Etiket arşivi: istişare

Meşveretlerde ki Mana

Meşveretlerde ki Mana

“siz, mabeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz.” 1

“Medar-ı niza’ bir mes’ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. “Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” 2

“İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.” 3

“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.

وَ اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.” 4

“meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o “hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.” 5

“meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makasıd ve mesalik, bürhan-ı katı’ üzerine teessüs ve her kemale mümidd olan hakk-ı sabit ile hakaiki rabteylemesidir. Bunun neticesi; bâtıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz.” 6

Meşveret etmek, fikir almak, kamu oyu yoklaması yapmak elbette ki, insanın şahsi hayatı ve içtimai hayatın istikameti için elzem olan bir şeydir. Bunun ihmal edilmesi istibdatı, istimal edilmesi ise istikameti, bir grup tarafından bu sistemin su-i istimali ise oligarşiyi ve zımni manada istibdadı tevlid eder. Peki meşveret nedir diye baktığımızda kısaca karşımıza şu manalar çıkıyor. Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşâverede bulunmak… bütün bu manalar latif ve nazif olan manalardır. Manaevi meselelerde ortak akıl olan meşveretten beslenmek, nizami ve ortak bir sistemin tesisi cihetiyle güzeldir ve ibadet manasındadır. Dünyevi bir manada müşaverede bulunmak ise mevzubahis olan iş hakkında bir nokta-i nazara vesiledir. Yani netice itibariyle insanda ister manevi ister maddi meselelerde olsun bir nokta-i nazara vesiledir.

Maddi meseleler, manevi meselelerde tali ve ikinci, üçüncü mesele mesabesinde olmalıdır ki, manevi hizmetleri esas alan yerler kurum ve kuruluşlar (stk, dernek, vakıf..) gerçekten manevi hizmet iddiasına şahit olsun. Manevi hizmet iddia eden yerler sürekli olarak adeta dört mevsim yaşanan ülkemizde laakal mevsimlere kendisini endekslemiş gibi en az dört defa maddi taleplerde bulunması ve meşveretlerde insanların manevi olarak tatmini hususunda neler yapılabilir yerine nereye arsa, daire veya bina dikilebilir haline dönüşmüşse arabanın hararet ibresinin sinyal vermesi gibi o hizmet hareketi sekülerleşip artık maddi bir hizmet suretine bürünmeye başlamıştır.

Bir yerde mülk bir daire veya binanın olması orada manevi hizmetlerin inkişafı manasına gelmediği aşikardır. Bir de biz hizmet edemiyoruz çünkü mülk bir yerimiz yok gibi bir serzeniş ise hiçte manevi hizmetler iddiasında bulunan bir yere yakışmamaktadır.

Bir yerde manevi hizmet iddiasıyla yapılan meşveretlerde manevi meselelerin ötelenip maddi meselelerin ilk sıralarda tutulması da maalesef ki mananın maddeyye mağlubiyetinin ifadesidir.

Eskilerde insanlara nasıl okuturuz veya daha iyi istifadeye vesile oluruz gibi sualler açılırken, bize mülk daire lazım, araba lazım.. gibi şeylere dönülmemesi gerekir. Dönmüşse şayet bilin ki, gemi dünya suyu almaktadır.

İşin acı yanı ise biz bunu hizmete kullanacağız gibi maskeli ve sureta mübarek sözlerle aldatmak yoluna gidilmiş olmasıdır.

Hülasa: eğer maddi hizmet iddia ediyorsak ve bunu Risale-i Nur namına yapıyorsak hizmetin düsturlarıyla yapmalıyız. Kendi hevamıza hevesimize ve efkarımıza hizmet kılıfı giydirerek değil. Bediüzzamanın davasında Bediüzzamanın metoduyla hizmet edilir.

Bahtiyar o kimsedir ki, bu hizmette bu hizmetin düsturlarıyla amel eder.

Bedbaht ise, heva ve hevesine hizmet kılıfı giydirir.

Saftirik ise, hüsn-ü zanna binaen bedbahtların sözünü hizmet zannederek ona taraftar olur.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) İstişareye Verdiği Ehemmiyet

Resûl-i Ekrem (s.a.v) istişareye büyük ehemmiyet verirdi.

İş hususunda onlarla müşavere et.” 1

ayeti de bunu emretmektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) istişarenin ehemmiyetini şöyle ifade buyurur:

“Biliniz ki, Allah da Resulü de müşavereden müstağnidir. Ancak Allahü Teala bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse hayırdan mahrum olmaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.”

