Etiket arşivi: kendini dinlemek

Kendini Dinle!

Son dönem bedeni ve ruhi hastalıkların sebepleri üzerine merak sardım. Konu ile ilgili epeyce kitap okudum. Hastalıklara bakış açım değişti. Şunu gördüm ki hastalıkların pek çoğunun altında baş edemediğimiz duygularımız var.

Çoğumuz kendimizi doğru düzgün tanımıyoruz. Duygularımıza bakışımız çok yüzeysel. Genellikle ne hissettiğimizle ilgilenmiyoruz. Karşımızdakinin bize ne yaptığı ile ilgileniyoruz. İyi, tamam. O bunları yaptı da ben ne hissettim? Ona karşı tepkimin sebebi neydi? O bende neyi tetikledi? Hangi duygumu açığa çıkardı? Niye bu kadar kızdım ya da üzüldüm? Sormuyoruz bu soruları kendimize. Çaresizlik mi hissettim, suçluluk mu hissettim….

Kendimizden korkuyoruz galiba. İçimizden dökülecek şeyleri görmeye cesaretimiz yok gibi. Bu yüzden de kendimizle yüzleşemiyor olabiliriz. Aslında kendimizle yüzleşmeyi öğrendiğimizde, kendimizi aldatmaktan vazgeçtiğimizde, beden ve ruh sağlığımız daha iyi olacak gibi duruyor.

Ayrıca manevi yolculuğumuz için iyi bir ilerleme kaydederiz. Hayat imtihanında en büyük problemimiz yaşadıklarımızı kabul edememe değil mi? İyi-kötü yaşadıklarımızı kabullenmeliyiz ki kendimizle barışabilelim. Kendimizi görebilelim ki tövbe lazımsa tövbe, özür lazımsa özür, af lazımsa af, davranışı değiştirmek lazımsa onu yapalım.

Kendimizi görmekten korkuyoruz çünkü hepimiz feci halde kendimizi beğeniyoruz. Bu da bizi kendimize karşı kör ve sağır yapıyor. Zayıflıklarımızı görmek istemiyoruz, hele zayıflıklarımızı başkalarının görmesinden acayip çekiniyoruz.

Acziyet. Hepimizin en büyük korkusu değil mi? Oysa hepimiz aciziz, kuluz. Yaradan’ dan yardım istemek için bile kendimizde ne var ne yok onu bilmemiz lazım.” İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir.”  diyor Yunus Emre. Hepimiz çok güçlü görünüyoruz. Yaralarımız var; fakat yokmuş gibi davranıyoruz. Başkalarına yaralarımızı zaten gösteremiyoruz da bari kendimiz bakmaya cesaretimiz olsa.

Yaşadığımız sıkıntılardan dolayı kendimizi dış etkenlerin kurbanı gibi görüyoruz. Hele hastalık. Sanki Allah’ın bir cezası. Oysa ceza zannettiğimiz şey belki de bilinçaltından kendi tercihimizdir.

Hastalığı Allah’ın bir cezası gibi görme yanılgısından kurtulmalı. Hastalık bize ne söylemeye çalışıyor onun sesini duymalı. Sürekli konuşup bir şeylerden şikayet ediyoruz. Oysa biraz susup kendimizi dinlesek, bakalım bedenimiz bize ne söylüyor. Bedenimizin dilini okumak çok da zor değil.

Beden, sadece bizi taşıyan bir kalıp; fakat biz beden değiliz. Beden bilgisayar ekranı gibi bir gösterge. Bedende bir ağrı, sıkıntı, bir rahatsızlık varsa bunun bir nedeni var? O nedeni bulmaya çalışmalıyız. Ne var orada? Bastırılmış saldırganlık, kızgınlık, öfke, üzüntü, utanç…

Biz ne yapıyoruz? Hastalığın bize verdiği mesajları görmek yerine, hemen hastalık belirtilerini bastırmaya, yok etmeye çalışıyoruz. İlaçlarla bedeni bir süre susturuyoruz fakat duygu durumlarımız ile ilgili problem çözülmediği için bir süre sonra hastalık yeniden hortluyor.

