Etiket arşivi: kaza namazı

Bor’un Pazarı Toplanmadan

Atalarımızın söylediği en meşhur sözlerden biridir: “Bugünün işini yarına bırakma!”

Dünyada başarılı olmuş kişilerin hayatına baktığımız zaman da büyük çoğunluğunun, hayatlarını disiplin altına almış, bilerek veya bilmeyerek bu atasözünü hayatlarına geçirmiş kişiler olduklarını görebiliyoruz.

Hayatlarının tamamına uygulayamayanların bile çok istedikleri, hedefledikleri bir konuda başarıya ulaşmak için, geçici de olsa bu kuralı uyguladıklarını hepimiz biliriz. Ertelenen işlerin çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanması bunu kaçınılmaz kılmaktadır.

Süresi belirsiz olsa da sonunun geleceği kesin olan bu dünya hayatına ait bir konuda başarılı olmak için bugünün işini yarına bırakmazken, acaba ahirete yönelik, daha doğrusu Rabbimize yönelik işlerde bu atasözünü hayata geçirebiliyor muyuz?

Yoksa “Bugünün işini yarına bırakma!” atasözü, konu uhrevi işler olduğu zaman “Yarına bırakabileceğin işe bugün bulaşma!” şekline mi dönüşüveriyor?

Başta namaz olmak üzere vakitli ibadetleri kazaya bırakıyor muyuz meselâ?

İlahiyatçı değilim, fakat zamanında kaza namazı ile ilgili kapsamlı bir site hazırladığım için çok araştırma yapmıştım. Oradan edindiğim bilgilere istinaden söylüyorum: Namazı kaza etmek asla vaktinde kılmakla aynı değil. Bir defa sevap anlamında bütün kazançtan vazgeçmiş olunuyor. Bunun dışında çok sağlam gerekçe olsa bile kaza edilen namazın borçtan düşüp düşmeyeceği kesin değil. Oruç için Kur’an-ı Kerim’de tarif edilen kaza mekanizmasının namaz için de geçerli olacağı umuduyla yapılan bir özür beyanıdır sadece kaza namazı. Fakat elde olmayan sebeplerle vaktinde kılınamamış bir namazı da tamamen bırakmaktansa, Rabbimizin rahmet ve mağfiretine güvenip affetmesini umarak kaza etmek, son çare olarak yapılması gereken şeydir.

Şeytan’ın mesajlarını alıp alıp ruhumuza doğru seslendiren nefis, hacca gitmeyi yaşlanıp birilerinin sırtında tavaf edecek hale gelinceye, zekât vermeyi üçüncü dairenin tapusunu aldıktan sonraya, oruç tutmayı doktorun “artık oruç tutamazsın” diyeceği günlere erteletmek istediği gibi, namaz kılmayı da emeklilikten sonraya bıraktırmaya çalışır.

Bu noktada “Yarına bırakabileceğin işe bugün bulaşma!” felsefesinin insana en büyük zararı verdiği durumlardan biri ortaya çıkar.

Bir defa bu emeklilik hangi yaşa tekabül eder? Meselâ benim için bu yaş 52. Bunu baz alarak konuşursak; acaba o yaşa geldiğimizde çalışmayı bırakacak mıyız? Veya bırakabilecek miyiz? Yoksa emeklilik yaşımız gelse de çalışmaya devam edebilecek miyiz?

Gücümüz ve çalışma imkânımız varsa kaç yaşına kadar çalışmaya devam etmeyi planlıyoruz? Çalışmaya gücümüzün yetmeyeceği halde namazları nasıl kaza edeceğimiz sorusunu bir kenarda bekletiyoruz.

İyimser bir tahminle 52 yaşında tüm dünyalığımızı toplayıp inzivaya çekildiğimizi ve kendimizi uhrevi işlere verdiğimizi düşünelim.

Namaz kılmakla mükellef olduğumuz yaşı da sınır değer olan 15 olarak alalım. Elli ikiden on beşi çıkardığımızda, namaza emekliliğinde başlayan bir insanın en az 37 yıl namazı kazaya kalmış demektir.

Burada nefis ve Şeytan devreye girer ve der ki: Her gün bir haftalık kaza namazı kılsan beş buçuk senede bitirirsin namaz borcunu.

