi

İstikrarın Önemi Anlaşıldı!

Seçimden önceki yazımda vurguladığım “Doğru tercih ile vebalden kurtul”başlıklı iddialarım, bugün te’yid edilmiş oldu. İstikrara oy vermeyenler ise sebep oldukları bu çirkin ve tüm şer güçleri sevindiren tabloya bakarak, kara kara düşünsünler…

Öncelikle, “seçim neticeleri hayırlı olsun” diyelim.

Ancak bu tablo, hiç te hayırlı gözükmüyor. Çünkü seçmenin sehven tercihi olan bu tablo, çok net bir biçimde istikrara, doludizgin koşan hizmetlere ve kalkınmalara “DUR” demiştir. Güzel ülkemizin ve istikrarın bir nevi CELLADI olan koalisyonlara mecbur bırakmıştır. Bu tabloya sebep olanlar hiç sevinmesinler, çünkü kesinlikle vebal altındadırlar.

Öncelikle bu geçiş döneminde bile, borsa düştü, Döviz fırladı, faizler tırmanmaya başladı, enflasyon kontrolden çıkacak, sermaye ve baronlar kazanacak, yoksul iki kat daha yoksullaşacak ve diğer olumsuzluklar nüksetmeye başlayacaktır. Gümbür gümbür gelen tehlike, apaçık bir şekilde ortadadır.

Şöyle ki: TBMM 550 milletvekili ile çalışıyor. İktidarın herhangi bir konuda karar alabilmesi için, meclisin yarıdan çoğunun (yani 276 M.V.’nin) “KABUL” oyuna ihtiyaç vardır. Sağlıklı bir çoğunluk için ise 300 milletvekili şarttır. Bu seçim neticesinde ise seçmen iktidara, yani istikrara, sadece 258 milletvekili verdi. 258 Milletvekili ile ise asla istikrarlı bir hükümet kurulamaz. Koalisyon şarttır…

Seçmen bu iktidara 258 MV vererek, böyle çok büyük RİSK ve vebal altına girmiştir. Çünkü birinci ve en büyük parti, ya diğer 3 partiden birisiyle koalisyon kurmak zorunda kalacak ki, bu da icatlara çok KÖSTEK olacağı için, kesinlikle tercih edilmemelidir. Veya birbirine zıt olan diğer 3 parti, KOALİSYON kurarak iktidar olacaklardır. Bu daha yakın gözüken bir ihtimaldir.

İşte bu durumda esas sorunlar ayyuka çıkacaktır. Üç koalisyon ortakları, önemli bakanlıklar için mutlaka kavgalar verecek. Milli Eğitim, Savunma veya İç İşleri Bakanlığının HDP’ye verilmesine, MHP asla razı olmayacak. Şayet bir an için razı olduğunu düşününüz, atamalar başlayınca mutlaka çıngar çıkacak.

Her hangi bir bakanlık için PKK gölgeli ve eli kanlı bir partiye, milliyetçiler razı olmayacaklar. Diyanetten sorumlu Başbakan yardımcılığının, HDP’ye verildiğini bir düşününüz! Bu didişmeler ise dövizi, istikrarı, ekonomiyi ve gidişatı hep kötü etkileyecektir.

Bundan sonra olacaklardan, 3. Köprünün, 3. Hava alanının, kanal İstanbul’un, metroların, hızlı trenlerin, dev tüp geçitlerin, duble yolların, tünellerin ve devam etmekte olan DEV projelerin durmasından, iptalinden, aksamalarından, Yüce dinimize ve mukaddesatımıza gelen tüm olumsuzluklardan, istikrara oy VERMEYENLER sorumludur ve vebal altındadırlar…

