Etiket arşivi: kenan taştan

Boşanmak Üzere Olan Çift

Bulunduğun Aile Sağlığı Merkezine boşanma arifesinde olan bir çift gelmişti. Prensip olarak çiftleri önce tek tek dinledim. Gereken notları aldıktan sonra onlarla birlikte görüştük.

Eşlerden bayan olanın en büyük problemi eşinin kendisini sevdiğini hiç söylememesi ve onun içine ne yaparsa yapsın takdir etmemesiydi.
Hatta şöyle şikâyette bulundu:

“Doktor Bey bununla da kalmıyor en küçük hatalarımı bulup eleştirmesinin yanında onun için yaptığım onca güzel şeye bir iltifat etmesinden vazgeçtim bari bir eline sağlık dese. Bizimkinde nerde o incelik. Geçenlerde okulda nöbetçiydi. Bizim okulun nüfusu fazla, öğrenciler yaramaz. Çok yorulmuştur diye o gün ona bir sürpriz yapayım dedim. Evi tertemiz yaptım. Sildim, süpürdüm. Sevdiği onca yemeği yaptım ve bende o güne has özel kıyafetler giydim ve eşimi beklemeye başladım. Kapı çalınca bir heyecanla kapıya yöneldim ve kapıyı açtım. Bizimki bendeki hiçbir değişikliği fark etmedi. Doğruca mutfağa gitti ellerini yıkadı. Sofrayı o halde görünce;”

“Hanım misafir mi gelecek diye sordu?”

“Bende hayır tüm bunları senin için hazırladım dedim.”

Bizimki hiçbir şey söylemeden kızarmış patatesten bir tane aldı.

“Yahu hanım bunun tuzunu fazla atmışsın!” deyince bende şalterler attı. Açtım ağzımı yumdum gözümü.

“Allah senin layığını versin emi bey. Ben senin için sabahtan beri temizlik yapayım. Özene bezene sevdiğin yemekleri pişireyim. Saçıma başıma özen göstereyim. Sen gel de ilk işin patatesin tuzunu eleştirmek olsun. Öyle mi?”

Doktor bey tabi bu benim ilk kez başıma gelen bir şey değil. Bu adam benim kadrimi kıymetimi bilmiyor. Ne yaparsam yapayım illaki bir eksik buluyor. Kısacası beni sevmiyor.

Bu arada ben hanımın eşine yöneldim ve eşinizi seviyor musunuz? diye sordum.

“Tabi ki eşimi seviyorum doktor bey. Ben ona, onu sevdiğimi sık sık söylemem bu doğrudur. Çünkü bu benim yapımda yok. Ama ben davranışlarımla, hareketlerimle bunu ona gösteririm. Mesela klasik erkekler gibi eve gelir gelmez pijamalarımı giyip yanında öyle gezmem. Ona olan saygımdan hafta sonları bile traş olurum. Onunla bunca tartışmamız olmuştur ama onun bana yaptığı gibi sesimi yükseltip asla daha ona bağırmış değilim. Ben eşimi seviyorum ama onunla anlaşamıyoruz doktor bey.

Çiftlerin aslında birbirlerini sevdiklerini ama temsili sistemlerinin farklı olduğunu anladım. Birde eşlerin kişilik tipleri bir birinden farklıydı. Erkek 1 Numaralı bir kişilik tipine sahip yani mükemmeliyetçi biriydi. Haliyle işin doğru ve eksiksiz yapılmasını istiyor böyle olmayınca da hataları kolayca tespit edebiliyordu. 1 Numaralı kişilik tipinin diğer özelliklerini onlara anlattım. 1 numaralar hata bulma uzmanıdırlar. Takdir etme mekanizmaları çok fazla gelişmemiştir. Asla işlerini savsaklamazlar. İşlerini düzenli ve zamanında yaparlar. Eşlerden bayan olan ise 2 numaralı kişilik tipine sahipti. 2 numaraların temel özelliği yardım sever olmalarıdır. Bunlar çevrenin takdirini kazanmak için kendilerinden ödün verirler. İyi olmak etrafındakilere yardım etmek bunları çok mutlu eder. Ama tüm bunlara rağmen takdir edilmezlerse öfke patlaması yaşarlar. Tün bu bilgileri verdikten sonra onlara temsili sistemler hakkında da gerekli bilgiler verdim. Bu bilgilere çok şaşırdılar ve çok hoşlarına gitti. Karı koca öğretmen olan ve okumaya meraklı olduklarını söyleyen bu çift temsili sistemleri ve kişilik tiplerini (Enegram) ilk kez duyuyorlardı. Benden bu konuda daha fazla bilgi istediler bende Da Vinci’yi Bırakın Kendi Şifrenize Bakın! (Ziya Baran) kitabını onlara önerdim.

Daha sonra onlara Mevlana’nın Mesnevisinde geçen şu hikâyeyi anlattım.

Adamın biri çalıştırdığı dört kişiye bir miktar para vermiş;

“Bunu alın karnınızı doyurur “ demiş.

Adamlar parayı almışlar. İçlerinden Acem olan;

“Ben bununla “Engur” alacağım” demiş.

Diğer Arap olan ise;

“La, demiş, ben “İnep” isterim. Bu parayla bunu alacağım.”