Fakat kazın ayağı öyle değil maalesef. Bir günlük kaza namazı yirmi rekâttır. Bir haftalık kaza 140 rekât yapar. 40 da günün namazları, eder 180 rekât. O yaşa kadar namaza alıştırılmamış mafsallara ve kaslara bu yükü yüklemek imkânsızdır. Beş buçuk yıl değil beş buçuk gün için bile sürdürülebilir bir program değildir bu.

Tecrübelerimiz bu işin yılmadan sürdürülebilecek miktarının her güne bir günlük kaza namazı olduğunu göstermiştir. Ara sıra bu miktar artırılabilmekle birlikte her gün vakit namazlarına ilave olarak bir günlük kaza namazı kılmak, bünyenin tahammül sınırları içinde kalan bir ölçüdür.

Örnek vakamıza dönersek, 37 yıllık namazı her gün 1, ara sıra kendini güçlü hissettiği günlerde de iki üç günlük kaza kılmak suretiyle 30 yılda bitirdiğini varsayalım. Haydi, daha iyimser (bu kadar iyimserlik Polyanna’yı bile aşar aslında) düşünüp 25 yıla düşürelim. Elli iki yaşında namaza başlayan bir kişinin insanüstü bir çaba gösterse bile kaza namazı borcunu bitirmesi (52+25=) 77 yaşında olacaktır.

77 yaşına kadar yaşama ihtimalimiz acaba yüzde kaçtır? Zaten 52 yaşını görme ihtimalimiz yüzde kaçtır ki?

Özetle: Uhrevi işleri dünyanın bizi bıraktığı zamana ertelemek büyük ihtimalle onları yapamadan dünyayı bırakmamız demektir.

Pazar henüz Bor’da kuruluyken yetişip erzakımızı temin edelim. Bor’daki pazara yetişemeyip Niğde yollarına düşmeyelim sonra.

Muhiddin Yenigün

Kaza Namazı Kılmak Caiz Değil mi?

Peygamber Efendimiz (sav.) bir hadis-i şeriflerinde Her kim namazını unutursa, onu hatırladığı zaman hemen kılsın.” buyurmuş ve kendileri de kaza namazı kılmışlardır. Hendek Savaşı sırasında müşrikler, sahabe-i kiram efendilerimizi dört vakit namazdan alıkoymuşlardı. Savaşın şiddeti geçtikten sonra Allah Resulü Hz. Bilâl’e ezan okumasını emir buyurdular. Hz. Bilâl ezan okudu, sonra da  kâmet getirdi. Böylece öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını eda ettiler.

        Yine Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Peygamber Efendimiz (sav.) Hayber Gazası dönüşü,  konaklama yerinde istirahata çekilmiş ve Hz. Bilâl’in (r.a) kendilerini sabah namazı için uyandırmasını tembihlemişlerdi. Fakat Hz. Bilâl de sabah namazına yakın uyuya kalmıştı. Aşırı yorgunluktan dolayı güneş doğuncaya kadar sahabeden hiçbir kimse uyanamamıştı. Peygamber Efendimiz (sav.) kafilenin ilerlemesinden bir müddet sonra Ashabına abdest almalarını emretmiş, sünnet kılındıktan sonra Hz. Bilâl kamet getirmiş ve sabah namazı cemaatle eda edilmiştir. Namazdan sonra Allah Resulü (sav.) şöyle buyurdular:“Her kim namazını unutursa, onu hatırladığı zaman hemen kılsın. Çünkü, Allah: “Beni anman için namaz kıl.” (Tâhâ, 20/ 14) buyurdu”[1]

     Namaz borcu, ancak namazla ödenir

        Müminler vaktinde kılamadıkları namazlarını mutlaka kaza etmelidirler.

    Nasıl ki,  ramazan orucunun bir gününü terk eden bir kimsenin, o günün orucunu kaza etmesi farz ise, namaz için de aynı durum söz konusudur. Zira namaz, her Müslüman üzerine farz olan bir borçtur. Bir insanın başka birisinden almış olduğu bir emaneti zamanında ödememesi,  bir kusur olsa bile, yine de borcunu ödemesi ve alacaklı kişiden özür dilemesi gerekir. Aynı şekilde, eğer bir mümin de “asıl vazife-i fıtrat ve esas-ı ubudiyet ve kat’î borç olan farz namaz”larını kılmamış ise, pişman olup kılmadıkları namazları kaza etmeli ve sonra da namazını kazaya bıraktığı için tövbe etmelidir. Evet namaz borcu, ancak namazla ödenir. Onun başka bir ödeme şekli yoktur. Faraza bir  insan sabah namazını kaçırsa da bin fakiri yedirip içirse asla o namazın yerini tutmaz.

