Etiket arşivi: kadın hakları

Feminizm: Bir Menfaat ve Münafıklık Hareketi

Bir İslam ülkesi olarak maalesef ki Batı toplumlarının problemlerinden kendimizi koruyamamışız. Sadece azıcık daha iyiyiz. Fakat onların boğuştuğu dertlerle bizler de boğuşmak zorunda kalıyoruz.

Oysa bizim, mükemmel bir dinimiz var; bizi o sıkıntılardan koruyacak. Dinimizin yeterince kıymetini bilmediğimiz ve teknoloji olarak bizden ileride olan Batı uygarlığına hayranlığımız sebebi ile onların mikroplarını ve hastalıklarını bizler de alıyoruz.

Müs­lü­man bir ül­ke­de feminizme hiç­bir şe­kil­de ihtiyaç yok. Ba­tı­ ülkelerinde fe­mi­nizm ha­re­ke­ti­nin çı­kış ama­cın­da on­lar bakımından hak­lı­lık var­dı.

Hı­ris­ti­yan din adam­la­rı Hz. Âdem’in ka­rı­sı tarafından kan­dırılarak yasak meyveyi yediğine inandıkları için yüz­yıl­lar bo­yun­ca in­sa­nın cen­net­ten çı­ka­rıl­ma­sı­nın sorumluluğunu ka­dı­na yük­le­miş ve ka­dı­nı bir şey­tan gi­bi gör­müş­ler.

Bu yüzden de ka­dınlar Batı toplumunda çok ezil­miş, aşağılanmış, sö­mü­rül­müş. Batı’da kadınlar bazı haklar elde etmek için bu mücadeleye ihtiyaç duydular ve pek çok haklar elde ettiler. Gelinen noktada ise artık feminizme ihtiyaçları kalmadı, fakat feministler çalışmalarına son hız devam ediyorlar.

Kadınlar fazlasıyla haklar elde ettiler hatta erkeklerin haklarını da gasp ediyorlar ve buna hakları varmış gibi davranıyorlar. Zira feminizmin hak davası artık bir menfaat davasına dönüşmüş durumda.

İs­lam top­lum­la­rın­da ka­dın her za­man kıy­met­li ol­muş­tur. Di­ni­miz ka­dı­na gerekli hak­la­rı­nı ver­miş­tir. Bazı İslam ülkelerinde kadına haksızlık yapılıyorsa, bu dinimizden kaynaklanan bir eksiklik değil, yanlış politikalardan kaynaklanan hatalardır, Yanlış uygulamalar ise çözümden çok problem üreten Batı kanunları ile değil, ken­di di­ni­mizin kıymetli kaynaklarından çıkarılmalı.

Fa­kat ma­ale­sef ki Müs­lü­man kadınlar, fe­mi­niz­me pek bir sa­hip çık­tı­lar.  Açıkça feminist olanlar, feminist fikirlerden faydalanılması gerektiğini söyleyenler var. Bir de gizli feministler var. Fe­mi­niz­min bü­tün fikir­le­ri­ni ka­bul ediyorlar fakat fe­mi­nist ol­duklarını kabul etmiyorlar. “Biz feminist değiliz. kadın haklarını savunuyoruz.” diyorlar.

Bu ka­dın­lar hem di­nin ni­met­le­rin­den, ai­le ku­ru­mu­nun sı­cak­lı­ğın­dan, hem de fe­mi­niz­min nef­se hi­tap eden yönle­rin­den fay­da­lan­mak is­ti­yor­lar. So­rar­sa­nız fe­mi­nist de­ğil­ler; fakat kadınlar ve erkeklerle ilgili söylemlerine baktığınızda fikirlerinin feminizmden devşirme olduğu görülüyor. Boş yere “Biz sadece kadın haklarını savunuyoruz.” diye kimseyi kandırmaya çalışmasınlar.

Açık ya da gizli fark etmez, bakalım Müslüman feminist olabilir mi? Feminizmin fikirleri ile hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim âyetlerini bir karşılaştıralım. Bakalım ne kadar uyuşuyor?

Al­la­h’­ın si­zi bir­bi­ri­niz­den üs­tün kıl­dı­ğı şey­le­ri ar­zu­la­ma­yın, er­kek­le­re ken­di ka­zan­dık­la­rın­dan bir pay ol­du­ğu gi­bi, ka­dın­la­ra da ken­di ka­zan­dık­la­rın­dan bir pay var­dır.  Al­la­h’­ın lüt­fun­dan is­te­yin. Şüp­he­siz ki Al­lah (her şe­yi) hak­kıy­la bi­len­dir.” (Ni­sâ sure­si, 32)

Allah celle celaluhu, erkeklerin ve kadınların eşit olmadığını fakat birinin diğerinden daha üstün olmadığını da bizlere bildiriyor. Kadın ve erkeğe birbirinden farklı noktalarda üstünlük verildiği açıklanıyor.

Bu âyet-i kerîme, erkeklerin dinin bazı hükümlere bakarak kendilerini kadınlardan üstün görüp övünmeleri ve kadınların da erkeklere özenen sözler sarf etmeleri üzerine indirilmiş. Kadın ve erkek insan olarak eşittir; fakat yaratılışlarında bir eşitlik yok, farklılık vardır. Yaratılışları eşit olmadığı için hak ve sorumlulukları bakımından da eşit değildirler.

Oysa feminizm kadın ve erkeğin eşit olduğunu iddia eder. Dinimiz ise eşitlik yok diyor. Zira eşit­lik iddiası ya­ra­tı­lı­şa ters­tir. Ya­ra­tı­lı­şa ters olan, el­bet­te di­ne de ters­tir.

Fe­mi­nizm fıt­ra­ta kar­şı bir ha­re­ket­tir. Eşit­lik da­va­sı ka­dın­la­rı er­kek­le­re kar­şı aman­sız bir ya­rı­şa sok­tu. Fark­lı ola­nın eşit ol­ma­sı müm­kün de­ğil­dir, bu ada­le­te ay­kı­rı­dır. Ka­dın ve er­ke­ğin eşit ol­ma­ma­sı, bi­ri­nin da­ha iyi, bi­ri­nin da­ha kö­tü ol­du­ğu­nu gös­ter­mez. Su ve ateş bir­bi­ri­ne eşit de­ğil­dir fa­kat bi­ri­nin di­ğe­ri­ne üs­tün­lü­ğü yok­tur.

Âyet-i kerîmede iki tarafa da hitaben, “si­ze ve­ril­me­miş ola­nı ar­zu­la­ma­yın” di­ye de ikaz­ var. Oysa fe­mi­nizm Rab­b’i­mi­zin “ar­zu­la­ma­yın” de­di­ği­ni ka­dın­la­ra ar­zu­lat­mak üze­ri­ne kur­gu­la­nı­yor.

Bazı Müslüman feministler “biz farklılığı kabul ediyoruz, eşitlik davasında değiliz” diyorlar fakat çalışmalarına baktığınızda Batılı feministlerden hiç bir farkları yok, hatta ve hatta onları geçmiş durumdalar.

Ellerinden gelse şu âyetleri Kur’an-ı Kerîm’den çıkaracaklar.

Erkeklerin, kadınlar üzerinde ma’rûf  hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve vazîfeleri bakımından hukûken) bir derece fazladır. Allah mutlak gaaliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.”  (Bakara suresi, 228)

Görüldüğü gibi yine eşitlik yok. Erkek açıkça aileye idareci tayin edilmiştir.

Erkekler, kadınlar üzerine ‘idareci ve koruyucu’durlar. Bu da Allah’ın kimini kimine (cihad, imâmet ve aile reisliği gibi şeylerde) üstün kılması ve bir de erkeklerin onlara mallarından sarf etme vazîfesinin bulunması sebebi iledir. İyi kadınlar gönülden itaatli, saygılıdırlar.” (Nisa suresi, 34)

Fe­mi­nizmin sapkın fikir­ler­i ile zih­ni kir­len­miş olan­lar Rabbimizin em­ri olan, er­ke­ğin ev­de yö­ne­ti­ci­li­ği­ni ka­bul et­miyor­lar.