Üçüncüsü bir Türk’müş:

“Ben onlardan hiç birini istemem ben “Üzüm” isterim” demiş.

Dördüncü Rum’muş:

“Bırakın bu saçmalıkları! Diye bağırmış. Ben “istafil” isterim.”

Derken önce seslerini yükseltmişler, sonra bağırmaya başlamışlar, nihayet kavga başlamış. Kıyasıya vuruşuyorlarmış. Hâlbuki hepsi de aynı şeyi istiyormuş. Dilleri farklı olduğu için ayrı ayrı şeyler istediklerini sanıyorlarmış.

Nihayet akıllı bir adam bu kavgayı görerek gelir ve onları durdurur, her birini tek tek dinler. Sonra ellerinden tutarak bir manavın önüne götürür üzümü gösterir. Her birine ayrı ayrı sorar:

“Sen bunu mu istiyorsun?” Her biri ayrı ayrı evet der.

Böylece kavga sona erer.

Bu hikâyeyi dinleyen bayan öğretmen hemen lafa atıldı:

Doktor Bey bu hikâyede ki akıllı adam siz mi oluyorsunuz şimdi?

Bende bozuntuya vermeden:

Takdir sizin” dedim.

Hep birlikte gülüştük ve aralarındaki problem devam ederse benden yeniden randevu alıp görüşme talep edeceklerini söylediler. Bu olayın üzerinden yaklaşık sekiz ay geçti. Beni aramadılar. Geçenlerde onlarla çarşıda karşılaştık, sadece boşanmaktan vazgeçmekle kalmamışlar, kendi okullarında ki öğretmen arkadaşlarına da bu temsili sistemleri anlatmışlar. Artık aralarında bir problem olduğunda bir birlerine hey sen 1 numara, ne var 2 numara diye sesleniyorlarmış. Tabi ki buna çok sevindim ve hoş bir şekilde ayrıldık.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Eyvah! Çocuğum Yalan Söylüyor

Çocukları eğitmek, onları kendimize benzetmek değil, olmaları gerektiği gibi yetiştirmektir. (M. Selahaddin Şimşek)

Bir insanın bilinçli ve kasıtlı olarak başkalarını aldatmak, küçük düşmekten kurtulmak ve çıkar sağlamak için gerçek dışı sözler söylemesine veya akla uygun bahaneler bulmasına “yalan” diyoruz. Tanımdan da anlaşılacağı üzere çocuklar 5 yaşına kadar bilinçli olarak başkalarını aldatmak ve bundan çıkar sağlamak için yalana başvurmazlar. Bu yüzden çocukların söylediği gerçek dışı sözleri ve uydurma hikâyeleri yalan olarak değerlendirmek doğru değildir.

Bazen çocuklar, gençler yalan söyler. Anne babalar da bu yalanı yakalar. İşte bu an kimi ana baba, adeta balık yakalamış gibi sevinir. Anne babanın gözünde çocuk yüzde yüz haksızdır, sığınacak hiçbir mazereti yoktur. Bir anlamda bitmiştir. Anne baba bu kesin galibiyetin tadını çıkararak parmağını çocuğa uzatır ve mağrur bir eda ile “Sus, ayıbınla otur, bana yalan söyledin” der. Anne baba burada muhtemelen “Ben yüzde yüz haklıyım sen sıfırsın” demektedir.

Olabilir, çocuğun yalan söylemesinde kendi payı yüksektir. Fakat bu yalanda ana babanın hiç mi payı yoktur? Çocuklarımızın söyledikleri her yalanda, biraz olsun bizim de tuzumuz vardır. Bakınız niçin:

1. Çocuğunuz yalan söylemiş ise yalan söylemeyecek yapıda güçlü bir çocuk yetiştirememişsiniz demektir.

Yalan başvurmayacak kadar güçlü bir yapısı yoksa bu durum biraz onun sorumluluğu, biraz da bizim.

2. Çocuklarımız, bazı hatalarını yalana başvurmadan açıkça ifade ettiklerinde, bu durumu her zaman olgunlukla karşılar mıyız? Galiba hayır. En azından bazılarımız samimi itiraflar karşısında bazen bağırır, bazen de cezalandırma yoluna gideriz. Bu tavrımızla da çocukları istemeden yalana iteriz.

3. Biz büyükler kendimizce haklı nedenlerle- bazen çocukların yanında başkalarına yalan söyleriz. Bazen de “onlara küçük beyaz yalanlar söylenir” diye çocuklara yalan söyleriz. Gün gelir bizim, belli durumlarda yalan söylediğimizi anlarlar. Onlar da belli durumlarda kendilerince haklı gerekçelerle yalan söylerler. Bu nedenle çocuklara küçük beyaz yalanlar söylenebilir düşüncesi tamamen yanlıştır.

Yukarıda ifade edilenler, yalan söyleyen çocuklara aldırmayalım, hoş görelim anlamına gelmiyor. Yalan söylediklerini fark ettiğimiz zaman, üzüldüğümüzü rahatsız olduğumuzu belirtelim. Ancak kendimizi yüzde yüz haklı görüp önlenemez bir öfke içine girmeyelim.

