Etiket arşivi: kaygı

Kaygının ilacı, emniyet ve güven duygusudur

cocuk karne stresi kaygiKaygı, bir tetikçidir… Kimin ruhunda var olursa, o ruhun kimyasını bozar. Anormal davranışlara yol açar. Mesela, aslında hiçbir çocuk “yalancı” değildir. Yalan söylemek insanın özünde yoktur, çünkü insan “iyidir.” Ancak, çocuğu azıcık kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” yalana başvurabilir. Sınavdan zayıf alan bir çocuk, anne babasının üzüleceği “kaygısı” ile, sınav notunun yüksek olduğu yalanını söyleyebilir. Burada, çocuğun bizzat kendisine ve onun yalan davranışına odaklanmak yerine, onun yalan söylemesine neden olan “kaygı” ortadan kaldırılırsa, yalan söyleme eğilimi de ortadan kalkacaktır…

Veya aslında hiçbir çocuk “saldırgan” değildir. Ancak çocuğu kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” saldırgan bir davranış sergileyebilir. Mesela, yeni bir kardeşi dünyaya gelen çocuk, annesinin kardeşi ile daha çok ilgilendiğini ve kendisinin artık daha az sevildiğini zannederse “kaygılanır”. Böylesi bir kaygı hâli, bu çocuğun küçük kardeşine yönelik “şiddet”, “kıskançlık” ve “zarara uğratma” eğilimini artırır. Burada, çocuğun saldırgan davranışından daha önemli olan şey, çocuğun anne sevgisini kaybediyor olduğu kaygısıdır. Böylesi bir çocuğun tekrar “normalleşebilmesi” ancak onun duyduğu kaygıdan arınması ile mümkündür…

Kaygı, bugüne ait düşüncelerle oluşmaz, geleceğe ait belirsizliktir kaygıya sebep olan şey… Sınavından zayıf alan bir çocuğun kaygısı, zayıf aldığı dakikalara ait değildir, sonrası ile ilgilidir. “Biraz sonra anne babama ne diyeceğim?” düşüncesi kaygıyı oluşturur…

Kaygının iki ilacı vardır. Birincisi “anı yaşamak” prensibidir. “Sonuca” odaklanmak değil, “süreci” yaşamak üzere kişi yetenek geliştirirse, kaygının ilk panzehirini almış olur. Ancak bu yeterli değildir. Kişinin kaygıdan arınması için kendini “emniyette” hissetmesi gerekir.

Ne antidepresanlar, ne de sakinleştiriciler… Kaygının en etkin ilacı “emniyet” ve “güven” duyusudur.

Yazılıdan zayıf alan bir çocuk, ebeveynine karşı kendini hâlâ emniyette hissederse, kendisinin zarara uğramayacağının “emniyetini” ruhunda duyuyorsa, böylesi bir çocuğun yalan söylemesi ihtimal dahilinde değildir… Veya annesinin sevgisini kaybetmeyeceğinden emin olan çocuk, kardeşini kıskanmayacak, ona karşı saldırgan davranışlar sergilemeyecektir…

Çocuk davranışlarının normalleşmesi için, pedagojinin uyguladığı en temel prensip “çocuğun kendini emniyet ve güven içinde hissetmesi” prensibidir…

Koşulsuz bir sevgi içinde çocuğa, “sen beni sevmesen de ben seni seviyorum” güveni verildiği sürece çocuk kaygılarından arınır, davranışları normalleşir…

Günümüz ebeveynleri, çocuklarında gördükleri anormal davranışlarla mücadele etmek için çoğu defa, zaten kaygılarından dolayı anormal davranmaya başlamış olan çocuğun üzerine baskı ve zorlamalarla giderek yeni yeni kaygı alanları oluşturuyorlar… Böylesi bir durum ise çocukta yeni yeni anormal davranışlara yol açıyor…

Önümüzdeki hafta çocuklar karneleriyle evlere gelecekler… Karneleri ellerine geçtiğinde, kim bilir kalpleri ne kadar da pır pır atacak; “Acaba annem babam ne diyecek?” diye akşamı bekleyecekler…

Eğer çocuğunuzun başka başka anormal davranışlar edinmesini istemiyorsanız, elinize aldığınız karneye şöyle bir göz ucu ile bakın, düşük notlarını görseniz bile, onu incitmeyin, üzmeyin. “Bu ne biçim karne!” diyerek kaygılandırmayın. Ona “Bunlar hep gelip geçici şeyler oğlum/kızım” diyerek karneyi bir kenara koyun, çocuğunuza coşku ile sarılın… Korkmayın, “Çocuğum bunu suiistimal edebilir” kaygısından siz de kurtulun.

Unutmayın, siz de kaygılarınızdan arınabildiğiniz kadar normal bir ebeveyn olacaksınız.