    Şunu da ifade edelim ki, faraza bir mümin kırk yaşına kadar namaz kılmamış, sonra pişman olup namaza başlamış olsun. O kimse bundan sonra her gün bir günlük kaza namazı kılmaya  niyet edip, hiç aksatmadan on yıl  kaza namazı kılmaya devam etse ve  kaza namazlarını bitirmeden vefat etse, onun bu niyetinden dolayı sonsuz merhamet sahibi olan Yüce Allah, o kimsenin kılamadığı namaz borçlarını inşallah affeder. Çünkü Cenab-ı Hak ona ömür vermiş olsaydı, o kimse kılamadığı bütün namazlarını kaza etmiş olacaktı.

     Her mümin namaz konusunda çok hassas davranmalı, onu vaktinde eda etmeli, eğer vaktinde kılmamışsa mutlaka kaza etmelidir. Aksi halde hadisin ifadesiyle bir vakit namaz kılmamanın cezası seksen yıl azap çekmek olacaktır.

   Burada şu ibretli hatıramı anlatmakta fayda mülahaza ediyorum.

    1968 yılında, Of’ta öğretmen olan Hayati Saral kardeşimiz, yanında bulundurduğu Risale-i Nurlar yüzünden mahkemeye verilmişti. Bekir Berk, bu mahkemeye katılmak üzere Erzurum’a gelmiş, bizim de kendisine refakat etmemizi istemişti. Ben, Mustafa Polat ve  Ağrı’lı Nazım Akkurt  Bekir Bey’le beraber  Of’a doğru yola çıktık.

      Of’a vardığımızda bizi Hayati kardeşin eniştesi ve aynı zamanda  Of hastanesinde başhekim olan Muzaffer Bey karşıladılar. Muzaffer Bey’in Bekir Bey’e karşı büyük bir sevgisi ve saygısı varmış. Bu yüzden bizi bir bayram havasında karşıladı ve misafir etti. Bekir Bey için birçok hazırlık yapmış. Akşam yemeğine Ağır Ceza reisini, banka müdürünü ve bazı hukukçuları da çağırmıştı.

     Yemekten önce Muzaffer Bey, Bekir Bey’e diğer misafirleri tanıttı. Bu arada Bekir Bey de bizi tanıttı. Beni de Kırkıncı Hocaefendi  diye takdim etti.

      Biz sohbet ederken sofra hazırlandı ve herkes sofranın başına oturdu. Hizmeti bizzat Dr. Muzaffer Bey yapıyordu. Doktor bey misafirlere çorbalarını koydu ve benim çorbamı da uzatırken; “Ben hocaları sevmem, hele bizim müftüyü hiç sevmem.” dedi. İster istemez benim moralim bozuldu ve iştahım kaçtı. Şimdi gel de sen bu çorbayı iç.

      Yanımda oturan Nazım Efendi  Muzaffer Bey’e cevap vermek istedi, fakat Bekir Bey onu susturdu. Bu arada Muzaffer Bey konuşmasına şöyle devam etti: “Her gün ikindi namazından sonra müftü efendi camide vaaz ediyormuş. Ben de geçen gün, “Hem ikindi namazını kılayım, hem de biraz vaaz dinleyeyim.” diye camiye gittim. Namazdan sonra müftü vaaz etmeye başladı. Vaazında, “Bir vakit namazı kılmamanın cezası seksen sene cehennemde yanmaktır,” demez mi? Ben bu söze tahammül edemedim, hemen camiden ayrıldım. İnsanlara böyle akıl almaz şeyleri nasıl söylerler?”

     Nazım Efendi yine ona karşılık vermek istediyse de Bekir Bey; “Sen sus. Gerekirse hocam konuşur.” diyerek yine onu susturdu.

     Bunun üzerine ben Nazım Ağabey’’e döndüm ve şöyle dedim: “Nazım Ağabey, sen doktor beye boşuna kızıyorsun. Doktor bey doğru söylüyor. O matematikten anlayan bir hesap adamı. Hesap edip öyle konuşuyor.” diye söze başladım ve şöyle devam ettim:

     “Üstad Hazretleri bir eserinde şöyle buyuruyor:  “Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesabedilsin. Her gün yanması için -Kozmoğrafya’nın sözüne bakılsa- bir milyon Küre-i Arz kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün: onu odunsuz, gazsız daimî ışıklandıran Kadîr-i Zülcelal’in haşmetine, hikmetine, kudretine Güneş’in zerreleri adedince “Sübhanallah, Mâşâallah, Bârekâllah” de.