Başka hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: 

“İstişare eden bir topluluk işlerinin en doğrusuna muvaffak olur.” 

“İstişare eden pişman olmaz.”

Hz. Peygamber (s.a.v) ümmetini istişâreye teşvik etmiş; kendisi de her konuda onlarla müşavere etmiştir. Meselâ; Bedir Savaşında Mekke müşriklerinin geldiğini haber alan Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu konuda ne gibi tedbir alınacağı hususunda Ensar’la müşâvere etmiştir. Ayrıca muharebeden sonra da Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, ezan konusunda ve daha birçok meselede ashabıyla istişâre etmiştir. Ebû Hureyre şöyle buyurmuştur:

“Ben Rasûlullah’tan daha çok, istişâre eden kimse görmedim.”

Akıl ve zeka yönüyle insanların en mükemmeli olan Hz. Peygamber (s.a.v) istişareye bu kadar ehemmiyet verdiği hâlde, bizim gibi aciz insanların istişaresiz hareket etmesi ne kadar büyük bir hatadır!

Evet, Hz. Peygamberin (s.a.v) sahabeleri ile yaptığı müşaverede kendi fikrinin hak olduğunu bildiği halde, çoğunluğun görüşüne tabi olması O’nun (s.a.v) istişareye vermiş olduğu ehemmiyeti ve istişarenin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, Uhud savaşından önce Hz. Peygamber (s.a.v.) savaş hakkında ashabiyle müşavere etmiş, kendi reyi Medine’de kalıp müşrikleri karşılamak olduğu halde, ekseriyetin isteği üzerine şehir dışında savaşmıştır.

Nübüvvet gözlüğü ile görüyordu ki, “Hz. Hamza Uhud’da param parça olacak, onunla beraber yetmiş kadar güzide sahabe bu savaşta şehid olacaklar.” Buna rağmen “hepsi meşverete, meşveretin hukukuna ve meşveret anlayışına feda olsun” dercesine ashabının kararına uydu. İşte meşveretin ehemmiyeti!

Diğer bir misal; Hz. Peygamber (s.a.v), Bedir savaşında, kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı karargah yapmak istedi. Bu sırada Ashab’tan Hubâb el-Cümuh, Peygamberimize “Yâ Resulullah! Burayı, bir vahiy ile mi seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?” diye sordu.

Resulullah (s.a.v): “Bu bir görüş ve harp taktiğidir.” dedi.

O zaman sahâbi: “O halde Yâ Resulullah! Burası harp için uygun bir yer değil, orduyu buradan kaldırıp düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları da tahrip edelim, düşman istifade edemesin.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v): “Sen güzel bir fikre işaret ettin.” buyurdu ve sahabinin dediği şekilde hareket etti. Aynı şekilde Hendek Savaşında da Selman-i Farisi’nin görüşünü benimseyerek, hendek kazılmasını kabul etmiştir.

Dipnotlar:

1 Ali İmran Suresi 3/159. 

Mehmed Kırkıncı

İstişâreye Önem Vermek

İstişare; Peygamber Efendimiz’in (sav.) en çok ehemmiyet verdiği önemli sünnetlerinden biridir. İstişare her meselede önemli olmakla birlikte, özellikle ticari hayatta çok büyük önem arz eder. Günümüzde ferdi ve içtimai sıkıntıların temelinde, istişaresiz iş yapmak ve şahsi fikriyle hareket etmek vardır. İstişaresiz ve tek başına iş yapma alışkanlığı ne kadar çok olursa, hatalar ve meydana gelecek sıkıntılar da o nispette artar. Atalarımız;

“Ulu sözü dinleyen, ulu dağlar aşar.”,
“Akıl akıldan üstündür.”,
“Bin bilsen de bir bilene sor.”

diyerek, istişârenin önemini veciz şekilde ifade etmişlerdir.

Akıllı ve tecrübeli kimselerle müşavere eden bir kimsenin hata yapması ve isabetsiz karar vermesi nadiren vuku bulur. Ehl-i hikmet şöyle buyurmuşlardır:

“Meşveretten daha büyük bir kuvvet yoktur. İstişare ile yapılan isabetsiz bir iş, istişaresiz yapılan isabetli ve doğru işten daha iyidir.”