Hem unutmayın, çocuğunuzun elinde tuttuğu karne, sadece çocuğunuza ait değil. Eğer çocuğunuzun zihinsel bir sorunu yoksa karnedeki notlar aynı zamanda o dersi anlatan öğretmenin notudur… Öğretmenin, öğretmeyi ne kadar başarabildiğinin notudur… Bunun da ötesinde, çocuğunuzun elinde tuttuğu karne, aynı zamanda bir ebeveyn olarak sizin de karnenizdir… Bütün bir yarı yıl boyunca, çocuğunuzla ne kadar ilgilenip ilgilenemediğinizi çocuğunuzun karnesine bakarak görebilirsiniz…

Adem Güneş / Aksiyon

Çocugunuza duygularınızı anlatın

Çocuklarınızla olan diyaloglarınızda onlara ne düşündüğünüzü değil ne hissettiğinizi aktarmalısınız.

Çocuk akşam geç kalmış. Merak içindesiniz. Cep telefonundan da ulaşamıyorsunuz. Nasıl olur da geç kaldığını, neden telefonunu açmadığını söyler sinirli bir şekilde tepki gösterebilirsiniz. Oysa bu aktardıklarınız sizin duygularınız değil. Siz kaygılanmışsınızdır. Onu merak etmişsinizdir. Bütün bu tepkinin yerine ona onu ne kadar merak ettiğinizi, başına bir şey gelmiş olabileceğine dair üzüldüğünüzü, telefonunun şarjı bittiyse yedek bir batarya taşıması gerektiğini anlatırsanız duygularınızı aktarmış ve beklediğiniz anlayışı görmüş olursunuz.

Çocuklarınıza emir vererek veya düşüncelerinizi kabul ettirmeye çalışarak onlarla sağlıklı bir iletişim yakalamanız mümkün değildir. Her zaman duyguların ön planda tutulması sağlıklı iletişim için gereklidir.

Çocuklar olabildiğince yaşayarak öğrenmeliler öte yandan…

Bir çocuğun derslerinde başarılı olması, sosyal yaşamda aktif roller üstlenmesi veya özgüvenini elde etmiş bir birey olarak diğer insanlarla iletişim kurması yaşadıklarıyla doğru orantılıdır. Çünkü çocuklar bizzat tecrübe ederek hayatı öğrenebilirler.

Az yemek insanı hırsız, çok laf arsız eder

Çocuğunuza bir şeyi defalarca söylemek sonuç almayı değil sonuç almamayı garanti altına alır. Çocuğunuza bir şeyi yapması konusunda defalarca uyarılarda bulunmak sizin kredinizi tüketir ve üstelik çocuğun söz konusu tutumu sergilemesi konusunda onu motive etmiş olmazsınız. Aksine motivasyonunu kırmış olursunuz. Bir atasözümüz vardır. Az yemek insanı hırsız, çok laf arsız eder. Çalış oğlum, çalış kızım, çalış yavrum. Zamanla tepki görmeyen bir etki halini alır bu uyarılar.

Çocuklar anne ve babanın atadığı memurlar değildir. Çocuğun kendi içinden gelerek bir şeyi yapması ile dışarıdan gelen bir istek doğrultusunda harekete geçmesi arasında fark vardır. Kendi isteğiyle çalışmaya başlayacakken ona çalış demeniz onu artık memur olarak atadığınız anlamına gelir.

Ebeveynler; çocuklarının kendilerinin küçük birer modelleri olmadıklarının ve ayrı birer birey olduklarının bilincinde hareket etmelidirler. Hayata çocuğumuz adına kendi gözlüklerimizden bakmamamız gerekir. Onların kendilerini çok daha iyi tanımalarına yardımcı olmalı, onlara bu anlamda fırsat tanımalı ve kendi geleceklerini inşa etmelerine engel olmamalıyız.

Bugün dünyada 1000’in üzerinde meslek vardır. Ebeveynler bildikleri yaklaşık 20 meslek içerisinden çocuklarına meslek seçiyorlar. Çocuklarımızın ilgi alanlarını ve yeteneklerini keşfetmekten çok kendi yaralarımızı kapatmanın ve ideallerimizi çocuklarımızda yaşatmanın peşinde koştuğumuzu anladığımız an çocuklarımıza bu konuda baskı yapmayı bırakıp onları kendi kararlarıyla baş başa bırakırız.

Ebeveynlerin empati kurma becerilerini geliştirmeleri gerekir. Çocuğu öncelikle dinleyerek onun hayata bakış açısını öğrenmeye çalışmak çok önemlidir. Farklı anlayışların, algılamaların ve düşüncelerin varlığını şu örnek güzel bir şekilde açıklıyor sanırım:

Sokrates’in idam edilmesine karar verilir. Eşi nasıl böyle bir şey yaparlar. Haksızlık bu sen suçsuzsun der. Sokrat eşine döner ve şöyle der: “beni haklı yere öldürseler daha mı iyiydi.” Aynı olaya farklı bakış açısını ile bakmanın örneğidir bu.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.