Etiket arşivi: kenan taştan

Stres Yönetimi ile İlgili Kısa Notlar-1

Stresin bu kadar yıkıcı etkilere neden olmasının en önemli nedenlerinden biri insanların zayıf taraflarını kabul etmemesi ile ilgilidir. Sokrates’in çok iyi bir eğitimci olması fakat iyi bir asker olmaması, Hitler’in güçlü ve etkili bir politikacı olması fakat iyi bir kumandan olmaması, Macbeth’in parlak bir kumandan oluşu fakat iyi bir kral olmayışı buna örnektir.

Aşağıdaki videoda stres yönetiminin ilk maddesi olan bakış açısının önemi vurgulanmaktadır.

Sizinde hicri yılınız kutlu ama bu seneki farklı olsun

Her Hicri yılbaşında olduğu gibi bu yılda bol bol iyi temennilerle yeni yılımızı kutlamaya iyi ve güzel temennilerinde bulunmaya ve bu mübarek günü eşimize, dostlarımıza hatırlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca hemen her Hicri yılbaşında olduğu gibi özelde kendimize genelde ise tüm İslam âlemine iyi temennilerde bulunuyor ve hayırlar diliyoruz. Ama olmuyor. Hemen her yıl İslam ülkelerinde yaşayanların durumu daha da bir kötüye gidiyor. Sebepleri herkese göre farklı olsa da, ben sadece bir tanesi üzerinde durmak istiyorum.  Hicretin etimolojik anlamı değil belki ama pratik anlamlarından biri insanların can, mal, namus, inanç gibi en kutsal olan insani değerlerinin tehlikeye girdiği bir beldeden daha güvenli bir beldeye göç etmesidir. Yani asıl olan can, mal, namustan sonra inandığı değerleri hayata geçirememedir. Bu anlamda birçoğumuzun inancını, can, mal ve namus güvenliğimiz olmadığından değil daha da tehlikeli bir sebepten konformizimden dolayı (rahatı seven, rahatına düşkün) yaşayamadığını ve yeni nesillere; çoluk çocuğumuza aktaramadığımıza şahit oluyoruz. Çocuklarımıza iyi örnekler olma yolunda çok fazla çabamız olmadığı gibi İslam tarihinden de bi haber olmamız nedeniyle de iyi örnekler vermede sıkıntı yaşıyoruz. Oysa İslam tarihi farklı özelliklere ve yeteneklere sahip farklı şahsiyetlerle, hem bize hem de çocuklarımıza örnek olabilecek şahsiyetlerle dolu.

Mesela:

Vefa vasfıyla öne çıkan Hz. Haticetül Kübra,

Sadakat vasfı ile öne çıkan Hz. Ebu Bekir,

Adalet vasfı ile öne çıkan Hz. Ömer,

Yumuşak huyluluğuyla öne çıkan Hz. Osman,

İlmiyle ve basiretiyle öne çıkan Hz. Ali,

Cesaretiyle öne çıkan Hz. Hamza,

Sebat vasfıyla öne çıkan Hz. Bilal-i Habeşi,

Adanmışlığıyla öne çıkan Hz. Ammar,

Asaletiyle öne çıkan Hz. Mus’ab b. Umeyr,

Feraseti ve keskin görüşleriyle öne çıkan Hz. Sa’d b. Muaz,

Ticari zekâsıyla öne çıkan Hz. Abdurrahman b. Avf,

Mertliğiyle öne çıkan Hz. Mikdat b. Amr,

Emanet vasfıyla öne çıkan Hz. Ebu Ubeyde,

İkramperverliğiyle öne çıkan Hz. Sa’d b. Ubade,

Tebliğ ve irşad vasfıyla öne çıkan Hz. Abdullah b. Mesud,

Sünnete ittiba vasfıyla öne çıkan Hz.Abdullah bin Ömer…

Ve burada adını sayamadığım binlercesi.