Pensilvanya’nın talimatıyla HDP’ye oy verenler, “bu iktidara bir ders verelim” diye cahilce koşuşturan cüce partiler ve onlara tav olan saf Müslümanlar vebal altındadır. Sadece Öcalan’ın yeğenini meclise sokup, halkın vergileriyle besleme vebali size yeter! Kurban eti dağıtırken kafası taşla ezilerek öldürülen Yasin’in, Savcı Kiraz’ın, belediye otobüslerinde molotofla yakılan öğrencilerin, onlarca masum esnafın ve askerlerin katillerini meclise sokma vebali, sizlere yeter!…

Van depreminden sonra, dünyada görülmemiş bir sür’atle, sadece bir yıl içinde, tüm Vanlı depremzedeleri yeni evlerine kavuşturan iktidara, %80 RED OYU vererek NANKÖRLÜK ÖRNEĞİ göstermeleri, unutulacak bir vefasızlık değildir!… İstikra oy verenler, eğer bu konuda gayret de gösterdilerse MÜSTERİH olsunlar.

Size ne kadar zarar değerse, onları da aynı zararlar sarıp sarmalayacaktır. Üstelik de zerre kadar insafları var ise daha dünyada vicdan azabı çekecekler…

Kim bilir, belki de: “Asê, en tekrahu, şey’en” ayeti tecelli edecek. Yani, 2/216. Ayet;“Hoşlanmadığınız bir şey, sizin için daha hayırlı olabilir,” ayeti tecelli edecek. Bu tabloya sebep olanlar, bu gidişattan müthiş pişman olacakları için, bizler müsterih olurken, onlar kahrolacaklar. “Ellerim kırılsaydı da, istikradan taviz vermeseydim, bu acı tabloya sebep olmasaydım” diyecekler…

Nasihat ve onca uyarılarla uyanmayıp yanlış yapanlar, koalisyonun sebep olduğu felaketlerle akılları başlarına gelenler, ellerine geçecek ilk fırsatta, (erken seçimde)çok ciddi bir İSTİKRAR tablosu ve çok güçlü bir iktidar çıkaracaklardır… Kim bilir?… Bekleyip, musibetlerin ve kaosun şeklini ve tahribatını hep beraber göreceğiz…

Çok net olan şu: Dinden, imandan, mukaddesattan, gerçek vatan sevgisinden nasibi olmayanlar ve tüm şer güçler elbette çok sevinecekler.

Kalbinde bir nebze iman ve vatan sevgisi olup aldananlar, acıları ve kazanımların kaybedildiğini gördükçe, bu gidişattan ve vicdan azabından kahrolacaklar.

İstikrara oy verenler ise gerçekten her yönden masum ve MÜSTERİHTİRLER…

A. Raif Öztürk

Yılmak Yok, Mücadeleye Devam!

Bir proje üzerinde çalışmaktan vazgeçen öğrenciye profesör sorar:

– Evlâdım, Mecnun Leyla’sından vazgeçti mi?

– Hayır hocam.

– Kerem, Aslı’dan usandı mı?

– Hayır.

– Ferhat, dağları delmekten korktu mu? Vazgeçti mi?

– Hayır.

– Edison 2000 küsur denemeden sonra pes etti mi?

– Hayır

– Ya Kocadağlı Ahmet?

Bir süre suskunluktan sonra genç:

– O’nu hiç duymadık ki hocam, deyince profesör son darbeyi vurur.

– Tabii duymazsınız!… Çünkü o senin gibi vazgeçmişti…

..Unutma ki evlâdım; vaz geçenler değil, daima sürekli mücadele verenler kazanırlar ve tarihe geçerler…

  • Bir örnek de manevî hayattan verelim, sonra da önemli konumuza geçelim:

Ehl-i takvâ bir zât temiz elbiselerini giyerek, yatsı namazına camiye gitmek için erkenden yola çıkar. Normal yolda yürürken tökezlenir ve düşer. Üzerinin kirlendiğini fark edince eve döner, ihtiyâten yeniden abdest alarak, diğer temiz elbiselerini giyer ve yine cami yoluna koyulur.

