Etiket arşivi: karı koca

Evlenmeden Önce Mutlaka Okuyun

Genç nesillerin düşmana ihtiyacı yok; onlar kendi kuyularını elleriyle kazıyorlar. Birçoğunun belki hiçbir geleceği olmayacak; bugünkü çizgilerini aynen devam ettirdikleri takdirde, nesilleri, kendileriyle beraber sona erecek.
Gençlerimiz evlenemiyorlar — eş yokluğundan değil, alternatif çokluğundan. Tüketim çağının getirdiği “maksimize etme” alışkanlığıyla, tıpkı bir kazağın en iyisini en ucuza alabilmek için birkaç düzine mağaza dolaşır gibi, hayallerindeki eşi bulabilmek için de yaptıkları görüşme ve elemelerden elleri boş dönüyorlar. Adaylardan kiminin yaşı, kiminin kaşı, kiminin boyu, kiminin soyu aranan özellikleri tutmadığı için, ellerindeki sayılı yılları sayısız aramalarda harcamaya devam ediyorlar. Sonuç:
Her iki tarafta da birbirini arayan, fakat bir türlü buluşamayan eş adayları.
Veya bir tarafta hayat arkadaşını bekleyenler, diğer tarafta da mümkün olan en karlı alışverişi yapmak için pazar araştırması yapan tüketiciler.
Ve mutlu bir yuvanın kuruluşunda harcanmaya layık iken beyhude arayışlarla heba olan hayatın en güzel yılları.
**
Son yıllar, eş seçiminde aranan özelliklere bir de “elektrik” şartını ekledi. Eş adayları evliliği beyaz eşya türünden bir alet olarak gördüklerinden midir, bilinmez, ama artık trafolarda aranacak şeyi birbirlerinde arıyorlar; çoğu zaman da görüşmeler, öyle uzun boylu kaş-göz, boy-pos değerlendirmelerine girişmeden, kısa ve net bir ifadeyle sona eriyor: “Elektrik alamadım.”
Belki de bu, karşı tarafa “Senin şu tarafını beğenmedim” demekten biraz daha haysiyet kurtarıcı bir formül sayılabilir; ama yine de bir arızanın işaretini vermiyor mu? Pek muhtemeldir ki, elektrik alamayan gencin devrelerindeki bir arıza, akımın iletilmesini engellemiş; yahut alınan elektrik, uyaran çokluğu ve aşırı yüklenme yüzünden duyarsızlaşan bünyelerde bir tesir uyandırmamış olsun.
Ne olursa olsun, söz konusu geçici bir beraberlik değil, sonsuza kadar sürmesi beklenen bir aile olduğuna göre, bu işi anlık voltaj ölçümleriyle belirlemeye kalkmak kadar yanlış bir yöntem düşünülemez. Ömürler gençlik hülyaları içinde geçecek değildir; zaman içinde hayatın inişleri ve düşüşleri de yaşanacak, hastalık ve ölümler, sıkıntı ve darlıklar başa gelecek, bu arada ilk günün voltajı çoktan düşmüş olacaktır. Anne veya babanız bakıma muhtaç hale geldiğinde, vaktiyle servi boyuna veya ela gözüne bakarak alıp eskittiğiniz dilberden nasıl bir davranış göreceksiniz?
***
Eğer bugünün gençleri — özellikle dindar gençler — yarının adı sanı unutulmuş, nesilleri kesilmiş yoklukları haline gelmek istemiyorlarsa, bir an önce Batı medeniyetinin kendilerine biçtiği “tüketici” rolünden sıyrılıp “mü’min” kimliğine kavuşmak zorundadırlar. Kadere inanmak da imanımızın bir rüknüdür; bunu unutmayın ve yaşanacak bir hayatın bütün ayrıntılarına hakim olmak gibi bir hevese kendinizi kaptırmayın. Böyle yaparsanız, hayatın en ağır yükünü omzunuzdan atmış olacaksınız, buna inanın.
Hiç mi araştırmayalım diyeceksiniz.
Araştırın. Fakat öyle uzun boylu araştırmayın. Gözünüz geçici değil, kalıcı özelliklerde olsun. En önemlisi, “Benim seçtiğim eş” olarak değil, “Allah’ın benim için yazdığı arkadaş” olarak bakın. O zaman, bilinmeyenler, tıpkı sürpriz bir armağan paketi gibi, bu seçimi sizin için daha da hoş hale getirecektir. Bu tavsiyelerimiz, ebediyete talip olanlar ve huzurlu ve mutlu bir yuva kurmak isteyenler içindir.
Başına bela alıp da hayatını zehir etmek isteyenler ise daha iyisini arayadursunlar. Eğer bir yanlışlık yapıp da evlenecek olsalar bile, ömürleri boyunca “daha iyilerini”görmeye ve yapmış oldukları seçim için hayıflanmaya devam edeceklerdir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de evliliği şu şekilde tarif eder ;

“Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.” 

