Etiket arşivi: kısaca hayatı

Adiyy Bin Hatem (R.A.) Kimdir?

Adiyy bin Hâtem(ra), cömertliğiyle Meşhur şâir Hatem-i Tai’nin oğludur. Ebû Tarîf ismiyle tanınmıştır. Hz. Ali(ra)’nin sancaktarı olup, cesareti ve cömertliği ile şöhret bulmuştur. Hatem-i Tai’nin vefatından sonra yerine O geçmiştir.

Nesebi: Adî bin Hatem bin Abdullah bin Sa’d bin Hazrec bin İmr-ül-Kays bin Âdî’dir.

Babası Hatem-i Tai yaptığı işlerde ve misafirperverliğinde Allahın rızasını kazanmayı gaye edinmiştir. Gerek yaşantısı gerekse fikirleriyle cahiliye devrinde eşine az rastlanan kimselerden olmuştur. İslamiyetin zuhurundan evvel vefat ettiği halde İslam ahlakıyla yaşamıştır.

Adiyy bin Hâtem (ra) babası Hatem-i Tai’den Risale-i Nur’da şöyle bahsedilmektedir;

Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor.

Hâtem ona dedi:

-“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O muktesit ihtiyar demiş ki:

-“Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar:

-“Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”

Demiş:

-“İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”

Allah, Adiyy bin Hatemin gönlünü doğ­ru ve hak çağrıya açıncaya kadar, yaklaşık 20 yıl İslâm’a düşman olmuştu.

Hıristiyan ve dinin sıkı sıkı babağlı olan Adiyy bin Hatem islam dinini araştırarak, taklit etmeyerek, düşünerek akıl ve muhakeme ederek benimsemiştir.

İslam dinine girdikten sonrada ideallerine cansiperane sarılmış ve daha önceki batıl davada gösterdiği gayret ve sebatın kat ve katını hak davasında göstererek sahabeler arasında mümtaz bir mevki kazanmıştır.

Peygamber efendimiz (sav), Medine’nin çevresindeki İslâma girmeyen kabileler üzerine sefer düzenlerdi. Eshâb-ı kirâm (ra) kabileleri İslâma davet eder, müslüman olmaz ve teslim olmazlarsa savaş yapılır, savaşda alınan mallar ganimet, teslim alınan kimseler de esir olurdu. Hicrî 9.ncu senede Tebük’ün doğusunda yaşayan Tay kabilesine de bir grup Eshâb-ı kirâm (ra) geldiler. Bunun üzerine Adiyy bin Hatem alel acele ailesini dindaşların yaşadığı Suriyeye götürdü fakat kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’i yanına alamamıştı akibetini merak ediyordu

Muhammed(sav)’in süvarilerinin ülkeye geldiklerinde aldıkları esirler arasında kızkardeş iSefane bint-i Hâtem’i de Yesrîb’e götürdüklerini duy­du.

Peygamber(sav) esir edilen Sefane bint-i Hâtem’in meşhur Hatem-i Tai’nin kızı kendisinden kaçan Adiyy Hatem’in kardeşi olduğunu öğrenince kendisine iyi muamelede bulundu ,onu emin bir kafileyle ailesinin yanına gönderdi .

Kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem Adiyy hatem’e

-” Ben, senin hemen ona gitmeni tavsiye ederim. Eğer o bir peygamberse, önce giden için fazilet vardır. Eğer bir hükümdarsa, onun yanında asla hor ve küçük görülmezsin”deyince kalkıp Re­sû­lul­lah(sav)’ın huzuruna gitti.

Sahabe-i Kirâm, Adiyy’in âniden çıkıp gelmesine çok şaşırmışlardı. Re­sû­lul­lah(sav) ile aralarında şöy­le bir konuşma geçti:

-“Ey Adiyy! Müslüman ol ki kurtulasın.” (Re­sû­lul­lah(sav) bu sözü üç defa tekrarladı.)

-“Benim dinim var.”

-“Ben senin dinini senden daha iyi biliyorum.”

-“Benim dinimi benden daha iyi nasıl biliyorsun?”

-“Evet, sen Rakusiye’den değil misin? Kavminin dörtte bir ganimetini yemi­yor musun? Bu senin dininde sana helal değildir.”

Bu konuşmalardan sonra Adiyy tekrar ortalıktan kayboldu. Kendi iç âlemin­de devamlı olarak manevi fırtınalar kopuyordu. İslamiyet’i kabul hususunda ar­tık tereddütleri başlamıştı. Bir ay kadar sonra Adiyy tekrar Re­sû­lul­lah(sav) ile karşı­laştı. Re­sû­lul­lah(sav) şöyle buyurdu:

-“Ben senin İslam’a girmene mâni olan şeyi biliyorum. Sen bu dine, ‘Sadece za­yıflar, kuvvetli olmayanlar giriyor, zaten Araplar da böyle kimseleri içlerinden atmışlardır.’ diye düşünüyorsun. Hîre’yi bilir misin?

-“Görmedim, ama duydum.”

-“Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah bu dini mutlaka ta­mam­la­ya­cak ve hâkim kılacak. O kadar ki, bir kadın kimseye ihtiyaç duyma­dan, tek başına Hîre’den kalkarak gelip Kâbe’yi tavaf edecek. Kisra bin Hür­müz’ün hazineleri ele geçirilecek.”

-“Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri mi?”

-“Evet, Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri… Servet bollaşacak. O kadar ki, varlıklı kimseler yardım yapmak için fakir bulamayacak.”

Adiyy bin Hâtem(ra), kendisinden önce Müslüman olan kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’in de teşvikleriyle Miladi 630 yılında Müslüman olmuştu.

Yıllar sonra, hayat hikâyesini ve Re­sû­lul­lah(sav) ile aralarında geçen konuşmaları naklederken Adiyy(ra) şöyle demiştir:

“Kimsesiz bir kadının Hîre’den gelip Kâbe’yi tavaf ettiğine şahit oldum. Kisranın hazinelerini ele geçirmeye giden askerî birliğin öncüsü idim. Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, üçüncüsü de mutlaka olacaktır. Çünkü bunu Re­sû­lul­lah (sav) söylemiştir.”