Bir insan ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli olursa olsun, müşâvere esasına uygun hareket etmedikçe, muvaffak olamaz ve karşılaşacağı problemleri kolay bir şekilde halledemez. Müsteşar yani kendisiyle istişare edilen zat emin, dirayetli, mütefekkir, müstakim, tesir altında kalmayan, sağlam fikirli, keskin görüşlü, insan psikolojisini iyi tahlil edebilen, öfkeden uzak, sabırlı, bilgili, sahasında uzman, tecrübeli, faziletli, samimi ve vakarlı olmalıdır. Zira, bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Her kim kendisiyle müşaverede bulunan kardeşine bildiği hâlde, hilâfına bir beyanda bulunursa şüphesiz hıyanet etmiş olur.”

Evet kişi, istişare meclisinde fikirlerini açıkça söylemekten çekinmemeli, ancak düşüncelerini yumuşak bir dil ve mütebessim bir yüzle ifade etmelidir. Şayet o meclisten kendi görüşüne muhalif bir karar çıkarsa, ona tabi olmalı ve kesinlikle o kararı tenkit etmemelidir. Çünkü, meşveretten çıkan karara uymak vaciptir. Aksi bir hareket büyük bir hata olduğu gibi, İslam ahlakına uygun bir davranış değildir. Zira istişare neticesinde alınan kararlara muhalefet etmek hatadır.

Herhangi bir konuda istişâre edileceği zaman iki yol izlenir: Birincisi, birkaç kişiyle ayrı ayrı görüşülür, fikirleri alınır; fikirler hangi noktada daha çok ittifak ediyorsa, o görüş benimsenir. Diğer bir yol ise, o kişiler bir araya getirilerek, onların görüşleri alınır ve konu müzakere edilir, görüşler incelenir ve en uygun görüşte karar kılınır.

Herhangi bir iş hususunda görüş ve düşünceler alınıp istişare ile hareket edildiği halde, muvaffak olunmaz ve o işten iyi bir netice alınmazsa, bu konuda düşüncesi alınan kişiler tenkit ve tekdir edilmemelidir. Eğer kişiler, görüşlerindeki isabetsizlikten dolayı kınanır ve azarlanırsa, böyle kimseler kendisiyle istişare etmek isteyenlere görüş ve düşüncelerini ifade etmekten çekinirler.

Meşveret, arının çeşitli çiçeklerden malzemeyi toplayıp bal yapmasına benzer.

Müşavere hayırlı ve isabetli karar vermede bir anahtardır. İslâm dini meşveret esası üzerine kurulmuştur. İstişâre Cenab-ı Hakk’ın emri ve Hazret-i Peygamber’in (sav.) mühim bir sünnetidir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurur:

“İş hususunda onlarla müşavere et.” 1

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur:

“Onların işleri, aralarında istişâre iledir.”2

Peygamber Efendimiz (sav.) de şöyle buyurur:

“Biliniz ki, Allah da Resulü de müşavereden müstağnidir. Ancak Allah Teala bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse hayırdan mahrum olmaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.”

Başka bir hadislerinde ise şöyle buyurmuşlardır:

“İstişare eden bir topluluk işlerinin en doğrusuna muvaffak olur.”

“İstişare eden pişman olmaz.”

Hz. Peygamber’in (sav.) istişareye memur edilmesi, istişarenin ehemmiyetini ümmetine anlatmak içindir.

Hz. Peygamber (sav.) ümmetini istişâreye teşvik etmiş; kendisi de her konuda onlarla müşavere etmiştir. Meselâ; Bedir Savaşında Mekke müşriklerinin geldiğini haber alan Peygamber Efendimiz (sav.) bu konuda ne gibi tedbir alınacağı hususunda ensarla müşâvere etmiştir. Ayrıca muharebeden sonra da Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, ezan konusunda ve daha birçok meselede ashabıyla istişâre etmiştir. Bunun içindir ki, Ebû Hureyre şöyle buyurmuştur:

“Ben Rasûlullah’tan daha çok, ashabıyla istişâre eden kimse görmedim.”

Akıl ve zeka yönüyle insanların en mükemmeli olan Hz. Peygamber (sav.) istişareye bu kadar ehemmiyet verdiği halde, bizim gibi aciz ve noksan kimselerin kendi görüşleriyle yetinip istişare etmemesi büyük bir hatadır.

Evet, Hz. Peygamberin (sav.) sahabeleri ile yaptığı müşaverede kendi görüşünü terk ederek çoğunluğun görüşüne tabi olması onun (sav.) istişareye vermiş olduğu ehemmiyeti ve istişarenin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, Uhud savaşından önce Hz. Peygamber (sav.) savaş hakkında ashabıyla müşavere etmiş, kendi reyi Medine’de kalıp müşrikleri karşılamak olduğu halde, ekseriyetin isteği üzerine şehir dışında savaşmıştır.