Vücut rahatsızlık alarmı verdiğinde bu basit bir baş ağrısı da olabilir, ciddi bir hastalık da olabilir; kendimize sorular sorarak nedenini bulabiliriz.

Mesela: Eğer midenizde bir ağrı hissediyorsanız kendinize şu soruyu sorun.” Bu rahatsızlık ne zaman başladı ve ben o zamanlar ne yaşadım? Neye üzüldüm, neyi hazmedemedim?

Omzunuz ağrıyorsa “Hayatınızda neyi taşımak zor geliyor?” Yastığı yorganı suçlamaktan vazgeçin ve gerçek sebebi bulun ve yüzleşin .

Boğazınızdan sürekli rahatsızlık mı çekiyorsunuz? Kime neyi söylemek istediniz de söyleyemediniz, neyi yutmak zorunda kaldınız?

Ya da niye bu kadar yemek ve tatlı ihtiyacı hissediyorsunuz? Hayatınızın tadı mı yok? Bir eksikliği mi doldurmaya çalışıyorsunuz?

Çok ilginç şekilde rahatsızlık hissettiğimiz organın görevi ile baş edemediğimiz duygu arasında bir anlam ilişkisi var. Bu ilişkiyi çözmeye başladığımızda kendimizi de tanımaya başlıyoruz. Rahatsızlık sebepleri ile yüzleşerek, yaşadıklarımızı kabullendiğimizde kendimizle barış imzalamış oluyoruz. Problemlerimizin çözümü de kendiliğinden geliyor. Zaten kendimizle kavgamızı bitirdiğimizde başkaları ile geçinmemiz çok daha kolay oluyor.

Sema Maraşlı

Cocukaile.net

Allah’ım, beni sarmalayan karanlığı söndür.

Yalnızlığın cirit attığı sokaklardayım. Ayışığında ayna oldum kendime. Sıyırdım kılıflarımı, attım üniformalarımı, bir bir topladım rollerimi ve kaldırdım rafa. İşte şimdi kendimle beraberim. Ne zamandır bilmiyorum, kendimden bihaberim. Hep o, bu, sıraları doldurmuşlar. Bana hiç sıra gelmiş mi, yok haberim.
Ne zamandır iç seslerime kulaklarım tıkalı? En son ne zaman duymuştum merhametin sesini? Vijdanımın sesi hangi katmanında kaldı duyarsızlığımın? Beni sarsan soruları zihnim üretmeyeli ne kadar zaman oldu? Aklım hangi olmazların dişlisine takılıp kilitlendi? Kendime bakmadığım aynalar ne kadar zamandır toz bağladı? Görmekten kaçtığım gerçekler hangi köşelere gizlendi?
Zamanın merdiveni beni hızla taşırken, ileri sandığım gidişim, meğer hangi çukurlarda, hangi tümseklerde hız kaybetmiş, enerji tüketmiş. Ben halâ, olmam gerektiğini düşündüğüm noktaya, bir akıl mesafesinde kalakalmışım.
Beni mutlu eden rollerim, neden kendimi görmemi sağlamadınız, neden perde oldunuz bana? Edindiğim bilgilerim, elimden tutmayacak mıydınız benim? Konuşurken iyiydi, birileri dinlerken iyiydi, ya yaşarken? Nerelere kayboldunuz önümden? Kendimin dışındakiler için yaptığım plânların, programların arasında sesiniz teğet geçmişti kulaklarıma. O kadar cılızdı ki sesiniz, etkili olmadı, etkileyemedi tıka basa sıkışmış plânların arasına.
Kendimle mücadelemde, sorgulamamda zihnimdeki kayıtlar yol göstermiyor bana, çıkmaz sokaklara götürüyor gördüğüm oklar. Kötü bir rehberlik notu iliştirilmiş dönemeçteki köşe başına. Zayıflatılmış özgüvenim, beceriksiz olduğuma inandırılmış aklım, düşünme öğretilmemiş zihnimle boy göstermeye çalıştığım dünyada, şimdi kontrol edemediklerimin kontrolündeyim. Haritalar yanlış, işaretler yanlış ve bu sebeple yolculukta yanlış.
Ey ecel, nerelerdeysen henüz uğrama bana. Daha yeni kapı araladım ihmal ettiğim dünyama. Kulak kabarttım cılız sesli vijdanıma. Aklımın hançeresinden çıkan feryet içimi yaktı. Yanlış yolda yalapalayan adımlarım, aynada kendini farkeden idrakimin şaşkınlığına paralel bocaladı. Ay, saklı ışıklarını doldurdu beni gösteren aynaya. Kararan dünyamın hangi aydınlıkları gizlediğinin ayırdına vardım. Güzelliklerin, sindiği köşelerden çıkmaya hazır olduğunu gördüm.
Kendini görmemeye alışmışlığın ritmi yerini yeni alışkanlığa terkederken, sancıma ilâç almayacağım.
Gittiğim yolların köşe taşlarını iaşretleyip şahit tutacağım.
Zihnime yeni yol haritaları kodlarken, her adımda el veren aydınlığın gökkuşağında kaybolacağım.
Bir günlük ömrüm kalsa bile,
Benim için verilenlerin ortaya çıkıp yeni bir görüntü vermesi için aynaya,
Tüm enerjimle yükleneceğim, Rabb’imin isteyene açtığı kapılarına.
Ya Rab, yalnızlığıma ses, ciğerime nefes, damarlarımda kan, bedenimde cansın, biliyorum.
Ve ben. Acizler kervanının en güçsüz yolcusu,
Affına kement atmış geliyorum.
Gayrıya dönük yüzümü artık sana döndür,
Ve, beni sarmalayan karanlığı söndür. 