Adî bin Hatem(ra), Müslüman olmakla şereflendikten sonra, Peygamber(sav) efendimizin emriyle kendi kabilesine ve çevresindeki kabilelere, İslâmiyeti anlatmak ve onların zekâtlarını toplamak için görevlendirildi. Kabilesine giderek hepsinin Müslüman olmalarına sebep oldu. Zekât mallarını ilk defa o topladı.

Peygamberimiz (sav) den 66 hadîs-i şerîf rivâyet etti. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:

“Av için yetiştirilmiş köpeğini, Allahü teâlânın ismini anarak salıverdiğin zaman, onun getirdiği avı ye.”

“Sizden biriniz elbette Allahü teâlânın huzurunda duracak, arada da perde olmayacaktır. Allahü teâlâ ona: Ben sana in’âm edip servet vermedim mi? diye soracak. Adam, evet diyecek. “Sana peygamber göndermedim mi?” diye soracak. Adam, evet diyecek. Sonra adam sağına bakacak Cehennem’den başka bir şey görmeyecek. Soluna bakacak, yine Cehennem’den başka bir şey görmeyecektir. O halde bir yarım hurma ile de olsa Cehennemden korununuz. Buna da gücünüz yetmiyorsa tatlı dil ve güzel söz ile konuşmaya çalışınız.”

“Bir kimse bir şeyi yapmak veya bırakmak için yemin eder, sonra onun tersini yapmayı takvaya uygun görürse onu yapsın.”

Savaşlarda şehit olmayı çok arzu etmişse de şehîd olamadı.

Hz. Adiyy(ra), tıpkı babası ve Hâtem-i Tâî gibi çok cömert idi. Sahabe arasında kendisine çok hürmet gösterilirdi. Resûl-i Ekrem(sav)’in yanına geldiğinde de Re­sû­lul­lah(sav) kendisine ikramlarda bulunurdu.

Kendisi çok şefkatliydi. Karıncalara bile şefkatle muamele eder, “Bunlar bi­zim komşularımızdır. Onların da hakkı vardır.” diyerek, karıncalara yemek ve­rirdi.

İbadetine öylesine düşkündü ki, “Her bir namaz vaktini iştiyakla bekliyo­rum.” derdi.

Hz. Ebû Bekir(ra) zamanında meydana gelen irtidat hadiselerinde halifeye sadakatle hiz­met etmiş ve kavminin hadiselere karışmaması için cansiperane bir mücadele vermiş­ti.

Irak muharebelerinde Hâlid bin Velid(ra)’in yardımcısı olarak büyük kahra­manlıklar gösterdi. Kadisiye ve Mihrân Savaşlarında da Ebû Ubeyde(ra)’nin ku­mandası altında cansiperane gayretlerinden geri kalmadı.

Bir gün Hz. Ömer(ra)’in halifeliği zamanında Medine’ye geldiğinde. Hz. Ömer(ra) kendisini;

“Siz ki Cenâb-ı Hakk’ın ikramına mazhar olmuşsunuz. Birçokları hak yoldan ayrılırken siz sebat ettiniz. Birçokları inkâr ederken, siz hakkı tasdik ettiniz. Onlar ihanet ederken, siz sadakat gösterdiniz. Onlar sırt çevirirken, siz göğüs gerdiniz…”

Buyurarak medhü sena edince,Nefsinin methedilmesinden hoşlanmayan Adiyy bin Hâtem “Yeter, ey Ömer!” diyerek Hz. Ömer’(ra)in sözünü kesti.

Adiyy bin Hâtem(ra), Kûfe şehri kurulduğu zaman bu şehre gelerek yerleşti ,mümtaz hizmetlerle geçen uzun bir ömre mazhar olmuş ve Hicret’in 68. yılında Kûfe’de 120 yaşında iken vefat etmiştir.

Allah şefaatine nail etsin! Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • Risalei nur külliyatı
  • Risalei nur enstitüsü
  • bizim sahife

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Sabit Bin Kays (R.A.) Kimdir?

Kaynaklarda tam ismi Kays ibni Zeyd el-Cuzamî olarak geçmektedir.

Gür sesli, fesâhat ve belâgatla çok güzel konuşan bir Sahabi idi ve dinliyenleri hayrân bırakırdı. Bu hasleti, sevgili Peygamberimiz(sav) tarafından sevilir ve taktir edilirdi. Ensar’ın ve Resulullah(sav)’ın hatibi idi. Medine’nin önde gelen isimlerinden ve Hazrec kabilesine mensuptu. Hicretten evvel Müslüman oldu.

Nesebi:

Sâbit bin Kays bin Şemmas bin Züheyr bin Mâlik bin İmrüülkays bin Mâlik bin Sa’lebe bin Ka’b bin Hazrec’dir. Künyesi, Ebû Muhammed veya Ebû Abdurrahmân olup; lakabı, Hatîb-i Resûlullah veya Hatîb-ul-Ensâr’dır.

Peygamber efendimiz(sav), Medine-i Münevvere’ye teşrif ettikleri zaman, müslümanlar bayram yapıyor, fevkalâde sevinç içerisinde coşuyorlardı. Sabit İbnu Kays İbnu Şemmas(ra) Peygamber efendimiz(s av)’i, büyük bir süvari grubuyla karşıladı. Son derece, fasih ve beliğ olarak,

-“Biz kendimizi ve çocuklarımızı nelerden koruyorsak, sizi de onlardan koruyacağız. Buna karşılık bize neyi va’dediyorsunuz?” şeklinde güzel sözler söyledi.

Hz. Peygamberimiz(sav) bu samimi karşılama ve suâle karşı tek kelime ile cevab verdiler

-“Cennet.

Orada olan herkes bu cevabdan çok memnun olup, hepsi;

-“Razıyız” dediler.

Peygamber efendimiz(sav) burada olduğu gibi, hayatları boyunca hiç bir kimseye, dünyâya ait bir şey va’d etmediler. Kendisine tâbi olanlara, Allahü teâlânın rızasını, Cenneti, iki cihan se’âdetini müjdelediler.