      Ustadın bu sözünü naklettikten sonra dedim ki; “Doktor bey demek istiyor ki, bu güneş her gün benim için yanıyor. Onun yanması böyle bir gün değil, beş gün değil: her gün durmadan devam ediyor. Cenab-ı Hakk’ın insana yaptığı bu kadar masrafa karşılık bir adam namazını kılmazsa bunun cezası seksen sene değil, seksen bin sene olmalıdır.”

      Bu sözüm üzerine herkes gülmeye başladı. Doktor Bey hiçbir şey söyleyemedi. Sohbetimiz yemekten sonra da devam etti. Sohbet sırasında ağır ceza mahkemesi reisi şöyle dedi: “Ben Hayati Bey’e dua ediyorum. O yakalanmasaydı biz Risale-i Nur’u tanıyamayacaktık. Ben daha önce Nur Talebelerine karşıydım. Hayati’nin mahkemesi dolayısıyla önüme gelen “Hutbe-i Şamiye” eserini okudum ve hayran oldum. Böyle bir eserin sahibi nasıl tevkif edilir?”diye meslektaşlarıma için için kızdım.”

     Ertesi gün yapılan muhakemede Hayati Bey beraat etti. Daha sonra Hayati Bey’in anlattığına göre Muzaffer Bey o olaydan sonra namaza başlamış. Kaza namazlarını kılmış. Sakal da bırakmış. Namaza başladıktan yaklaşık iki sene sonra da vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. Amin!

      

  Nafile Namazların Ehemmiyeti

   Peygamber Efendimiz (sav.);“Evlerinizde nafile namaz kılınız. Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz.” [2] buyurarak nafile namazlarının ehemmiyetini ifade etmişlerdir. Bu bakımdan, nafile namazlarının bir kısmına kısaca değinmek istiyorum.

   Teheccüd Namazı

İslâm’ın ilk yıllarında beş vakit namaz farz kılınmadan önce teheccüd namazı bütün müminlere farzdı. Peygamber Efendimiz’in (sav.) büyük bir mucizesi olan miraçla birlikte beş vakit namaz farz kılınınca, teheccüd namazı da müminlere sünnet olarak kaldı.

Bu namaz iki rekâttan sekiz rekâta kadar kılınabilir. Yani, imkân nispetinde iki, dört, altı veya sekiz rekât olarak kılınabilir.

Teheccüd namazının Peygamber Efendimiz’e (sav.) farz olduğu şu ayetle sabittir.

     “Gecenin bir kısmında da, sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere, uykudan kalk, Kur’an ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.”[3]

     Başka bir ayette ise mealen şöyle buyrulur:

    “Ey örtünen! (Peygamber) Gecenin birazı hariç olmak üzere geceleyin kalk (namaz kıl) Gecenin yarısında kalk, yahut yarısından biraz eksilt. Veya bunu artır ve ağır ağır Kur’ân oku. Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız (Kur’an vahyedeceğiz).Çünkü gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet vardır. Rabbinin adını an ve bütün gönlünle ona yönel.”[4]

     Hz. Bilal (r.a) anlatıyor: Resulullah (sav.) buyurdular ki: “Size geceleyin kalkmayı tavsiye ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan salih kimselerin âdetidir; Rabbinize yakınlık (vesilesi) dir; günahlardan koruyucudur; kötülüklere kefarettir, bedenden hastalığı kovucudur.”[5]

Ebû Hüreyre’den  (r.a), riveyet edilen bir hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyururlar: “Gecenin üçte ikisi geçip de son sülüsü kaldığında Rabbimiz; (keyfiyeti bizce meçhul bir halde) her gece dünyanın semasına tecelli ederek buyurur ki: Hani bana kim dua eder ki, onun duasına icabet edeyim! Benden kim hacet ister ki, dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki, onu mağfiret edeyim!”[6]

     Bediüzzaman Hazretleri de teheccüd namazının ehemmiyetini şöyle ifade etmektedir:

      “Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve Berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılabat içinde Cenab-ı Mün’im-i Hakikî’nin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile ne derece hamd ü senaya müstehak olduğunu ilân eder.”[7]

 Hüsuf ve Küsuf Namazları

Küsûf namazı, Güneş tutulduğu zaman, ezansız ve kametsiz olarak en az iki rekat cemaatle kılınan bir namazdır.