18.08.2010

Saliha Erdim

Okuyan Mutlu Okumayan Mutluluğa Hala Aday

Hayatın içindesin.
İnsanlarla berabersin.
Onlarla aynı havayı soluyorsun.
Aynı dünya memleketini paylaşıyor aynı suyu içiyorsun.
Herkesten kaçıyorsun ama kendinden kaçamıyorsun.
Herkesi kandırıyorsun ama kendini kandıramıyorsun.
Yoksa düşünmemek için kendine aman boş ver narkozunu mu enjekte ediyorsun?
Aynalarda kendini mi görüyorsun, yoksa yapmacık ifadelerini mi?
Kalbinde sonsuzluğumu yaşıyorsun yoksa karanlıkta boğuluyor musun?
İnsanlar seni anlamıyor mu yoksa sen mi onları anlamıyorsun?
Çok mu dertlisin yoksa dertler mi çok?
Aslında tek kelimeyle seni rahatlatacak bir şey diyeyim. Her şey çok güzel ya açıktan güzel ya manaca güzel ya hikmetçe güzel. Bocalayıp durduğun içinde kendini boğuluyor gibi sandığın çok mesele var ki izahlarını öğrendiğinde boşu boşuna kendime acı çektirmişim diyeceksin.
Ne gerek var ki gereği olmayan çok şeyler için acı çekmeye huzursuz olmaya. Ne diyor büyük üstad bu dünyanın cefasını değil sefasını çek.. bunu derken zindanda parmaklıklar arkasında.. neydi onu bu haldeyken bile keyfinize bakın dedirten GÜÇ..??
Sana müjdelerim var yeter ki yazılanları kendi kalbinden çıktığını düşünerek oku. Çok az bir empati kur. O zaman gerçekten şu yazıdan sonra sonsuz bir mutluluğa yürüyeceksin kimse ve hiçbir şey seni huzursuz edemeyecek.
İnsanların canını sıkan üzen ağlatan bütün duygularını sarsan o kadar çok etken var ki bunların manasını ve neden niçin ve sonucu nedir penceresinden baktığında keyifle gülecek dün ağladığına bugun güleceksin.
Sana birkaç ip ucu vereyim
Zorluklardan şikayet edenleri görürsün ben ise ZOR kavramının varlığına inanmıyorum.
Zor yapılması mümkün olup ta yapılmayan işin adıdır.
Zor kendi önüne koyduğun engellerin adıdır.
Sananeleri, bananeleri çok işitirsin belki sende aman banane aman sanane dersin. Halbuki aynı havayı aynı küpün içinden soluyorsun. Banane diyemesin sanane diyemezsin. Ben senden ne kadar sorumluysam sende benden o kadar sorumlusun. Benim nefesimin kokusu seni rahatsız edeceği gibi senin nefesinin kokusu bana gelecektir. O halde aynı küpün içinde nefeslerimizi temiz tutmalıyız.
Nedir o nefes.. her nefes de kurduğun cümle her nefeste kurduğun düşünce her nefeste yaptığın iş.. evet nefesleri temizlemek kendine faydası olanı herkese fayda vermesini sağlayacak şekilde sayılı nefeslerini alıp vermektir… evet sayılı nefes.. son kaç kaldı bu nefeslerde…??
Sana huzur ne verir biliyor musun kendine gelen kazançların sende kalacağını senin kullanacağını düşünmek. Ama bu huzur sana her zaman geçici bir lezzet verecek. Çünkü bir gün bakacaksın ki elinden bütün kazançların gitmiş.
O halde gerçek huzuru istiyorsan hiçbir şeyin senin olmadığının bilincinde olarak yaşamalısın.
Üzülmek istemiyorsan hüzün duyduğun hiçbir şeyin senin olmadığını anlamalısın.
Öyle ya bana sana ait olan her şeyi say saya bildiğince.. şuan sesini duyuyorum bana diyorsun ki
Gözlerim benim, Dilim benim,Dudağım benim,Ayağım benim,Elim benim,Saçım benim,Kirpiklerim benim,Göz kapaklarım benim,Kaşım benim, elbiselerim benim saydıkca sayıyorsun hepsinin sana ait olduğunu söylüyorsun.