Zaten, Eshâb-ı kirâmın hepsi, Peygamber efendimiz(sav)’e, bu güzel niyyet ve maksadlarla tâbi oldular. Başka şeylere kıymet vermediler.

Resulullah (sav), Kays’ın (ra) başına mübarek elini sürmüş ve dua etmişti. Kays (ra) yüz yaşında ak saçlı olarak vefat ettiğinde, Resullah’ın (sav) mübarek elinin dokunduğu yer simsiyah duruyordu. Bunun için bazı kaynaklarda sakar olarak isimlendirildiği rivayet edilir.

Sabit İbnu Kays İbnu Şemmas(ra);

-Resulullah (sav), ben hasta iken yanıma gelip şu duayı okudu: “Ey insanların Rabbi, Sabit İbnu Kays İbni Şemmas`tan acıyı kaldır.” Sonra Medine`nin Buthan nam vadi`dan toprak alarak bir kadehe koydu, üzerine su döküp nefes etti, sonra su ile karışan bu toprağı üstüme serpti.

Hicretin 5 (m. 626) senesinde Peygamberimiz(sav) Mureysi gazasında alınan esirleri Eshâbına paylaştırdı. Esirler arasında Benî Mustalık’ın reisi Hâris’in kızı Hz. Cüveyriye de bulunuyordu. Hz. Cüveyriye, Hz. Sâbit bin Kays ile onun amca oğlunun hissesine düştü. Hz. Sâbit bin Kays ve onun amca oğluyla dokuz altın karşılığında, hürriyetine kavuşmak üzere anlaştılar.

Peygamber Efendimiz(sav), Cüveyriyye’yi babasına teslim etti. Cüveyriyye de îmân etti. Resûlullah (sav) efendimiz buna çok sevindiler. Hz. Cüveyriyye(ra)’yi de sevindirmek için O’nu babasından istedi. Böylece Hz. Cüveyriyye, Peygamber efendimizin zevceleri arasına girmekle şereflendi. Diğer Eshâb-ı kirâm bu hali görünce, “Peygamber efendimizin mübârek hanımı Hz. Cüveyriyye’nin akrabalarını esir olarak kullanmak bize yakışmaz” diyerek esirleri serbest bıraktılar.

Hicri 9 (m. 630) senesinde Benî Temim’den 80-90 kişilik bir heyet, Peygamber efendimiz(sav)’in huzûr-ı şerîflerine gelerek, “İzin verirseniz biz, sizinle övünme yarışı yapmak istiyoruz” dediler. Peygamber efendimiz(sav):

-“Hatîbinize izin verdim. Konuşsun.” buyurdular.

Utarid isminde bir hatib ayağa kalktı. Zengin olduklarını, paralarıyla iyi işler yaptıklarını, doğu halkının en güçlüsü olduklarını, sayıca çok ve savaşa çabuk hazırlandıklarını, halkın reisleri ve en faziletlileri olduklarını sayıp döktü. Sonunda da “Bizim gibi faziletlere sahip olabileniniz varsa çıksın da görelim?” deyip oturdu.

Peygamber efendimiz (sav) Hz. Sâbit bin Kays(ra)’a cevap vermesini emir buyurdular. Sâbit bin Kays (ra) şöyle cevab verdi:

-“Hamd Allahü teâlâya mahsustur. Ben O’na hamd ederim ve O’ndan yardım isterim. O’na îmân eder, O’na güvenirim. Ben, Allah’dan başka ilâh olmadığına, O’nun bir olduğuna, eşi ortağı ve benzeri bulunmadığına îmân ederim. Göklerde ve yerlerde ne varsa hepsini yaratan, yaşatan O’dur. O’nun ilmi her şeyi içine almıştır. Gizli ve açık her şeyi bilir. Kâinattaki her şey, O’nun lütfu ve ihsanıdır. Bizi hakim kılması da bu ihsanlarından biridir.

Allahü teâlâ, mahlûklarının en hayırlısı ve en güzelini peygamber olarak gönderdi. O Peygamber ki, insanların en iyisi, en doğru sözlüsüdür. Soyu en asîl soydur, itibarca en faziletli olandır. O, insanların en cömerdi, en güzeli, en hayırlısıdır. O emindir. Her bakımdan insanların en üstünüdür. Hiç bir kimse, hiç bir bakımdan O’nun üstünde değildir. O’nu yaratan böyle yaratmıştır.

Allahü teâlâ O’na kitabını indirdi. O yüce Peygamber insanları Allahü teâlâya ve kendisine îmân etmeye davet etti. Biz O’nun bu davetini kabul ettik. O’na tâbi olduk. Bu daveti kabul edenler, kavimimizin en hayırlıları oldular. Bundan sonra, bu davete karşı gelenlerle, bozuk yol tutanlarla Allah yolunda cihad edeceğiz, Allah’a ve Resûlüne îmân edenlerin canlarını ve mallarını koruyacağız.

Allahü teâlâya hamdolsun ki bizleri, kendine ve Resûlüne îmân etmekle, Resûlünün yardımcıları olmakla ve dininin yayılması için vasıta olmakla şereflendirdi. Ben bunları söylüyorum. Allahü teâlâdan kendim ve bütün mü’minler için afv ve afiyet dilerim. Ves-Selâmü Aleyküm.”

11 (m. 632) senesinde Tuleyha isminde birisi, Peygamber olduğunu iddia etti. Halife Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Hâlid bin Velid(ra) komutasında bir orduyu Tuleyha bin Huveylid’i yola getirmek üzere gönderdi. Bu ordunun bir kanadına Hz. Sâbit bin Kays(ra) kumandanlık yaptı.

Hz. Sâbit bin Kays(ra), çok cömerd idi. Bir günde beşyüz ağacın hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek, evi için hurma bırakmadı. Bunun üzerine En’âm sûresi, 141. âyeti; “Ekini hasad ettiğiniz zaman, fakirlerin hakkını verin ve israf etmeyin. Allahü teâlâ israf edenleri elbette sevmez.” buyuruldu.