Çocuklar Neden Yalan Söyler

1. Aile içinde veya çevrede çok sık yalan söyleniyor olması çocuğu yalana alıştırır. Çocuklar ana-babayı model ve örnek alır. Anne-babalar “yalan söyleme” konusunda da model oluştururlar. Anne-babanın yalana başvurduğuna tanık olan çocuk, yalan söylemeyi öğrenir. Örneğin; eve gelmek isteyen misafire anne ve babanın gerçeği söyleme yerine “akşam başka bir yere davetliyiz” şeklinde yalan söylemesi birde bu söylemin çocuğun yanında yapılması ebeveynin çocuğunun yalan söylemesine zemin hazırlamış olur.

2. Anne babanın ve çevrenin çocuğa yeterince sevgi, ilgi göstermemesi. Anne babası ve çevresi tarafından sevilmediği ve ilgi görmediği hissiyle kendini değersiz hisseden çocuk, çevresindekiler tarafından değerli algılanma ve onaylanma ihtiyacıyla, sahip olmadığı bir şeye sahip olduğunu veya yapmadığı bir şeyi yaptığını ifade edebilir. Örneğin; başının ağrımadığı halde kendini acındıracak bir şekilde baş ağrısı çektiğini söylemesi, okul başarısı düşük olduğu halde anne ve babasına deneme sınavında soruların hepsini yaptığını söylemesi gibi.

3. Çocuk cezadan kaçmak içinde yalan söyleyebilir. Çocukları yalana iten diğer bir neden de ailesi tarafından aşağılanmamak ve cezalandırılmamak için yapmadığı davranışları yapmış gibi ya da yaptığı davranışları yapmamış gibi ailesine aktarabilir.

Örneğin; harçlığını ailesinin istemediği yerde harcayan çocuk, anne ve babası parasını ne yaptığını sorduğunda, çocuğun parası çalınmadığı halde parasının çalındığını söyleyebilir.

4. Çocuklar özlem duydukları, olmasını istedikleri şeyler içinde yalan söylerler.

Örneğin; babasından ayrı yaşayan bir çocuğun her gün babasının kendisini aradığını söylemesi veya annesiz büyüyen bir çocuğun arkadaşlarına annesiyle yaptıklarından söz etmesi gibi.

Bazen de bunun tam tersi bir tutumla çocuk annesi yaşamasına rağmen öğretmenlerine veya arkadaşlarına, annesinin öldüğünü söyleyebilir.

5. Çocuk çevresinin hayranlığını kazanmak için yalan söyleyebilir.

Örneğin; arkadaşlarına fakir olduğu halde çok zengin olduğunu, arabası olmadığı halde son model bir arabası olduğunu söyleyebilir.

6. Anne ve babasının sevgi ve ilgisini paylaşmamak için yalan söyleyebilir.

Örneğin; anne ve babasına ablasının onu dövmediği halde kendisini dövdüğünü söyleyebilir.

7. Arkadaşlarının sevgi ve ilgisini paylaşmamak için yalan söyleyebilir.

Özellikle ilköğretim çağındaki çocuklarda arkadaşlarının ilgisini kendine çekmek için “Ali senle dolaşmak istemiyormuş” bana öyle söyledi diyerek yalana başvurması buna örnek gösterilebilinir.

8. Erken çocukluk döneminde aşırı ödüllendirilen çocuklarda yalan söyler. Aşırı ödüllendirilen çocuk, sosyal hayatla tanışmaya başladığında sosyal hayatın içindeki arkadaş, öğretmen vb kişilerden de aynı ödüllendirmeyi bekler. Bunu da elde etmek için yalan söyleme tutumu içine girer. Ya da hiçbir davranışı ödüllendirilmeyen çocuk yalan söyleme gereksinimi duyabilir.

Yalan Söyleyen Çocuğa Nasıl Davranmalı?

1. Yalan söyleme davranışını iyileştirmek, önlemekten daha zordur. Önemli olan, çocuğu yalana itecek durumlara meydan vermemektir.

2. Çocuklar anne babayı taklit ederek büyürler. Çocuğunun yalan söylemesini istemeyen anne ve babalar kendileri iyi model olmalı, yalan söylememelidir.

3. Anne ve baba’nın söyledikleri ile davranışları arasında tutarlılık olmalıdır.

4. Anne ve babalar çocuklarını çok iyi tanımalı ve yeteneğinin üzerinde beklentilere girmemeli, önüne ulaşamayacağı hedefler koymamalıdır.

5. Anne ve babalar çocuklarını, kardeşi ve çevresindeki diğer insanlar ile kıyaslamamalıdır.

6. Anne ve babaların koydukları kurallar çocuğun hürriyet ve bağımsızlık alanını daraltmamalıdır.

7. Anne ve baba, çocuğu tehdit etmemelidir.

8. Anne ve baba yalanlan söylemlerine çocuğunu ortak etmemeli “bu yaptığımızı annene söylemeyeceksin tamam mı oğlum” tarzından söylemlerde bulunmamalıdır.

9. Anne babalar çocuğa karşı iyi bir dinleyici olmalı; isteklerini, sıkıntılarını, kaygılarını ve endişelerini dile getirmesine fırsat vermelidir.

10. Yalan söylemekte ısrar eden çocuğa ulaşmanın yolu, kendisini yalan söylemeye iten sorunların çözülmesine yardım etmek ve yalan söylemeyi gereksiz kılacak bir ortam hazırlamaktır.