Hz. Peygamber güneş tutulduğu zaman iki rekat namaz kıldırmış ve arkasından şöyle buyurmuştur: “Bu olaylar Allah’ın büyüklüğünü gösteren delillerdir. Allah Teâlâ bunlarla kullarını korkutmak istiyor. Bunları gördüğünüz zaman, en son kıldığınız farz namaz gibi namaz kılın.”[8]

   Husüf namazı ise; Ay tutulduğu zaman Müslümanların evlerinde münferit olarak gizli veya açıktan iki, ya da dört rekat namaz kılmaları menduptur.

     Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:

   “Nasılki güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem Güneş’in ve Ay’ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani gece ve gündüzün nurani âyetlerinin nikablanmasıyla bir azamet-i İlahiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenab-ı Hak ibadını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabıyla muayyen olan) Ay ve Güneş’in husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.”[9]

     Evvabin Namazı

      Evvabin Namazı; Akşam namazından sonra kılınan sünnet-müstehap olan altı rekatlık bir namazdır. Evvabin kelimesi “evvab” kelimesinin çoğuludur. Evvab, işlediği bir günahtan hemen tövbe ve istiğfar eden demektir. Tövbe ve istiğfar edenlerin namazı demek olan “evvabin namazı” birçok hadiste çok sevaplı olduğu bildirmiştir.

Ebu Hureyre’den (r.a) nakledilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuşlardır: “Kim akşam namazından sonra aralarında dünyevi kötü bir şey konuşmaksızın altı rekât namaz kılarsa, kıldığı bu altı rekâtlık namaz, onun için on iki senelik ibadete denk kılınır.”[10]

      Hz. Peygamber (sav), akşam namazından sonra altı rekât nafile namaz kılmış ve “Her kim akşam namazından sonra altı rekât nafile namaz kılarsa, denizlerin köpükleri kadar olsa bile günahları affedilir.”[11] buyurmuştur.

    Evvabin namazı, akşam namazının müekked sünnetinin dışında altı rekâtlık bir namaz olup,  bazı âlimler, altı rekatın tümünün bir selamla kılınmasının daha faziletli olduğunu, bazıları da iki selamla, bazısı da üç selamla kılınmasının daha faziletli olacağını ifade etmişlerdir. Akşam namazının sünnetini dört rekât kılanlar, daha  sonra dört rekât evvabin namazı kılarlar.

     Kuşluk Namazı (Duha Namazı)

Duhâ kelimesi; kuşluk vakti, gün aydınlığı manalarına gelir. Duha namazının vakti, güneş doğup bir miktar yükseldikten sonra başlar (takriben iki saat sonra), istiva (öğle kerahet vaktinin başladığı zaman, yani öğle namazından otuz kırk dakika öncesi) zamanına kadar sürer.

Mendub bir namaz olan duha, iki, dört, sekiz veya on iki rekat olarak kılınabilir. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav.) kuşluk namazının ehemmiyetini şöyle ifade etmişlerdir: “Kim kuşluk vaktinde namaz kılmaya devam ederse, günahları denizköpüğü kadar dahi olsa(kul hakkı hâriç) mağfiret olunur.”[12]

    Ebu Zerr ve Ebu ‘d-Derdâ (r.a) anlatıyor: Resulullah (sav.) buyurdular ki: Allah Teâlâ Hazretleri şöyle buyurdu: “Ey Âdemoğlu! Günün evvelinde benim için dört rek’at namaz kıl, ben de sana günün sonunu garantileyeyim.”[13]

      Abdest Namazı

Abdest aldıktan sonra yaşlık kuruyacak kadar bir süre geçmeden iki rekât namaz kılınması menduptur.  Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Her kim abdest alır sonra da kalkıp iki rekât namaz kılarsa ve bu iki rekata kalbiyle yönelirse, o kimseye cennet vacip olur.”[14]

    İstihare Namazı

İstihare; bir şeyin hayırlı olanını istemek demektir. İstihare namazı, nasıl hareket edileceği bilinemeyen mubah işlerde, manevi bir işarete nail olmak için kılınan iki rekâtlık bir namazdır. İstihare duasından sonra kıbleye yönelerek yatılır.

