Etiket arşivi: İttihad-ı İslam

Gençlerle bir sohbet

Sevgili gençler…

Hayat sosyal medya aracılığıyla sağa-sola düzen vermekten ibaret değil!..

Sınıf geçmekten, üniversite sınavı kazanmaktan, iyi not almaktan, a, b ve c şıkları arasında dolaşmaktan ibaret de değildir.

Hayatın bütünü, her safhası bir sınavdır. Bunlardan bazılarını kazanacaksınız, bazılarını kaybedeceksiniz.

Asıl başarıyı kaybettiklerinize yanmamakta, kazandıklarınıza kanmamakta arayın! Dikkat edin: Başarılar da başarısızlıklar gibi kalleştir! Hepsi gelir geçer. 

“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada”dır. Esas olan hayattan geriye hoş bir sada bırakabilmektir.

Bu işin özündeki sır, dengeli bir hayat yaşamaktır. Her anlamda olgunluk ise hayatı ayrıntılarıyla kavramak anlamına gelir. 

Başarıdan dolayı şımarmayan, başarısızlıktan dolayı da paniğe kapılmayan insan, olgun insandır. Siz olgunluğa talip olun. 

Sevgili gençler, hayatı daha anlamlı kılan birkaç şey var:

1. Allah’a ve indirdiklerine şuur plânında inanmak,

2. Kalıcı hedef sahibi olmak,

3. Hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmamak,

4. Zamanı iyi değerlendirmek,

5. Okumak, araştırmak, baktığını görmeyi bilmek,

6. Sevgiyi sevmek,

7. Her şartta elden geleni yapmak.

Allah’a ve indirdiklerine şuur planında inanmak insanı güçlü kılar. Gerçekten inanan insan olaylar karşısında yılmaz, yıkılmaz. Çalışır, çabalar, ama buna rağmen üstesinden gelemediği problemler karşısında “Tevekkeltü Alellah”tevekkülü içinde Yaradanına sığınıp dünyayı sırtında taşımaktan kurtulur.

Bu hem “kul” olmanın gereğidir, hem de moral verir: Başarıdan şımarmamak, başarısızlık karşısında yıkılmamak için de inanç lâzımdır.

Gelelim şimdi kalıcı hedef sahibi olmaya:

Osman Gazi’nin hedefi devlet olmaktı, hedefine kilitlendi ve devlet oldu…

Fatih’in hedefi Bizans’ı İstanbul yapmaktı, hedefine kilitlendi ve istediğine ulaştı.

Yavuz’un hedefi İttihadı İslâmı(İslam birliği) sağlamaktı. Halifeliği aldı, birliği kurdu.

Peki, sizin hedefiniz nedir?..

Hedefiniz nerededir?..

Ona nasıl ulaşacaksınız?..

Şunu asla unutmayın: Hem hedefiniz meşru olmalıdır, hem de sizi hedefe ulaştıracak vasıtalar: Aksi takdirde handikaba düşer, kendi kendinizi harcarsınız.

Tüm hayallerinizi dünya hayatıyla sınırlamayın. Ebediyet için yaratılmış ve cennet vadedilmiş insanın, dünya ile kendini sınırlaması doğru olmaz. Hedefiniz hem dünyayı kuşatmalı, hem de dünya ötesine taşmalı. O zaman hedefiniz ebedileşirken, siz âbideleşirsiniz.

Fani hedeflerde varlık aramayın. Kendinize sonsuzluğu hedef seçin: Sonsuzlukta kâinatı keşfedeceksiniz. Kâinattaki mükemmel nizamda da o nizamın nâzımını, yani Allah’ı bulacaksınız: “Dünya ötesi hedef belirleme” derken, kastettiğim buydu.

Birkaç sene sonra bazılarınız memleketin yönetiminde söz sahibi olacaksınız…

Ama siz, bazı büyüklerinizin dediği gibi, bu yüzden önemli değilsiniz…

Yönetici olmasanız da önemlisiniz, üniversiteyi kazanamasanız, bitiremeseniz de önemlisiniz, sınıfınızı geçemeseniz de önemlisiniz, başarılı olamasanız da önemlisiniz… 

Çünkü sizler bizim çocuklarımızsınız; sizi çok seviyoruz! 