İnternette tıklanma rekoru kıran bu resmin gördüğü ilgi, hepimizin içinde yatan bir özlemi yansıtıyor. Batı medeniyeti kendi değerlerini bizim zerrelerimize kadar işlemek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, varlığımızın ta derinlerindeki birşeyler, bize, asıl özenilecek değerlerin orada değil, bizim olduğumuz yerde bulunduğunu fısıldamaya devam ediyor. Ve o fısıltı, fırsat bulduğu anda, dünyanın bütün gürültülerini bastırarak kendisini bize dinletiyor.
***
Resim, iki güzelliği bir arada önümüze seriyor. Bunlardan birisi, yaşlılığın güzelliğidir. O da, Yer ve Gökler Rabbinin bahar mevsiminde dağları ve ovaları boyamakta kullandığı gelincik ve sarı çiçeklerden meydana gelen bir fon üzerinde sunulmuştur.
Yaşlılık, Batı’nın batıl ölçüleri içinde, güzellik kavramıyla en son barışabilecek bir hadisedir. Çünkü onların gözünde değer ifade eden güzellikler ancak maddi güzelliklerdir; o da zaman içinde pek çabuk tükeniverir. Gençlik geçer, sağlık elden gider, güzellik yerini günahların çirkin izlerine terk eder. Fakat Batı medeniyeti yaşlıları bütünüyle gözden çıkarmak da istemez; çünkü onlar da cepleri boşaltılacak bir kesim olarak ortada durmakta, hatta ömür ortalamasının artmasıyla birlikte sayıları da artmaktadır. Onun için, tüketim toplumunun mühendisleri, yaşlılara birşey pazarlayacakları zaman, önce onları “genç olduklarına” ikna ederler, sonra da onların genç gibi yaşamak için muhtaç oldukları şeyleri kendilerine satarlar.
Bizim dünyamız ise hep güzelliklerle doludur. Burada sadece güzellikler yer değiştirir, o kadar: gece ile gündüzün ve mevsimlerin güzellikleri gibi. Gençlik de giderken yerini yaşlılığın güzelliklerine bırakır. Bu yüzdendir ki, onların yaşlıları çirkinleşirken, bizde yaşlananlar daha başka güzelliklere bürünürler. Simasını yılların secdeleriyle nurlandırmış ak sakallı bir dedenin yahut beyaz yemenili bir ninenin mübarek yüzünden daha fazla seyredilmeye layık hangi şey vardır bu dünyada?
***
Resmin ikinci güzelliği, bir muhabbet tablosu halinde karşımızda beliriyor. Fakat bu arzi, beşeri, maddi bir sevgi değil, başka alemlerden kokular taşıyan İlahi bir muhabbettir. Onun da adresini ayet-i kerimeden alıyoruz:
“Hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratması ve aranıza muhabbet ve merhamet vermesi Onun ayetlerindendir.” (Rum, 30:21.)
O muhabbet semadan anne ile babanın arasına iner, fakat orada kalmaz. Çocukların her biri ile anne ve baba arasında ayrı ayrı bağlar halinde çoğalır. Derken kardeşler arasında, derken her bir evlat ile teyzeler, halalar, amcalar, dayılar, dedeler, nineler arasında ayrı ayrı sevgi bağları olur. Bu rahmet ve muhabbet deryasında her bir fert, kendisini sayısız sevgi haleleriyle kuşatılmış bulur.
Liste böylece uzayıp giderken, hiçbir muhabbet, bir diğerinin kefesinden birşeyi noksanlaştırmaz. O muhabbetlerin hepsi de semavi ve nurani bir kaynaktan beslendikleri için, bölünmekle eksilmez, bilakis paylaşıldıkça artarlar. Yaşlanan ve yıpranan bedenlerin de böyle bir muhabbete zararı dokunamaz; yarım asır sonra o muhabbeti, daha da renklenmiş ve zenginleşmiş olarak, bir gelincik demeti halinde elden ele, gözden göze alınıp verilirken seyredebilirsiniz.
***
Bir gelincikte bütün gelincikleri, bir baharda bütün baharları birden gören gözler, bir dede ile ninenin muhabbet alışverişinde de kainatın bütün muhabbetlerini birden seyredebilirler. Zerreler aleminde parçacıkları, göklerde yıldızları birbirine bağlayan şey, o semavi hakikatin cemadat diline tercümesinden başka nedir ki? Bunlardan birine elektrik, diğerine çekim gücü adını veren bilim, bir tabloyu bize anlatmış olmaz, sadece tablonun bezinden, boyasından, tahtasından bahsetmiş olur, o kadar.
Ebedi hayat arkadaşları arasındaki muhabbet alışverişini bir “elektrik” hadisesi olarak görenlerin de cemadat lisanından zişuur lisanına yükselmedikçe bu hakikati anlamaları pek güçtür.