Hz. Sâbit bin Kays(ra), Peygamber efendimize (sav) karşı çok hürmetli idi. Peygamberimiz de (sav) onu sever, bu sevgisini zaman zaman bildirirlerdi. Hz. Sâbit bin Kays bir gün hastalandı. Resûl-i ekrem (s.a.v.) onu ziyâret ederek: “Ey Allahım, Sâbit bin Kays bin Şemmas’ın hastalığına şifa ver!” diye duâ buyurdular.

Sabit İbni Kays İbni Şemmas(ra), Hanzala (ra)’ın Hanımı Cemile (r.anhâ) ile evlendi. Bu izdivacdan da Muhammed adında bir oğlu oldu.

Sâbit bin Kays Şemmâs (r.a.), şık giyinmeyi sever ve daime güzel elbiselerle dolaşırdı. Bundan bir lezzet ve zevk alırdı. Kimse de kendisine bu hareketinin yanlış olduğuna dair bir söz söylememiş­ti.

Şüphesiz, Allah, kibirlenip gururlananları sevmez.”mealindeki âyet-i keri­me nazil olunca, Sâbit’in durumu değişti, evine kapanıp ağlamaya ve tövbe et­meye başladı. Çünkü o âyet-i kerimeyle, kendisi gibi şık giyinenlerin kastedil­diğini anlamıştı. Evinden dışarı çıkmıyor, gözyaşları içerisinde Rabb’ine tövbe ve iltica ediyordu.

Onun bu durumunu Re­sû­lul­lah(sav)’a haber verdiler. Re­sû­lul­lah(sav) bir adam göndererek, niçin böyle yaptığını sordu. Hz. Sâbit(ra);

– “Ben şık giyinmeyi severim.” diye cevap verdi.

Resûl-i Ekrem(sav) efendimiz, Hz. Sâbit(ra)’i rahatlatan ve ferahlatan şu cevabı verdi:

Sen âyet-i kerimede sözü edilenlerden değilsin, iyi bir hayat sürüyorsun. Hayırlı bir şekilde öleceksin ve Allah seni cennete sokacak.”

Hz. Sâbit(ra)’in elem gözyaşları, artık sevinç gözyaşlarına dönmüştü. Çok sevdi­ği şık elbiselerini giyebilirdi artık. Gurur ve kibir maksadıyla giyilmeyen güzel elbiselerin İslam’a aykırı bir yönü yoktu.

Re­sû­lul­lah(sav), Müslümanları temsil durumunda olanların çok düzgün ve temiz kıyafetli olmaları gerektiğini zaman zaman ikaz ederdi. Bir yere gönderdiği el­çilerine, “Öyle giyineceksiniz ki, gittiğiniz yerde parmakla gösterileceksiniz!” derdi.

Hz. Sâbit(ra)’de zaman zaman müşrikelere karşı Re­sû­lul­lah(sav)’ın ve Ensar’ın ha­tipliğini yaptığı için onun şık ve güzel giyinmesinde mahzur bir tara­fa, zaruret bile vardı.

Re­sû­lul­lah(sav)’a bir gün yeni bir elbise getirmişlerdi. Re­sû­lul­lah onu giyerken, “Avret yerimi örten ve beni hoş gösteren bu elbiseyi giydiren Allah’a hamd olsun!” diye dua etmişti.

Demek ki, elbise sadece insanın avret yerini örten bir şey değildi, kişiyi hoş gösteren bir yönü de vardı. Bu hoş görünme de Resûl-i Ekrem(sav)’in yaptığı gibi şükre ve hamde vesileydi.

Hucurât Sûresi nazil olduğu zaman da, duygulu sahabi Sâbit bin Kays(ra)’ı bir endişe almıştı. Âyet-i kerimede şöyle buyuruluyordu:

Ey iman edenler! Sesinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin; birbi­rinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın. Yoksa amelleriniz mahvolup gider de farkında bile olmazsınız.”

Bu âyeti işiten Hz. Sâbit(ra), daha önce yaptığı gibi, “Bu âyette kastedilenlerden birisi de benim. Ben de Re­sû­lul­lah(sav)’ın huzurunda yüksek sesle konuşuyorum ve amellerim boşa gidiyor. Cehennem ehlinden oldum!” diyerek evine kapandı ve gözyaşları içerisinde Rabb’ine yalvarmaya başladı. Re­sû­lul­lah(sav) yine birisini gön­derip niçin böyle yaptığını sordu. Hz. Sâbit(ra) işlediği günahtan bahisle, “Amelleri boşa giden kişilerden olmaktan korkuyorum!” dedi. Bunun üzerine, Re­sû­lul­lah(sav) şöyle buyurdu:

-“Hayır, korkma! Sen övünülecek bir hayat sürüyorsun. İleride de şehit ola­caksın ve Allah seni cennetine sokacak.” buyurarak onu yine ferahlatmıştı.

Sâbit ibni Kays(ra), Bütün gazâlarda bulundu. Hz. Ebû Bekir(ra)’in hilâfetinin ikinci senesinde, Hâlid bin Velid (ra) kumandasında, müslüman ordusu Müseylemet-ül-Kezzab ile Yemame’re çarpıştı.

Sâbit ibni Kays(ra) Müseylime üzerine gönderilen orduda Ensardan katılan askerlerin kumandanıydı. O gün kefenini giymiş ve savaş meydanına atılmıştı, Bu savaşta Müseyleme ve 20 bin mürted öldürüldü. Buna karşı iki bin İslâm askeri şehîd oldu. Hz. Ebû Dücane(ra), Hz. Huzeyfe-tebni Utbe, üçyüzaltmış Muhâcir ve o kadar da Ensâr şehîd oldu,

Bu savaşta,Peygamberimiz(sav)’in hatibi Hz. Sâbit bin Kays’da, derin yaralar aldı ve şehid düştü. Kabre konulurken, birden ondan bir ses geldi: “Muhammed Allah’ın Resulüdür. Ebû Bekir Sıddıktır. Ömer şehiddir. Osman ise, şefkatli ve iyilikseverdir“. Sonra açıp, baktıklarında; ölü, cansız!, daha Hazret-i Ömer hilâfete geçmeden, şehadetini haber veriyor.