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Sahiplenmedikçe Çoğalırız Biz

Muhakkak ki Biz sana kitabı hak ile indirdik. İbadetini ihlâs ile Ona yönelterek sadece Allah’a kulluk et. Bilin ki, şirkten ve riyadan uzak hâlis din Allah’a mahsustur. Zümer Sûresi: 39:2-3

İhlas çoğu zaman ‘parçası olmakla’ mutlu olmaktır. Nasıl? Buyurun, cümlelerimin koluna girin, istirham ederim. Sizi, hemence, 20. Lem’a’nın başındaki ‘mühim ve müthiş bir suale’ götürmek isterim:Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?Mürşidimin bu soruyu aktarmasının ardından verdiği ilk tepki ne kadar içten ve ciğeri yanan bir insanın halidir:

Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hadise-i müthişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz. Fakat bir saniye. Bu beyanlarda bir iş var: Bediüzzaman, bu beyanlar boyunca, İslam adına hiçbir kötü seciyeyi kabul etmez veya reform istemez. Aksine; aslın temizliğine ve seciyenin paklığına dikkat çeker. Bütün ‘sebep’lerin ilk satırları bir müdafaa gibidir bu yönüyle. Asıl’ın savunmasıdır. Peki yanlış olan nedir? Neden bütün bu ayrılıklar yaşanmıştır? Okudukça farkedersiniz ki; Yanlış olan, ‘iyi’ olanın, ‘tek olmayı’ istemesidir.

Burası beni alıp Ene Risalesi’ne de götürür. Orada Bediüzzaman’ın;Sonra, nevin enâniyeti de bir asabiyet-i neviye ve milliye cihetiyle o enâniyete kuvvet verip, o ene, o enâniyet-i neviyeye istinat ederek, şeytan gibi, Sâni-i Zülcelâlin evâmirine karşı mübâreze eder… demesi, yani; marifette bir araç olmak için sahiplik tevehhümünü sağlayan yetimiz, enaniyetimizin, yoldan çıktığında, kendisinin bireysel gücünün yetmediğini düşündüğü yerlerde türü, sınıfı, cemaati veya milleti adına birşeyleri sahiplenmeye başlaması, asabiyete/ırkçılığa yol açması; sahiplenme ve asabiyet arasındaki doğru orantıyı da görmemizi sağlar.

Bireysel sahiplenmeler ‘kibir’i doğururken, toplu (veya topluluk adına) sahiplenmeler de ‘asabiyeti’ doğurur. Nitekim; kulluğun girişi ‘Allah adına’ başlamaksa bir işe, ahiri de ‘Allah’a hamd ederek’ her övgüyü, dolayısıyla sahiplenmeyi, ona bırakmaktır. Yani salih amelin iki ucu vardır: Başı, Onun adına/adıyla yapıyorum’dur. Sonu, bunu yapmak ancak Onun gücüyle oldu ve bu aslında Onundur’dur.

21. Lem’a’ya gelelim: 21. Lem’a, tıpkı 20. Lem’a gibi yine bir İhlas Risalesi. 20.’de Bediüzzaman, güzel niyetlerle ve seciyelerle de olsa, bütünü istemenin veya bütüne tek başına sahip olmayı arzulamanın zararlarını anlatırken; 21’de artık bizi birşeye ikna etmeye çalışır: “Bütünün sahibi olmaya çalışma. Parçası olmakla mutlu ol!” Evet, 21. Lem’a’nın her bir parçası bir ‘parçası olmayı öğrenme’ dersi verir müminlere. ‘İştirak-i emval’ ve ‘iştirak-i sanat’ gibi kavramlarla bizi tanıştırmasından tutun, ‘istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin‘e kadar her bir parçası bu Risale’nin, mümini, büyük hakikatin yalnız parçası olmakla mutlu olmaya çağırır. Cemaat grupları içre okumalarda olduğu gibi küçüklerin kulağını bükme, tektipleştirme, susturma dersi yoktur bu Risalelerde. Aynı fabrikanın ‘tektip çarkı’ olunmadığını kabullenmiş, ama aynı fabrikada birbirine yardım eden ‘özgün çarklar’ olduklarını da unutmamayı hatırlatan, özgürleştirici bir yönü vardır İhlas Risalesi’nin.

Kendimize bir iğne: Bugün Nurcu gruplardan hangisi İhlas Risalesi’ni (Ve de Şefkat Tokatları’nı) küçük kardeşin kulağını bükmeye değil, İslam fabrikası içinde farklı bir ses olabileceğini anlamaya yönelik okumaktadır? Bilakis; bizde İhlas Risaleleri ‘insan yontma metinleri’dir. Fabrika da Nurculardan (hatta Nurcu alt gruplardan) ibarettir. Ve uyumsuzluk göstermek fabrikadan şutlanmaktır.

Peki, ya Bediüzzaman’ın kastettiği fabrika, sizinkiler kadar küçük değilse? O vakit, buradan Çin’e, Çin’den ta Arjantin’e ulaşan bir çizgide âlem-i İslam fabrikasının bütün çarklarının tektip olması mı beklenmelidir? Bu fabrikanın bir parçası Nurcularsa, bir parçası Nakşibendîler, bir parçası Kadirîler, bir parçası Mevlevîler, bir parçası Sunusîlerdir. (Allah hepsinden razı olsun.) Peki Nurcular neden ‘ihlas fabrikasını’ kendi atölyeleri kılığına sokarlar? Neden o atölyelerde ‘Abi diyorsa doğrudur’cu kardeşler yontarlar?