11. Çocuğun söylediği yalanın içeriğinden ziyade yalan söylemesine neden olan şeye odaklanmalıdır.

12. Çocuğunuz yalan söylediğinde ona bu söylediğinin yalan olduğunu anladığınızı hissettirmeniz önemlidir. Anne ve baba bir avcı gibi çocuğun yalanını yakalamaya çalışmamalıdır. Bu çocuğa güvenmediğinizi gösterir ve çocuk nasıl olsa güvenmiyorlar diye yalan söylemeye devam edebilir.

13. Çocuğa yeterli ilgi ve sevgi gösterilmelidir.

14. Çocuğun yalan söylediğini tespit edilirse, onu bu durumla hemen yüzleştirip yorum yapmamalıdır.

15. Çocuğunuzun hangi durumlarda yalana başvurduğunu irdeleyin. Mesela; Okul başarısında problemi mi var? Baskıcı otoriter tepkinizden mi çekiniyor? Bunun nedeni nedir? Tespit edin.

16. Yalanın her türlüsüne karşı olduğunuzu sadece çocuğunuzu uyararak değil, yaşayarak, örnek olarak da gösterin.

17. Çocuk yalana başvurmadığında, dürüst davrandığında onun bu davranışının ailesi tarafından fark edilmesi ve bu davranışı pekiştirilmesine yardımcı olunmalıdır.

18. Yalan, bazen bir patoloji (hastalık) belirtisi de olabilir. Ağır psikolojik dengesizliklerde ya da kişilik bozukluklarında yalana rastlanabilir. Bu durumlarda konunun uzmanından yardım alınmalıdır.

19. İnsanın her yaşta takdir edilmeye ve onaylanma ihtiyacı vardır. Çünkü çoğu kez onaylanma ihtiyacı nedeniyle yalan söylüyor olabilir.

Çocuklar, bazı doğruları ancak deneme ve yanılmadan sonra öğrenebilir. Çocuk, yanlış bir şey yaptığında veya yalan söylediğinde çocuğun kişiliği üzerinde değil, davranışı üzerinde durmalıyız. Ödevini yapmayan bir çocuğa, “Sen tembel bir çocuksun” deyip onu aşağılamak yerine tembelliğin iyi sonuçlar vermediğini, tembel insanların iyi bir iş sahibi olamayacağını, fakir düşüp başkalarına muhtaç olacağını anlatmalıyız. Aynı şekilde çocuk yalan söylediğinde, kendisine güveni ve saygısı olan bir insanın yalan söylememesi gerektiğini, yalan söyleyen insanlara toplumda saygı duyulmadığını anlatmalıyız.

Çocuğumuzun yalanını yakaladığımızda kendimizi yüzde yüz haklı görürsek, öfkemiz de yüzde yüz olur. Eğer çocuğunuz size yalan söylemişse bu yalanda sizin de payınız vardır. Bu gerçekten yola çıkarak olaya baktığımızda, daha ılımlı olabiliriz. Ilımlı olduğumuz zaman ise çocuğumuzu arzu ettiğimiz yönde değiştirme, geliştirme şansımız artar. Onların bir yalanlarına bugün aşırı öfkelenirsek, yarın daha dürüst olmalarına değil, daha iyi kamufle edilmiş, daha organize yalanlar söylemelerine yol açarız.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.

Eşler Arası Terapi

Evlilik kuşatılan bir şehre benzer. İçindekiler dışarı çıkmaya, dışarıdakilerde içeri girmeye çalışırlar.

Aile terapisi için bana gelen eşler genellikle ya boşanmanın eşiğinde oluyorlar ya da ilişkilerinden tamamen umudu kesmiş olup birde şu televizyon programındaki doktora bir gidelim, nasıl olsa kaybedecek bir şeyimiz yok diyerek kendilerince son şanslarını denemek istiyorlar. Hal böyle olunca işimiz biraz daha zorlaşıyor. Birbirlerine tahammülleri bitmiş, “gözünün üstünde kaşın var” mantığı ile birbirlerini değerlendiren insanlara yaklaşmak ve bozulan ilişkilerini yeniden rayına sokmak haliyle daha da çetrefilli hale geliyor. Genellikle bu tip eşlerle ayrı ayrı görüşmeden önce eşler arası iletişimle ilgili genel bilgiler vermeden önce çocukları varsa rikkatlerine dokunacak bilgiler vererek başlıyorum seansa. Batıdan devşirilen Aile terapisinin mantığında böyle bir yöntem yok ama bizim coğrafyamızda ve bizim insanımızda bu teknik genelde işe yarıyor.

Boşanmanın eşiğine gelmiş anne ve babayı, düşünmeye sevk etmek için şu soruları soruyorum, öncelikle babaya:

Siz, boşanma isteği sizden geldiği zaman, çocuğunuzun hayat düzeyinin %73 oranında düşeceğini ve gelecek yıl onu hiç göremeyeceğinizi bilseydiniz, yine de boşanır mıydınız? Yoksa evliliğinizi kurtarmak için her yolu dener miydiniz?

Şeyyyyyy!!!

