Etiket arşivi: kendine sahip çıkmak

Ulvi Davalara Çıkamayan İnsan!

Sadakat; içten bağlılık, sağlam inanç, samimiyet, güçlü dostluk, vefa anlamlarını içerir.

Peygamber Efendimiz’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e, oradan Sidretü’l-Münteha’ya gittiği İsrâ ve Mirâc hadisesinde, müşrikler her zamanki gibi Peygamberimiz’e inanmadılar. Doğruca Hz. Ebubekir’in yanına gittiler. Onun Peygamberimiz’e olan bağlılığını biliyorlardı; ancak Rasûlullah öyle bir haber getirmişti ki, inanılması güçtü. Hz. Ebubekir’in bu kez inanmayacağını düşünüyorlardı.

Müşrikler olayı anlatınca, Hz. Ebubekir, “Bunları o mu söyledi?” dedi. Onlar da “Evet!” dediler. Hz. Ebubekir’in cevabı son derece şaşırtıcıydı: “O dediyse doğrudur!

Bu hadise üzerine Ebubekir’e “Sıddîk” lâkabı verildi.

İnsan evvela kendisine sadık olmalıdır. Okuldan kaçan çocuk, sanat öğrenmeyen çırak kendisine sadık değildir. Sadık olmak isteyen bir insanın vücut şehrine haramlar girmemelidir. Allah’ın emirlerini tutmalı, ibadetleri yapmalıdır. İyi, daha iyi, daha iyi hallere nasıl ulaşırım diyerek çalışmalıdır. Çünkü kendisine emanet edilen ömre sahip çıkmayan bir insanın dostlarına, sevdiklerine, ailesine, ulvi davalara sahip çıkması, sadık olması mümkün değildir.

Büyük davalar, büyük insanların omuzunda yürür. Bu büyük insanların da en önemli vasıflarından biri, sadık olmaktır. Kıymetli insanlara gösterilen sadakat, insanı güzel sonuçlara götürür. Ashab-ı Kehf’in köpeği dahi sadakati dolayısıyla, mağara arkadaşlarıyla birlikte üç yüz küsur yıl uyuyup, yine onlarla birlikte yeniden uyanma şerefine ermiştir.

Mesela bazı mektupların başında Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Aziz, sıddık, kahraman kardeşlerim” diye başlar…

Bu hitap, “Ben sizi aziz, sıddık, kahraman biliyorum; böyle değilseniz de böyle olun” manasına gelebilir.

İkincisi, bir duadır bu… “Böyle olmanızı dilerim.” demektir.

Üçüncüsü, bir temennidir. Mesela ben böyle bir mektubu okuduğumda “Üstad bana ne kadar önem veriyor” der, sevinirim. Aziz ne demektir, sıddık ne demektir, kahraman ne demektir? Bu kelimelerin manalarını lügatlerden ve ansiklopedilerden öğrenmeye, o manalara uymaya çalışırım. Üstadımızın bu mektupları gönderdiği ağabeylerimiz gerçekten öyleydi… Azizdi, sıddıktı, kahramandı…

Ben yirmi yıl askerlik yaptım. Dindar olduğum için her an askerlikten atılabilirdim. Bir gün kumandan sordu: “Seni askerlikten atarlarsa ne yapacaksın?”Sirkeci’de hamallık yapacağım.” dedim.

Gerçekten hamallığa razı olup, dinî bir hayat yaşamaya karar vermiştim. Bir komünist batıl davası için ölürken, ben de hak davam için mümkün olsa ölürdüm. Bir tek gayem vardı: Her şartta İslam’ı öğrenmek, anlamak ve yaşamak.

O zamanlar Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’nin Zeyrek’teki sohbetlerine giderdik. Onun huzurunda oturmak bize şevk verirdi. “Tövbe edin. ‘Allah’ deyin.” derdi. Bir gün kendisine dedim ki: “Hocam, ben zikrimi artırdıkça günahlara meylim de artıyor!” Buyurdu ki: “Bir cisim havada ne kadar çok hızla giderse, atmosfer de ona o hızla karşı koyar. Sen zikrine ibadetine devam ettikçe, elbette şeytan seninle uğraşacak. İbadetine devam edersen, bu hâl senden kalkacak. Daha güzel şeylere ulaşacaksın.”

Allah’a asker olanlara ne mutlu! Onlar verilen emirleri yapar ve düzeltemedikleri şu dünyanın çilesini çekmezler. Bilirler ki bu dünyanın bir sahibi var.

Dünyayı sahibine bırak, sen kendi kendine sahip olmaya çalış…

Hekimoğlu İsmail