Burada bir nefes: İlgili mektupları okuyanlar, Bediüzzaman’ın, talebeleri içinde merhum Hafız Ali abiye ayrıca bir muhabbeti, bir takdiri olduğunu bilirler. Bunun sebeplerinden birisi de: Hafız Ali abinin, Hüsrev abinin, hat meselesinde kendisini geçmesinden duyduğu mutluluk, bu mutluluk içindeki ihlas ve Bediüzzaman’ın ‘kalbine dikkat ettim, gösteriş değil’ demesidir. Yani bütün kendisinin olmasa da, ortaya çıkan yine de bütüne dair olduğu için, parçası olmakla mutlu oluşudur:

Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti, çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum: O zat yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. ‘O daha çok hizmet eder’ dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâsla, onun tefevvukuyla iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celb ettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. İnşaallah bu his büyük hizmet görecek…

Müminler, hadiste bahsedildiği gibi, nasıl bir binanın taşları olur? Birbirlerini geçmeye çalışarak mı? Hayır, değil. Tektipleşerek mi? Hayır, değil. Birbirlerini başarılarıyla ezikleyerek, ‘gıpta damarını tahrik ederek’ mi? Hayır, hiç değil. Bunların üçü de hayır değil. Peki, ne öyleyse? Müminler, birbirleriyle yarışmadıklarında, dolayısıyla geçildiklerine üzülmediklerinde, hakikaten kardeş olurlar. Hayırda yarışmak, hayrın vücudî ve küllî yanları esas alınırsa; yani varlıksal ve bütünsel yanları; o bütünün kuvvet bulduğu herşeye sevinmektir. Yalnız kendi grubunun maharetinden mutlu olup, ötekinin başarısını duyduğunda “Eh, işte…” ile küçümsemeye çalışmak değildir.

Ben Nurculukta sonlarda gelirim. Ama öndekileri görmekle mutluyum. Bunu aştım. Mısır’da İhvan’ın şanlı direnişiyle iftihar ediyorum. Bunu aştım. Türkiye’de İslamcılığın başarısıyla da iftihar ediyorum. Bunu aştım. Cümle tarikatlerin yaptıkları hizmetlerle, çokluklarıyla, feyizleriyle iftihar ediyorum. Bunu aştım. Dünyanın her neresinde İslam hizmetinde muvaffak olan bir kardeşim varsa onunla da iftihar ediyorum. Hepsini aştım/aşabildim. Çünkü onlarla yarışmıyorum. Biz aynı fabrikanın çarklarıyız. Çarkların boyu farklı olabilir. Yolu farklı olabilir. Ama fabrikanın amacı birdir. İttihad-ı İslam ancak böyle olur.

Her çark, bir diğerine burun kıvıracaksa, abilik veya seçilmişlik taslayacaksa, İhlas Risalesi’ni onbeş günde bir değil, onbeş dakikada bir kere okusanız, yine nafile! Çünkü, çarkları zımparalıyorsunuz onla, özgürleştirmiyorsunuz. Bütünü istiyorsunuz onla, parçası olmakla mutluluk öğretmiyorsunuz. Şunun en büyük dersini ‘dindarlığın tek sahibi olmaya çalışan bir grupla’ almış olmalıyız. Bakın sonları ne oldu? En son devleti de istediler, bu kanlı bir şekilde teşebbüs de ettiler, şimdi ellerinde hiçbirşey kalmadı, kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Halbuki biz sahiplenmedikçe artarız. Biz demedikçe ‘biz’ oluruz. Yolumuz, varlıktan değil, fenadan geçer. Fenafilihvan varlığımızdır bizim.

Ahmet Ay – hicbisey.com

Kürd Türk Arab Mukaddes Kal’a-yı İslamiyenin Nöbettarlarıdır.

Emperyalist zalimlerin oyunları, planları malum.

Kurnazlıkla, şeytanetle, plan-projelerle ehl-i İslama, mazlumlara sömürü zulmü içinde mazlum milletlerin aralarına nifak sokarak ayakları altındaki dünya nimetlerini sömürmeğe çalışma yolunda kan kusturuyorlar.

TC’ nin başında İngiliz emperyalizmasının zorlamasıyla doğudaki din kardeşlerimiz Kürdlere manasız, iz’ansız bir asimile siyaseti kısmen güdülmüş.

Aslında da ondokuzuncu asır Avrupa’sında teslisi ( batıl üçlü İlah) mağlup ederek fir’avunlaşan materyalizmle emperyalizma siyaseti dinlere, İslama harb açmıştı.

Sonra her asra, ilim ve fikir seviyesine göre ders veren Kur’anın, ilim ve fen asrının dersi olan Risale-i Nur o kör felsefeyi mağlup ve iptal etti. Oku gör.