Ümit Şimşek

Risale Ajans

Allah Kimseyi Evliliği İle İmtihan Etmesin

Bir karı koca gelmişti yanıma… Boşanmaya karar vermişler.

“Ayrılma kararımızı uzun uzun düşünerek verdik. Bu konuda bizi ikna etmeye çalışmayın lütfen. Ayrılırken çocukları zarara uğratmak istemiyoruz, bu konuda yardım ederseniz seviniriz.” dediler.

“Tamam; ancak ayrılış sürecini yeterince bilmeliyim ki çocukları zarara uğramaktan koruyabilelim.” dedim.

Önce beyefendiyi yalnız dinledim…

-“Neden ayrılıyorsunuz?”

Cevap netti: “Nankör… Ne kadir bildi ne kıymet! Bir sorun kendisine, kendi yaşıtı hangi arkadaşının arabası varmış, bırakın arabası olmasını, kendi arkadaşlarının ehliyet almasına bile kocaları izin vermezken ben ona araba aldım. Ama hata etmişim… Çalışmıyor kendisi; ama benim kredi kartımı o taşır. Sorun bakalım bir kez, yaptığı harcamalarla ilgili hiç hesap sormuş muyum? Daha ne anlatayım… Biraz birikmiş param vardı, ev alalım dedik, tapusunu eşimin üzerine yaptım… Ben bunları yaptım ama Allah insanı nankör etmeyegörsün, 2 yıldır ayrılacağım diye tutturdu, sonunda ben de ‘ne hâlin varsa gör’ dedim.”

-“Eşinizi seviyor musunuz?”

“Çok seviyordum; ama artık değil…” dedi.

Beyefendi dışarı çıktı, hanımefendi ile görüştüm.

“Eşiniz size her türlü imkânı sunmuş, araba almış, ev almış, kendi kredi kartını size tahsis etmiş.” dedim.

“Evlilik ev ile, araba ile olmuyor hocam… Ben eşime yıllardır ulaşmaya çalışıyorum, ama o duyarsız. Hissiz bir adamla evlenmişim, tam 10 yıldır bunun acısını çekiyorum.”

Adam kadına “nankör”, kadın adama “duyarsız” diyordu.

Devam etti kadıncağız: “En son olayımızı anlatayım. Bunca yıllık evliyiz. Eşimle bir gün dışarı çıkıp el ele yürüyemedik. Sevmez böyle şeyleri. Etrafımda insanlar var, eşleri ile kahve içmeye gidiyorlar, çay içiyor, sohbet ediyorlar, bizimki sohbet etmez. Elinde bir cep telefonu, oynar durur. Geçen ay bizim evlilik yıldönümümüzdü. Eşime sürpriz yapayım istedim. Yemek masasını özene bezene hazırladım. İki kırmızı mum aldım, bir başa birini, diğer başa öbürünü yaktım. Servis tabaklarını çıkarttım, baş başa sohbet ederek yemek yeriz diye hayal ettim. Eşim akşam 7’de gelecekti… Gelmedi. Telefon ettim, cevap vermedi. Mesaj gönderdim, ‘yoldayım’ diye kısa bir cevap yazdı. Saat 8 oldu yok, 9 oldu gelmez… Mumlar yana yana bitti. Çocuklar babalarını beklerken uyuyup kaldılar. Saat tam 23’te geldi. Ben sinir küpü olmuşum. Kapıyı açtığında bağırdım birden. ‘Neredesin sen ya, neredesin!’ dedim… Trafikte kaldığını söyledi. Ben akşama kadar hazırlık yaptığımı söyledim. Evlilik yıldönümümüz olduğunu söyledim. O da öfkeliydi, ‘Bağırma bana!’ dedi. ‘Ne istiyorsan onu söyle!’ dedi. Ben de ona ‘Dışarı çıkmak istiyorum, evli olduğumu hissetmek istiyorum, dışarıda insanlar eşleri ile yürüyor, ben de el ele tutuşup yürümek istiyorum, anladın mı?’ dedim. ‘Tamam, abartma, bağırma!’ dedi. Çıktık dışarı… Yürüdük, yürüdük, ama hiç konuşamadık. Bir ara döndü, bana baktı, ben bir şey söyleyecek diye sevindim. Ama o ‘Bu kadar yeter mi?’ dedi. Sanki fino köpeğinin gezme ihtiyacını gidermişti de geri dönmek için ‘Bu kadar yeter mi?’ diye soruyordu. Kalbim nasıl incindi anlatamam. Ve o gün artık ayrılmaya kesin karar verdim.”

Beyefendiyi davet edip bu olayı anlattım. O gün akşam eşine ‘Yeter mi bu kadar?’ diye sorup sormadığını sordum. Şaşın şaşkın yüzüme baktı: “E, sordum… Ne varmış bunda? Sormamalı mıymışım? Bu da mı suçmuş?”