Cabir b. Abdullah(r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber bütün işlerde bize Kuran’dan bir sure öğretir gibi istihareyi öğretir ve şöyle buyururdu: “Sizden biri bir iş yapmak istediği vakit, iki rekât namaz kılsın ve istihare duasını okusun.”

Mehmed Kırkıncı


[1]Müslim, Mesâcid, 309; Ebu Dâvud, Salât, 11; Tirmizi, Tefsîru Sûre, 20; İbn Mâce, Salât, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 47).

[2] Müslim 777

[3] İsra Suresi 17/70

[4] Müzemmil Suresi 73/ 1-8

[5] Tirmizî, Deavât 101

[6] Buhârî,  Teheccüd 25

[7] Nursî, B.S Sözler (9. Söz)

[8] Buhârî, Küsûf 1,17; Ebû Dâvûd, İstiskâ 4,9

[9] Nursî, B. S Sözler

[10] Tirmizi, Mevakit 204; Salat 431

[11] Heysemi, Mecmeuz Zevaid, II, 230

[12] Tirmizi, Vitr 15

[13] et-Terğip ve’t-terhib, c.1 s. 464

[14] Buhârî, Vüdû 24; Müslim, Tahâre 5, 6,17; Ebû Dâvûd, Tahare 65

Kılamadığımız Namazlarımız Şimdi Ne Olacak?

Gençliğimizde duyarsızlık devreleri yaşadık. İbadetlerimizde ihmal ve tembelliklerimiz oldu. Şimdi ise yaşımızla birlikte aklımız da başımıza geldi. Ya bunları kılmaya ömür yetmez de borçlarımızı ödemeden gidersek gerçek dünyaya, halimiz ne olur diye de bazen ümitsizlik duygusuna kapılıyoruz.

On beş yaşımızdan itibaren namaz borçlusu olduğumuzu yazılarınızı okurken fark ettik. Kılamadığımız bunca namazlarımızın vebalinden şimdi nasıl kurtulacağız diye merak etmekteyiz? Ya bunları kılmaya ömür yetmez de borçlarımızı ödemeden gidersek gerçek dünyaya, halimiz ne olur diye de bazen ümitsizlik duygusuna kapıldık. Bize bilgi verebilir misiniz kılamadığımız bu namazlarımız konusunda??

***

Efendim, namaz, gerçekten de en son on beş yaşlarında farz olur insanlara. O günden itibaren her namaz, borç olarak zimmetine yazılır gencin. Farz olduğu günden itibaren bu namazları kılarsa mutluluk duyar, kulluk görevini yapmış olur. İhmal eder de kılmazsa, bu defa hem namaz borçlusu olarak kalır hem de tehir etme günahı başlar. Bu tehir etme günahı, namaz kılınmadığı müddetçe devam edip gider! Ne zaman kılarsa o zaman geciktirme günahı da sona ermiş olur kıldığı namazın… Bundan dolayı namaz borçlusu olanlar, Allah’ın verdiği sayısız nimetleri peşin olarak kullanıp da ibadet borçlarını veresiyeye bırakmamalı, her vaktin girişinde üzerlerine farz olan namazlarını hemen kılma titizliği göstermeli, tehir etme günahını yüklenmeyi asla göze almamalılar. Şurası da unutulmamalı ki, namaz borcundan kurtulmanın tek çaresi, vaktinde kılmak, kılınamayanları da ilk fırsatta kaza etmektir. Kaza etme niyeti öyle zor ve karışık değildir.

Niyet ettim vaktinde kılamadığım en son sabah namazının, (öğle, ikindi, akşam, yahut da yatsı) farzını kılmaya… diyerek, en son kılamadığı namazlardan borç ödemeye başlayabilir. “En önce kılamadığım” diyerek de niyet edebilir. Bu takdirde de gençlik devresindeki ilk farz namaz borçlarını ödemiş olur.

Aslında üç kerahet vakti dışında günün bütün saatleri kaza kılmaya müsait vakitlerdir. Bu sebeple, bulunan her fırsatta kaza kılmalı, tehir etme günahına son vermeyi önemli bir kazanım olarak görmelidir. Özellikle evde, camide vakit namazları önünde ve sonunda mutlaka kaza namazı kılma alışkanlığı kazanmalı, bunu ihmal edilmez âdet haline getirmelidir ki, bunca namaz borçlarından kurtulma mümkün hale gelsin…

Böylece her fırsatta kaza kılmaya başlayarak namaz borcunu tümüyle ödeme niyetine giren samimi insan, ömrü vefa etmeyip de ebedi âleme borçlu olarak gitse bile inşallah kalan borçlarını da Rabb’imiz bu samimi kaza etme niyeti hürmetine bağışlayabilir, diye ümit etmek de mümkündür. Hatta kıldığı sünnetleri de kaza borcu yerine Efendimiz tarafından ona hediye edilebileceği yolunda müjdeli rivayetler de söz konusudur.