Hiç olmazsa bu Hicri yılbaşında farklı bir şey yapabiliriz. Mesela Hicreti, öncesi ve sonrası ile yeniden okuyabilir ve sıradan insanların, nasıl muhteşem birer tarihi şahsiyete dönüştüklerini ve bunu nasıl gerçekleştirdiklerini okuyarak yaşantımıza aksettirebiliriz.

Daha evrensel olarak da; Hicret öncesinde sadece birer kabile ismi olan ve Hicretten sonra kardeşliğin sembolü haline gelen Ensar ve Muhacir gibi kavramları yerinden yurdundan edilmiş olan insanlarla olan bağlantılarımıza taşıyabilir ve toplumsal yardımlaşmanın bir gereği olan bir aile veya bir muhacire Ensar olabiliriz.

Bu duygularla Hicri yılınız size ve tüm insanlığa hayırlı olsun.

Cinnet Mustatili

Geçenlerde yazdığım “Kahpeye Vuralım Ama…” başlıklı makalemde dile getirmeye çalıştığım endişelerimin de üzerinde toplumsal travmalara yol açabilecek sosyolojik olaylar maalesef cereyan etmeye başladı.

Korkularından cep telefonu kayıtlarından eşini dostunu silenler,

Facebook ve Twitter hesaplarını kapatanlar,

Komşusuna selamı kesenler,

İş yerinde mesai arkadaşlarıyla selamı kesenler,

Ve en korkuncu da evlerinde ki Namaz tespihatlarını, Risale-i Nurları ve hatta Kur’an-ı Kerimleri çöpe atacak kadar hezeyan yaşayanlar çoğalıyor…

Allahınızı severseniz Risalei Nurları çöpe atmak ne demek? Kur’an-ı Kerimleri çöpe atmak ne demek. Ey insanlar size ne oluyor? Şu yaşadığımız darbe girişimini hükümet kendi yöntemleriyle bertaraf etmeye çalışırken, bize düşen darbeye karşı olmak, meydanlarda olmak, ve İlahi Merciden meded ummak değil mi? Pekii, İlahi Merciden nasıl medet umacağız? Tabii ki herkesin yöntemi farklı olabilir ama İlahi merciden medet ummanın en genel yolu Kur’an okumak, Millet ve Memleket için dua etmek, inandığı ve sevdiği kitapları okumak (Risale-i Nurları gibi, Tefsir kitapları gibi, Hadis kitapları gibi) değil mi? O kitapları çöpe layık görenler, yarın daha büyük bir musibetle karşılaşabileceklerini hesap edemiyorlar mı?

Ve ben ülkemde ki akil Siyasetçilere, Aydınlara, Akademisyenlere, İlahiyatçılara, Kanaat Önderlerine, Sosyologlara yine ve yeniden sesleniyorum. Lütfen toplumu ayrıştıracak, hezeyana sürükleyecek, korku imparatorluğununun hakim olacağı dili kullananları uygun üslupla uyarın ve bu üslup yerine “Kavli leyyini” topluma telkin edin.

Kimi kanallarda, kimi konuşmacıların söylemleri kızgınlıkları haklı olsa bile haddi aşan konuşmalardır. “Paralelci olanların veya paralelci şüphesi olanların ailelerini, eşlerini, çocuklarını tecrit edin, onlarla konuşmayın, onları bu toplumdan dışlayın…” demek ne demek, Allahınızın aşkına? Suç onu yapanla kaimdir ve paralelci olan, darbeye karışan, darbeyi destekleyen, yaltakçılık ve yağcılık yapanlara en ağır cezaları verin ama suçsuz olan o masum sabilerden, çocuklardan ne istiyorsunuz? Beşeri veya İlahi hangi kanun anne be babasının hatasından dolayı evladını suçlar, hangi kanun sabileri cezalandırır? Allahınızın aşkına bu söylemlerden vaz geçin. Suçluları cezalandırırken, toplumun içindeki suçsuz ve masum olanları ürkütmeyin.