Bu adam üniversite mezunu idi… Ama bir kadını anlayabilecek duyarlılıkta bir yaşam tecrübesi yoktu. Muhtemelen kendi anne babasından da dinlememişti yeni nesil bir genç hanımefendinin ihtiyaçlarının neler olabileceğini. Babası gibi baba olmayı marifet zannediyordu. Bir aile danışmanından yardım almayı da gereksiz bulmuşlardı. ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ diye öğretmişti toplum onlara.

Sonra ne mi oldu? “Biz boşanmaya kesin kararlıyız.” deseler de birbirlerini başka başka bakış açıları ile anlamaya başladıklarında kararlarından vazgeçtiler.

Şimdi, ikinci baharlarını yaşıyorlar…

Allah kimseyi evliliği ile imtihan etmesin…

Adem Güneş / Aksiyon Dergisi

Aile: Şimdilik mi, Sonsuza Kadar mı?

Modernizm Batı’nın yaşadığı tarihsel ve sosyolojik tecrübe neticesinde ortaya koyduğu kavram ve kurumlar üzerinde yükselen bir hayat tarzıdır. Buna rağmen bu husus göz ardı edilerek modern hayat anlayışının evrensel ve medeni olmanın göstergesi olduğuna dair bir ön kabul oluşmuştur. Böyle bir ön kabul ve Batılı olmak adına gösterilen çabalar da zaman içinde farklı medeniyet mensuplarının zihinsel dönüşümü ile sonuçlanmıştır. Hayatın tümüne ibadet nazarıyla bakması ve her şeyi bu temel üzerinde anlamlandırması gereken biz çağ Müslümanlarının da bu etkilenmenin dışında kaldığı pek söylenemez. Toplumsal kurumlara yüklediğimiz anlamlar açısından olaya yaklaşıldığında bu sürecin bizleri ne kadar etkilediği ve yönlendirici hâle geldiği daha iyi anlaşılabilir. Toplumun temeli olan aile ve bu kurumla birlikte gündemimize giren evlilik, eş ve çocuğa dair algılarımızın bakış açımıza göre nasıl farklılık arz ettiğini bu yazıda ele almaya çalışacağız.

evlilik mutlulukEvlilik

Evlilik iki ayrı dünyanın kaynaşması ve buluşmasına vesile olan bir beraberliktir. Yeni bir yuvanın kurulması niyetiyle bir genç kızın ailesinden “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli” ile istenmesi daha en başta kutsal olanla bağ kurmak, hatta kutsal olanı referans edinilerek böyle bir talepte bulunmak demektir. Böyle bir anlayış aynı zamanda kurulacak yuvada en üst otorite olarak Yaradan’ı kabul etmenin, her halükarda O’nun rızasını gözetme niyetinin ve birbirine karşı sorumluluk hissiyle dopdolu olmanın bir ifadesidir. Bu sürecin hayırlısı ile sonuçlanması için taraflar birbirlerine karşı kolaylaştırıcı olmayı tercih ederler. Sonuçta evlilik eşlerin ibadeti hükmündedir.

Modern algıda ise esas olan birey ve bireyin istekleridir. “Aşkın” olanla bağını koparan veya zayıflatan modern insanın en büyük sorunu güven problemidir. Hayatı madde yönüyle ele alıp bu alanda yapabildikleriyle kendine güvenlik alanı oluşturmaya çalışan birey için evlilik de aşkın boyutundan soyutlanır ve maddi ihtiyaçların giderilmesine yönelik bir birliktelik halini alır. Evlilik öncesi sözleşme hazırlanması gibi bir hususun gündeme gelmesi daha en başta konuya ne kadar sığ yaklaşıldığının bir göstergesidir.

Her nasılsa duygular galip gelip maddi noktalarda da anlaşma sağlandığında evlenmenin daha çok şekle bakan ve prosedür yönünün ağır bastığı süreçler gündeme gelir. Mesela genç kızların duygusallığı göz önüne alınarak romantik bir müzik eşliğinde belki de delikanlının hanım kızın önünde diz çökerek “Benimle evlenir misin?” sözleriyle yapılan teklif hayalleri süsler. Bu sahnenin illa ki tek taş pırlanta yüzükle tamamlanması da olayın “tamamen duygusal” yönü olarak algılanır!

Yine evliliğin anlam ve önemiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan pek çok husus “olmazsa olmazlar” olarak ortaya konur ve taraflar arasında soğuk savaşlar yaşanır. Sonuçta evlilik kimin kime hakim olacağının hedeflendiği bir kör dövüş haline gelir. Bu kadar uğraş ve prosedürden sonra “Beni hayal kırıklığına uğrattın” diyerek yollarını ayıran gençlere günümüzde sıkça şahit olmaktayız ne yazık ki. Ne onca para ödenerek alınan ziynet ve eşyalar ne de geçmişte yaşanan güzellikler onları bir arada tutmaya yetmiyor. Aile olmak, hayatı paylaşmak bunların çok ötesinde ve daha derin bir anlam taşıyor çünkü.