Anneye dönerek sorumu farklı bir üslupla soruyorum:

Boşanma isteği sizden gelmişse, çocuğunuzun ve kendinizin zihnen ve ekonomik olarak büyük ölçüde zorlanacağınızı ve gelecekte mutluluk şansınızın çok küçük olduğunu bilseydiniz, yine boşanır mıydınız, yoksa evliliğinizi kurtarmak için her yolu dener miydiniz?” Boşanmış aile çocukları, genel olarak, annesinden başka, babasından başka ve toplumdan başka terbiye almak zorunda kaldıkları için çelişki yaşarlar.

Unutmamak gerekir: Çocuklar, acıdan çok sevinçle, telkinden çok tecrübeyle, emirden çok tekliflerle öğrenir ve eğitilirler. Konuşma bu minval üzere devam ediyor. Sonra kendileri ile ilgili genel bilgiler vererek devam ediyorum.

Aile terapisi yaptığım sorunlu ailelere öncelikle yapılan bir araştırmanın sonucunu hatırlatmaya çalışıyorum. Bu araştırmaya göre evlilikteki en önemli problemlerden biri eşlerin birbirlerini “tapulu malları” gibi görmeleriymiş. Evlenmeden önce her biri kendi başına bir birey olan bu yetişkin insanlar, evlendikten sonra birbirlerini sahiplenmeye ve birbirleri adına karar verme yetkisini kendilerinde görmeye başlıyorlar. 1+1= 2, hatta sinerjik etki ile 11 olması gereken evlilik kurumuna müntesip eşler, evlendikten sonra 1+1=0.5 ve hatta daha az bir sonuç çıkararak kendi kendilerini bloke ederek zenginleşerek çoğalma yerine tükenerek yok olma yolunu seçiyorlar. “Bireysel cennetten, toplumsal cehenneme” giden yolda emin adımlarla ilerliyorlar. Hâlbuki her iki taraf da birbirleri üzerinde hakları olduğunu bilerek hareket etse, aile kurumuna zarar vermeyecek olan bireysel özgürlüklerini yok etmeden birlik de olmanın avantajlarını kullansa hayat her iki taraf içinde daha da güzelleşecektir.

Ben kadın erkek ilişkisini hidrojen ve oksijen’in birleşmesine(H2O-su) benzetiyorum. “Hidrojen ve oksijen, atmosferde ayrı ayrı dolaşıyorlar, birleşince suyu oluşturuyor. Eğer ilişkinizde sevdiğinizle uyum içindeyseniz ve ‘biz’ olmanın güzelliğini yaşıyorsanız H2O formülünü uygulamışsınız demektir’ Aksi takdirde biriniz yanıcı biriniz de yakıcı olarak felakete neden olabilirsiniz.” Oysa biz biliyoruz ki, biri yanıcı diğeri yakıcı olan bu iki elementin birleşmesi sonucu sadece dünyamıza değil kâinata hayat veren su gibi mükemmel bir varlık ortaya çıkıyor.

Aile terapisi için gelen eşlere ayrıca, ilişkilerinin devamı ve selameti açısından kendileri için önemli olan şeyleri yapmak yerine eşleri için önemli olan şeyleri yapmalarını öneriyorum. Onlara fil ve timsah örneğinde ki gibi bir birimize ve isteklerimize ne kadar yabancı olduğumuzu hatırlatmakla işe başlıyorum. Timsahla filin dillere destan evliliğini duymuşsunuzdur. İki sevgili evlendikten sonra, birbirlerine kendileri için “en değerli” olanı verme yarışına girerler. Timsah gölden en güzel balıkları çıkarıp sevgilisi file ikram eder. Filde pek sevdiği yeşil yapraklarının en tazelerinden çırpıp sevgilisinin önüne atar. Fakat sonuç hüsrandır. Otçul olan fil için balıklar ve etçil olan timsah için de taze yapraklar hiç de değerli değildir. Çift sonunda anlar ki herkesin kendisi için en değerli olanı vermesi iyi niyetli ancak teknik olarak yanlış bir davranıştır; hem iyi niyetli hem de teknik olarak doğru davranış eşi için “en değerli” olanı vermektir. Sonuç olarak, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve zaten yemeyeceği balıkları, timsah da gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları vermeye başlar. Mutlu olurlar, çünkü birbirlerini anlamaya vakit ayırmışlardır. İkisi de “Ben elimden geleni yapıyorum ya!” savunmasına girmemiştir.

Evlilik terapisinde eşlere hatırlattığım en önemli unsurlardan bir diğeri de; “Kötü olan siz değilsiniz; kötü olan ilişkiniz.” Yani, iyi insanlar da olsanız kötü bir ilişki kurabilirsiniz. Kötü bir ilişki içinde de olsanız, hala iyi birer insan olmanız mümkündür.