Nübüvvet gözüyle birçok güzide sahabenin bu savaşta şehit olacağını gördüğü halde meşveretin ruhuna muhalefet etmemek için kendi reyini terk ederek arkadaşlarının reyine tabi olmuştur.

Diğer bir misal; Peygamber Efendimiz. Bedir savaşında, kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı karargâh yapmak istedi. Bu sırada Ashap’tan Hubâb el-Cümuh, Peygamberimize,

“Yâ Resulullah! Burayı, bir vahiy ile mi seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?” diye sordu. Resulullah (sav.);

“Bu bir görüş ve harp taktiğidir.” buyurması üzere sahâbe,

“O halde Yâ Resulullah! Burası harp için uygun bir yer değil, orduyu buradan kaldırıp düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s),

“Sen güzel bir fikre işaret ettin.” buyurdu ve o sahabenin dediği şekilde hareket etti.

Cenab-ı Hakk’ın emri, Peygamber Efendimizin de mühim bir sünneti olan istişareyi hayatlarına tatbik eden sahâbe-i kiram efendilerimiz ve özellikle de Hulefâ-i râşidîn hazretleri istişâreye büyük önem vermişler, Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.a); istişâre etmek üzere Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sâbit ve diğer bazı ashaptan oluşan birermüşâvere heyeti oluşturmuşlardır. Nitekim, Hz. Ömer (r.a) Şam’a giderken, yolda orada veba salgını olduğunu öğrenince, yola devam edip etmeme konusunda muhâcir, ensar ve Kureyş’in ileri gelenleri ile istişâre etmiş ve onların teklifini kabul ederek geri dönmüştür.

İslam idaresi, hiçbir zaman bir şahsın fikrine ve idaresine münhasır olmamıştır ve olamaz da. Zira, İslam, kişilerin heva ve heveslerine göre yapılan bir idareyi reddeder. İslâm’daki istişâre sistemi ehil olan kimselerin görüşünü esas alır. Bu bakımdan özellikle devlet idaresinde bulunanların dinî meselelerde âlimlerle; memleket meselelerinde ilim ve irfan erbabı ile istişâre etmeleri elzemdir, akıl ve hikmetin gereğidir.

Mehmed Kırkıncı

Dipnotlar:

1 Âl-i İmrân Suresi, 3/159.
2 Şûrâ Suresi, 42/38.

Meşveret Nedir? Nasıl Kazandırır?

Meşveret, sınırlı akıl, sınırlı düşünceye sınırsızlık kazandırmanın önemli bir yoludur.

Meşveret kadar zengin bir devlet ve güçlü bir ordu yoktur.

Sahabe, medih makamında, “Onların işleri, aralarında meşveret iledir.” beyanıyla, başka sıfatlarla değil de, meşveretle yâd edilmiştir…

Akıllıdan birkaç adım daha ileri akıllı, başkalarının akıl ve düşüncelerine de değer verendir.

Düşüncelerdeki pasları çözecek en müessir iksir, meşverettir.

İki akıl bir akıldan hayırlı ise, yüzlerce akıl evleviyetle bir akıldan hayırlı olur. İşte meşveret, bunca aklın bir araya gelmesinin adıdır.

Kendi akıllarına güvenip başkalarının düşüncelerine müracaat etmeyenler, dâhi de olsalar, muhakemeye önemli bir derinlik kazandıran meşvereti terk ettiklerinden dolayı akılsız sayılırlar.

Bir bilene sor! İki bilgi, bir bilgiden hayırlıdır.

Meşveret, şûrâ, istişare, müşavere kelimeleri aynı kökten gelmektedir ve lûgatlerde “danışma”, “görüşüp anlaşma”, “konuşup bir karara varma” anlamında tarif edilir. Meşveret İlâhî bir emirdir.

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Allah, Resûlullaha (asm) istişareyi emretmiş, ayrıca işlerini istişare ile yapan toplulukları medhü sena ile övmüştür.

“Onlar, Rablerinin dâvetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri kendi aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.” (Şûra Sûresi: 38.)

Cenâb-ı Allah’ın bu âyette istişâreyi, iman ve namazdan hemen sonra zikretmesi, daha sonra da zekâtı içine alacak şekilde infâktan bahsetmesi istişarenin İslâm’da ehemmiyetini gösterir.

Bakara Sûresinde insanın yaratılışı anlatılırken, Cenâb-ı Hakkın bu hususta meleklerle olan istişaresi nazara verilmektedir. Müşâvereden münezzeh olan Allah, böylece meşvereti emrettiği insanlara müşâvere üslûbunu öğretmektedir.