Eşler

Hayatın bir ibadet şuuruyla yaşanması gerektiğinden hareketle bir araya gelenler bilirler ki, yıllarca yaşadıkları aile ortamından çıkıp yeni bir yuva kurmaları sıradan basit bir olay değil, Alemlerin Rabbi Allah’ın (cc) bir ayetinin tecellisidir. Çünkü Kur’an’da “Sizi bir erkek ve dişiden yaratması ve aranızda sevgi var etmesi O’nun ayetlerindendir” buyurulur. Böyle ilahi kaynaklı bir sevgi üzerine temellendirilen aile yuvası çok uzun soluklu ve hayır üretmeye yönelik bir birliktelik olacaktır kuşkusuz. Çünkü eşler ebediyete uzanan bir yolda yol arkadaşı olmaya niyetlenmiş ve azmetmiş insanlardır. Yine onlar birbirinden öğrenmeye, birlikte öğrenmeye her an hazırdırlar. Çünkü hayat okulunun evlilik şubesinde sevgi, saygı, paylaşma, dayanışma, sabır, sadakat, huzur, güven, bağışlama, hoşgörü, özür dileme, gönüllü vazgeçme gibi derslerin son nefese kadar talebeleri olduklarını unutmazlar. Birbirlerinden razı olmalarının Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olacağı umudunu taşırlar içlerinde. Aradan yıllar geçtiğinde birlikte olgunlaşmanın ve dost olmanın güzelliğini yaşarlar. Böyle geçirilen bir ömür her iki eş için de daha dünyada iken cenneti soluklamak anlamına gelir.

Hayatı paylaşma ve dayanışmadan ziyade rekabet ve mücadele ile anlamlandıran modern algının bu yaklaşımı evlilik kurumuna da yansımıştır. Özellikle kadının ezilmemesi için ekonomik bağımsızlığını kazanmış olmasına yapılan vurgu bundan kaynaklanmaktadır. Kendi ayakları üzerinde duran bireylerin kimseye katlanmaya, hiçbir zorluğu göğüslemeye tahammülü yoktur. “Şimdi ve burada” olanı önceleyen modernizm için ötelere dair bir hesap yoktur ki, hayatın zorluklarını aşmak yolunda eşlere birbirine destek olma ve birlikte başarmanın mutluluğunu yaşama tavsiyesinde bulunabilsin. O nedenle en küçük sebeplerle bile mukaddes aile yuvasının dağılması gündeme getirilebiliyor. Günümüzde ekonomik zorlukların da katladığı geçimsizlikler nedeniyle yuvaların dağıtılmasının yaraya merhem olmadığı aksine çok daha başka problemlere zemin teşkil ettiği gerçeği üzerinde durup düşünülmesi gereken bir meseledir.

Çocuk

Allah’a ibadet niyetiyle bir araya gelen ve O’nun rızasını gözetenlere sunulan büyük bir nimet… Külfeti de beraberinde getiren en güzel lütuf… Âlemlerin Rabbi’nden bir emanet yüklenmiş olmak düşüncesiyle ebeveyni iliklerine kadar titreten küçük insan… Yaradan, yeryüzünde sorumluluk sahibi olarak bulunduğunu unutmaya meyyal insanoğlunu, kendilerine karşı çok büyük sorumluluk hissi duyacağı evlatlar vermek suretiyle ne güzel terbiye etmekte. Çocukların hem dünya süsü hem de bir imtihan olduğu bilinci anne babaya bir istikamet verecektir şüphesiz. Çocuk konusuna da “Aşkın” olanla bağını koparmadan bakabilen ebeveyn, onu iyi yetiştirmek hedefine yürürken ellerinde sağlam bir yol haritası bulacaktır. Bu şekilde yetiştirilen çocuklar sınırlı dünya hayatının sürur ve neşe kaynağı olmakla kalmazlar, ahiret yurdunda da ölen ebeveyninin amel defterlerinin açık kalıp sevap hanesine kaydın devamını sağlayacak hayırlar işleyen güzel insanlar olurlar. Yaradan’ın insana biçtiği ömür böylece bereketlenir. Kişi dünyadan göçmüş olsa bile ardından yetişen hayır silsilesi kuşaklar boyu adını yaşatır ve sonsuz hayatına katkıda bulunmaya devam eder.

Bireyi ve isteklerini ön plânda tutan modernizm için, yine daha yolun başında çocuğa bir emanet veya lütuf olarak bakılmadığını, ona sahip olunduğunu veya kendinin zannedildiği yanılgısına düşüldüğünü görüyoruz. Fütursuzca sarf edilen “çocuk yapmak” gibi bir ifade bunu anlatıyor aslında. Hayatın merkezine kendini koyan ve yapıp etmelerinin kendinden kaynaklandığını zanneden aklın söylettiği sözler bu ve benzerleri. Bunun yanı sıra bireysel özgürlük çok önemsendiğinden çocuk bir yük ve özgürlüğü kısıtlayıcı bir varlık olarak da algılanabilir. Daha ileri düzeyler de kadının fıtratını reddedercesine hamilelik ve çocuk yetiştirmek, vücudu deforme ettiği ve yıprattığı ileri sürülerek istenmeyen olgular gibi lanse edilebilir. Ama yine de içte bastırılamayan duyguların tatmini için hayvan sevgisine yönelmeler bir alternatif gibi ortaya konabilir. Bu, fıtratla savaşan aklın kendini oyalaması için oyun ve oyuncak üretmesine benzemektedir.