Yeter ki aklı başına gelen borçlu insan, büyük bir samimiyetle kaza namazlarını kılmaya başlamış bulunsun, ümitsizliğe kapılmadan fırsatları değerlendirmeye yönelmiş olsun. Şurası da bir gerçektir ki, namaz başka ibadetlere benzemez. Sevabı da günahı da diğerlerinden çok farklı olur. Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri’ne “Sevabı en çok amel hangisidir?” diye sorulduğunda cevabı şöyle olmuştur: “Sevabı en çok amel, vaktinde kılınan namaz ile ana babaya yapılan hizmettir…

Öyle ise bu büyük olayın artık farkına varılmalı, daha fazla tehir günahına girmeden borcu bir an önce ödemeye yönelmelidir. Çünkü namaz borcu ancak kılınarak ödenir, başka türlü ödeme şekli yoktur.

Ahmed Şahin

Yüz Yıllık Kaza Namazınız Olsa Bile Çaresi Var!

Aslında namazın kazasından çok edasıyla meşgul olmak gerekir. “Namazımızı her yerde, her zaman, tüm engelleri aşarak, hakkıyla nasıl kılabiliriz?” sorusuna cevap vermek için seferber olmalıyız.

Ancak geçmiş namazların kazasının kılınması iki açıdan çok önemli:

Birincisi, henüz namaz kılmayanlar, “Zaten birçok kazam var. Namaza başlasam bile onları bitirmem çok zor” düşüncesiyle bir türlü beş vakit namaza başlayamıyor.

İkincisi, namaz kılanların geçmiş kaza borçları yıllardır bitmeyince şevkleri kırılıyor, namazdaki huşu ve zevki hissedemiyorlar.

Sitemiz, geçmiş namaz borçlarınızı doğru hesaplamanız, şevkle kılmanız, kolayca ve kısa zamanda bitirebilmeniz için size rehberlik edecek.

Ayrıca kaza namazları kılarken şu hususlara dikkat ederseniz, inşallah daha kısa zamanda bitirebilirsiniz:

1. Öncelikle Rabbinize olan namaz borcunu bitirmek için şevkli ve gayretli olun. Kaza namazı borcunuz yüz yıl bile olsa ümidinizi kırmayın. Yeter ki, tövbe edip bundan sonraki namazlarınızı hassasiyetle kılın, kazalara başlayın ve zamanınızı iyi değerlendirip borçlu gitmemek için çırpının. Böylesi bir ihlâs ve gayret olursa, inşallah Rabbimizin rahmet ve mağfireti sizi kuşatacaktır. Söz gelişi, yüz yaşında namaza başlayan ve geçmişi için usûlünce tövbe ederek bir günlük eda ve bir günlük kaza kıldıktan sonra vefat eden birisi bile Rabbimizin af ve mağfiretine uğrayabilir.

2. Namazları eda ederken zaman ve imkân müsaitse uzun sureler okumak daha faziletlidir. Ancak kaza namazlarında esas olan borcumuzu en kısa zamanda ödemek olduğu için hep kısa sureler okuyabilirsiniz. Hatta tüm kazalarınızda Fatiha’dan sonra sadece Kevser ve İhlâs surelerini okumanız bile mümkündür.

3. Kaza namazlarında büyük bir hassasiyetle ve ısrarla üzerinde duracağımız husus, namazın öncelikle farzlarını ve vaciplerini yerine getirmektir. Bunun dışında, meselâ Tahiyyattan sonra Allahümme Salli ve Barik, Rabbenâ Âtina ve benzer duaları okumadan selam verebilirsiniz. Böylece kazandığınız zamanı, daha fazla kaza namazı kılmaya harcayabilirsiniz.