İslam’da kadın ve erkeğe farklı hükümler gelmesinin sebeplerini anlamamış olabiliriz, hatta kadınlarla ilgili hükümlere yüzeysel bakıldığında bir haksızlık varmış gibi de görünebilir, fakat görünen çoğu zaman yanıltıcıdır. Hz. Mevlana “Görmemiz göz bağı olmuş bize” der.

Rabb’imiz “Hakkıyla bilen benim.” buyuruyor. Bizim de görünene değil Rabb’imize güvenip teslim olmamız lazım.

Rabb’imiz kadının da erkeğin de cinsiyetinden dolayı daha fazla sevap alamayacağını, herkese kazandığı kadar pay olduğunu buyuruyor. Gerçek üstünlük ancak Allah yanında üstün olmaktır. Allah yanında şerefli ve üstün olmanın da ne milliyetle ne de cinsiyetle sağlanacak bir üstünlükle olmadığı Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildiriliyor.

Hiç şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlı olanınızdır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, her şeyden haberi olandır.” (Hucurat suresi,13)

Takvalı olan Allah’ın emirlerini gönülden kabul eden, nefsinin değil, Allah’ın emrine uygun yaşayan, günahlardan sakınan kişidir.

Kendini dindar diye tanımlayan fakat feminist olan kadınlar, dinimizde kadın-erkek eşitliği olduğu iddialarını desteklemek için bu (Hucurat 13)  âyet-i kerîmeyi iddialarına delil gösteriyorlar. Bu âyet-i kerîme Allah yanında kul olarak üstünlükten bahseder.  Oysa feministlerin iddia ettiği eşitlik, toplum düzeni ile alakalıdır. Toplum ve aile düzeninde ise eşitlik mümkün değildir.

Toplumda yönetim ve düzen için sorumlulukla birlikte gelen statü farkının getirdiği “söz hakkı üstünlüğü” vardır: Müdürün çalışanlara söz hakkı üstünlüğü olduğu gibi.  Ailede de erkeğin yöneticilik vasfından dolayı kadına söz hakkı üstünlüğü vardır.

Feminizmin kadın-erkek eşitliği davası en çok kadınlara zarar vermiştir. Çünkü kadınlar eşit olmak için erkeklere özenip onlar gibi olma hevesine düştüler. Oysa yaratılışları gereği erkek gibi olmaları mümkün değildir.

Sadece kadın-erkek arasında değil, insanlar arasında da eşitlik yoktur. Kimi daha zengindir kimi daha güzeldir kimi daha kabiliyetlidir…

 “Sizi yeryüzünün halifeleri / vazifelileri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz ki Rabb’inin cezası serîdir ve yine şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (En’âm suresi, 165)

Herkes kendine verilene göre de hesaba çekilecektir. İslam’da eşitlik yoktur, adalet vardır.

De ki: “Rabb’im bana adaleti ve itidâli emretti.”  (Araf suresi, 29)

Feminizm İslam’ın özüne aykırıdır. Bu hususta pek çok âyet ve hadîs-i şerîf yazılabilir fakat bir âyet-i kerîme daha yazıp mevzuyu tamamlayayım.

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları)dır.” (Tevbe suresi,71)

Kadın ve erkek birbirinin dostudur. Feminizm bu âyet-i kerîmenin aksine hareket eder ve kadınları erkeklere düşman etmeye çalışır. Feminizm hareketi bütün dünyada cinsiyetler arası bir savaş başlatmıştır. Sürekli kadınları kışkırtarak erkeklerin zalim, kadınların mazlum olduklarına toplumu inandırmaya uğraşırlar.

Feministler güya kadına şiddeti durdurmak için çalışıyorlar fakat ne hikmetse onların çalışmaları arttıkça kadına şiddette artıyor. Onlar da artan şiddetten nemalanıp caniler üzerinden bütün erkeklere saldırıyorlar ve erkeklere karşı içlerindeki düşmanlığı rahat rahat kusuyorlar.

Feminizmin getirdiği cinsel özgürlüğün İslam’a uymadığı zaten açık açık ortada. Feminizmle birlikte başlayan cinsel özgürlük aldatmacası ile kadınlar erkeklere peşkeş çekilmiştir. İslam’da zina haram olduğu gibi zinaya giden yollar da yasaklanmıştır. Kendini dindar diye tanımlayan feministler farkında olmadan zinanın kapısını da açmaktalar.

Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayâsızlıktır / yüz kızartıcı çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” (İsra suresi, 32)

Feminizm ikiyüzlü bir harekettir. İki yüzlülük münafıklık alametidir.

Feministler eşitliği savunuyorlar fakat istediklerinin eşitlikle hiç alakası yok.

Gerçi Batılı feministler bizimkilerden daha hakkaniyetli. Erkeklerin yaptığı pek çok ağır işi yapma, evin masraflarını ortak ödeme gibi konularda eşit davranmaya çalışıyorlar. Fakat onlar da erkeklere eşit davranılmayan pek çok konuda sessiz kalıyorlar.

Fakat bizim feministlerimiz tam iki yüzlüler.

Mesela erkeğin evde reis olduğunu kabul etmiyorlar fakat evi geçindirme görevini erkeğin üzerine yüklüyorlar. Erkeğin karısının maddi ihtiyaçlarını karşılamamasını şiddet kabul ediyor, kadınları kışkırtıyorlar. Fakat kadın erkeğin maddi ihtiyaçlarını karşılamıyorsa bunu şiddet olarak görmüyorlar.

Erkeğin kadından yemek ve  ev işi yapmasını talep etmesini şiddet olarak görüyorlar, kadınları ev işi yapmak zorunda değilsin diye kışkırtıyorlar fakat kadının kocasından maddi isteklerini şiddet olarak görmüyorlar.

Kadınların çalışmasını savunuyorlar fakat kadının istemezse evin ihtiyaçlarına harcama yapmak zorunda olmadığını söylüyorlar. Fakat erkeğin hem evi geçindirip hem ev işleri yapması gerektiğini iddia ediyorlar.

Boşanırken erkeklerin kadınlara nafaka ve tazminat ödemesi gerektiğini savunuyorlar. Madem eşitlik var, kadınlar da erkeklere nafaka ve tazminat ödesin. Kanunlar da var fakat uygulamada yok. İstisnalar haricinde. Feministlerin de buna bir itirazları yok.

Kadın hakları savunucuları sürekli erkeklere ayar vermeye çalışıyorlar. Kadınların hataları yokmuş, onlar her daim masum ve mazlummuş gibi davranıyorlar. Oysa gerçekten iyi niyetli olsalardı kadınların da hatalarını görür onları da uyarırlardı.

Feministler, kadınların erkeklere uyguladığı pek çok psikolojik şiddeti görmezden geliyorlar; fakat erkeklerin evde biraz sesini bile yükseltmesini kadına şiddet sayıyorlar. Bu kadar iki yüzlülük olabilir mi?

Daha çok mesele var. Mesela anne-babanın geride bıraktığı maaşları kız evlatları alırken neden erkek evlatlara verilmiyor?..

Madem eşitlik var, kadınlar neden askere gitmiyorlar? Vatanı neden erkekler savunuyor, neden hep erkekler ölmek ya da öldürmek zorunda kalıyorlar, kadınlar güvenli mekanlarda oturup lafla memleket kurtarırken.

Kadınlar da ev geçindirsin ya da askere gitsin diye yazmadım bütün bunları tabii ki. Elhamdulillah feminist değilim. Sadece feministlerin iki yüzlülüklerini göstermek için istedim.