Bir diğer husus, hayat tek boyutla değerlendirildiğinde çocuğun da sadece dünyaya bakan yönüyle ebeveynin ilgi alanına dahil olması hususudur. Ne yediği, giydiği, hangi okula gittiği, mesleği, oturacağı ev, kazancı, arabasının markası vs., anne babanın hayatları boyunca cevap aradığı en önemli sorular haline gelmektedir. İstikbal düşüncesi burası ile sınırlandırılmakta ve ebedi hayat burası için ihmal edilebilmektedir. Bu mukayeselerden sonra diyebiliriz ki, hayatı imanla ve ibadet şuuruyla yaşamak her şeyi Allah’ın belirlediği anlam çerçevesine oturtmak demektir. Kendiyle, diğer insanlarla, tabiatla ve Yaradan’la barışık olmak isteyenler için bu büyük bir lütuftur. Aksi bir durum dinimizde bir şeyi yerinden etmek anlamında zulümdür. Allah ebediyet yolcularına aile, eş ve çocuklarıyla olan imtihanlarını kolaylaştırsın. Burada başlayan beraberlik sonsuz nimetlerin sunulacağı ebedi saadet yurdunda en güzel şekilde devam etsin.

Ayten Yadigar / Zafer Dergisi

Eşimizi Değiştirelim mi?

Bir hanım olarak yazıyorum ama, erkekler de kendileri için bir şeyler bulabilir bu yazıda.

 Konuya hanımlar açısından bakarak yaklaşacağım elbette. Evleneli belki yıllar oldu, belki bir kaç ay. Ne kadar olursa olsun eşlerimizde ufak tefek değişiklikler olmadı mı? Olumlu manada soruyorum bu soruyu.
Eşini değiştirmek çoğu evli kadının hayali. Ama bunun için çabaladıklarını düşünmüyorum. Erkekler evlenene kadar annelerinin elinde hamur gibidir, evlendikten sonra ise eşlerinin.
Kadınlar genelde eşlerinin yaklaşımından şikayetçiler. Konuşmadıklarından, dinlemediklerinden, yaşadıklarını paylaşmadıklarından, kısacası muhatap alınmadıklarından.
Muhataplıkta en önemli şey hitaptır. Eşimize sürekli güzel hitaplarda bulunursak eninde sonunda sözlerimiz karşılığını bulacaktır. Ona her zaman güzel sözlerle seslenelim.
‘Onun size nasıl seslenmesini istiyorsanız öyle seslenin eşinize.’
 “Ben ona âşık değilim ki nasıl aşkım diye sesleneyim, yapmacık olur,” diyenler tam da aşkım demesi gerekenler. Eşine ‘aşkım’ dersen aşkın olur, ‘canım’ dersen canın olur zamanla.
Her zaman tatlı dil ve güleryüzden vazgeçmesin kadınlar. Eşlerini gülen bir yüzle karşılamak çok zor gelmez herhalde kadınlara.
 ‘Evde veya işte yoruldum’ bahanesiyle esirgemesinler güleryüzlerinden eşlerini. Gülümsemek her iki tarafa da iyi gelecek ve güzel bir akşama iyi bir geçiş yapmış olacaklardır.
Sonrasında sohbet eşliğinde yemek ve yemek sırasında sadece güzel şeylerden bahsetmek günün yorgunluğunu unutturacaktır.
Yemek sırasında can sıkıcı şeylerden bahsederseniz veya kimi isteklerinizi sıralamaya başlarsanız muhtemelen eşiniz soluğu dışarıda alacaktır. Tam tersi sizin elinizde.
Yemek sonrası bir müddet eşinizle muhatap olmayın, gün içinde olanları düşünüyordur muhtemelen, bırakın kendi haline, dinlensin. Konuşsanız da duymayacaktır.
En az yarım saat geçtikten sonra kendine gelip sizinle veya evlatlarınızla muhabbete başlayacaktır. İşte o sırada istemek istediklerinizi, varsa problemlerinizi, derdinizi anlatabilirsiniz.
Kadınlar bir istekleri olduğunda çok fazla ısrarcı oluyorlar. Aynı şeyi tekrar tekrar söylüyorlar, ama sonuç değişmiyor. Tanıdığım bir abla çok güzel hallediyordu isteklerini.
Eşine istemediği bir durumu ifade edermiş ama üzerinde durmazmış. Sonra dua edermiş. Ve eşi kendi kendine  vazgeçermiş. Derdi ki “Israr etseydim inadına yapacaktı.”
Bence çok güzel bir yol bulmuştu. Herkesin eşi farklıdır elbette. Eşlerimizin kalbine giden yolu bulmak bizim ellerimizde. Onları tatlı dilimizle “mükemmel” erkek haline getirebiliriz.
Kavga ederken de tatlı dil işe yarar mı derseniz, yarayabilir ama en güzeli susmak. Bir konuda tartışırken tartışma büyümeye başladıysa hemen susun.
Çünkü o sinirle yanlış şeyler söyleyebilirsiniz. Siz susunca eşiniz de biraz daha söylenip susacaktır. Ve büyük bir kavganın önüne geçmiş olacaksınız.
Erkekler de bu tarz durumlarda evden çıkar. Kadınlar da arkasından delirir. Hiç üzülmeyin, sizi kırmamak için yapıyor bunu. O sizi seviyor. Sevmese  yanınızda ne işi var?
Annemin tavsiyesiyle bitireyim yazımı; “Erkekler sadece güler yüz ister”.