Ve siz yıllardır televizyonlarda büyük alim edasıyla “İslam’da teravi namazı var mı, yokmu?” yu tartışanlar, “Sakız çiğnemek orucu bozar mı, bozmaz mı?” ya fetva veren büyük İslam alimleri, Ülkem bu haldeyken nerelerdesiniz? Neden hiç sesiniz çıkmaz? Neden toplumun yükselen tansiyonunu düşürmeye çalışmazsınız? Aslında sorduğum sorunun cevabını sizler gibi bende biliyorum. Korkuyorsunuz. Benim gibi, herkes gibi ve haklısınız; korku en temel insani iç güdüdür ama bu gün değilse, ne zaman konuşacak veya yazacaksınız? Toplumdaki kardeşlik dilini tesis etmek için, zalim ve mazlumun ayırımının iyi yapılabilmesi için, yükselen tansiyonun düşmesi için elinizden geleni yapın. Yoksa tarih sizleri ve bizleri affetmeyecek.

Kardeşlik diline ve uygulamasına Allah Resulünün hayatından bir örnek:

Mekkenin fethi hepimizin defalarca okuduğu ve/veya defalarca dinlediği bir hadisedir. Peygamberimiz ve müntesiplerine cefanın ve ezanın her türlüsünün reava görüldüğü, işkence altında insanların öldürüldüğü, mallarının gasp edildiği ve bunları yapanların hala yaşadığı bir ortamda Allah Resulu ve İslam ordusu Mekkeyi feth ettiğinde, Allah Resulunun çağları aşan konuşması hala kulaklarımızdadır.  “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda ne yapacağımı tahmin ediyorsunuz?” Kureyş topluluğunun cevabı: “Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız.” şeklindeydi.

Bunun üzerine Allah Resulü (as) şöyle konuştu: “…Bugün size hiçbir başa kalkma ve ayıplama yok! Allah, sizi bağışlasın. O merhamet edenlerin en merhametlisidir! (Yusuf, 92). Gidiniz sizler serbestsiniz…”

Bu örnekten bizler hala darbe girişim ve teşebbüs ihtimali ortadan kalkmamışken, bu teşebbüste bulunanlerı affedelim demiyorum ama hiç olmazsa adil olalım ve zanlarımız yerine delillerle hareket edelim.

Her türlü yanlış anlamayı ber taraf etmek ve akla gelmesi muhtemel soruları engellemek için yeniden hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum; darbe girişiminde bulunanlar, bilerek ve isteyerek yardım edenler ve finanse edenler muhakkak ama muhakkak en ağır bir şekilde cezalandırılmalıdırlar. Ama hiçkimse zanla suçlanmamalı ve cezalandırılmamalıdır aksi halde adalete, hükümete güven azalır.

*Cinnet Mustatili: Hapishane yılları üniversite yıllarından çok olan, Rahmetli Necip Fazıl’ın özelde kendinin genelde ise 1960 darbesi döneminin ruh halini yansıtan mükemmel eseri.

.

Sıkıntı Strese Ve Dua Üzerine Kısa Notlar

Hastalıklarla vücut direncinin artmasında ki ilişki, musibetler ve sıkıntılarla insanın gelişmesi, olgunlaşması ve huzura kavuşması arasındaki ironik ilişki gibidir. Bilimin geldiği son noktada virüslerin, bakterilerin yani bizim hastalanmamıza neden olan mikropların aslında bağışıklık sistemimizin gelişmesi adına çok faydalı görevler yaptığı şeklindedir. Evet, hastalıklar insanlara eza vermek dışında bağışıklık sistemi güçlendirmeye de yarar. Yani virüsler, bakteriler sadece kişiyi hasta etmek için değil, hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirme görevini de yaparlar. Aynen bunun gibi insanın başına gelen musibetler (virüsler, bakteriler gibi) insana geçici olarak sıkıntı yaşatabilirler ama aynı zamanda bu sıkıntılar sayesinde rikkat, şefkat, merhamet, empati vs. gibi insani duyguların gelişmesinin yanında, bu sıkıntıları veren hakiki mercii tanıma ve ona yönelmeyi de sağlarlar; tabi insan bunun ardında ki hikmeti bilebilirse…

—————————————————————————0—————————————————————————————

Perde arkasındaki hayırları görebilen kişi dua ile isteme makamına ulaşır. İşte tam da bu anlamda dua istemektir ve o belaları, musibetleri veren makamı bilmektir. O yüzden Mevlana: “Hiç bir şey isteyemiyorsan bela iste, belki vereni bulursun” der.