Hz. Sâbit(ra) şehit düştüğünde üzerinde kıymetli bir zırh vardı. Bu zırh çalındı. Biri rüya­sında Hz. Sâbit(ra)’i gördü. Hz. Sâbit(ra), zırhının saklı olduğu yeri söyledi. Onu oradan al­masını ve ihtiyacı olan birisine vermesini rica etti. Rüyayı gören zat, ertesi gün arkadaşlarıyla birlikte Hz. Sâbit’(ra)in tarif ettiği yere gitti. Zırhı ora­da buldu. Ve bu şehidin isteğini yerine getirdi.

Hz. Sâbit bin Kays(ra), şehîd olduğunda geriye Muhammed Abdullah, Yahya, Abdurrahman, Abdullah ve İsmail isimlerinde çocukları kaldı.

Allah(cc) kendisinden ve tüm sahabe efendilerimizden razı olsun bizleri şefaatlerine nail etsin, Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar;

  • bizimsahife
  • altın oluk dergisi
  • tryenişehirwiki
  • kütübü sitte
  • resulullahorg
  • risalei nur külliyatı

Abdurrahmân Taği (K.S.) Kimdir? (1831-1886)

1831 senesinde Şirvân’da doğdu. Babası, Molla Mahmûd Efendi, annesi Seyyid Molla Muhammed Efendinin kızı Meyâsin Hanımdır Asîl ve temiz bir âileden gelen Abdurrahmân Tâgî’nin babası Molla Mahmûd Efendi kemâlât, olgunluklar sâhibi, ilmiyle amel eden, Peygamber efendimiz(sav)’in yüce sünnetine uymakta titizlik gösteren sâlih biri idi. Hazret-i Hüseyin(ra) efendimizin soyundan gelen ve seyyide olan annesi Meyâsin Hanım da sâliha bir kadındı.

Abdurrahmân Tâgî(ks) hakkında anne ve babası; “Cenâb-ı Allah’ın bize lutfettiği bu çocuk başka çocuklara benzemez. Bunun maddî bakımdan ziyâde mânevî yönden yetişmesine ihtimâm göstermeliyiz!” diyerek îtinâ gösterdiler.

Dedesi Molla Muhammed(ks) “Bizim âilemizin ilmi, irsî olarak dededen oğula devâm eder. Halbuki benim oğullarımdan hiçbirisi bendeki ilmi taleb etmedi. İlmime vâris, mirasçı olacak sen varsın.” derdi

Abdurrahmân Tâgî(ks), çocukluğu dönemindede ,on yaşına basınca vefât eden annesinin güzel terbiyesi yüzünden rûhlar âlemiyle ilişkisinin kesilmediğini. Allah’tan gâfil olmadığını ,buyurmaktadır.

Babasından Arapça gramer ilmini öğrendi, daha sonra Molla Abdüssamed(ks), ardından Molla Ziyâüddîn Arvâsî’nin(ks) yanına giderek ilim öğrendi.

Bu arada çevredeki diğer âlimlerden fıkıh, tefsîr, hadîs gibi dînî ilimleri tahsil etti.Okuduğu hocalardan icâzet, alarak Ispahart’taki medresede ders vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı.

Kendisine bulunduğu nâhiyenin müdürlüğü, kâdılığı ve müderrisliği verildiği hâlde bunlara iltifât etmedi.

Seyyid Sıbgatullah Arvâsî(ks) hazretleri onu talebeliğe kabûl ederek himâye ve tasarrufu altına aldı.

Said’in babası Sofi Mirza Efendi, zaman zaman Seyyid Sıbğatullah(ks) Hazretlerini ziyaret eder. Bu ziyaretlerin birinde Seyyid Sıbğatullah ayağa kalkarak, Sofi Mirza’ya meclisin başköşesinde yer gösterir. Orada bulunan ulemâ ve hulefâ, bu basit, ümmî Nurslu köylüye neden bu kadar alâka ve hürmet gösterdiğini sordukları zaman, Gavs-ı Hizan şu cevabı verir: Bu Sofi Mirza ileride öyle bir zata baba olacak, bunun sulbünden öyle bir zat gelecek ki, o zata baba olmayı ben on gavslığa tercih ederim.

Hocasının emri üzerine iki yıl müddetle Ispahart kâdılığı vazifesini yürüttü.Hacdan dönünce, Bitlis vilâyetine bağlı Nurşîn nâhiyesinde yerleşerek irşâd vazîfesine devâm etti.

Abdurrahman Taği’nin ismi, Bediüzzaman hazretleri’nin ders aldığı hocaları arasında da zikredilmektedir.

Bediüzzaman hazretleri dokuz-on yaşlarında olduğu zaman geçen bir hatıra:

O zamanlar Abdurrahman-ı Tağî, Nurslu talebelere, bilhassa küçük Said’e çok alâka, iltifat gösterir, geceleri yatarken üzerlerini örtermiş. Nurslu talebelerin içinden birisinin İslâmiyete çok büyük hizmetler edeceğini, İslâmı tecdid edeceğini ifade eder, onun için bu kadar alâka gösterdiğini söylermiş. Bediüzzaman’ın Emirdağ mektuplarındaki mezkûr mektubu da Abdurrahman-ı Tağî’den anlatılanları teyid etmektedir.