İyi bir ilişkinin iyi bir insan olmaktan fazla şartları vardır. Evlendiğimiz gün, ilk çocuğumuz doğmuştur aslında; ilişkimiz. İlk günler heyecan ve mutlulukla karşılarız onu; ondan sonra ne yapacağımızı düşünmeyiz bile. Sonra bakarız ki ilişkimiz konuşmayı bilmiyormuş. Aylar sonra emeklemeye başladığını, paytak yürüdüğünü fark ederiz. Sonra biz onu çocuğumuz bilip besledikçe ayağa kalkar, yürümeye başlar. Tabi eğer emek sarf edersek. İlişkiler bozulmaya başlayınca yapılan en büyük hata da, eşlerden her biri kendisi bu ilişkiyi kurtarmak ve yeniden canlandırmak için tüm gücünü sarf etmeden diğerinin bu ilişkiyi kurtarması için çaba sarf etmesini beklemesidir. Evliliği bir bebeğe benzetmiştik. Düşünün ki bebeğiniz bir uçurumun kenarında emekliyor ve aşağı düşmek üzere. Ama iki taraf da birbirine kızgın, bu yüzden, bebeği diğeri kurtarsın diye bekliyorlar. Ya da biri bir adım atıyor sonra bekliyor diğeri de bir adım atsın diye. Bu bebek böyle kurtulur mu? Aynen günümüzde ki evlilikler gibi. Evlilik müessesesinin kurtulması ve çocuklarımızın anne ve babalarının yaşamalarına rağmen öksüz ve yetim kalmamaları adına gururu ve kibir’i bir tarafa bırakıp mücadele etmeliyiz. İslam dininde yapılması helal olmasına rağmen Allah azze ve celle’nin en sevmediği helal boşanmadır çünkü. Boşanmaya ruhsat vardır ama en son çare olarak. Günümüz insanı sıkıntıya gelemiyor. En ufak bir tartışmanın sonunda bile aklına gelen seçenekler içerisinde boşanma var. Adı zikredilmeyen ama seçenekler içersinde geçen “boşanma” kavramı belli bir süre sonra en sondaki yerini en üst sıraya alıyor.

Günümüzün en önemli handikaplarından biri de; çevremizde örnek ailelerin yokluğu veya çok az oluşu. İnsanoğlu yapısı gereği çevresinde kendine modelleyeceği, örnek alacağı kişiler, aileler olmasını ister. Bu aynı zamanda bir ihtiyaçtır da. Ne zaman eşimizle ilişkilerimizde sorunlar yaşasak, aynı sorunları yaşamış ve suhuletle bu sorunu aşmış ailelerle konuşma ihtiyacı hissederiz.

Oysa günümüzde eşimizle yaşadığımız sorunu anlattığımız eşimizin, dostumuzun, komşumuzun bizden daha dertli oluşu, çözülmeyi bekleyen yığınlarca problemlerinin oluşu:

Yahu senin ki de dert mi? Sen benim sıkıntılarımı bir bilsen”… ile başlayan cümlelerin çokluğu, günümüz insanını çaresizliğe ve yalnızlığa itiyor.

Tabi bu anlattığım işin bir boyutu. Evlilik müessesesi kesin kuralları, kaideleri ve şablonlaşmış ilkeleri olmayan bir kurum olmakla birlikte, yapılması tavsiye edilen ve kesinlikle yapılmaması gereken bazı kuralları da yok değil. Örneğin bir erkeğin eşini mutlu etmesinin bin bir kuralı olmakla birlikte, hala en geçerli kurallardan biri eşinin duymak istediği o iki kelimelik tılsımlı cümledir. Enteresandır ki bu iki kelimeyi söyleyen bir erkeğin eşi ile arasındaki buzları eritmemesi pek olası değildir. Kadın milleti bu iki kelimeye karşı adeta dirençsizleşir. Ama daha da enteresanı bunu tüm erkeklerin bilmelerine rağmen eşlerine içtenlikle ve hayranlıkla bu iki kelimeyi söyleyen erkek sayısının neredeyse yok denecek kadar az olmasıdır.

Evet, kadınların en çok istediği şey sözdür. Her erkeğin iki dudağı arasında olan sözü ister. Konuşulsun isterler kendileriyle. Konuşmaları dinlensin isterler. Buna göre ilk yapacağınız iş televizyonu kapatmak olsun. Koltuklarınızı bir birinize çevirin. Yüz yüze bakın, göz göze gelin. Sık sık eşinize onunla birlikte olmaktan memnun olduğunuzu, onu takdir ettiğinizi ve yaptıklarına hayran olduğunuzu söyleyin. Bu tavsiyelerin basmakalıp olduğunu düşünenlerdenseniz yirmi dört saatinizi kucaktan inmeyen, bir bebekle geçirmeyi deneyin. Kadınların ne kadar hayran olunası, takdir edilesi, memnun olunası işler yaptığını hayret ve dehşetle fark edeceksiniz…

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Evlatkolik Anne Ve Babalar

Dünyada bir tek güzel çocuk vardır. Bütün anneler ona sahiptir.

Anneler şefkat ve merhametten dolayı aşırı koruyuculukla “annelik” özelliklerini suistimal edebilmektedirler. Dizlerinin dibinde yetişen çocuk belki bazı risklerden korunur ve kurtulur, fakat diğer taraftan başka büyük risklerle karşı karşıya bırakılır aslında.

Dünyada annesinin dizinin dibinden çıkmayarak gelişip üstün başarılar elde etmiş, insanlığa büyük hizmetler vermiş kişi neredeyse yoktur. Çünkü böyle çocuklar devamlı üzerlerinde bir koruyucu şemsiye hissettiklerinden kendilerini adeta kilitler; her şeyi bir dönem anne babalarından sonra başkalarından beklerler. Belki fiziksel olarak çok bakımlı, maddeten iyi besili olurlar ama ideal bir şahsiyet özelliği geliştiremezler.