Hadiste denilir ki: “Kula Allah musibet gönderir. Yani bir ok isabet eder. Kul onu anlarsa rahmete dönüşür. Anlamazsa gazap üstüne gazap celbeder.”

—————————————————————————0—————————————————————————————

Günümüz insanının en önemli problemlerinden biri nesnelerde boğulup öz ben’ini yitirmesidir. Bu yitimin önüne geçecek en önemli ilaç ise dua ve ibadetlerdir ve aslında tüm ibadetler kişinin öz beni’ni bulması içindir; yani numuneyi değil aslolanı bulması ve keşfetmesi…

Bazılarımızın rutin olarak yaptığı dualardan birinde geçen ifade gibi; “Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster…”

—————————————————————————0—————————————————————————————

Hayat sonsuzluk filminin ön tanıtımıdır. Kendi hazırladığınız fragmanınız iyi olursa (dünya hayatınız) filminizin galası da (ahiret hayatı) iyi olacaktır; ama her filmde illaki istenilmeyen sahneler, sıkıntılı kareler olduğu gibi hayat serüveninde de aynı karelere sıkça rastlamak mümkündür. Bu sıkıntılı durumları fazla yıpranmadan aşanların sıkça kullandıkları arketiplerden biri: “Bu da geçer ya Hu!” inancıdır.

—————————————————————————0—————————————————————————————

Mutsuzluk değişimin, dönüşümün olmasına izin verememek, yani olana direnmektir. Mutsuzluk geçmişe tutunmaktır. Oysa geçmişe tutunanlar otobanda son sürat araba kullanırken sürekli dikiz aynasına bakarak yol almaya çalışanlar gibidir ve maalesef kaza yapmaları kaçınılmazdır.

Her birimiz hazine üzerinde oturduğunun farkında olmadan dilenen dilenci hikâyesinde ki dilenci gibiyiz. Muazzam yeteneklere, zenginliklere, imkânlara sahip olmamıza rağmen bunların farkında olmadan yaşadığımız için varlık içinde yokluk çekiyor ve mutsuz, huzursuz bir yaşam sürüyoruz. Sonrasında ise bize tüm bu nimetleri verene teşekkür etmek, şükretmek, hamt etmek yerine; Neden bu dünya da fakirlik, zulüm, hastalık, yokluk, kıtlık var? diye isyan ediyoruz.

O halde yapılması gereken; Hz. İsa (as) ın dediği gibi:

Kapıyı çalın açılacaktır. (Namaz)

Dileyin, verilecektir. (Dua)

Ve âlemlere rahmet Peygamberimizin(sav) buyurduğu gibi:  “Şüphesiz dua, başa gelmiş ve gelecek olan şeylere faydalıdır. Onun için ey Allah’ın kulları, duaya sımsıkı sarılın. [Camiü’s Sağir]

Kullanılan Kelimelere Dikkat!

“Batılı tasvir safi zihinleri idlâldir…”

Karşımda gözleri yaşlı bir öğretmen, dahası bir anne var. Yaşadıklarını hıçkıra hıçkıra boğulurcasına anlatıyor. Anlatırken kullandığı kelimeler çekiyor dikkatimi. Yaşadıklarından ve duygularından bahsederken cümleler arasında hiç olumlu bir kelime geçmiyor. Sanki yeminli gibi, olumlu cümle kurmamaya.  Zihnim dağılıyor, yoruluyorum dinlerken onu. Zaman zaman anlattıklarından kopsam da can kulağıyla dinlemek için kendimi adeta zorluyorum.

Nede olsa karşımdaki bir öğretmen ve aynı zamanda bir anne.