Daha çok dikkat ettiği halde, karanlıkta bir şeye takılıp ikinci kez düşer. Hiç üşenmeden, yine eve giderek aynı şekilde abdest alır, temiz elbise giyerek yine namaza yetişmeye çalışır. Bu sefer de aceleyle yine aynı âkıbete üçüncü defa duçar olur, fakat yine de PES etmez. Yine eve döner ve temiz elbiseler giyerek namaza yetişmek için caminin yolunu tutar.

Aynı kararlılıkla camiye doğru birkaç adım ilerledikten sonra, elinde lâmba ile yolunu aydınlatan bir kişiyle karşılaşır.

“Herhalde benim bu perişan hâlimi evinden gördü ve bana onun için yardım ediyordur” düşüncesiyle, birlikte camiye doğru yürürler.

Lambayla kendisine ışık tutarak yardım eden kişiye, bu jestinden dolayı minnet duyduğu için, “namazı kendisinin kıldırmasını” teklif eder, fakat o kişi şiddetle reddeder.

O zât bu kadar kesin reddin sebebini merak ettiği için, “SEBEBİNİ” sorar. O kişi:

-“..Çünkü, ben ŞEYTANIM” deyince, o ehl- takvâ zât adetâ şok olur.

-“Nasıl olur? Bir şeytan beni camiye yetiştirmek için, niçin yardım etsin ki?” diye sorar. Cevap çok ilginç ve bizlere ulaşacak kadar ibret doludur. Şeytan der:

-“Seni, camiye gitmekten MEN etmek için, her seferinde düşüren bendim. Şimdi sana yardım etmeme gelince: Seni ilk düşürdüğümde “nasılsa bir mazeretim var, üstüm kirlendi” diye düşünüp vazgeçeceğine, senin eve dönüşünden sonraki, camiye gidiş kararlılığın için, Allah senin tüm günahlarını af etti. İkincisinde de “pes edersin” diye düşünmüştüm. Sen yine aynı kararlılığı gösterince, Allah senin tüm aile efradının günahlarını af etti. Üçüncü kararlılığında ise tüm cami cemaatini bağışladı. Bunlar hep benim zararıma oldu. İşte bu nedenle senin namaza yetişmene yardım ediyorum…”

  • Evet dostlarım. Hiçbir zorluk veya engel, bizleri hayırlı işleri yapma kararlığından vaz geçirmemelidir. Her iki örnek de bizlere bu masajı veriyor. Zorluklar ve engeller, genellikle şeytandandır…

Bu konuyu ..Evet, dînî sohbetler ve NUR TERAPİLER güzeldir ve faydalıdır da, bazen de bildiğimiz aynı konular tekrar ediliyor vs. diyerek nazlananlar için ve de çalıştıkları işyerlerinde sürekli aynı temizliği yapanlar, veya monoton ve aynı işi yaptığı için usananlar için seçtim.

  • Bir sandaldaki balıkçının, kürekleri hep ayni hareketlerle çekmesi onu usandırırsa, menziline asla ulaşamaz.
  • Yumuşacık su damlalarının o sert mermeri delmesi, elbette suyun sertliğinden değil, usanmaksızın sürekliliğindendir…

Ömrü Allah yolunda geçmiş olan ihtiyar bir zâta:

“-Efendim, artık yaşlandınız! Ömrünüz hep Allah için hizmet gayretiyle geçti. Lütfen artık kendinizi fazla yormayınız, biraz istirahat ediniz!” denilince o ârif gönüllü zât bu teklife şu hikmetli cevapla mukâbelede bulunmuş:

“-Evlâdım! Bir düşün bakalım. Meselâ siz bir sınava veya önemli bir yarışa katılmış olsaydınız, sınavın bitiş emri de gizli olsa, hedefinize iyice yaklaştığınızda istirahat eder veya hiç yavaşlar mıydınız?”…

  • İnşirah Sûresi, 7. Âyet: “O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş.”…

Yani, yılmak, usanmak, pes etmek yok. Çalışmaya, işe, vb. mücadeleye devam… 

A. Raif Öztürk