Âyetlerle, İlâhî bir emir olduğu kesin bir şekilde anlaşılan meşvereti; Allah’a lâyıkıyla bir kul olabilmemiz ve onun rızasını kazanabilmemiz için yapmamız gereken bir vazife olduğunu unutmamalıyız.

“Onların işleri aralarında şûrâ iledir” âyeti Mekke devrinde mü’minlerin toplum idaresinde söz sahibi olmadığı bir dönemde nâzil olmuştur. Böyle olduğu halde meşveret yine emredilmiş ve ondan vazgeçilmemiştir.

Peygamberimiz (asm) müşavereye dair bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Allah bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare eylerse, doğrudan mahrum olamaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulamaz.”

Bu hadisin doğrultusunda anlaşılıyor ki meşverette bir doğruluk hikmeti var. İnsanı, tek akılla düşünmektense şûrâ ekibi ile beraber daha fazla akılla düşünüp en doğrusunu yapmaya teşvik eden meşveret, bir gelişim aracıdır. Bir araya gelip karar veren ümmet için Peygamberimiz (asm) şöyle buyurur: “Benim ümmetim dalâlet üzerine ittifak etmez.” Bu da gösteriyor ki gerçekten tek akılla düşünüp karar vermekle, birkaç beyin çalıştırıp bir fikir teâtisinde bulunmak arasında büyük farklar var.

Peygamberimiz (asm), hayatındaki meşveretleriyle, ashabına muallimlik yapıp meşvereti onlara da öğretmiş, bizlere en yüksek insanî terbiyeye meşveret yoluyla erişilebileceğini hayatıyla tasdik etmiştir. Gerçekten meşveret ortamı, hür bir tartışma zemini olup doğrunun da yanlışın da açıklıkla söylenmesini sağlayacak bir özelliğe sahiptir. Meşveret fikir alışverişini sağlayıp insanların düşünce ufuklarını genişletir. İnsanlar bu sayede şahsî ön yargılarından soyutlanır ve onlara daha doğruyu bulma imkânları doğar.

Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve mevcut şartlar içinde yapılması gerekenin isabetli şekilde belirleme imkanı verir. Meşveret edilenlere değer verildiğini gösterir. Onların kalblerini hoşnut eder, işin beraberce yürütülmesini sağlar. (4) (İbnu Kesir, II, 128; Yazır, II, 1214)

Hz. Peygamber (asm.), kendi görüşlerini dikte ettiren biri değildi. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, onların görüşlerini alırdı. Ebu Hüreyre, Resulullah’ın bu yönüyle ilgili olarak şu tesbitte bulunur: “Ben, Resulullah’tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim.” (1) (Tirmizi, Cihad, 35)

Bedir, Uhud, Hendek Savaşları öncesi, ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, ona göre hareket etmiştir. (2) (İbnu Kesir, II, 128-129)

Mesela, Bedir Savaşı öncesi, orduya yerleşme emri verdiğinde, ashabtan Hubab b. Münzir söyle der: “Ya Resulullah, buraya yerleşmemiz, Allah’tan bir vahiyle midir ? Yoksa, sizin düşünceniz midir ? Resulullah, kendi düşüncesi olduğunu söyleyince, Hubab, su olan bir yere yerleşmenin daha uygun olacağını ifade eder. Resulullah, bu görüşten memnun kalır ve o doğrultuda hareket emri verir. (3) (İbnu Hişam, II, 272)

Burada, görülmektedir ki, ashab, Resulullah’ın peygamberlik yönüyle, insaniyet yönünü birbirinden ayırmaktadır. Risalet yönünü ilgilendiren hususlarda, ashaba düşen görüş beyan etmek değil, itaat etmektir. Ama, vahiy gelmeyen hususlarda, onların da görüş beyan etme hak ve hürriyetleri vardır.

İstişareyi de müspet hareket grubunda saymak gerekir. Bunun zıddı olan, münferit hareketler ise menfîdirler. Çünkü, büyük bir hayrın oradan kalkması söz konusu olabilir.

Allah’ın rahmeti cemaat üzerinedir. Cemaat namazı bunun açık bir örneğidir. Cemaate iştirak etmeyen bir kişi, cemaat sevabını kendi amel defterinden adeta nefyetmiş gibi olur. Yirmi yedi kat sevabın kaybı ise menfî bir sonuçtur.