Rusya’da komünist ihtilali yaparak devlet güçüne ulaştı. Yahudi kafasının hayali, ideoloji ve rejim denemelerini yaptı; sonra iflas etti.

Rusya kurtuldu.

Sonra Amerika’yı kapitalist ideoloji kıskacına aldı.

Bizde, bir asırdır emperyalizmanın elinde aldatıcı bir alet olan o karanlık ideolojiye CHP, dinde cahilliğinden ötürü kapıldı ve zehirlendi. Sonra emperyalizma dış güdümü ile solculuk diye kendilerinin de bir esasa oturtamadıkları bir kördöğüşü içinde bocalayıp kaldı. Bir de buna ideoloji diye sarılmış saplanmıştır.

Halbuki Rusyadaki komünizmin iflasından sonra, kapitalist Batı ve Amerika da bocalamalar içinde.
Bizdeki CHP de şaşkınlık içinde.

Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi; haydi Batı domuz eti yediği için domuzun inadı seciyelerine girmiş. Beşerin din-i fıtrisi ve mahz-ı hakikat olan İslama karşı temerrüd ediyor. CHP materyalizm denilen Yahudi hayalciliğinin ve emperyalizmasının metaı olan materyalizmaya mı şartlamış, yoksa Lozan’da emperyalizmaya söz mü vermiş de, bir türlü milletinin mahz-ı hak ve hakikatın kaynağı olan dinine yanaşamıyor.

Haberleri olsun!. Batı emperyalizmasının CHP eliyle yarım asır mücadele ettiği ve netice alamayınca münafık hocayla aslını ortadan kaldırmağa çalıştığı ilim ve fen asrının dersi ve Kur’anın ilim ve hikmet nuruyla açılımı olan Risale-i Nur, materyalizmi bir sillede bitirmişdir. Lozanı da şimdi milli cephemiz olan akların akı, ak iktidar sorgulamaktadır.

Gelelim PKK ve kuyruklarına.

Kürd kardeşlerimiz içinde Yahudi kafasının veya emperyalizmasının aleti ve mahsulü olan sosyalist zihniyette bir parti ne için çıktı!

Bunun emperyalizma projeleri ciheti uzun çeker.

Bu mevzuya girerken Osmanlıdaki ismiyle Bediüzzaman Said-i Kürdinin ( Lütfen Şeyh Said ile karıştırmayın. Bediüzzaman Şeyh Said’i o teşebbüsü yapmaması için ikaz etmiştir. Bediüzzamanın Tarihçe-i Hayatında var.)

Batı emperyalizması, İslam milletlerini asabiyet-i cahiliye damarı olan ırkî hissiyatı tahrik ederek karşı karşıya getirip boğuşturarak, kader-i İlahinin müslümanların ayakları altına koyduğu dünya zenginliklerini ele geçirmeye çalışmış ve çalışmaktadır. (Musul ve ortadoğu petrolleri gibi)
Halbuki İslamiyet İNNEMEL MÜ’MİNÜNE İHVETÜN ferman ediyor. Kur’andan ilim ve fen asrının dersi olan ve hakiki imanı ders veren Nur Risalelerinin derslerinde Türk, Kürd, Arab vs. nasıl kaynaştığını ve nesebi kardeşden daha samimi bir uhuvvet ve muhabbetle kardeş olduklarını görün.

Sosyalist HDP’nin kaynağı; anarşi döneminde sağ sol kavgalarında, sağcı pozisyonda olan ve milliyetçiliği tam tarif edemeyerek Türk ırkçılığı rengiyle ortaya çıkan gurubun karşısına, emperyalizma kurnazlarının ihtilaf metaı olarak ortaya attıkları ırkçılık siyasetine kapılarak solda yer almış dahili siyasetteki muvazeneyi ve esası kaybetmiş bir guruptan ibarettir.

Halbuki biz müslümanlar her derdin devasını önce Kur’anda ve akıl ve şûranın gösterdiği meşru yollarda ararız.

Hazret-i Bediüzzaman: “Arab, Türk, Kürd, vs. kal’a-yı İslamiyenin nöbettarlarıdırlar” der. Ve yüzyıllardır devam eden emperyalizma sömürü ve zulümlerinin, kardeşi kardeşle çarpıştırma planlarının yegane çaresi ittiba-ı Kur’an ve ittihad-ı İslamdır.

Hatta İslamın gösterdiği hedef; değil İslam Aleminde, bütün beşeriyet çapında ADALET ilkesinin esas ve hakim kılınmasıdır.