Aslında her anne- baba, potansiyel bir “çocuk bağımlısı”dır. Eğer vaktinde çözüm üretilmez, tedbirler alınmaz ise bu “potansiyel bağımlılık riski” harekete geçer; hem çocuğun hem de anne-babanın hayatını kâbusa çevirebilir.

Çocukların, aile içindeki halleri, koza içindeki kelebeğe benzer. Bir kelebek için “koza yaşantısı”nın her saniyesi çok önemlidir. Hatta kelebeklerin kozadan çıkışı bile çok özeldir.

Koza içindeki hayatını tamamlayan kelebek, yumuşacık başı ile önce kozayı deler. O narin ve hassas vücudu ile kozaya açtığı küçücük delikten dışarı çıkmaya çalışır. Ama bu çok da kolay olmaz. Çünkü delik küçük, kelebeğin vücudu ise büyüktür. Yavru kelebek, önce kafasını, sonra vücudunu o incecik delikten dışarı çıkartmak için mücadele eder. Rengârenk ve hassas kanatları “ha yırtıldı, ha yırtılacak” korkusu ile bir sağa bir sola yalpa yaparak dışarı çıkmaya başlar.

Eğer anne kelebek, yavru kelebeğin bu kıvranışlarına üzülür ve “yavrum dışarı daha kolay çıksın” diye, deliği genişletirse kelebek bir ömür boyu uçamaz. Çünkü yavru kelebek, o daracık delikten dışarı çıkmaya çalışırken koza içinde, vücuduna bulaşmış olan bir sıvıyı da kanatlarından sıyırmaya çalışmaktadır.

Annenin kozadan zorlanarak çıktığını zannettiği yavru kelebek, aslında, kanatlarındaki sıvıdan kendini kurtararak uçuşa hazırlanmaktadır. Yavru kelebek, kozadan çıkarken kanatlarındaki sıvıyı, kozadaki o dar delik vasıtası ile sıyırmamış ise hiçbir zaman uçamayacaktır. Her kanat çırpışında, ıslak kanatları ya birbirine yapışır ya da kanatlarını ağırlıktan taşıyamaz.

Kelebek koza örneğinde olduğu gibi, anne kelebeğin yaptığı tarzda, “aşırı koruma hissi” ile çocuklarına sahip çıkan anne babalar, çocuklarına iyilik yaptıklarını zannettikleri halde, zarar vermektedirler. Onların hayata hazırlanmasına izin vermeyerek sosyal hayatlarını başkalarına bağımlı hale getirmektedirler. Aşırı koruyucu aile içinde yetişen çocuklar, kozadan suni müdahale ile çıkartılan kelebek gibi, sosyal hayata atılmak için gerekli donanımı hazırlayamamaktadırlar.

Çocuklar genel ahlak kurallarını çiğnemedikçe hata yapmalarına göz yummak gerekir. Çünkü çocuklar hata yaptıkça tecrübe kazanırlar. Tecrübe, başarıya yürüyen bir insanın en güçlü hafızasıdır. Çocuk pratikte bir şeyler yaptıkça yapabileceği şeyleri keşfeder. Eğer anne-baba “aman evladım sen yapma, ben hallederim” diyorsa çocuğun geri kalan hayatında onu bağımlı hale getiriyordur. Aşırı korumacı ve “evlatkolik” bir aile içindeki çocuk, kendini ve kendi kabiliyetlerini tanıyamaz.

Tabağındaki iki köfteyi yedikten sonra “ben doydum” diyen çocuğa: “hayır olmaz, tabağındaki diğer köfteleri de bitireceksin” dediğimizde çocuğun bilinçaltına verilen mesaj: “Ben doyduğuma karar verecek güçte değilim, doyup doymadığıma annem veya babam karar verir” şeklinde olur.

Ama aileler çocuğun yiyeceği fazladan birkaç köfteden alacağı proteinden çok çocuğun öz güveninin gelişmesinden sorumlu olduklarını unutmamalıdırlar. Şefkatlerinden (evlatkolik olduklarından) doğan bu ısrarcı tutum ileride tamiri imkansız kişilik tahribatlarına neden olabilir. Bu akıldan çıkarılmamalıdır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.

Erkek Ve Kadında Zihinsel Gelişim Süreci

Burada bahsetmeye çalışacağım süreç beynin fizyo-patolojik veya anatomik gelişim sürecinden çok işlevsel süreci olacaktır. Beynin gelişme evresinde erkek ve kadınlarda geç bir evrede mantıksal ya da bilişsel merkezler gelişmeye başlar.

Gelişmenin bu aşamasında milyarlarca nöron bilişsel ya da düşünme merkezlerine ulaşırlar. Buraya kadar erkek ve kadının beyinlerinin anatomik fonksiyonları benzer özellikler sergiler. Bu özellikler, kadınsı veya erkeksi özellikler diye bariz olarak ayrılmaz. Fakat iş düşünme ve algılama sürecine geldiğinde erkek ve kadın beyini arasında inanılmaz farklılıklar göze çarpar. Bu farklılıklar yüzünden erkekler ve kadınlar birbirini anlamada çok zorlanırlar.

Bu süreci izah etmeden önce okuduğum bir araştırmanın sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Kız çocukları ile erkek çocukları arasındaki farklılıklarla ilgili bir araştırma sonucu bu. Kız ve erkek çocuklarını oyun oynarken kayda almışlar ve sonra incelemişler.