Kadınların çoğu feminizme sahip çıktılar çünkü nefislerinin hoşuna gidiyor. Hep hakların var fakat sorumluluğu yok. Oh ne âlâ. Hep al fakat bir şey vermek zorunda değilsin.

Kadın hakları savunucuları erkeklerden alırken onlara ne kadar haksızlık ettiklerini fark etseler bari fakat nerdeee! Erkeklerin hakkını teslim etmedikleri gibi kendi elde ettikleri hakları da gözleri görmüyor.

Kadınlar erkeklerden çok daha fazla haklara sahip oldular fakat hâlâ mağdur edebiyatı yapıyorlar. Elde ettikleri bütün haklara rağmen “mağdurum da mağdurum” deyip ağlıyorlar. Kadınlar feminizmin oluşturduğu eziklik paranoyasından çıkamıyorlar. Oysa günümüzde kadınlardan çok erkekler eziliyor fakat kadınlar ısrarla bunu görmek istemiyorlar.

Zira zihinler medyanın dayatması ile kirlenmiş. Olaylara Kur’an penceresinden değil, batı destekli medyanın penceresinden, nefsimizin gözü ile bakarsak onların dili ile okuruz.

Oysa Rabbimiz “Yaratan Rabbinin adı ile oku,” buyuruyor. O halde gönlümüzle bakar,  Rabbimizin adı ile okursak ancak hak ve hakikati görebiliriz.

Müslüman kadınların feminizm tuzaklarına düşmesi çok acı. Menfaat ve münafıklık hareketi olan feminizm hiçbir şekilde İslam dini ile uyuşmaz.

Sema Maraşlı – cocukaile.net

 

İslam Hukuku’nda Kadının Hukuki Durumu

I- KADIN AİLE HAYATININ TEMEL TAŞIDIR

Tarih boyunca insanlık, kadın-erkek ilişkilerinin düzenlenmesinde, ifrat ve tefritlerden kurtulamamıştır. Bir taraftan “anne”lik vasfıyla insan varlığına sebep olan, “eş” sıfatıyla dünya hayatının iniş ve çıkışlarında erkeğe yol arkadaşlığı yapan kadın; uzun zamanlar bir hizmetçi ve köle seviyesine düşmüş, âdi bir eşya gibi alınıp satılmış, mülkiyet ve miras gibi temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakılmıştır. Diğer taraftan da aynı kadın, liyakatinin çok üstünde büyütülüp göklere çıkarılmış, neredeyse mukaddes bir varlık gözüyle bakılır olmuştur.

İster bir köle gibi kabul edilsin, isterse tapılacak bir tanrıça seviyesine çıkarılsın, kadının aile hayatının temel taşı olduğu, bütün insanlık tarihi boyunca inkâr edilememiştir. Zaten insanın yaratılışı da bu hükmü doğrulamaktadır. Gerçekten, insanın bu dünyada en fazla muhtaç olduğu şey, kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır. İnsanlar böyle bir kalbi elde etmeli ki karşılıklı olarak sevgilerini, şevklerini ve kederlerini mübadele edebilsinler; lezzet ve sevinçlerde ortak olsunlar; gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine yardım etsinler. İşte bu mukabil kalp, kalplerin en letâfetlisi ve en şefkatlisi olan kadın kalbidir. Bu manayı sezinleyen J.J. Rouseau “kadınlar dünyanın en güzel nısfıdır (yarısıdır)?” demiştir.

Gerçekten insanın sığınağı, bir çeşit cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Herkesin hanesi küçük bir dünyasıdır. Aile hayatının mutluluğu ve hayatı ise, karı kocanın birbirine karşılıklı olarak, samimi, ciddi ve fedakârâne hürmet ve merhamet etmesi ile olabilir.

Bu böyle olmakla beraber, insan oğlunun en fazla dengesiz hareket ettiği, ifrat ve tefritlere saptığı konuların başında kadın konusu gelmektedir. İnsanlık tarihinde kadın, bazen köle, bazen pazardaki mal, bazen tapılması gereken bir tanrıça, bazan da yerli yerinde değeri olan cemiyetin bir parçası olarak görüldüğünü müşahede etmekteyiz.

II) İSLÂMİYET’TE KADININ HUKUKÎ DURUMU

İslâmiyet bin senedir Türklerin dini olmakla kalmamış, bin yıllık tarihimiz boyunca, biz Türklerin, sosyal, ekonomik, ferdi, ailevi hayatımızda da etkili olmuştur. İslâm’ı kabuI eden bir Türk her şeye İslâm’ın gözüyle bakmaya, onun değer ölçüsüyle her şeyi değerlendirmeye başlamıştır. Osmanlı tarihini tetkik edenlerin kulaklarına ve gözlerine en fazla gelen ve çarpan kelime “Şer-i Şerife muvafık” deyimi olsa gerektir. Şer-i Şerif İslâm Hukuku demektir.

Öyleyse İslâm Hukukunda kadının hukuki durumunu işlemekle, aynı zamanda Osmanlı Devleti’ndeki durumunu da işlemiş olacağız. Ancak uygulamadaki bazı terslikler sebebiyle, ayrıca kadının Osmanlıdaki fiili durumuna kısaca atf-ı nazar edeceğiz.

a) Kadının Önem ve Değeri

Denebilir ki kadınlar, İslâm dini ile layık oldukları mevki ve değeri kazanmışlardır. Tarih boyunca özledikleri huzur ve saadete ulaşmışlardır. İslâm hukuku kadın ve erkek münasebetlerinde ifrat ve tefrit uygulamalarını kaldırmış, iki cins arasında tam bir denge ve âhenk kurmuştur.

İslâm’a göre Allah’ın yaratığı olmak bakımından kadınla erkek tamamen birbirine eşittir. Hz. Peygamberin ifadesiyle “Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler . Kadın ve erkek bir bütünün iki parçasıdır. Birbirlerini tamamlarlar. Şu âyet bunu çak güzel ifade etmektedir:

“Kadınlar sizin elbiseniz, örtünüz; siz de onların elbisesi, örtüsüsünüz”. Bu ayeti iki şekilde anlamak mümkündür: İki açıdan sizler birbirinizin elbisesi mesabesindesiniz, bir taraftan elbise gibi yekdiğirine sarmalaşırsınız, diğer cihetten de elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi herbiriniz diğerinin ayıplarını örter, eksikleri tamamlar, biri birisiz olamaz.

O halde erkek mi üstün kadın mı üstün münakaşası bile yersizdir. Yine Kur’ân’ın açıklamasına göre, erkeğin kadında bulunmayan bir takım yaratılıştan meziyet ve üstünlükleri bulunduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan bazı meziyet ve üstünlükleri mevcuttur. Bu sebeple her ikisi de ayrı ayrı yönlerden birbirine muhtaçtırlar ve bu şekilde erkekle kadın yaratılış itibariyle birbirinden farklı ve karşılıklı üstünlüklere sahiptirler. Aynı noktalarda mukayeseye kalkışmak yanlış sonuçlara götürür .

Yapılacak iş Kur’ân’ın şu düsturunu dinlemektir: “(Özellikle erkeklerle kadınlar arasında yek diğerinizin makamına göz dikerek kıskançlık ve kötü arzular beslemeyiniz, rekabet edip üstünlük taslamayınız) . Allah’ın bazısına diğerinden fazla olarak bahşettiği üstünlükleri temenniye de kalkışmayınız. Erkekler çalışma ve emeklerinin karşılığını alacaklar, kadınlar da çalışma ve emeklerinin karşılığını göreceklerdir” .

b) Kadın Lehine Ortadan Kaldırdığı Bazı Âdetler

Yahudi ve Hristiyanların inancı olan kadının la’netli olduğu görüşünü İslâmiyet reddetmiştir. Cahiliye adetlerinden biri olan kız çocuklarının diri diri gömülmesini şiddetle yasaklamıştır . Hz. Peygamber “Hiçbir şeyde uğursuzluk yoktur” buyurarak, kadını uğursuz sayma inancını yok etmiştir . Erkeklere kadınlara karşı büyük bir şefkat, sevgi ve ihtimam göstermelerini emretmiştir. Hatta kadınlar ile ilgili Kur’ân’da iki sure başlıbaşına mevcuttur . Günümüzde de mevcut olan kız çocuklara karşı duyulan nefret hissini yermiş ve Hz.