İşte “Dünya beşten büyüktür” diyen zat, şarki Anadoludan dünyaya bir güneş gibi doğan Bediüzzamandan aldığı dersle ve imanla bu haykırışı yapıyor. Yahudi emperyalizmasının hayalci ideolojilerinin sadece kölesi durumda kalan, aldanmış olan doğulu gençler varsa, uyanmaya davet ederiz. Onlar ideoloji değil kurnaz emperyalizmanın yemleridir.

HDP ve PPK nın içine giren yabancı unsurları iyi farketmeğe davet ediyoruz.

Arab, Türk, Kürd, vs. İslam milletlerinin dünya ve ahiret felahı, kurtuluşu; Kur’anın ilim ve fen asrının dersi olup ilim ve hikmet nuruyla açılımı olan Risale-i Nur ve onun dersiyle yetişen nesl-i cedidin kuracağı İTTİHAD-I İSLAM’ dır.

Hülasa: Biz müslümanlar, ya materyalist felsefe karşısında teslis gibi iflas etmeyen, bil’akis onu öldüren tevhid dini içinde iki dünyada hayat ve saadet bulup bir ve beraber yaşayacağız; veya gaddar emperyalizma siyasetleri ile parça parça olup hepbirlikte ölürüz.

HAFAZANALLAH

Vesselamü ala menittebeal Hüda.

Not: Hazret-i Bediüzzaman emperyalizma şeytanlarına karşı bizi şöyle ikaz ediyor: “Düşmanlarınız cin gibi; siz ahmaksınız! İkiyüz derece aklınız ziyade çalışması lazım”.

Eyüp Ekmekçi – Nurdan Haber

 

Radikal dini akımlara karşı Bediüzzaman’ın çözüm önerileri -4

İttihad-ı İslam ve vahdetin ortak zemini

“Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.”(1)

İttihadın hedefindeki vahdet zemini sağlam temellere oturtulmalıdır ki, arzulanan müspet neticeler alınabilsin.. Konu İttihad-ı İslam olduğuna göre, her şeyden önce İslam’ın temel esasları, bu vahdetin ortak zemini olmalıdır. Çünkü Müslümanların en kolay birleşecekleri zemin, bu ortak paydadır.

Bu noktaya işaret eden Bediüzzaman’ın”Âlem-i İslâmdaki ihtilafı, tadil edecek çare nedir?” sorusuna verdiği cevap çok önemlidir:

“Evvelâ; müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünki Allahımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’anımız bir, zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefik, zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telakki veya tarîk-i tefehhümdeki tefavüt bu ittihad u vahdeti sarsamaz, racih de gelemez.”(2)

Yani: Müslümanların birlik ve beraberlik için ahiret hayatı gibi dünya hayatlarını da –insanlık camiasında, devletler muvazenesinde-insana yakışan bir standardı yakalamaları için,  İslam dininin temel esaslarında ittifak etmeleri gerekir. Müslümanların ittifakla kabul ettikleri bu temel esaslar ön plana çıkarıldığı takdirde, geriye kalan teferruat kısmındaki farklı anlayışlar hoş görüyle karşılanır ve ittihadı zedeleyen bir unsur olmaktan çıkar.

“Cemiyette vahid-i sahih olmazsa cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür” der ve açıklar: “hesapta malumdur ki, darb ve cem (çarpma ve toplama) ziyadeleştirir: Dört kere dört onaltı eder. Fakat kesirlerde darb ve cem bilakis küçültür. Sülüsü sülüs ile (üçte biri üçte birle) darbetmek tüsü’ (dokuzda bir) olur. Aynen onun gibi insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur!”(3)

Yani: Müslümanların ortak zeminini oluşturan unsurların sağlam olması gerekir. Bu da Kur’an ve Sünnet çerçevesinde oluşan bir birlik anlamına gelir. Önemli olan bu birlik ve beraberlik binasının temel taşlarının sağlam olmasıdır. Aksi takdirde sayısal çoğunluk, çoğaldıkça hakikatte küçülür. Nitekim, matematikte bir kuraldır ki; çarpma ve toplamada yer alan sayıların çokluğu, neticenin çokluğunu gerektirir. Örneğin: 2×2=4, 4×4 ise 16 eder. Oysa bünyesi sağlam olmayan “Bayağı kesir ” hesaplarında tam(sağlam) olmayan kesirlerin sayısı ne kadar fazla  ise, toplama ve çarpmanın sonucu o kadar küçülür. Örneğin üçte biri üçte birle çarpmak dokuzda bir olur(1/3×1/3=1/9).

“Aynen onun gibi insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.

“Hem de düşmanlarımız onlar (gayr-ı Müslimler) değil; asıl bizi bu kadar (kıymetten) düşürüp İ’la’yı Kelimetullaha mani olan cehal et ve neticesi olan harekattır. Ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımızın gayesi bu üç insafsız düşmana hücumdur.“(4)

Bu ittihat her şeyden önce, din, sosyal, siyasal konularda uzman âlimlerin istişareye dayalı ittihatlarına da vesile olur. Böylece fertlerin ulu-orta şahsi görüşlerine itibar edilmeyecek, ilgili konuda uzman olanlardan müteşekkil ilim heyetinin fetvası esas alınacaktır. Bunun tahakkuk etmesi durumunda artık herkes rastgele bir fikri ortaya atıp da insanları ona tabi olmaya davet etmeyecek, edemeyecektir.