Abdurrahman-ı Tağî (ks) Hazretleriyle, Bediüzzaman Hazretleri’nin küçüklüğünde cereyan etmiş manidar bir hatırasını nakletmeden geçemiyoruz. Şöyle ki:

D. Bekir Hazro ilçesinden olup, uzun zaman Urfa’da merkez vaizliği yapmış, halen hayatta (1996da vefat etti) Molla Derviş Efendi şöyle bir hatırayı anlattı. Bu hatırayı da, Hazret namıyla ma’ruf, Şeyh Abdurrahman-ı Taği’nin oğlu Muhammed Ziyaüddin Efendi’nin yeğeni Şeyh Mâsum’dan işitmiş. (Bu hatırayı ben ayrıca Şarklı birkaç âlimden de duymuşumdur.):

Bediüzzaman Hazretleri henüz küçük bir talebe iken, Nurşin köyüne birkaç kez geldiği gibi, bir defasında yine Nurşin’e gelmekte iken, Seyda Hazretlerinin âniden divangâhından kalkarak, Nurşin köprüsüne dogru yürüdüğünü görürler. Bazı halifeleri de Seydanın arkasına düşerler. Görürler ki, uzaktan bir çocuk geliyor. Seyda Hazretlerinin o çocuğa doğru yürüdüğünü görürler. Sonra Seyda o çocuğun yanına gidip, elinden tutar, köye getirir. Beraber divana gelirler. Ve Seyda emreder: Divanda kimse kalmasın. Seyda Hazretleri küçük Said ile uzun müddet yalnız kalırlar. Bazıları anahtardeliğinden bakmaya cesaret eder, görürler ki; Seyda Hazretleri diz çökmüş, gözleri yumuk, murakabe halinde… Küçük Said ise, ayakta sapsarı kesilmiş, elpençe durur vaziyettedir. Sonra Seyda Hazretleri kapıları açar, talebeler divana gelirler. Seyda Hazretleri cemaate der ki:” Merak ettiğinizi biliyorum. Meseleyi anlatayım: Cenab-ı Hak bu çocuğa ilim merhalelerini tayyettirdiği gibi maneviyatı da ona öyle tayy buyurmuştur” der

Abdurrahman Taği(ks), yaklaşık yirmi yıl kaldığı Nurşin’de, insanları Hakk’a davet etmek için büyük bir gayret gösterdi.

Vefatından evvel ağır bir hastalık geçirdi. Buna rağmen hiçbir sünnet namazını ihmal etmeden hepsini ayakta kıldı. Gece ibadetlerini de ihmal etmedi.

Abdurrahmân Tâgî(ks) hazretleri vefât etmeden önceki son gecenin seher vaktinde Peygamber efendimizin (sav) açıkça kendisine görünerek bal yemeyi ve şerbet içmeyi emrettiğini söyledi.1886 senesinde 55 yaşında iken Bitlis vilâyetine bağlı Nurşîn ilçesinde vefât etti. Kabri Nurşîn’dedir.

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  • Risale-i Nur külliyatı
  • Risale akedemi
  • Son Şahitler
  • İslam alimleri
  • Salih okur
  • Biriz biz

Selman-ı Farisi (R.A.) Kimdir?

İran’ın Ramahürmüz veya İsfahan’ın Cey şehrindendir.

Bir ateş tapınağında hizmetçilik yaptığı, bazı Hristiyanlarla karşılaşınca Hristiyan olduğu dinini öğrenmek için Şam’a geldip Musul, Ammuriye şehirlerinde manastırlarda kalmıştır. Yanında ilim öğrendiği rahip ölürken ‘Hz. İbrahim’in Haniflik dini üzere hurmalıklı bir yerden Peygamber çıkacağını ve O’nu bulması’ tavsiyeleri ile Vâdil Kura’ya gelmiş, fakat onu getiren kervan tarafından köle olarak satılmıştır. Kendisini Beni Kureyza’dan bir Yahudi satın almıştır. 

Sonrasında ise, Yahudilerin konuşmasından Peygamber Efendimiz(sav)’in Medine’ye geldiğini  işitince hurma ağacından düştüğü hatta Yahudi efendisinin “Bu işler seni ne ilgilendirir?” deyip dayak attığı, Efendimizin sadaka hurma yemeyip, hediye hurmadan yediğini görünce ‘İşte peygamberlik alâmeti’ dediği ve son olarak Efendimizin sırtındaki peygamberlik mührünü bir cenazede görünce tam teslimiyetle Müslüman olduğu ifade edilmektedir.

Müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan’dır Ona nesebi sorulduğu zaman; “Ben; Selman b. İslam’ım” demiştir

Ayrıca Hz. Selman’ Bedir ve  Uhud savaşları sırasında köle olduğu için katılamamıştır, kölelikten kurtulmak için üç yüz hurma fidanını bizzat Hz. Peygamber(sav)efendimiz dikmiştir, bütün fidanlar tutmuş. Bugün Acve-Peygamber hurması fidanları o ürünlerdir.

Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı.

Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Resulullah(sav)’a hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı söyledi. Onun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah: “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur.

Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı ona Peygamber efendimiz(sav) “Selman-ül Hayr”  buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri dünyaya hiç rağbet etmezdi. Kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı. Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman da Allahü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünür tefekkür ederdi.

Selman-ı Farisi hazretleri Eshab-ı Suffe denilen ve Peygamber(sav) efendimizin bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle vazifeli kıldıkları ve Peygamberimizden hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi. Bazı geceler Resulullahın huzurunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı.

Elinde mal bulundurmazdı. Kinde kabilesinden bir hanım ile evlenmişti ,kadının evine girdiği zaman duvarlarına süs eşyalarının asılmış olduğunu gördü.

Ziynetli, süs örtülerin Kâbe-i Muazzama ya yakışacağını söyledi ve eve girmedi. Kapının örtüsü hariç bütün örtüler kaldırıldı.

Ehli Suffe içerisinde Resulullah(sav) efendimize en yakın olan Selman-ı Farisi hazretleri idi.

Peygamber(sav)efendimiz “Allahü teâlânın bana sevdiğini bildirdiği, benim de sevmemi emrettiği dört kişiden biri Selman’dır“buyurdu.

Yine Kâinatın Efendisi onun için buyuracaktır: “Cennet üç kişiye müştaktır ,Aliyyu’l-Mürteza, Ammar bin Yasir, Selman-ı Farisi.”

90 yaşlarında Müslüman olduğu, 130 yaşlarında vefat ettiği, ilim-fazilet-takva bakımından ashaba örnek olduğu, Hz. Ali Efendimizin onun hakkında “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi ona verilmiştir.” “O, bizim aramızda Lokman Hekim gibidir. İlk ve son kitabı okumuştur. Sonu olmayan deniz gibidir.” Buyurmuştur

Yine Fahr-ı âlem (sav), buyurur:

Dört kişi fazilette öne geçmiştir. Ben Arapları geçtim. Süheyb Rumları, Bilal Habeşileri, Selman Farsları geçmiştir.