Peygamber “Hediyede çocuklarınızın arasını eşit tutun eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım” buyurarak, kız çocuklarını övmüştür. Kimin daha fazla hürmete layık olduğunu soran bir sahabiye de üç defa “Annen” cevabını verdikten sonra dördüncüye “baban” demişti .

c) Kadına Tanınan Haklar

Şunu hemen belirtelim ki hak ile görev ayrılmaz iki kardeştirler. Hak varsa görev de bulunacaktır. Kadının hak ve hürriyetlerini başından beri kabuI eden ve onun aşağı görülmesini şiddetle kınayan İslâm Hukuku, kadına bazı haklar tanıdığı gibi bazı görevler de yüklemiştir. Biz bunları zikretmeden bu mes’elenin özünü teşkil eden ve Hz. Peygamberin 130.000 kişi huzurunda veda haccında irad ettiği hutbesinde yer alan kadınlarla ilgili şu temel kâideyi hatırlatacağız:

“Ey insanlar ve ey eshabım, size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim. Onlar sizin hayat ortağınızdır. Allah’ın size bir emaneti olan bu kadınlarla aile yuvası kuruyorsunuz. Onların sizin üzerinizde hakları ve sizin de onlar üzerinde hakları mevcuttur. Bunlarla iyi geçinmek en önemli borcunuzdur. Ey insanlar; Tebliğ ettiğim bu sözlerimi de iyi anladınız mı?”. Yine bir hadisinde de “Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz. Onların hak ve hürriyetlerine tecâvüz etmekten sakınınız. Zira siz onları, Allah’ın bir emaneti olarak aldınız”.

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

www.NurNet.Org

Rector & President
Description: LogoIslamitische Universiteit Rotterdam
Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam
T +31 (0)10 485 47 21
F +31 (0)10 484 31 47
E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl
facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz

Kadının İslâm’daki yeri nedir?

Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü… Peki İslam’da kadının yeri ve önemi nedir? Sizler için Mehmet Kırkıncı hocamızın İslam’daki kadının yeri, yazısını paylaşıyoruz…

İslâmiyet kadına pek büyük bir mevki ve şerefli bir makam vermiştir. Cenab-ı Hakk bir ayet-i kerime de “Ana-babanıza öf bile demeyin” (İsra Sûresi, 28) buyurmuştur.

Efendimiz Hazretleri de, “Cennet anaların ayakları altındadır.” (Suyûtî, el-Camiü’s-sağir, 3642) buyurmakla validelere çok büyük bir makam vermiştir. Bu münasebetle, İslâm’da kadın-erkek eşitliği olmadığı şeklindeki itirazlara kısaca temas edelim:

Cenab-ı Hakk sonsuz hikmetler sahibidir. Mahlukatını, hikmetinin iktizasına göre, istediği gibi yaratır. Bazısına diğerinden farklı kabiliyetler ve meziyetler verir. Hiçbir mahlukun, bu hüküm ve iradeye müdahale etmeye hakkı yoktur.

Allah, erkekler ile kadınları her yönden eşit yaratmamıştır. Bu iki cinsi her cihetle eşit kılmaya çalışmak ancak fıtratı değişmekle mümkündür, bu ise muhaldir. Erkeğin ve kadının mahiyetleri bir çok cihetle farklılık gösterir. “Hüküm çoğunluğa göre verilir” kaidesinden hareketle şöyle diyebiliriz: Erkekler, “güç ve kuvvette, teşebbüs kabiliyetinde, cesarette”, kadınlar ise, “şefkatte, hassasiyette, vefa ve sadakatte” daha ileridirler. Gerek kadının gerek erkeğin birbirinden üstün tarafları vardır. Aile çatısı altında, her iki tarafın üstün meziyetleri birleştirilir ve böylelikle ailenin ihtiyaçları yanında, saadeti de temin edilmiş olur.

Erkeklerin güç ve kuvvet yönünden daha ileri olmaları sebebiyle, Cenab-ı Hakk, ailenin sorumluluğunu, birinci derecede, erkeklere yüklemiştir. Erkekleri, kadınların ihtiyaçlarını yerine getirmek, onları maddî ve manevî her tehlikeden koruyup gözetmekle mükellef kılmıştır. Bu hakikat şu ayet-i kerimede açıkça beyan buyurulmuştur; “Erkekler kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudurlar. Çünkü bir kere Allah bazılarını diğerlerinden üstün kılmıştır. Bir de erkekler mallarından (kadınlarına) nafaka verirler. Onun için iyi kadınlar, itaatkardır. Allah onları (kocalarının himayesine vermekle) koruduğu gibi, onlar da gaybı (namuslarını ve kocalarının mallarını) korurlar.” ( Nisa Sûresi, 34)

İslâmiyet erkeğin kadına karşı yaptığı bu ihsanlara karşı kadına da kocasına karşı itaati vacip kılmış ve bu itaati ibadet saymıştır. Bu ayet-i kerime bir taraftan erkeklerin hakimiyetini, diğer taraftan da kadınların kıymet ve faziletini ders veriyor.

Şu var ki, aile reisi olmak başkadır, Allah katında üstün olmak daha başkadır. Kur’an-ı Kerime göre, üstünlüğün ölçüsü cinsiyet değil takvadır. Takva ise en kısa ifadesiyle, Allah’tan korkmak, günahlardan sakınmak, Onun razı olmadığı hareket, tavır, hal ve sözlerden uzak durmak, Onun rızasına ermeyi en büyük maksat bilip, bunu kaybetmekten son derece korkmaktır.

Aile içindeki nizam ve ahengin devamı için erkeğin aile reisi olması ve kadının da ona itaat ile mükellef kılınması zarurîdir. Mutlak eşitlik bu itaati kırmakla ailedeki nizamı bozar; huzur ve saadeti mahveder ve çoğu zaman boşanmalara yol açar.

Kadının erkeğine itaati ne kadar lazım ise, erkeğin de kadının hak ve hukukunu gözetmesi o kadar vaciptir. Buna göre İslâmiyet’te “kadınların erkeklere esir oldukları” iddiası tamamen batıldır. Aksine İslâm’da kadın erkekten daha fazla zevk ve sefa imkanına sahiptir. Zira İslâm, erkeği kadının nafakasını temin ile mükellef kılarken, kadını bundan muaf tutmuş, bunun yerine kadına en zevkli bir vazife olarak “çocuk terbiyesini” vermiştir. Bunun içindir ki, Allah, şefkat hissini kadınlara, erkeklerden çok daha fazla lütfetmiştir.

Bugün kadın hürriyeti diye ortaya atılan şeyler, kadınların ancak sefahate düşmelerini ve sefaletlerini netice vermiş, izzetlerini zillete çevirmiştir. İslâmiyet ise onların iffet ve namuslarını muhafaza altına almakla, şeref ve haysiyetlerini korumuştur.

Bazı çevreler, İslâm’ın örtünme emrini kadının hürriyetinin kısıtlanması şeklinde takdim ediyorlar.

Öncelikle şunun bilinmesi gerekir: Kadınların örtünmeleri bütün semavi dinlerin ortak hükmüdür. Rahibelerin örtünmeleri bunun açık bir delilidir.