İttihad-ı İslam bütün Müslümanların birliğini esas alır.

Çünkü bu ittihadın harcı imandır. İmanı olan herkes, dindar olmasa bile İslam kardeşliği içinde yer alır. Nitekim Kur’an’da “dindar olanlar/veya evliya olanlar/veya günahkâr olmayanlar kardeştir” denilmemiş, bilakis, “Müminler, imanı olanlar ancak kardeştir” mealindeki çok kapsamlı, toleranslı ve efradına cami bir ifadeye yer verilmiştir. Eğer “Müslümanlar kardeştir” denilseydi, birileri kalkıp İslam’ın emirlerini yerine getirmeyen müminler de bu kardeşliğe dâhil değildir, diyebilirlerdi. İşte bu gün Müslümanları ırk bazında olduğu gibi, mezhep bazında da bölüp parçalayarak hazır lokmalar haline getirmek isteyen çevreler vardır.

Bu iki konuda da Bediüzzaman’ın güzel tespit, teşhis ve tedavi yöntemleri vardır. Eserlerinin değişik yerlerinde bu konuları genişçe işlemiştir. Ancak biz burada çok veciz sayılan iki ifadesine yer vermekle yetineceğiz:

-Irkçılık konusunda şunları söyler:

“Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahid gösteriyorum ki: Ben َاْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيّferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış; tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.”(5)

-Şii-Sünni mezhep mensuplarına şöyle hitap eder:

“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î mes’eleleri bırakmak elzemdir.(6)

8) Bediüzzaman’ın Önerdiği Çözüm Önerileri:

Bediüzzaman, 1909’da bir gazetede “Dağ meyvesi acı da olsa devadır” adlı makalesinde fikriyatını “dokuz” madde halinde özetler. Bu makalenin alt başlığı, onun şuurlu şekilde belli maksatları mücadele programına aldığını göstermesi bakımından zikre değer: “Bediüzzaman’ın Fihriste-i Makasıdı ve Efkârının Programıdır.” Bu dokuz maddeyi şöyle özetleyebiliriz:

Birinci madde: İslâm âlemini terakkiye sevkedecek uyanışı sağlamak.

İkinci madde: İslâm maarifini sağlayan üç merkez arasındaki ihtilafı gidermek: Bu üçmerkez medrese, mektep ve tekkedir.

Üçüncü madde: İlmî çevrelerde ilmî hürriyeti tesis etmek.

(Evet, taklîdin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfiza, Mu’tezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fır­ka­ları tevlid etmiştir-Asar-ı Bediiye, 300)

Dördüncü madde: Medreselerde ihtisas şubeleri te’sis etmek.

Beşinci madde: Mürşid-i umumi olan vaiz ve hatiplerin yetişmesini sağlayacak projeleri ele almak.

Altıncı madde: Osmanlılarda terakki meylini uyandırmak.

(Burada asıl mevzumuzu teşkil eden üçdüşman-cehalet, yoksulluk ve ihtilaf mevzubahis edilir: “..Ve bu zamanda i’lâ’nın en büyük sebebi maddeten terakki olduğundan; ve terakkinin en müthiş düşmanı olan ce­hâlet ve zarû­ret ve ihtilâfa; seyf-ül mârifet ve sa’y-i insanî ve ittihad ile din na­mına ittihad edeceğiz. Amma a’da-yı haricî, medenî olduklarından fikren galebe çal­mak lâzımdır. O cihadı da berâhin-i Şeriata havale ede­ceğiz“)

Yedinci madde: (Osmanlı dönemine ait)Hilafet makamının ıslahı meselesi.

Sekizinci madde: Osmanlı Devletinin beylikler devrine dönüşmemesi için, Müslüman halklar arasında ittihad-ı Muhammedî fikrinin geliştirilmesi.

Dokuzuncu madde: Millî birliği sağlayarak, Kürtlerin ihtilafı sebebiyle zayi olan kuvve-i cesimelerinden istifade etmek.

Doç. Dr. Niyazi Beki – nurdanhaber.com

Dipnotlar

1-Mektubat, 468.

2-Sünuhat, Tuluat, İşarat, 92.

3-Mektubat, 475.

4-Hutbe-i Şamiye, 96.

5-Mektubat, 64.

6-Lemalar, 26.