Ben ise seni yalanlamıyorum. Evet bütün bu saydıkların görünüşte senin. Ama işin özünde senin değil. Sana ait değil. Saydıklarının ve sayamadıkların her şeyin sahibi sonsuz bir güç sahibinin.
Bir gözün var ki görebileceğin her güzellik gözünün karşısında…
Bir dilin var ki tadabileceğin her tad o dilin ucunda..
Ayakların çıplakmı yürüyorsun cadde bayırda. Hayır değil mi. Ayaklarına bir ayakkabı giyiyorsun. Gözünede bir göz kapağı giydirilmiş farkında mısın. Diline de bir dudak giydirilmiş farkında mısın. Yağ ve et kandan oluşan bedeninde ne kadarda o ette ve kanda olmayacak hünerler var farkında mısın. Diline tad alma özelliğini veren bir güç, gözüne görme yeteneğini veren bir güç aslında hiç bir şeyin sana ait olmadığı mesajını çoktan vermemiş mi?
Düşünce ekzersizi yap.. kendini en az 3 dakika dinle. Al eline kağıt kalemi yaz yazabildiğince. Saçmaladığını düşünsende yaz.. hep başkalarıyla geçiyor vaktin düşüncelerin başka şeylerde esir olmuş. Artık yetmedimi 3 dakikanı kendine ayır ve kendine ait olmayan her şeyin farkına varmaya başla. Ne kadar çok şeyin sana ait olmadığını keşfettinse işte o kadar sonsuz mutluluğa erişeceksin.
Bir gün mutsuz olmak istersen bir şeylerin sana ait olduğunu idea etmen yeterli olacaktır.
Birini çok mu seviyorsun senin mi olsun istiyorsun. Halbuki sen senin değilsin ki o senin olsun. Her şeyin sahibi herşeyi en mükemmel şekilde sanatlı yapan sonsuz GÜÇ ündür.
Mülkü varlığı sendekileri sana onu kim verdi ise ve kısa bir süre sonra ölüm ile hepsini senden geri alacak kimse işte o senden almadan sen emaneti acilen sahibine ver. Bütün emanetleri vaktinde teslim et o emanetleri sana verene… işte o zaman sonsuz bir mutluluğun içinde kendini bulucaksın. Çünkü sende onunsun o ise mutluluk kaynağı. Ver kendini hadi ona ver.. ver ki mükafatı sadece“O” olsun.
İstersen bana tek bir cümle yaz.. yaz ki bu sohbetimizin devamı olsun…
Empati kur herkesle…
Elmayı aldığın ağaçla kurduğun empatide o ağacın sana neler anlattığını sayfalarca bana yazacaksın..

Araştırmacı Yazar
Süleyman Yasin AKDENİZ