Öte yandan, örtünme sadece kadınlar için değil, bütün insanlar için fıtrî bir vazifedir. Hiçbir millette erkeklerin veya kadınların çıplak olarak gezdikleri görülmez. Ancak örtünmenin sınırında münakaşa vardır. İslâmiyet’e göre kadın, yabancı erkeklerin şehvetlerini tahrik edecek bütün azalarını örtmekle yükümlüdür. Böylece, dünyada haysiyet ve şerefini, ahirette ise ebedi saadetini kurtarmış olur. Öte yandan, kadınlar, İslâm’ın men ettiği şekilde açılıp saçılmakla, erkekleri günaha sokmakta ve “sebep olan işleyen gibidir,” hükmünce, onların günahlarının bir katı da kendilerine yazılmaktadır. İslâm, örtünme emriyle kadınları bu tehlikeden de muhafaza etmiş olur.

Mehmet Kırkıncı / Sorularla İslamiyet

Kadınlar ve erkekler birbirleri​nin dostlarıdı​r

8 Mart Dünya Kadınlar Günü“nün yaklaşması sebebi ile günlerdir medyada kadın hakları konuşuluyor. Bize daha fazla haklar verilecekmiş. Ben hak falan istemiyorum, onların olsun. Bana gerekli hakları Rabbim vermiş, daha fazlasında gözüm yok.

Yıllardır kadınlara, kadın hakları verip, kadın olmayı unutturdular. Kadınlığın bütün edasını, sedasını, nezaketini kaybettirdiler. “Eşit olacaksınız, güçlü olacaksınız” diye kadınları erkeklerle acımasız bir yarışa sürüklediler. Biz zaten güçlüyüz. Bize gerekli gücü Rabbim vermiş.

Kadının gücü; insanlığı doğurup yetiştirmesindedir. Ve bu yüce görev için  bütün meziyetlere sahip olarak yaratılmıştır. İnsanları yetiştirmekten daha büyük bir güç olabilir mi? Fakat annelik ve ev hanımlığı aşağılanarak, kadınların bu kutsî vazifesine burun bükülüyor ve kadına zoraki güçler atfedilerek, kadın erkekleştirilmeye çalışılıyor.

Kadının gücü; iletişim yeteneğindedir. Kadınlar doğuştan halkla ilişkiler uzmanı olarak yaratılmışlardır.

Kadın iletişim yeteneği sayesinde hem aileyi hem toplumu çok güzel yönlendirebilir.

Kadının gücü; şefkat ve teslimiyetindedir. “Kadın güçlenmeli…” sözlerinin altında bir kışkırtıcılık var: “Siz kadınlar aciz, zavallı varlıklarsınız, güçlenmelisiniz.” mesajı da gayet net okunuyor. Sizi güçsüz bırakan kim? Tabii ki erkekler…

Şişirilmiş güçler elde etmek için erkeklerle yarışa girmek istemiyorum, ben. Onlar benim rakibim değil ki dostum. Rabbim: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları) dır.” buyuruyor. (Tevbe sûresi 71.âyet-i kerîme)

Biz mümin kadınlar ve erkekler; birbirimizin yardımcısı, tamamlayıcısı, dostu, yeryüzünde birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden Allah’ın halifeleriyiz. Allah’ın adı ile birbirimize helal olur, eş olur, sevgili oluruz. Onun dışında bütün mümin erkeklerle kardeş olur, dost oluruz.

Fakat bizi birbirimize düşman etmeye çalışıyorlar. Bu tuzaklara düşmeyelim. Bazılarına göre; erkekler kötü olmuşlar, erkekler zalim olmuşlar, erkekler cani olmuşlar. Elbette cani, zalim, kötü erkekler var; zalim, cani, kötü kadınlar olduğu gibi.

Sepetten her zaman çürük yumurtalar çıkar. Fakat bir kaç çürük yumurta çıktı diye, bütün yumurtalara çürük demek, kötü niyetli olmaktan başka bir şey değildir. Az olana bakıp çoğunluğu cezalandırmak en büyük adaletsizliktir.

Ayrıca kadına şiddet söylendiği gibi çok artmış değil. Yıllara göre karşılaştırma yapıldığında erkeklerinkiyle paralel bir seyir izlediği ortaya çıkıyor. Genel suç oranındaki sapmaya bağlı olarak ortaya çıkan olağan bir durum var.

Fakat bazılarına şiddet rakamları az geliyor olmalı ki sayıları abartıyorlar, bizi sahte rakamlarla kandırıyorlar.

Herkesin dilinde “her gün beş kadın öldürülüyor” sözü var. “Kadın cinayeti 3, 5, 7…oldu” diye söylenen medyadaki rakamlar, erkekleri sindirmek için yapılan psikolojik harekatın ta kendisidir. Bu konuda günlük istatistik tutan bir kurum yok.

Nitekim aynı gün içinde ölenler kadın da olabilir erkek de. Bir gün 5 olan rakam diğer gün 1 olabilir. Erkek oranı fazla olsa erkek cinayetini 5 ya da 10 diye sunmayacakları gibi kadın cinayetlerini rakamla sunmak kadar saçma bir bakış olamaz. Suçun cinsiyeti olmaz. Elde iki ihtimal var; ya kadın ya erkek.

Feminist kadın dernekleri sürekli olarak kadın cinayetlerini gündemde tutmaya çalışıyorlar. Feminist örgütler, kadın cinayetlerinin “cinsiyete dayalı” olarak gerçekleştiğini iddia ediyorlar.

Yani kadınlar, erkeğin uyuşturucu ve alkol alması ya da geçimsizlik ve psikolojik sorunlar gibi nedenlerle değil, cinsiyetinden dolayı “yalnızca kadın olduğu için” öldürülüyorlar. Böyle de sapkın bir bakış açıları mevcut.

Kimse “vayy sen kadınsın, seni öldüreceğim” demiyor bu ülkede, yok böyle bir şey.

Kadın sığınma evlerinde kalan kadınların evden ayrılma sebepleri; alkol, uyuşturucu, ekonomik ya da psikolojik sorunlar yüzünden gelişen şiddette maruz kalmak.

Türkiye’de ki kadın nüfusu 35 milyondan fazla. Kadın derneklerinin iddialarına göre kadınlara “kadın olduğu için” şiddet uygulanıyor ya da öldürülüyor olsa, her gün onlarca kadının kıtır kıtır kesiliyor olması lâzım. Oysa bizim erkeklerimiz de kadın düşmanlığı yoktur; kadına her zaman kıymet vermişlerdir. Şiddetin artmış gibi görünmesinin nedeni şiddetin artması değil, medyanın abartması ve medyadaki kadın yazarların artması ile birlikte kadın köşecilerin belli maksatlarla konuyu sürekli gündemde tutmalarındandır.

Şiddet bir sonuçtur, sebepleri ortadan kaldırılmadan, ceza vererek sonucu ortadan kaldıramazsınız. Şiddetin sebepleri nelerdir? Alkol, uyuşturucu, eğitimsizlik, psikolojik sorunlar, cinsel sorunlar, evlilik dışı ilişkiler, ekonomik nedenler, maneviyat eksikliği…

Kadınlar şiddet görüyor.” diye feryat edenler eğer sözlerinde samimi iseler; aynı hassasiyeti, suça sebep olan nedenlerin ortadan kaldırılmasında da göstermeleri gerekmez mi? Ki samimi oldukları anlaşılsın.

Feminist kadın derneklerin içinden bir tanesinin; alkol kullanımının azaltılması, kontrol altına alınması ya da maneviyat eksikliğinin giderilmesi gibi konularda en ufak bir talebi olduğunu görmedik. Onların tek istediği; erkekler evlerinden uzaklaştırılsın, kollarına kelepçe takılsın, hapse düşsünler, barışmak için eşlerine ve çocuklarına yaklaşamasınlar, ağır maddi cezalar ödesinler, feminist psikologların karşısında kendilerini dünyanın en aşağılık varlığı gibi hissetsinler…Daha da kinlenip dönüp eşlerini öldürsünler umurlarında bile değil. Yeter ki aileler dağılsın.