Hz. Selman  Bu gün en çok okunan sure Fatiha-ı şerifte “Ya Rabbi, bizi sırat-ı müstakime hidayet et, nimet verdiğin kimselere kavuştur.” duasını adeta fiili olarak hep yapmıştır.

Hazret-i Ebu Bekir devrinde Medine’den ve Hazret-i Ebu Bekir’in sohbetinden bir an ayrılmayan Hazret-i Selman, Hazret-i Ömer zamanında İran fethine katılmıştır, İslam ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde çok büyük hizmetleri olmuştur,

İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini İslam askerlerine gösterdi. İran’ın Medayin şehri alınınca onu Hazret-i Ömer şehre vali tayin etti. İlmi, basireti vazifesindeki adaleti ve nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı.

Selman-ı Farisi hazretleri Hazret-i Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Maaşının hepsini fakirlere dağıtırdı Topraktan tabak çanak yapar kendi emeğiyle geçinirdi

Selman-ı Farisi hazretleri, Hazret-i Osman devrinde hastalandı Sa’d bin Ebi Vakkas’a artık dünyadan ayrılacağım ve bütün servetinin bir kase (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibaret olduğunu söyledi. Bu hastalığı neticesinde Hicri 36 yılında Medain’de vefat etmiştir

Hanımı anlatır:

Vefatına yakın bana: “Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve başımın etrafına saç, insan ve cin olmayan kimseler (melekler) yanıma geleceklerdir” dedi. Söylediği gibi yaptım. Dışarı çıktım. Odadan, “Esselamü aleyke, ey Allah’ın velisi ve Resulullahın arkadaşı” diyen bir ses duydum, içeri girdiğimde ruhunu teslim etmişti. Yatağında uyuyor gibiydi.

Çok âlim yetiştirmiştir. Medine’de Fukaha-i Seb’a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kasım bin Muhammed de Selman-ı Farisi’nin talebelerindendir.  Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca Peygamber (sav)efendimiz, “Selman bizdendir, ehl-i beyttendir”buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri “İlim çoktur fakat ömür kısadır. O halde önce dinde zaruri lazım olan ilimleri öğren!”

“Müminin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlânın rahmetine nail olduğunun alametidir.”

Buyurmuştur.

Gayet az yerdi. Bir sofrada kendisine daha ziyade yemesi için ısrar edilince, Peygamber efendimizin kendisine; “İnsanların ahirette çok açlık çekecek olanları, dünyada doyuncaya kadar yemek yiyenlerdir” buyurduğunu haber verdi.

Selman-ı Farisi hazretleri ölüm döşeğine yattığı vakit ağladı. Sebebini soranlara “Dünyadan ayrıldığım için ağlamıyorum. Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz; “Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun yol azığından fazla olmasın” buyurmuştu, işte buna ağlıyorum” dedi.

Bir gün yanında misafiri olduğu halde Medayin’den çıkıp bir yere gidiyorlardı. Yolda karınları acıktı, yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selman-ı Farisi hazretleri bir geyik ile bir kuşu yanına çağırdı, ikisi de yanlarına geldi. Onlara “Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona ikram etmek istiyorum” dedi. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler.

O zat bu işe çok hayret etti ve “Ey efendim, geyik ve kuşu çağırdınız hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim” dedi.

Hazret-i Selman buyurdu ki: “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü teâlâya itaat eder ve Ona hiç günah işlemezse, her şey ona itaat eder “

Selman (r.a)’ın mezarı, Bağdad’ın 30 km doğusunda Medain harabeleri civarından akan Deyale ırmağının kenarındadır. Onun bulunduğu yer Selman-ı Pak (temiz Selman) olarak isimlendirilmiştir. Onun mezarının içinde bulunduğu cami IV. Murad tarafından tamir ettirilmiştir.

Rabbim Onun ihlâsından içtenliğinden bizlerede lütfeylesin. Amin

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Hadis ansiklopedisi

2)Dinimizislam

3)gülzarihacegan dergisi

4)sorularlaislamiyet

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan “Sahabelerin Hayatları” İçin Tıklayınız

Ebu Talha El Ensari (R.A.) Kimdir?

Medine’de doğdu.  Esas adı Zeyd olup, “Ebû Talha” künyesi ile meşhûr olmuştur. Babası Sehl, annesi de Ebâde binti Mâlik’tir. Hanımı, Hazreti Enes bin Mâlik’in annesi Ümmü Süleym binti Milhân’dır. Hazreti Ebû Talha, Peygamberimizin İslâmiyeti tebliğ etmeye başladığı sırada kabilesinin reîsi bulunuyordu.

Eşinden dul kalan Ümmü Süleym, kendisi ile evlenmek isteyen Ebû Talha’ya ( radıyallahü anh ): “Benim de seninle evlenmek arzum yok değil! Senin bu arzunu red etmek istemezdim. Fakat ben, İslâmiyeti kabûl edip müslüman oldum. Sen ise, henüz müşriksin. Dînime göre, müslüman bir kadının, kâfir olan bir erkek ile evlenmesi caiz olmayıp, yasaktır. Eğer müslüman olursan, seninle evlenirim ve müslümanlığından başka bir şey de istemem.” dedi. Ebû Talha da, Onun bu talebini kabûl edip, müslüman oldu ve onunla evlendi. Hazreti Ümmü Süleym’den Abdullah ve Ebû Ümeyr adında iki oğlu olmuştur.

Başka bir rivâyette de, Hazreti Ebû Talha’nın, İslâmiyeti kabûl edişi Hazreti Mus’ab, Medine halkına İslâmiyeti anlatırken, bir gün Ebû Talha ( radıyallahü anh ) ile görüşüp, Onu da bu dîne girmeye davet etmişti. Hazreti Ebû Talha İslâmiyeti kabûl etti.

Resûlullahın çok sevdikleri i Eshâbından oldu. Eshâb-ı kiramın meşhûr okçularındandır.