İttihad-ı İslam Üstadımız Said Nursi’nin Gayesiydi

İttihad-ı İslam Üstadımız Said Nursi’nin Gayesiydi

Aziz Kardeşlerimiz! bu gelen leyle-i miracın hakkımızda ve alem-i islam hakkında hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyor, islam coğrafyasında yaşanan sıkıntıların izalesi ve rahmete dönmesini Bar-ı Gah-ı Kibriyadan ümid ediyoruz. 
Bu vesile ile ittihad-ı islam-ki Necib Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin bir gayesidir -zahiren vücuda geliyor olması, bu babta müjdeci kararlara imzalar atılması ve o ittihadın zahiri manasını ifade eden İslam İşbirliği Teşkilatının madden daha kamil manada teessüsü hepimizi sevindirmiştir.

Bu mana için gayret gösteren başta sayın Reisi Cumhurumuz ve Hükümet erkanımızı tebrik ve takdir ediyor, ittihad-ı İslama dair Bediüzaman Hazretlerinin mühim derslerinden ve lahiklarından bir kısmını nazar-ı dikkatinize arzediyoruz. 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Talebe ve Hizmetkarları
Hüsnü Bayramoğlu, Abdullah Yeğin 
Aziz, sıddık kardeşlerim, Leyle-i Mi’rac, ikinci bir Leyle-i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket-i maneviye sırrıyla, inşaallah herbiriniz kırkbin dil ile tesbih eden bazı melekler gibi, kırkbin lisan ile bu kıymetdar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadet ile şükredersiniz. Hem sizin tam ihtiyatınızı tebrik ile beraber, hakkımızda inayet-i Rabbaniye pek zahir bir surette tecelli ettiğini tebşir ederiz.

Üstadımız Bediüzzaman Hz. bu yaşadığımız musibetlerin tahlili sadedinde bizlere şöyle ders veriyor ve bu musibetlerin netaicini ifade edip nazarımızı uhuvvet-i islamiyete ve ittihad-ı islam’a celbediyor; 

“-Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslam için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile, kendini yek-vücud olan alem-i İslama fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslamiyenin felaketi, alem-i İslamın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir.
Zira şu musibet, maye-i hayatımız ve ab-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslamiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulade ta’cil etti. Biz incinir iken, alem-i İslam ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üçyüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlubiyetle bir saadet-i acile-i (عَاجِلَهءِ )
muvakkata kaybettik; fakat bir saadet-i acile-i (اٰجِلَهءِ ) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’i ve mütehavvil ve mahdud olan hali, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.”
” Şark husumeti, İslam inkişafını boğuyor idi; zail oldu ve olmalı. Garb husumeti, İslam’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebebdir, baki kalmalı.
   Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti.
   Dediler:
   -Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İslamın sadası olacaktır!..”
İslamiyetin ali siyaseti ve içtimai maslahatı bitamamiha müslüman devletlerin siyasetlerinin tevhidine ve mesailerinin teavün ile teşrikine medar olduğu ve bu ihmal edildiğinde neticesinin vahim olacağını ders veren Üstadımız bizleri şöyle ikaz ediyor ve diyor; 
“Haccın bahusus tearüfle tevhid-i efkarı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i aliye-i İslamiye ve maslahat-ı vasia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslamı, İslam aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.
  • İşte Hind, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.
  • İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs biçare valideleri olduğunu “ba’de harab-il Basra” anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.
  • İşte Arab, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor.
  • İşte Afrika, biraderini tanımıyarak öldürdü, şimdi vaveyla ediyor.
  • İşte alem-i İslam, bayraktar oğlunu gafletle bilmiyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip ah-u fizar ediyor.
Milyonlarla ehl-i İslam, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi.Fa’tebiru
“… imanın mahiyetindeki harikulade şehamet, izzet-i İslamiyenin tabiatındaki alempesend şecaat, uhuvvet-i İslamiyenin intibahıyla her vakit mu’cizeleri gösterebilir.
  • Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat
  • Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i alem.”
Hutbe-i Şamiye’de; 
“Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakiki milliyetimizin hakimiyetini gösterdi. Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslamiyet’tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslamiyet milliyetinin sadefi ve kal’ası hükmünde Arab ve Türk hakiki iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.
İşte bu kudsi milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslam bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslam taifeleri de, birbirine uhuvvet-i İslamiye ile mürtebit ve alakadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslam taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır. Nasılki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur. Güya herbir ferd o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya herbir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.
İşte bu mezkur hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslamiyenin hukuklarına tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misalleri görülecek.” buyuruyor.
Emirdağ Lahikasında ; 
Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslamiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çare-i yeganesi; ittihad-ı İslam cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünkü komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında İttihad-ı İslam dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.
Yine Emirdağ Lahikasında İhvan-ı Müslim ile alakalı mektubu ki Anadoluda Nur talebelerinin sair islam ülkelerinde ittihad-ı islam için çalışan cemaatlerle olan münasebatını izah ediyor; 
“Halep’te İhvan-ı Müslimin azasının bana yazdığı tebriğe mukabil onu ve İhvan-ı Müslimini ruh u canımızla tebrik edip “Binler Barekallah!” deriz ki, ittihad-ı İslamın Anadolu’da Nurcular -ki eski İttihad-ı Muhammedinin halefleri hükmünde ve Arabistan’da İhvan-ı Müslimin ile beraber hakiki kardeş olan Hizbü’l-Kur’ani ve ittihad-ı İslam Cemiyyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafık ve müterafık saf teşkil etmeleriyle ve Risale-i Nur ile ciddi alakadar ve bir kısmını Arabiye tercüme edip neşretmek niyetleri, bizleri pek ziyade memnun ve minnettar eyledi.