Kadın dernekleri; mecliste onay bekleyen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı şiddetin Önlenmesi” kanunun ismindeki “Aile “kelimesine çok itiraz ettiler. “Devlet yine aileyi korudu, kadını değil” diye pankart açtılar. Maksatları kadını ailenin içinden çekip alıp, özgürleştirmek. Daha doğrusu serseri mayın gibi kadınları etrafa dağıtmak.

Bunu yapmak için de hükümetten yardım bekliyorlar. Mecliste onay bekleyen kanun tasarısı, zaten erkekler lehine yeterince ağır cezalar getiriyorken, onlar daha fazlasını istiyorlar. Son dakika yeni kazanımlar elde etmedilerse taslağın son halinden mutlu görünmüyorlardı. Milletvekillerimizin, kanunları aileyi korumak üzerine çıkarmalarını ve cezaları artırmalarını değil, sorunları ortadan kaldırmalarını bekliyoruz.

Avrupa şiddeti önlemek için çıkardığı kanunlarla şiddeti önleyemediği gibi her geçen gün artışı karşısında ne yapacağını bilmiyor. Onlara şifa olmamış bir kanunu alıp hangi umutla yürürlüğe koyabileceksiniz?

Müslüman bir millet olarak kendi çözümlerimizi üretebiliriz. Mesela neler yapılabilir?

1-Alkol yasaklanmalı. Cinayetlerde alkollü olmak, en çok görülen sebeplerden biri. Ülkedeki toplam şiddet oranı da düşer.

2-Uyuşturucu ile mücadele artırılmalı.

3-Medyada aile bağlarını kuvvetlendirecek programlar olmalı.

3-Maneviyatı artıracak çalışmalar yapılmalı. Allah’tan korkan hiç kimseye zulmedemez.

4-Elimizde “Diyanet İşleri Başkanlığı” gibi çok büyük ve zengin bir teşkilatımız var. Diyanetin “aile irşat büroları” var. Ayrıca her mahallede camilerimiz ve din görevlilerimiz var. Din görevlilerimiz aile ve şiddeti önleme konusunda eğitim alsınlar ve yetki sahibi olsunlar. Şiddet görenler polisten önce din görevlilerine başvursunlar. Hocalarımız şiddet gösteren kişiye manevi eğitim versinler, onları ibadete alıştırsınlar. İslam ahlakını öğretsinler. Maddi sıkıntıları varsa cami cemaati olarak yardım toplasınlar, evine yiyecek erzak alsınlar, hanımı çocuğu perişan olmasın.

5-Sonra belediyelerimiz var. Onlar zaten hanımlara pek çok eğitimler veriyorlar. Hanımlara yeterince takı, incik, boncuk öğrettiler. Artık biraz da aile üzerine dursunlar. Şiddet olmadan önce aileleri eğitsinler. Her aile, en az bir kaç ders evlilik ve iletişim derslerine mecburi katılsın.

6-Cinsel eğitimler verilsin. Hem evlenecek olanlara hem de evli çiftlere. En çok cinsel sorun görülen ülkelerden biriyiz. Evliliklerin yıkılmasında da en büyük etken cinsel problemler. Rum suresi 21. âyette Rabbimiz: “Birbirinizde sükun bulasınız, rahatlayasınız diye sizi çiftler halinde yarattık ve aranıza sevgi ve merhamet koyduk.” buyuruyor.

Birbirinde rahatlayamayan, çiftlerde öfke ve kırgınlık en üst seviyede oluyor. Cinsel hayatı iyi olan çiftler birbirlerinin hatalarını daha kolay affedebiliyorlar. Cinsellik bilgisi, kedilerden daha fazla olmayan, karı-kocanın evliliğinden ne hayır gelir? Hır gür birbirlerini tırmalayıp dururlar. Bu konuda mutlaka eğitimler verilmeli.

7- Aileye değer veren, manevi hayatı önemseyen yüzlerce sivil toplum kuruluşlarımız var. Onlara bağlı vakıf ve derneklerde aile konusundaki eğitimler artırılmalı. Kadın sığınma evleri açılmalı. Aile düşmanı derneklere karşı birlik olunmalı, cemaat farkına bakılmaksızın ortak çalışılmalar yapılmalı, projeler üretilmeli.

8-Ekonomik sorunlar yüzünden aileler dağılmasın, birbirlerini kırmasınlar, diye mutlaka işsizlik maaşı olmalı.

9-Alkol, uyuşturucu ve ruh hastalığı olan, karısına fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin evliliği bitirilmeli ve devlet kadına ve çocuklarına bakmalı.

10-Eğitimler tek taraflı verilmemeli. Erkeğin kadına bağırması psikolojik şiddetse kadının kocasına bağırması da psikolojik şiddettir. Kadın da erkek de eğitim almalı, ayrımcılık yapılmamalı.

11-Kadınları kışkırtanlara fırsat verilmemeli.

12-Boşanmaya karar verenlere yardımcı olacak ücretsiz boşanma danışmanları olmalı. Avukatlara gitmeden onlara gidilmeli. Evlilik kurtarılacak gibi görünüyorsa çiftler yardımcı olacak kurumlara yönlendirilmeli; umutsuz vakaysa boşanmayı kazasız belasız, küfürsüz, şiddetsiz, iki tarafta rahatça atlatabilmeleri için yardımcı olunmalı.

Son olarak bu ülkede hep kadın olmanın zorlukları anlatıldı, hep kadınlar konuştu. Erkekleri hiç dinlemedik, erkek olmanın çok büyük bir avantaj olduğunu zannettik. Oysa erkek olmak da o kadar kolay değilmiş.

Erkek olmanın zorluklarını http://www.cocukaile.net/turkiyede-erkek-olmak  okuyabilirsiniz.

Eminim ki kendi çözümlerimizi uygularsak şiddetle baş etmekte zorlanan Avrupaya da örnek oluruz. Bize de bu yakışır.

Sema Maraşlı – Haber 7

Peki erkeklerin hakları ne olacak?

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Fatma Şahin Hanımefendiye,

Sayın bakanım, çalışmalarınızı basından takip ediyorum. Büyük sorumluluğu olan bir görevdesiniz. Aile toplumu ayakta tutan en önemli kurumdur. Devletlerin bekası aileler ile mümkündür. Eli kalem tutan ve aile konusu ile yakından ilgilenen biri olarak gördüğüm eksiklikleri yazma mecburiyetinde hissettim kendimi.

Yaptığınız çalışmaları basından takip ediyorum. Daha çok “Kadın Hakları” ile ilgili çalışmalarınız var. Peki “Erkeklerin Hakları Ne Olacak?” Siz “Kadın Bakanı” değilsiniz, “Aile Bakanısınız” ve erkeklerin de haklarını korumak zorundasınız. “Yaşama hakkının korunduğu, eşit fırsat sağlanan bir dünya için yola çıktık.”  demişsiniz. “Kadınlar, erkeklerle eşit olsunlar.” diye kadınlara haklar veriyorsanız, erkeklerin taşıdıkları sorumlulukları da vermek zorundasınız. Kadınları erkeklerle eşit yapmak istiyorsanız, düzenleme yapılması gereken üç önemli konu var. Yoksa eşitlikten bahsedilemez.

Birincisi: Askerlik. Madem ki eşitiz, niye erkekler vatan hizmeti yaparken; cephede ölürken, öldürülürken biz kadınlar evde oturuyoruz? Neden? “Kadınlar da erkekler kadar güçlüdür.” deniyor. Madem ki onlar kadar güçlüyüz, o halde niye askerlik yapmıyoruz? Devletimiz kadınların güçsüz ve zayıf olduğuna mı inanıyor da biz kadınlar askerlik hizmetinden muaf tutuluyoruz?