Münferit düşünen ve çalışan kişinin fikri isabetli de olsa, bu fikir tek başına kalan “uzunca bir dik çizgiyi” andırır. Yani tek başına alınmış bir karardır ve tektir yani sadece birdir. Yalnızdır. Bu kişi, fikirleri diğer bir arkadaşına danışarak alsa on yahut bir kıymetinde olan diğer iki arkadaşıyla meşveret için bir araya gelse, ortaya çıkan yüz on bir’lik sonuçta her bir rakamın kıymeti, “bir” den yüze çıkar. Çünkü üç tane “bir”i yan yana koyarsanız ittifak sırrıyla 111 eder ve rakamlardan hangisini çekseniz geriye sadece on bir kalır. Demek ki, bu ittifak sırrı ile birler basamağında bulunan bir rakamın gerçek hizmeti yüzdür. Yüzler basamağında bulanan bir rakam, arkadaşlarıyla birlikte olmayı bırakıp kenara çekildiğinde, değeri yüzden bire düşer.

Aynı konuda geçen, “omuz omuza verme” ifadesi de çok önemlidir. Cemaat namazında olduğu gibi, burada da araya boşlukların girmemesi gerekir. Aksi halde, rakam okunmaz olur.

Danışma ve fikir alma, yapılacak işleri karara bağlama anlamına gelen meşveret, dinin esası ile ilgili değil, uygulamaya yönelik olarak yapılacak faaliyetleri kapsar. “Mü’minlerin kendi aralarındaki işleri meşveretledir” ayetinin uygulamasıdır. Meşveretin hayatı hak, kalbi marifet, lisanı muhabbet ve aklı kanundur. Meşverette hürriyet esastır. Hürriyet istidat ve kabiliyetlerin inkişafına sebeptir. Her bir ferdi bir padişah gibi hür ve azade kılar. Bu da her bir ferdin istidadını kâinat vüs’atinde inkişaf ettirir genişlenir.

Şayet tembellikle ve garazlarla bu kabiliyetler engellenirse elbette istenilen mahsul alınmayacağı gibi, meşveret de istenen sonucu vermeyecektir. Meşverette ruhların imtizacı ve tesanütü, fikirlerin telahuku ve yardımı, kalplerin in’ikası ile olur. Halis bir meşveret ancak kalplerin in’ikasından, ihlâs ve samimiyeti esas alan bir cemaatten ve topluluktan çıkar. İşte meşveret böyle bir heyetin manevi bir ruhu hükmüne geçer.

İslam tarihindeki büyük yıkılışın en mühim sebebini meşveretin terk edilmesinde görmüş, İslam’ın altın çağındaki faziletin kaynağını meşveret olarak gösterilmiştir. Asr-ı Saadet ve Dört Halife devri bunun en büyük örneğini teşkil eder.

Bu tespiti orijinal ifadesiyle “zaman-ı saadette ve selef-i salihin zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükuk ve şübehatın hükümleri olmazdı” şeklinde ortaya konulmuştur. (Muhakemat, s. 32)

Bu zamandaki hürriyet eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verilse, yani meclis şeri usullere göre danışma sonucu karar alsa, bu millet eski satvet ve kuvvetini yeniden ihya edecektir” (Divan-ı Harb-i örfi, s. 85)

İnsanlık aleminin en büyük musibetlerinden biri olan istibdadın yegane çaresi meşveret olduğu gibi, toplumsal barışın, ve bilimsel gelişmenin esası da yine meşverettir. (Hutbe-i Şamiye, s.65)

Meşveret, verilecek kararların isabetli olarak verilebilmesinin ilk şartıdır. Bir mesele hakkında iyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitlerine arzedilmeden verilen kararlar, çok defa hüsran ve hezimetle neticelenir. Düşüncelerinde kapalı, başkalarının fikrine hürmet etmeyen “kendi kendine” birinin, üstün bir fıtrat, hatta dâhi de olsa, her düşüncesini meşverete arzeden bir diğer insana göre daha çok yanıldığı görülür.

En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının fikirlerinden en çok istifade eden insandır. Yapacağı işlerde kendi düşünceleriyle iktifa eden ve hatta onları başkalarına da kabul ettirmeye zorlayan olgunlaşmamış ruhlar, etraflarından hep nefret ve istiskal görürler.

Güzel neticelerin elde edilmesinin ilk şartı meşveret olduğu gibi, kötü âkıbet ve hezimetlerden korunmanın ehemmiyetli bir vesilesi de, dostların yüksek fikirlerinden istifadeyi ihmal etmemektir.