Zeynep Kahraman / cocukaile.net

İyi evliliğin 4 bileşeni olur

Öncelikle söylemek istiyorum; Okuyucu arkadaşlarım! Sizleri çookk seviyorum. Diyeceksiniz ki niye? Ben de bilmiyorum. İçimden geldi. Sabah sabah söyleyeyim dedim. Bilmediğim durumu dillendirdikten sonra bildiğim durumu da kelimelere dökeyim hemen.

Bazen kısa yazıyorum, “Çok kısa olmuş, detaylara girseydiniz daha iyi anlardık” şeklinde yorumlar geliyor. Uzun yazıyorum “Mehtap Hanımcığım çok güzel yazıyorsunuz da uzun olmuş, okurken yoruluyoruz.” Diyenler oluyor.

Sonuç?

Herkes kendisine göre ve kendi okuma hızına göre haklı! Haksız olan yok! Herkesin kendi içsel duyguları ve kişilik donanımına göre bir stili var. Sevdiği kişilerde o tarzı aramak ve hatta bulmak istiyor. Bundan daha güzel ne olabilir ki?

İşte evlilik de öyle sevgili okurlar!

Diyeceksiniz ki ne alakası var? Sizin yazılardan hoppp evliliğe mi atladık? Evet evet öyle. Günlük hayatımızın içinde yuvarlanıp giderken rahatsız olduğumuz durumlar var. Kaymaklı bal gibi kendiliğinden uzayıp giden tatlı süreçler var. İşte bugün size bu konuda bazı hatırlatmalar yapmak istedim. Evlilik ilişkisinin 4 bileşeninden bahsedeyim… Ki sizin evlilikler de ballı kaymak gibi olsun inşallah.

Çevrenizde vardır bilirsiniz; bazı insanların evlilikleri çok olağan şekilde ilerler. Ciddi kavgaları, anlaşmazlıkları yoktur. Evin içinde tatlı bir işleyiş vardır. Kişilerin hem bireysel duruşları, hem “biz” olma hali, dünyanın en güzel akarsuyu şeklinde salınıp gidiyordur. Ufak tefek hareketlilikler varsa bile, evli çiftlerin davranış alışkanlıkları hemen durumu tolere ediyordur.

Bir de sürekli sorun yaşayan çiftler görürsünüz. Neyin ne olduğunu anlamazsınız bile, bir bakmışsınız ki ikisi kavgaya tutuşmuş! Ne zaman kavga ettiniz ne zaman birbirinize girdiniz? Onların yaşam şekli olmuş. Şikayet ediyorlar hallerinden ama neyin ters gittiğini ah bir anlayabilseler?

İşte evliliğin tatlı bir arkadaşlığa, sevgi ve kabullenişe dönmesini sağlayacak 4 bileşeni. Bakın bakalım sizin evliliğinizde hangi maddeler var, hangileri yok.

1. Operasyonel Bileşen: En yalın haliyle evin kullanımı şeklinde tarif edebiliriz. Eşinizle evin kullanımı konusunda aynı fikirde olmanızı temsil eden bileşendir. Evin şekli şemali, odaların kullanımı, eşyaların yerleştirilmesinden tutun, insani olarak evin içinde yaşama şeklidir. Kimsenin aklına gelmez ama çok önemli bir bileşendir. Kimi insanlar minik pratik az eşyalı evlerden hoşlanır. İster ki eşyalar evde göz yormasın. Kimisi tam tersine ağır mobilyalardan hoşlanır. Her yerde incik boncuk süs eşyaları olsun ister. Kimi koyu renkleri sever kimi cıvıl cıvıl renkleri. Birinin tercihi ona basit gelir, diğerinin tercihi ötekine banal gelir! Çiftler farkında değildir ama operasyonel bileşendeki uyumsuzluk nedeniyle o kadar çok kavga ederler ki! Hatta özellikle kadınlarda düğün alışverişinden başlayan gönül kırıklıklarının temel nedeni bu bileşendir. Kız pahalı giyecekler, pahalı mobilyalar ister. Erkek evi mobilya köleliğine çevirmeyelim, sadece bir gün giyeceğin gelinlik için servet harcamayalım ister.