Madem ki yaratılıştan gelen kadın erkek farklılıkları kabul edilmiyor; eşitlik isteniyor, o zaman kadınlarda cepheye gitsinler. Kadın erkek eşitliğini savunup da kadınların vatan hizmeti yapmaları ve cepheye gitmeleri konusu olduğunda sesi çıkmayan, kadın hakları savunucularını, asla samimi bulmuyorum.

Neden gencecik delikanlılar, yiğitler, karda kışta dağların başında hayatlarını ortaya koyarken, genç kızlar bilgisayar başında twit atarak eşitlik mücadelesini kazansınlar ki? Eğer gerçekten eşitliği savunuyorsanız, erkeklerin askerlik sürelerinin yarıya indirilmesi, kadınlar da askerlik yapması konusunda çalışmaları başlatmanız gerekir.

Yanlış anlaşılmasın ben kadınların askere gitmesi gerektiğini savunmuyorum. Çünkü ben  kadın ve erkek eşitliğine inanmıyorum ve “evin reisi erkektir” bunu gönülden kabul ediyorum. Erkekler gibi cesur da değilim, askere gitmek istemem, dağlardan ve karanlıklardan da korkarım. Fakat eşitliği savunan kadınların, askere gitmesi gerektiğine inanıyorum.

İkincisi: Erkeklerin boşandıkları eşlere nafaka vermesi konusu. Anayasadan “Erkek evin reisidir.” maddesi kaldırılmışken, erkeğin geleneksel rolleri kabul edilmezken, erkeğin üzerindeki geleneksel yükleri neden almıyorsunuz? Hakların alınıp, yüklerin bırakılması adil midir? Neden evliliğin ve boşanmanın bütün yükünü erkekler çekmektedirler?

“Erkek evin reisi değilse” neden ailenin masraflarını üstlenmek zorunda olsun? Erkek kira ödemekte zorlansa hanıma “annemlerle oturalım” dese bu kadın için haklı boşanma sebebi oluyor. Çünkü erkek eşine ayrı ev açmak zorunda kanunlarımıza göre. Evin reisi sayılmayan adamın, neden böyle bir sorumluluğu olsun ki? Eşitlik varsa erkek ev işlerine yardım etsin, kadın ayrı ev açsın kocasına.

Boşanma durumunda da yük yine erkeğin üzerinde. “Erkek aile reisi değilse” boşandığı kadına nafaka vermesi anayasaya aykırı değil midir? Üstelik boşanmayı kadın istemişken. Boşanma durumunda çocuk varsa ve çocuk annede kalacaksa, çocuğu için baba elbette nafaka verecek; fakat pek çok erkek çocukları için ayrı, boşandığı eşi için ayrı nafaka ödemek zorunda kalıyor. Neden?

Bir kadın, iki ay gibi kısa zaman bile evli kalmış olsa boşandığında, başka biriyle resmi bir evlilik yapmadığı sürece eski kocasından ömür boyu nafaka alabiliyor. Nerde eşitlik? Erkek işsiz olsa bile nafaka ödemekten kurtulamıyor ve hapis cezası alıyor. Kadınlar ise çalışıyorsa bile kocalarından nafaka alabiliyor ve boşandıklarında kocalarına nafaka ödemek zorunda bırakılmıyorlar. Eşitlik ilkesine göre burada büyük bir haksızlık ve adaletsizlik yok mu? Cezaevlerinde nafaka ödeyemediği için yatan kaç erkek var? Bunlar bir açıklansın.

Evlenirken ev kurmanın bütün yükü erkeklerin üzerinde. Ev kuracak, eşya alacak, nişan, düğün masrafı, geline takılacak takılar…Bunları erkek karşılıyor. Sonra gelin hanım üç beş ay sonra kocadan memnun kalmıyor ve ayrılmak istiyor. “Romantik değildi, annesine çok gidiyordu, falan filan…” Önemli sebeplerle boşanan kadınlar da var tabii ki fakat böyle ıvır zıvır sebeplerle boşanan kadın da çok.

Boşanmanın bütün yükü de erkeğin üzerinde. Belki de bir gün bile ona mutluluk vermemiş bir kadına, ömür boyu nafaka ödeyecek, kazancını paylaşacak. Kanun yolu ile kölelikten başka nedir ki bu? Belki düğün masraflarının bile kadından tahsil edilmesi gerekirken, bir de erkeği ömür boyu o kadına bakmak zorunda bırakmanın neresi eşitlik?

Boşanan kadının durumu ise daha iyi. Büyük ihtimalle ailesinin yanına gidecek, o zaman babası ya da erkek kardeşleri bakacak. Veya yeniden evlenecek kocası bakacak. Eski kocadan nafaka almaya devam etmek için nikahsız bir beraberlik ya da dini nikahla evlenerek masraflarını karşılayacak başka bir erkek bulan kadın sayısı da az değil bu arada.

Erkek ise yeniden evlenmek için bir kez daha masrafa girecek, bir yandan da eski karısına para gönderecek. Yani iki kadına birden bakmak zorunda kalacak. İlk karısına nafaka ödediği için, belki ikinci eşi ile maddi sorunlar yaşayacak. Bu arada anne babasının durumu iyi değilse onlar da yardım bekleyecekler, erkek ya. Erkeğin ikinci evliliği de iyi gitmedi ondan da ayrılmak zorunda kaldı ne olacak? İki kadına nafaka ödeyecek, varsa çocuklarına nafaka ödeyecek derken bitti bu adam. Bir daha evlenemez. Günümüzde erkekler evlilikten kaçınıyorlar, bu sebeplerden olabilir mi?

Ülkemizde her yıl yüz bine yakın çiftin boşandığı gerçeği var olduğuna göre, boşanmalarda erkeklerin de zarar görmemesi için çalışmalar yapılmalı ki bu erkekler tekrar evlenebilsinler. Ayrıca boşandığı belki de nefret ettiği kadına her ay para göndermek zorunda kalacak bu erkeklerin akıl sağlığını korumaları, eski eşleri ve toplum için potansiyel tehlike olmamaları için, boşanılan eşe verilen nafaka konusunda mutlaka bir şeyler yapılmalı. Her yıl boşanmalarla yüzbin, yüzbin, artan bir erkek sayısı var burada. Bu konu aileler ve toplum sağlığı için çok önemli.

Üçüncüsü: Anne ya da babadan kalan maaşlar konusu. Anne-baba öldüğünde bekar ya da dul kızları onların maaşını ömür boyu alırken, erkek evladı işsiz de olsa anne baba maaşından faydalanamıyor. Bunun neresinde eşitlik var? Pek çok evli kadın resmen boşanarak eşleri ile yaşamaya devam ediyorlar, anne- babanın maaşını almak için. Öte yandan erkek kardeşleri evinin kirasını, karısının ve çocuklarının masraflarını karşılayamıyor. İşsiz olabiliyor ya da çalışsa bile maaşı yetmeyebiliyor; fakat anne-babanın maaşından faydalanamıyor. Neden? Suçu ne? Erkek olmak mı? O da onların evladı değil mi? Hani eşitlik?

Devlet pozitif ayrımcılık yaparak kadınlara iş imkanını artırdı. İşsiz aile reislerinin sayısı 1 milyon 649 bine yakınmış. İşsiz aile reislerinin yüzde 89’u erkeklerden, yüzde 10’u kadınlardan oluşuyormuş. Bir milyona yakın erkek işsiz, evine ekmek götüremezken, karısına ve çocuklarına bakmak, varsa eski karısına nafaka ödemek zorunda iken; babası, kocası ya da eski kocası tarafından masrafları üstlenilmiş pek çok kadın eşitlik adına işe alınarak erkeklerin işsiz kalmalarına sebep olunuyor. Adalet bunun neresinde?