Ebu Talha dışarıda iken, oğlu hastalanarak öldü. Karısı onun öldüğünü görünce, evin kenarında bir yer hazırladı ve üzerini örttü. Evdekilere;

“Siz Ebu Talha geldiğinde durumu anlatıncaya kadar kendisine bir şey anlatmayın.” Dedi. Ebu Talha eve gelince;

Çocuk nasıl oldu?” diye sordu. “gayet sakin” dedi.

Ümmü Süleym radıyallahu anha ona, mükellef bir sofra hazırladı, yedi içti. Ondan sonra güzelce süslenip püslenerek, Ebu Talha’ya güzel göründü. Ebu Talha yedikten, içtikten ve hanımıyla cinsel temasta bulunduktan sonra; hanımı ona;

Birisi sana bir şey emanet verirse, sonra onu senden almak istese onu vermemek gibi bir hakkın var mıdır?” dedi.

 O da; “hayır” dedi.

Sabret, karşılığını Allah’tan bekle, Allah da sana emanet olarak verdiği oğlun Ebu Umeyr’i şimdi aldı.”

Hazreti Ebû Talha, malı mülkü, çoluk ve çocuklarıyla birlikte hayatını Resûlullah’a hizmetle geçirmiştir Bedir’de ve diğer bütün muharebelerde Resûlullah’tan hiç ayrılmamıştı. Uhud harbinde çok büyük fedâkârlıkları görülmüştür.” Ben ölmedikçe size bir şey olmaz” diyerek Resûlullah’ı kendi nefsine tercih ederdi.

Peygamber efendimiz, “Asker içinde Ebû Talha’nın sesi, yüz kişiden hayırlıdır” buyurdu.

Ebu Talha radıyallahu anh, güçlü, gür sesli, orta boylu, esmer tenli idi.

Hendek harbinde Bir ara müslümanlardan bazıları merkep eti yemek için ateş yakmışlar, bu etleri pişirmeye başlamışlardı. Müslümanların bu halinden haberdâr olan Resûlullah efendimiz, Hazreti Ebû Talha’yı gönderip, ehli eşek etini yemenin haram edildiğini bildirmesini istedi. Askerlerin karargâhına varan Ebû Talha ( radıyallahü anh ), hepsine bu emri tebliğ etmiş, ocakların üstünde pişen tenceredeki etler hemen dökülmüştü.

Huneyn harbinde ise çok büyük fedâkârlıklar göstermiş  yalnız kendisi yirmi müşrik (puta tapan) askerini öldürmüştür.

Resûlullah efendimizin 92 hadîs-i şerîf bildirmiştir.

Sadece çocuklarına yedirecek yemeği varken misafirine ikram edip kendileri geceyi aç geçirince Resulullah efendimiz.Ebu Talha’ya

Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teala hazretleri taaccüp etti ve şu ayeti kerime nazil oldu mealen:.. ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler” buyurmuştur

Resûl-i Ekrem ( aleyhisselâm ) vefât ettiği zaman, kabr-i şeriflerini, Medine halkının âdetine uygun olarak kazmak şerefine de nail olmuştur.

Hazreti Ebû Talha, Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk ve Hazreti Ömer’ül-Farûk’un halifelik zamanlarında yapılan harplerin de çoğuna katılmıştır.

Resûlullah’ın âhirete irtihalinden sonra  Hazreti Ebû Talha da, ayrılık üzüntüsü sebebiyle Şam’a gitti. Hazreti Ömer’in şehîd edilmesine yakın Medine’ye döndü

Hazreti Ebû Talha, Hazreti Osman ve Hazreti Ali zamanlarında meydana çıkan karışıklıklara, fitnelere karışmamış, Medine’de bir köşeye çekilerek ibâdetle meşgûl olmuştur.

 70 yaşında (Tevbe) sûresini okurken 41.: “Ey mü’minler gerek hafif (süvari) gerek ağırlıklı (piyade) olarak seferber olun ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda muharebe edin! Eğer bilirseniz, bu sizin için pek hayırlıdır” âyet-i kerîmesi gelince,

 Çabuk beni harp için techîz ediniz ve yolculuk için lâzım olacak şeyleri hazırlayınız. Harbe gideyim!” dedi. bir deniz harbi için hazırlanan orduya katıldı, fakat gemiye bindikten ve denize açıldıktan bir müddet sonra 655 senesinde vefât etmiştir. Vefâtından sonra yedi gün kara parçası bulunamadığı için defn edilememiş, bu kadar uzun süre dışarıda kalmasına rağmen sanki hayatta imiş gibi mübârek cesedinin bozulmadığı görülmüştür. Gemi sahile yanaşınca karada bir yere defnedilmiştir. Vefât târihi ve yeri hakkındaki rivâyetler değişiktir. Medine’de iken vefât ettiği, cenâze namazını Hazreti Osman’ın kıldırdığı da bildirilmektedir.

Hazreti Ebû Talha’nın, Resûlullah’ın vefâtından sonra tam 40 yıl oruç tuttuğunu Hazreti Enes bin Mâlik rivâyet etmektedir.

Hazreti Ebû Talha, Medine’deki Sahâbîlerin en zenginlerindendi  Kur’ân-ı kerîmden Âl-i İmrân 92., “Sevdiğiniz mallarınızdan infak etmedikçe, hayra nail olamazsınız” âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmeyi işiten Hazreti Ebû Talha, hemen Resûlullah’a (aleyhisselâm) başvurarak, mallarının hepsini kendisine bağışlayıp istediği gibi kullanmasını teklif etti. Resûlullah efendimiz de bu malları akrabasına dağıtmasını isteyince emir buyurduğu şekilde, bütün mallarını akrabalarına sadaka olarak dağıttı. Bundan önce de, birçok defa mallarının hepsini Resûlullah’a bağışlamıştır.

Rabbimiz bizleri onların ruhaniyetinden istifade ettirip şefaatlerine nail eylesin. Amin.

                                                                             Çetin KILIÇ /Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Kütüb-i sitte

2)Ehli sünnet büyükleri

3)Kuran ve hadis