Bir işe başlamadan önce gerekli olan her danışma yapılıp tedbirde kusur edilmemelidir ki, sonra etrafı suçlama ve kaderi tenkit etme gibi, musibeti ikileştiren yanlış yollara gidilmesin. Evet, bir şeye azmetmeden evvel, âkıbet güzelce düşünülmez ve tecrübe sahipleriyle görüşülmezse, neticede hayal kırıklığı ve nedâmet kaçınılmaz olur.

Önü arkası iyice düşünülmeden içine girilmiş nice işler vardır ki, bir adım ileriye götürülememiş olmaktan başka, o işe teşebbüs edenlerin itibarlarını yitirmeleriyle sonuçlanmıştır. Evet, aklına esen şeyleri yapmaya kalkan birisi, bu kabil yanlış yollarla içine düşeceği inkisarlardan dolayı, yapabileceği şeylerde de er-geç ümitsizliğe dûçar olur.

Yapılacak meşveretlerde, amacımıza ve İslami hizmetimize taallûk eden meseleler hakkında en isabetli ve en makul görüşü ortaya çıkartmak için, ehil kimselerin mütalâasına müracaat etmek gerekmektedir

Cenab-ı Peygamber (s.a.v): “Müşavere edilen emindir.” buyuruyor. Çünkü müsteşar yani kendisiyle istişare edilen zat emin, mütefekkir, müstakim, tesirata tabi olmayan, gadab göstermekten beri, pek ciddi, halim, sabırlı ve hayırhah olmalıdır. Yani hayır okumalı, hayır konuşmalıdır. Zira bir Hadis-i Şerifte, “Her kim kendisiyle müşaverede bulunan kardeşine bildiği halde, hilâfına bir beyanda bulunursa şüphesiz hiyanet etmiş olur.” Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: “Her kim istişare ederse rüşte mazhar olur, her kim müşavereyi terk ederse hatadan kurtulamaz.”

İslama hizmet dava eden bizler islamı tebliğ kudsi hizmetimize ait himmet ve gayretleri artıracak, istidat ve kabiliyetlerin inkişafına, âli seciyelerin intişarına ve de akademik iş hayatımızda başarı için birer vesile olacaktır. Çünkü bizler hisler ile değil, akıl ve düşünce ile meseleleri müzakere etmek kudretine sahip olmalıyız.

Ancak, her insanda hissiyat bulunur. Bu sebeple meşverette daima müsbet meseleleri nazara vermek gerekmektedir. Menfi meselelerin zikrinde kalbler rencide, fikirler rahatsız olabilir. Şevkler kırılır. Güzel sıfatlar ortaya konduğu vakit, tahtında menfi şeyler de anlaşılmış olur. Şeytana lânette bir fayda yoktur. Ama Bismillahderseniz, hem sevab işlemiş, hem de şeytanı kaçırmış olursunuz. Bu sebeble güzel ve müsbet şeyleri konuşmak ve şûrâya da güzel fikirler getirmek lâzımdır.

Meselelerimizi konuşurken, hal, yani şu andan ziyade istikbali nazara almalıyız. İstikbali dikkate alarak adım atmak güzel bir tedbirdir. Takip edeceğimiz yol, müsbet harekettir, müsbet konuşmaktır. Tatlı, makûl, yerinde ve hilmle konuşmaktır. Yani kavl-i leyin olmaktır.

Yrd. Doç. Dr. Necmettin Aktepe

www.risaleakademi.com

Hizmet, Siyaset ve Meşveret

Cemaatimizin bünyesinde, sıkıntıların yaşanmaması ve farklı tatbikatların olmaması hususunda en müessir sebebin meşveretlerimizde alınan kararların dikkatle okunması ve hassasiyetle tatbik edilmesinin ehemmiyeti üzerinde duruldu;

-Meşveret, Allah’ın emri olup mahiyeti itibariyle ibadettir.

-Peygamber Efendimizin (A.S.M.) hakkında nas olmayan meselelerle ilgili olarak müracaat ettiği ve hayatında hiç vaz geçmediği bir sünnet, adet ve uygulamadır.

-Muazzez Üstadımızın Külliyatta ısrarla emir makamında nazara verdiği bir hakikattir.

-Meşveret, tegallüb ve tahakkümü engeller.

-Şahsiyetçiliğe mani olup şahs-ı maneviyi tezahür ettirir.

-Cemiyet ve cemaat ruhunu muhafaza eder.

-İfrattan ve tefritten azade olarak, hayır olan vasat yolunu gösterir.

-Bir mevzu hakkında yapılan meşveret bizi, maddi ve manevi mesuliyetten kurtarır.