Benim bedelime, İhvan-ı Müslimin Cemiyeti namına bana tebrik yazana cevap verirsiniz. O taraftaki Nur şakirdlerine ve Nur eczalarına himayetkarane alakadar olsunlar. “

” Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir mes’elesi; şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için şimdiki bu hükumetimizin hakiki kuvveti, hakaik-ı Kur’aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla ihtiyat kuvveti olan üçyüz elli milyon uhuvvet-i İslamiye ile ittihad-ı İslam dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihad-ı İslama taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’an’a ve ittihad-ı İslama tarafdar olmağa mecburdurlar.”
“Alem-i İslamın büyük bayramının arefesi olan ve şimdilik Asya ve Afrika’da inkişafa başlayan ve dörtyüz milyon müslümanı birbirine kardeş ve maddi ve manevi yardımcı yapan İttihad-ı İslamın, yeni teşekkül eden İslami devletlerde tesise başlamasının ve Kur’an-ı Hakim’in kudsi kanunlarının o yeni İslami devletlerin kanun-u esasisi olmasından dolayı büyük bayram-ı İslamiyeyi tebrik ve dinler içinde bütün ahkam ve hakikatlarını akla ve hüccetlere istinad ettiren Kur’an-ı Hakim’in, zuhura gelen küfr-ü mutlakı tek başıyla kırmasına çok emareler görülmesi ve beşer istikbalinin de, bu gelen bayramını tebrik ile beraber, Medresetü’z-Zehra’nın ve bütün Nur Talebelerinin hem dahil hem hariçte, hem Arapça, hem Türkçe Nurların neşriyatına çalışmalarını ve dindar Demokratların bir kısm-ı mühimmi Nurların serbestiyetine taraftar çıkmalarını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz…”
Üstadımız Bağdat Paktı münasebetiyle demokrat hükümetini nasıl suretle tebrik ediyorsa  bugün bizlerde aynen Üstadımız gibi dört değil kırkın üzerinde islam devletiyle olan ittihada vesile olan sayın Cumhurbaşkanımızı ve Hükümetimizi tebrik ve takdir ediyoruz; 
“Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakıyetkarane ittifakını, bu millete kemal-i samimiyetle, sürur ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah dörtyüz milyon İslam’ın sulh-u umumisine ve selamet-i ammenin teminine kat’i bir mukaddime olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım…

Türk gibi Arablarda da Arabcılık ve Arab milliyeti İslamiyetle mezcolmuş ve olmak lazımdır. Hakiki milliyetleri İslamiyettir. O kafidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azimdir.

Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymetdar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def’edecek ve dört-beş milyon ırkçıların yerine, dörtyüz milyon kardeş Müslümanları ve sekizyüz milyon sulh ve müsaleme-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hristiyan ve sair dinler sahiblerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına, ruhuma kanaat geldiğinden size beyan ediyorum…”

Menfi milliyetçilik ise hakikaten bu ittihad-ı islam önünde bir set teşkil ediyor işte bu hastalığa Bediüzzaman 26. Mektup’ta eczane-i Kur’aniye’den şu edviyeler ile deva arzediyor; 

 ” Hey’et-i içtimaiye-i İslamiye, büyük bir ordudur, kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Halıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, Kıbleleri bir, Kitapları bir, Vatanları bir, bir, bir, bir… binler kadar bir, bir…

İşte bu kadar bir birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkısam, şu ayetin ilan ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir; tenakür için değil, tahasum için değildir!.. “Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslamiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felakettir ki, tarif edilmez.

Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip, belki manen onlara yardım edip; menfi unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adavet besleyip, onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın, cenuptan gelen Kur’an nuru var; İslamiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.

İşte o dindaşlara adavet ise; dolayısıyla İslamiyete, Kur’an’a dokunur. İslamiyet ve Kur’an’a karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harap etmek; hamiyet değil, hamakattır!..

Rahmet-i İlahiyeden ümid kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’an’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşaallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…

 

Hüsnü BAYRAMOĞLU, Abdullah YEĞİN

www.NurNet.Org