“Yıllardır kendi çocuklarıma gösterdiğim sevgi ve şefkati, sınıfımdaki öğrencilerime de göstermeye çalıştım. Onların kötü birer fert olmamaları için uğraştım. Hırsızlık yapmamaları, yalan söylememeleri için tembihledim. Kötü örnekleri bir bir anlattım ki onlardan uzak dursunlar.”

Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor…

“Bir birleriyle kavga etmemelerini, devletin malına zarar vermemelerini…”

İçimden Allah rızası için sadra şifa bir olumlu cümle kur hocam diyorum. Ama nafile. Nereden buluyor bu kadar olumsuz cümleyi, merak ediyorum. Ama müdahale edemiyorum. Çünkü anlattıkça anlatıyor, anlattıkça rahatlıyor ve rahatladıkça anlatmaya devam ediyor. Ben müdahil değilim ama belli ki anlatacakları azalmaya başlıyor.

“Büyüklere karşı gelmemelerini, insanları kırmamalarını, tembel olmamalarını, çalışmazlarsa başlarına neler gelebileceğini…”

“Ve tarzını değiştirerek devam ediyor…”

“Ayrıca ders çalışmazsanız kesinlikle başarısız olursunuz. Başarısız olursanız kesinlikle mutsuz olursunuz…”

Polikliniğe geldiğinde duvardaki saate bakmıştım, tam 27 dakikadır anlatıyor. Hayret nasıl oldu da müdahale etmeden dinleyebildim diye düşünüyorum kendi kendime.

Bazen sadece dinlemenin ve hiç müdahale etmemenin iyi bir terapi türü olduğunu düşünüyorum. Ama bu seferki galiba biraz farklı çünkü ben müdahale etmiyor değil edemiyorum. Karşımda sorunlarını seri bir şekilde anlatan adeta gelmeden evvel ödevine iyi çalışmış bir öğrenci var ve kelime sektirmeden anlatıyor.

İçimden artık müdahale etmenin zamanı diyorum ve lafa giriyorum:

“Müsaade ederseniz bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.”

Bir an duruyor. Hüzünlü ruh hali ne diyeceğimi merak eden bir haleti ruhiye’ ye bürünüyor.

“Dikkat ettim de kullandığınız kelimeler ve cümleler hep olumsuzluk içeriyor.”

“Öyle mi?” diyor ve açıklamamı bekliyor.

Ve anlatmaya devam ediyorum.

“Kelimelerimiz bizi ele verir. Kelimeler bizim kendimizi ve hayatı nasıl tanımladığımızı gösterir. Olayları nasıl açıkladığımızı, ilişkilerimizi nasıl yaşadığımızı, derdimizin boyutunu. Kısacası hayata verdiğimiz anlamdır kullandığımız kelimeler. Bizi biz yapan değerlerin kodlarıdır. Bazı insanlar kesinlik ifade eden kelimelerle anlatır söylemek istediklerini ve bu kesinlik onların yaşantılarına ‘keskinlik’ olarak yansır. İlişkilerinde egoları kabarık bizim tabirinizle egosantrik olurlar. Çevresiyle uyum içerisinde yaşamak yerine çevresinin kendisine uyum içerisinde olmasını beklerler. Ben merkezlidir onlar. Örneğin: ‘Bunun kesinlikle böyle olmasını istiyorum’ diyerek meramlarını daha iyi anlattıklarını zannederler. Bu kullandıkları kesinlik ifadeleri farkında olmadan bu insanların kendi kendilerine ‘katı kurallar’ listesi oluşturmalarını sağlar. Bu listenin başında “Her zaman, kesinlikle, asla, hiçbir zaman” gibi narsistik çağın bolca ürettiği ve yaslandığı kelimeler vardır. Bu kelimelerin özelliği mutlaklık ifade edilen kelimeler olmasıdır. Mutlaklık ifadeler ancak Mutlak doğrularda kullanılır oysa. Kendi fikirlerine mutlaklık atfedenler farkında olmadan mutlak doğruyu ifade ettiklerini düşünürler. Oysa mutlak doğrunun kaynağı ancak Mutlak yaratıcıdır. Mutlak doğruyu bu şekilde ifade edenler farkın da olarak veya olmayarak, Mutlak Yaratıcıyı hayatın merkezinden çıkarmış olurlar. Mutlak Varlığı hayatından dışlayan insana kala kala kendisi kalır. Sıkıştığı zaman, Mutlak Olana dayanmak ve Mutlak Olandan yardım istemek yerine kendine dayanır, kendine yaslanır. İnsan benliğinin kendini mutlaklaştırmasının başlangıç yollarından biri işte tam da burasıdır. Yaslandığı kendini sağlamlaştırabilmesi için kullandığı kelimelerin kesinlik ifade etmesi de işte bu sebepledir. Kullanılan kelimelerle ilgili bir diğer önemli nokta ‘batılı tasvir etmeden ve safi zihinleri bulandırmadan” söylenilmek istenen meramın olumlu cümlelerle ifade edilmesinin daha doğru olduğudur. Siz öğretmensiniz ve dikkat ettim öğrencilerinize nasihat ederken hep ne yapmamaları gerektiğinden bahsediyorsunuz. Oysa yapılması gereken onlardan ne yapmamalarını değil, ne yapmalarını olumlu cümlelerle istemeniz olmalı. “