-Hissi temayüllere mani olur, fikri mutabakatı temin eder.

-İsabet ihtimali kavidir. Hata dahi olsa mesuliyeti icap ettirmez.

-Nefisleri terbiye eder.

-Bir çeşit eğitim müessesesidir.

-Muhabbeti artırır adaveti izale eder.

-Bir nevi manevi cihattır. Sevabını kazandırır.

-Sabır melekesini kuvvetlendirir.

-Velayet kuvvetini, alameratibihim sayesi altına sokar.

-İstikrar ve emniyeti artırır.

-Rahmet-i İlahiye’nin celbine vesile olur.

-Doğru düşünmenin ve doğru karar vermenin en mükemmel yoludur.

Mezkûr hakikatleri tazammun eden meşverete riayet etmek şarttır ve dini bir mesuliyettir.

Bir insanın makam ve mertebesi ne olursa olsun, meşveretle alınan kararlara uyma ve itibar etme mecburiyeti vardır. Zira bu meselede Peygamber Efendimiz’e (A.S.M.) tanınmayan hak, mahiyeti itibariyle biçare bizler için de elbette geçerlidir.

Maziye baktığımızda hizmetimizdeki sıkıntıların ve problemlerin ekseriyetinin, birinci kaynağı meşveretsizlik, ikinci ve en tehlikeli kaynağı ise, yanlış muhalefet ve müdahalelerdir.

Bu iki hatadan vazgeçilmediği sürece, cemaatimizin ve hizmetimizin sıkıntılı meselelerinin de bitmeyeceği bedihîdir.

Bütün nur kardeşlerimize ve hizmette sebkat etmiş muhterem ağabeylerimize istirhamımız: Bu iki mevzuda bizlere numune-i imtisal ve rehber olmalarıdır. Ve bu güzel muamele ile gelecek nesillere güzel bir hizmet ve meşveret sistemi bırakmalarıdır.

Meşveretle alakalı bu kadar malumat üzerinde fikir teatisinde bulunmamızın sebebi ise; zaman zaman meşveret kararlarına riayet edilmemesi, şahsi kanaatlerle hareket edilmesidir.

Bu mevzu ile ilgili Marmara bölgesi meşveretinde kararlaştırılan meseleler maddeler halinde şöyledir.

  1. Hiçbir vakıf, dernek veya şehir ve hiçbir mahalli hizmet birimi; Türkiye ve Dünya çapındaki cemaatimizi ve bütün hizmetleri temsil etme makamında değildir.
  2. Umum cemaat adına siyaset yapılamaz, ticaret ifa edilemez. Zira üstadımız, menfaat-i maddiye ile siyaset alanından cemaati ve hizmeti tecrit etmiştir. Şahsi ve mevzi yapılanmalar bu kaide ve kuralın dışındadır.

Nitekim Üstadımız ağabeylere: “Ben sizin birinizle iktifa edemiyorum. Ancak tamamınızla bir cihette itminan olabiliyorum.” Manasına gelen ifadeleri hiçbir şahsa veya kuruma Muazzez Üstadımızı, Risale-i Nur’u ve nur camiasının tamamını temsil etme hakkını ve hukukunu vermiyor.

  1. Kontrolsüz, takibi olmayan ve muhasebesi görülmeyen hiçbir yapılanma ve faaliyet, sıhhatli olmadığı gibi büyük sıkıntılar ve problemlere hamiledir.

Bu nedenle Türkiye ve yurt dışında hizmet ifa eden bütün hizmet birimlerimiz ve mahalleri bir sistem dâhilinde heyetlerce takip ve kontrolü yapılarak çalışmalarını deruhte etmektedirler.

Bu sisteme uymayan ve takibi olmayan hizmet birimleri, mahalleri veya faaliyet alanları meşveret cemaatimize tabi olmadan çalışabilirler.

Biz her türlü dini faaliyeti hizmet kabul ediyor, onların gayretlerini ve çalışmalarını alkışlıyor, muvaffakiyetleri için dua ediyoruz.

Ancak meşveret cemaatimizin içerisinde ve o şahs-ı manevinin sayesi altında hizmet ifa etmenin, mahiyeti itibariyle bazı standartları ve hususiyetleri vardır. Bu standart ve hususiyetler meşveret metinlerinde mevcut olup hangi birim ve hizmet mahalli olursa olsun bunlara azami derecede riayet etme mecburiyetindedir. Ancak bu şekilde, bu manevi birlik muhafaza edilebilir.

Marmara İstişare Metninden Alındı

www.NurNet.org