Kızlar için oyunlarda önemli olan iyi ilişkiler kurmakmış, kazanmak kaybetmek gibi bir düşünceyle oynamıyorlarmış. Kızlar evcilik gibi ilişkilere yönelik oyunları tercih ederken, erkek çocukları güç gösterisinde bulunmaya olanak veren oyunları tercih ediyorlarmış.

Kızlar kimseyi kırmamak adına oyuna katılmak isteyen herkese oynama hakkı tanırken, erkek çocukları oyunu iyi bilen ya da güçlü olanı oynatıp, güçsüzleri oyundan çıkartarak kenarda oyunu seyretmelerini tercih ediyorlarmış. Bu durumda bile oyundan çıkartılan çocuklar çekip gitmiyorlar, kenardan izliyorlarmış.

Kız çocukları oyun oynarken, erkek çocuklarına oranla daha az kavga ediyorlarmış ama oyunları hep daha kısa sürüyormuş. Oyun oynarken bir anlaşmazlık ortaya çıktığında kız çocukları oyuncaklarını toplayıp dağılıyorlarmış. Anlayacağınız küstüm oynamıyorum durumları…

Erkek çocukları oyunlarında kız çocuklarına göre daha fazla kavga ettikleri halde, kavgayı bir şekilde sonlandırıp, oyunlarına devam etmeyi başarıyor, daha uzun süre oynuyorlarmış.

Erkek çocukları arkadaşlarına kızsalar da oyunu terk yerine mücadeleyi tercih ediyorlarmış.

Bu araştırma sonucu sizlere de tanıdık geldi mi? Çocuklar büyüdükleri zaman aynı oyunların bir benzerlerini hayatlarında devam ettiriyorlar.

Kadınlar evlilik hayatında sorunlar olduğunda, üzüldüğü ya da kızdığı zamanda küçük bir kız çocuğu gibi hemen küstüm oynamıyorum durumlarına giriyorlar. Kadınlar için ilişkiler çok önemli, bu her zaman her yerde fark ediliyor.

Kadınlar, kadın erkek ilişkileri üzerine yazılan kitapları alıyor, seminerlere katılıyor, psikolog ya da ilişki danışmanlarına gidiyorlar, fakat öğrendiklerinden pek faydalanamıyorlar, çünkü istikrarlı olamıyorlar. Bir hevesle bir şeyler yapmaya başlıyorlar heveslerini kıracak bir şey olduğunda duygusal ve kırılgan oldukları için hemen vazgeçiyorlar. Küstüm oynamıyorum!

Evet, şimdi kadın ve erkeğin gelişim sürecine kaldığımız yerden devam edelim.

Bir kadın düşünmeye beyninin duygu bölümü ile başlar, sonra iletişim bölümüne geçer ve buradan da düşünme bölgesine ulaşır. Bu kadınların düşünme sisteminin en doğal yoludur. Çünkü becerileri de bu programa göre gelişmiştir. Zamanla kadın hissetme, konuşma ve düşünmeyi aynı anda yapmayı öğrenir. Bu sanıldığının aksine çok karmaşık bir yapıdır ve kadınların erkeklerden daha güçlü sezilerinin olması bu yolun kullanılması ile izah edilebilir. Kadınlar bu özellikleri sayesinde erkeklerden daha kuvvetli hissiyata sahiptirler. Bir bakışta eşlerindeki değişikliği, üzüntülü olup olmadıklarını anlayabilirler. Bu sayede bir kadın diğer bir kadın’ın saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini hemen fark eder. Erkeklerde bu mekanizma farklı geliştiği ve çalıştığı için bir erkek eşinin saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini, bir kadına nazaran daha geç anlar veya eşi söylemezse anlamayabilir. Tabi bu anlamama eşi tarafından yanlış anlaşılır ve erkeğin kadını önemsememesi gibi algılamasına neden olabilir.

Kadınlarda ki bu özelliklerden dolayı ki; bir kadın’ın canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi konu hakkında konuşmak olur; sonra konuşmayı sürdürürken, bilişsel yetenekleri devreye girer söyledikleri ve duyguları üzerinden düşünmeye başlar ve sorununa çözüm bulur.

Bir erkek için ise durum farklıdır çünkü onun becerileri farklı bir şekilde gelişmiştir. Erkeğin önce hissetme merkezi gelişir. Sonra sıra hareket merkezine gelir ve en son olarak da düşünme merkezi gelişir.

Erkeğin canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi buna bir çare bulmak olur. Hareket erkeğin daha iyi düşünmesini sağlar. Zamanla o da aynı anda hissetmeyi, harekete geçmeyi ve düşünmeyi başarır.

Erkek ve kadınların beyinlerin gelişmelerinde ki bu farklılık yüzünden erkeklerle kadınların davranışları ve iletişim kurma yöntemleri farklı olur. Erkekler iletişimi öncelikli olarak bir amaca ulaşmak ya da bir sorun çözmek için kullanacakları bir araç olarak tanımlarlar. Kadınlar da iletişimden bu şekilde yararlanırlar ama aynı zamanda iletişimi duygularıyla bağlantı kurmak ve düşüncelerini belirginleştirmek için de kullanırlar. Onun içindir ki, iletişim bir kadın için daha fazla anlam taşır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…