Ve bu konu ile ilgili en sevdiğim sözü söylüyorum ona:

“Batılı tasvir safi zihinleri idlâldir.”

“Yani?”

“Olumsuz örnekler saf, duru beyinlerin aklını karıştırır. Bu şekilde bilinçaltına olumsuz mesaj vermiş olursunuz. Bu da vermek istediğimiz mesajın tam tersi etki yapmasına neden olur. Siz bir öğretmensiniz. Düşünün bir sorunun çözüm yolunu öğrencilerinize anlatırken, o sorunun nasıl çözülemeyeceğinin kırk versiyonunu mu anlatırsınız, yoksa tek bir işlemle nasıl çözülebileceğini mi?”

“Tabi ki doğru çözüm yolunu anlatırım.”

“Öyleyse bunu neden gündelik pratiğinizde kullanmıyorsunuz?” diye soruyorum.

“Farkında değilim galiba” diyor ve konuşmasına devam ediyor:

“Aslında bu söylediğinizi farklı cümlelerle bana zaman zaman eşim, arkadaşların, müdürüm de söylüyordu ama galiba olayı tam olarak idrak etmenin zamanı bu güneymiş.”

“Sizin yaptığınızı aslında birçok ebeveyn çocuğuna yapıyor ve sonrada neden beni dinlemiyor diye merek ediyor? Sebebi çok açık değil mi? Düşünün ‘yanlış mesajı doğru adrese gönderseniz bile istediğiniz etkiyi yapmayacaktır’ diyorum.

“Size bir örnek daha vermek istiyorum. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu öldüğünde Gazi caddesine asılan o büyük pankartı hatırlarsınız sanırım?”

“Tabi hatırlıyorum.”

“O pankartta ne yazıyordu? Seni asla unutmayacağız! Dikkat ederseniz ‘seni asla unutmayacağız’ cümlesi olumsuzluk içeren bir cümle. Oysa batılılar böyle durumlarda ne diyorlar biliyor musunuz? ‘Seni daima hatırlayacağız’ diyorlar. Sizce hangisinin akılda kalma ihtimali daha fazla?”

“Seni daima hatırlayacağız’ cümlesi daha akılda kalıcı bir cümle” diyor.

“İşte benimde size söylemek istediğim tam da bu…” diyorum ve konuşmaya bilimsel verilerden, günümüzden, eşler arasındaki iletişimsizliklerden vs. devam ediyoruz. Monolog kesilmiş artık tamamen diyaloğa geçmiş durumdayız.

Çıkarken teşekkür ediyor ve;

“Demek ben bilmeden yıllardır batılı tasvir etmişim” diyor.

“Günümüz insanının yaptığı en büyük hatalardan biri de bu değil mi? Ne dersiniz?”

Not: 2012 de yazdığım “Terapistin Terapisi” kitabından alıntıdır.

Dr.Kenan Tastan

www.NurNet.org