4. Eski çağlarda namaza büyük önem verilir, kazaya bırakmamak için her şey yapılırdı. Bununla birlikte elde olmayan sebepler yüzünden yılda veya ömürde birkaç kez namaz kazaya kalmışsa, büyük üzüntü duyulur, gözyaşıyla tövbe edilir, kazası kılınırken de sanki eda kılıyormuş gibi ezan okunur, kaamet getirilir, kaçırılan sevabı elde edebilmek için sünnet ve âdâba dair en küçük ayrıntılara bile dikkat edilirdi. Fakat siz yıllarca sürecek kaza namazlarını daha kısa sürede kılabilmek için ezan ve kaameti de terk edebilirsiniz.

5. Bilhassa namazlardan sonraki dualarınızda, “Allah’ım, hukukullahı ve hukuk-u ibadı hakkıyla ifa etmeden canımı alma. Ölmeden önce kaza namazlarımı tamamlamayı nasip et” diye dua edin. İnşallah Rabbim bu duayı kabul eder, Allah’a ve kullara ait hakları yerine getirme fırsatı verir. Dua tamamen kabul olmasa bile, sizin samimiyetinizi gösteren bir belgedir. İnşallah Rabbimiz hesap gününde, “Bu kulumun ömrü olsaydı kılıp bitirecekti” diyerek rahmet ve mağfiretle muamele eder.

6. Yıllardır namaz kılmadığınız için hem namazın sevabından mahrum oldunuz, hem de günah kazandınız. Peygamberimiz (a.s.m.), günahlardan kurtulmanın çaresini gösterirken, salih amelleri arttırma tavsiyesinde bulunmuştur. Siz de, madem ki geçmişi kazaya, bugünü edaya başladınız; namazlarınızı hakkıyla ve huşu içinde kılmaya, namazı başkalarına anlatıp teşvik etmeye çalışın. Bir iyiliğe vesile olan onu yapmış gibi sevap aldığına göre, namaza başlamasına vesile olduğunuz kişilerden dolayı siz de namaz sevabı alacaksınız.

7. Geçmiş günahlarınıza kefaret olması için namazla birlikte diğer salih amellere de büyük özen gösterin. Meselâ, yerine getirme şartlarını taşıyorsanız, oruç, zekât, hac gibi farzlara sarılın, dinî hizmetlere omuz verin, sadaka ve benzeri hayır hizmetlerine koşun. Ta ki, bu iyilikler geçmişteki ihmalinizi telâfi etsin.

Bu tavsiyelerimize uyarak, kaza namazlarınızı daha kısa zamanda bitirmeniz ve şevkle kılmanız mümkündür. Söz gelişi, her namazdan sonra aynı vaktin bir kazasını kılıyorsanız, iki veya üç kılabilirsiniz. Maksadımız, kaza namazlarını baştan savma kılmak değildir. Namaz için gerekli olan bütün şartları ve huşuu elbette ihmal etmeyeceksiniz; sadece en kısa zamanda farz borcundan kurtulmak için zaman kazanmış olacaksınız.

Cemil Tokpınar / KazaNamazı.org

Müsaade ederseniz…

Gerçekte hiçbir suçları olmadığı halde, sırf iman ve Kur’an’a dair eserleri okudukları ve yazdıkları için tutuklanmış, Afyon Cezaevine konmuşlardı. 54 kişiydiler. Mahkemeleri de tutuklu olarak devam diyordu. Oturumlar saatlerce sürüyordu. Mahkeme sırasında Bediüzzaman ve talebeleri şahane savunmalar yapıyorlardı. Mahkemeyi Nur Dersanesine çevirmişlerdi.

Son oturumlardan biri yine çok uzun sürmüştü. Akşam namazı vakti girmişti. Hakimin ara verme gibi bir düşüncesi yoktu.

Bediüzzaman oturduğu yerden kalktı ve:

Müsaade ederseniz ben namaz kılacağım” dedi.

Savcıyla göz göze geldiler. Savcı homurdandı:

Olmaz efendim, usule aykırıdır” dedi.

Hakim de savcıyla aynı fikirdeydi:

Sonra kaza edersiniz, şimdi mahkemeye ara veremeyiz

Bediüzzaman’ın gözleri şimşek gibi çaktı, alnındaki damarlar kabardı. Celalli bir şekilde: ”Kaza olmaz, ben namaz kılacağım” dedi. “Biz namazın hukukunu müdafaa için burada bulunuyoruz ve bizim bundan başka suçumuz yoktur.

Yürüdü, gitti. Belinden seccadesini çıkarıp koridora serdi, namazını kıldı.

Mahkemeye de mecburen ara verildi.

Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler / 1

Omer Faruk Paksu