Bu yapılanlara bakıldığında eşit fırsat falan görünmüyor, kanun yoluyla erkeklerden alıp kadınlara verme gibi bir durum var. Kadın gerçekten ihtiyaç sahibi ise onun yükünü eski kocası değil, devlet çekmeli. Biliyorum, yazdığım bazı sorunların direk muhatabı siz değilsiniz; fakat  aile bakanı olarak erkeklerin sorunları ile de ilgilenmek zorunda olduğunuz ve eşitliği savunduğunuz için bağlı olduğunuz bakanlar kuruluna teklif götürebilirsiniz.

Madem ki eşit bir dünya isteniyor, o zaman gerçekten eşitlik sağlansın. Batı ülkelerine, yüksek sayıda çalışan kadın rakamı verelim, modern görülelim derken erkeklere haksızlık yapılmasın. Pek çok kanun batıya bakarak yapılıyor. Batının iki yüzlü kanunları da politikaları da bizi ilgilendirmez. Zaten batının aile konusunda geldiği noktaya bakarak onları bu konularda kesinlikle model almamamız gerekir.

Kadına şiddet konusunda çalışmalarınız var. Şiddete uğrayan kadınlara elbette yardım edilmeli. Fakat konu öyle abartılıyor ki basın tarafından neredeyse bütün erkekler, şiddet yanlısıymış gibi gösteriliyor. Bu da işinde gücünde, ailesinin geçimi için canla başla çalışan pek çok erkeği zan altında bırakıyor. Neden yüz erkeğin hatasını yüz bin erkek çeksin ki? Şiddet konusundaki çalışmalar erkekleri zan altında bırakmadan yapılmalı.

Ayrıca şiddeti önlemek şiddetten sonra yapılacaklarla olmaz. Şiddetten sonra karakola gitmek ya da polis çağırmak bir çözüm değildir.

Öncelikle şiddetin tanımı iyi yapılmalıdır. Fiziki şiddet üzerinde durulurken, psikolojik şiddet hiç konuşulmuyor. Psikolojik şiddet, fiziki şiddetten daha hafif değildir. Kadınların erkeklere uyguladığı psikolojik şiddet önemsenmezken, erkeklerin kadınlara uyguladığı fiziki şiddet görülüyor sadece.

Kadın erkeğe sokak ortasında “şerefsiz, namussuz” gibi her türlü hakareti yapıyor, bu suç olmuyor, erkek kadına bir tokat atsa suç oluyor. Erkek attığı tokadın bedelini ödeyecekse, kadın da yaptığı hakaretlerin bedelini ödemeli; madem eşitlikten haktan hukuktan bahsediliyor. Karakollarda “psikolog polisler”  olmalı. Kadın fiziki şiddette nasıl polisi arayabiliyorsa, erkek de “psikolog polisi” arayabilmeli. “Karım bana şu hakaretleri yaptı, ruh sağlığımı bozuyor, şikayetçiyim diyebilmeli.”

Şiddetini önlemek için işe yarayacak bir kaç önerim var:

Kadınlar, erkeklere hakaret etmeden konuşmayı öğrenirlerse şiddet önemli oranda azalacaktır. Kadına şiddet durumunda polis çağırmayı öğretmeden önce, erkekle nasıl konuşulur onu öğretmek lâzım.  “Kadın hakaret ederse, erkek vurabilir.” demiyorum yanlış anlaşılmasın.

Kadının önce kendini korumayı öğrenmesi lâzım, yoksa polis gelene kadar canından olur. Kadının haklı ya da haksız olması önemli değildir. Mesela adam içmiş gelmiş, çocukların ekmek parasını içkiye vermiş, kadın haklı olarak şöyle diyor: “Allah belanı versin, yine zıkkımlanmışsın, ekmek paramızı içkiye yatırmışsın, pis sarhoş” Bu adamın, zil zurna kafayla bu sözlere karşı şiddet uygulaması hiç şaşılacak bir şey olmaz.

Kadın canın seviyorsa, haklı da olsa adama hakaret etmesin, madem fiziki güç erkeklerde, madem ona gücü yetmiyor. Kadın, devlete polise güvenip ağzına gelen hakareti erkeğe yaparsa, polis gelene kadar kadın canından olabilir. Bu yüzden kadınlara önce kendini korumayı öğretmek lâzım. Bu da ne eline silah vererek ne de savunma sporu öğreterek olur. Kadının en büyük silahı dilidir. Kadın dilini düzgün kullanırsa kendini koruyabilir.

Kadın cinayetlerinin çoğu ya erkek içkili iken ya da boşanma aşamasında gerçekleşiyor. Boşanma aşamasında kadın “nasıl olsa ayrılıyorum, babam abim yanımda” diye güvenerek erkeğe ağzına geleni sayıyor. Ayrıca pek çok boşanmada çocukların velayeti için ya da erkekten nafaka almak için dava dilekçelerine erkeğe yazılmayan iftira kalmıyor. Erkeğin sapıklığından tutun, aklınıza gelebilecek her türlü iftira atılıyor. Bir kaç yalancı şahit bulmak da pek zor olmuyor.

Elbette boşanan erkeklerin içinde kötüsü de, sapığı da, akıl hastası da vardır ve bunlar yazılmalıdır; ama bu kadar boşanan erkeklerin hepsinin kötü, kadınların da çoğunun iyi olması pek gerçekçi değil. Kadın erkeği cezalandırmak için çocukları babalarından kaçırıyor,  çocuklarının yanında ya da sokak ortasında hakaretler ediyor, üstüne dava dilekçesinde iftira atıyor. Yine de bunlar, sebep ne olursa olsun, erkeğin cinayet işlemesinin asla haklı sebepleri değil tabii ki.

O zaman “Türk erkeği kadını kendi malı gibi görüyor, boşanmak istemiyor” gibi meselenin özüne inmeyen tespitler de bulunmak yerine “neden boşanma aşamasında bu kadar cinayetler işleniyor” onun araştırmasını yapıp, ailelere boşanırken yardımcı olunmalı.

Şiddeti önlemenin ikinci yolu cinsel eğitimdir. Evlilikte muhabbeti sağlayan en önemli şey “cinsel hayattır.” Toplumumuzda namus kavramından dolayı kızlar cinsellikten korkutularak büyütülüyor. Kadınların çoğu evlendikleri zaman cinsel isteksizlik yaşıyorlar ve eşleri ile birlikte olmak istemiyorlar. Erkekler de bu konuda eğitim almadıkları için eşlerine nasıl yardımcı olacaklarını, sorunu nasıl çözeceklerini bilemiyorlar. Cinsel sorunlar evlilikte öfkenin ve boşanmaların en önemli sebeplerinden biridir. Bu yüzden hem evlenecek olanlara, hem de evlilere mutlaka cinsel eğitim verilmelidir.

Aileyi çok ilgilendiren “feminizm” konusunda da bir kaç şey söyleyerek bitirmek istiyorum.

Kadınları kurban, erkekleri ise saldırgan ilan eden günümüz “feminist” yaklaşımı yanlış yönlendirici oluyor ve sorunları daha kötü hale getiriyor. Kadınların “iyi”, erkeklerin ise “kötü” olduğu yolundaki sosyal algılama, gerçekleri görmemizi engelliyor.

Aile bakanı olarak kadınlara eşitlik sağlama çalışmalarından ziyade iki tarafa da eşit bakar ve günümüz dünyasında sürekli ezilmeye ve aşağılanmaya çalışılan erkeklerin haklarını da korursanız çalışmalarınızla aileye gerçekten katkı da bulunacaksınızdır.

Son olarak bir kaç ay önce sitemize gelen Gaziantepli sizin hemşehriniz olan ve mailinde size de yardım için seslenen boşanma aşamasındaki bir erkekten gelen mektubun linkini vererek bitirmek istiyorum. Bu vesile ile onun sesini de size duyurmak isterim.

http://www.cocukaile.net/bosanan-erkekler-neler-cekiyor/

Saygılarımla…

Sema Maraşlı / Haber 7