Oysa yola çıkacağınız insanla operasyonel bileşeniniz aynı olsa! “Vay şu şöyleydi, evin tipi böyleydi, bu eşyaları başıma bela ettin, benim istediklerim olmuyor” şeklindeki kavgaların çoğu görülmez bile.

2. Fiziksel Bileşen: Aynı yatakta yatma/yatmama, evin içini kullanırken çiftlerin birbirinden rahatsız olup olmama durumudur. Diyelim ki yatakta yatma şekliniz çok hareketli. Kıpır kıpır yatıyorsunuz, eşiniz tam tersine yatağın harp alanına çevrilmesinden rahatsız oluyor. Biri diyor ben böyleyim, diğeri diyor ben bu şekilde zıplayıp duran yatakta uyuyamıyorum. Bir bakıyoruz yataklar ayrılmış! Evli çiftler farklı yataklarda yatmaya başlamış! Veya sizin bir insanda görmeye tahammül edemediğiniz davranışlar var. Eşiniz tam da öyle! Diyelim ki erkeğin aşırı espri yapacağım diye cıvık hareket edenlerinden hoşlanmıyorsunuz. Ağır görünümlü erkekler daha çok hoşunuza gidiyor. Evlendiğiniz kişi sürekli espri yapıyor, her girdiğiniz ortamda insanları güldürmekten ve taklitler yapmaktan çok hoşlanıyor. Siz utancınızdan yerin dibine giriyorsunuz! Oysa ona göre insanlar sevimli olmalı! Davranışlarını sempati olarak yorumluyor ve sizin onu anlamadığınızı düşünüyor.

3. Cinsel Bileşen: Mahrem hayata, mahremiyete bakışın aynı olmasıdır. Birisine göre doğru olan tarzın, diğeri için saçma ve sapkın algılanması ciddi risktir. Ülkemizde ve inancımız gereği evlilik öncesi anlaşılması zor bir durumdur. İnsanlar aynı evin içine girince birbirlerine uygun olup olmadıklarını anlıyorlar. Ama evlilik öncesi belirli edep sınırları içinde kişilerin kendi durumlarını karşı tarafa dile getirmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. (Çok açık yazmak istemiyorum. Nasılsa sizler anladınız. Anlamayan ve bu konuda tereddütleri olanlar varsa lütfen bizi arayarak bireysel destek alınız.)

4. Duygusal Bileşen: Eşlerin birbirlerine karşı açık olabilmeleri, birbirleriyle duygularını paylaşabilmeleri ve paylaşımlardan sonra pişmanlık yaşamamaları durumudur. Günümüzde pek çok evliliğin bu bileşen nedeniyle sorun yaşadığını görüyoruz. Maalesef pek çok kişi eşine karşı duygusal bir mesafe taşıyor! En yakınınızla duygularınızı paylaşamıyorsanız veya paylaştıktan sonra çok pişmanlık yaşıyorsanız evlilik ne kadar mutlu olabilir ki! Eşle paylaşılacak şey var paylaşılmayacak şey var tabii ki. Aklınıza gelen her şey paylaşılmak isteniyor ve eşiniz kafasının şiştiğini söylüyorsa sorun! Eşinden çekinip içine biriktiren ve hep “-mış” gibi yaşayan kişiler de başka bir sorun!

Evlenecek kişilerin birbiriyle paylaşma, olayları konuşma veya üzerinde yorum yapma alışkınlıklarının birbiriyle uyumlu olması gerekir. Konuşmaktan ve anlatmaktan çok hoşlanan bir hanımefendiyle, konuşmaktan ve dinlemekten hiç hoşlanmayan bir beyefendinin evliliği nasıl bir kabustur tahmin edebiliyorsunuz değil mi? Evlilik ve çift terapisi yaparken en fazla çalıştığımız bileşen bu sevgili okurlar. Aranızda duygusal mesafe, duygusal soğukluk, duygusal yabancılık hissi varsa mutlaka yardım almalısınız. Yardım almıyorsanız en fazla bu bileşen insanı deli eder haberiniz olsun.

Evett… ben söyledim… sizler bir göz atın evliliklerinize. Kendiliğinden giden tatlı ilişkilerin altında yatan uyum süreci işte bu 4 madde sevgili okurlar! Yolunda gitmeyen evliliklerin eksiği de bunlardan birileridir elbet.

Evli olanlar göz atıp eksiklikler için yardım alsın… evlenecekler bu unsurları göz ardı etmesin…

Sevgiler…

Psikolojik Danışman&Psikoterapist Mehtap Kayaoğlu