Etiket arşivi: kölelik

Sevgi Öyküleri (Evlilik)

İngiliz yazarı Bernard Shaw, ihtiyarlık yıllarında evinin bahçesiyle çokça uğraşıyordu. Bir gün karısını ziyarete gelen yaşlı bir hanım, onu elinde çapa, iki büklüm olmuş durumda görünce tanıyamadı. Gözlüklerini düzelttikten sonra:

-Günaydın bahçıvan efendi, dedi.

-Siz Bernard Shaw’un yanında ne zamandan beri çalışıyorsunuz?’

-Kendimi bildim bileli.

‘Verdikleri ücret sizi geçindiriyor mu?

-Yalnız yiyeceğimi veriyorlar.

Yaşlı kadın, bahçıvanın bu hâline acımış olacak ki:

-‘Eğer benimle çalışırsanız, size yiyecek ve giyecekle birlikte yeterli aylık da verebilirim’ diye bir teklifte bulundu.

Bernard Shaw: ‘Teşekkür ederim, bayan. Ne yazık ki ben, Bayan Shaw’a ömür boyu bağlıyım diye bu teklifi geri çevirdi.

Yaşlı bayan biraz da kızarak: ‘Ama bu tutsaklıktan, kölelikten başka bir şey değil  dedi.

Bernard Shaw ise, gülerek: ‘Hayır sayın bayan’ dedi. Biz buna evlilik diyoruz.

Selim Gündüzalp

Gönüllü Köleler…

Ortaokulda iken Alphonse Daudet’nin bir hikâyesini okumuştuk. Hikâye şöyle:

Mösyö Segen’in bir keçisi varmış. Bunu iple bağlarmış ki kaçıp gitmesin. Keçi, ipin müsaade ettiği kadarıyla çayırda yayılır otlarmış fakat bir taraftan da yamaçlara tepelere bakarmış. Ağaçların kocaman kocaman yeşil yaprakları aşağıya sarkmış. Ah, dermiş, şu ipten bir kurtulsam, tepelere gidip bol bol ıtır yaprakları yesem ne iyi olurdu…

Bir gün muradına ermiş ve ipten kurtulduğu gibi dağın yolunu tutmuş. Hava kararıncaya kadar yemiş içmiş oynamış zıplamış gezmiş dolaşmış… Hürriyet ne güzel diye şarkılar söylemiş. Karanlık basınca karşısında parlayan bir çift göz görmüş. Kurt olduğunu anlamış. Çevikliği ile atılıp ona boynuz sallamış. Kurt da bu yaramaz keçi ile şakalaşmış. Zaman ilerledikçe keçinin takati kesilmeye başlamış. Ve sabah güneşi zavallı keçinin parçalanmış vücudu üzerine doğmuş…

İşte bu keçinin hürriyeti, hürriyetsizliğin ta kendisidir.

Özgürlük isteyenlere ithaf olunur…

Abraham Lincoln, Amerikan zencilerine hürriyet verdiğinde onlar bayram sevinciyle sokaklara fırlamışlar, artık özgürüz, diye. Sonra bakmışlar ki ev yok, yiyecek yok, yani yoksulluk… Bu sefer tekrar efendilerinin yanına dönmüşler. Demişler ki: “Biz özgürlük istemiyoruz, bizi eve alın.” Onlar da demiş ki: “Devlet köleliği yasakladı, sizi evlerimize alamayız; nereye giderseniz gidin.” Devlet, bu duruma el koymuş. Efendiyle köle arasında anlaşma yapmak şartıyla köleliği serbest bırakmış.

Yani köleler, gönüllü köle oldu…

Bir başka misal verelim…

Bir şahıs zengin olmuş, bakmış ki yaşı iyice ilerledi; hastalandı da. Demiş ki: “Mallarımın bir kısmını hayra hasenata vereyim de ahirette bana faydası olsun.” Çoluk çocuk karşı çıkmış: “Herkesin her şeyi var, bizim de alacağımız daha çok. Araba alacağız, yazlık alacağız.” Zengin adam servetinden sadaka verememiş. Bu da köleliğin bir başka şekli.

Daha çeşit çeşit kölelikler var. Sigarayı bırakamayan sigaranın kölesi. İçkiyi bırakamayan içkinin kölesi. Kısacası insanların ekserisi nefsinin kölesidir. Nefsinin istediğini yapanlar nefsinin kölesidir. Ondan sonra gelir, rejimin köleliği. Manevî değerlerini kaybedenler anarşinin kölesi. Anarşi evvela şahsın vücudunda başlar. Akıl, natürist eğitimin kölesi, kalp materyalizmin kölesi.

Camilerde İslamiyet var. Dışarıda Paris hayatı yaşanıyor. İslamiyet camilerde köle…

Herhangi bir şehir, düşmandan kurtuluş bayramını yapıyor. Evet o şehir düşman istilasından kurtuldu. Amma kültür istilasının altındadır. Ekonomik, kültürel esareti devam ediyor. Çokları bunun farkında değil. Kısacası, alışkanlıklar pranga olmuş, çeşit çeşit köleler türemiş.

Delikanlı askere gider. Sabahın beşinde kalkar göreve başlar. Sonra tezkere alır evine gider. Sabah ezanı okunur, delikanlı kımıldamaz. İşte bu delikanlı onbaşıya itaat ettiği kadar Allah’a itaat etmemiş sayılır.

İnsanlar öğretim üyelerine, ustaya, patrona, polise itaat eder, etmelidir. Fakat aynı şekilde Allah’a itaat edenlerin sayısı çok azdır.

Canının istediğini, aklının erdiğini, komşunun dediğini yapan Müslüman’ın Rabb’i kimdir?

Herkes bir şeylerin kölesi. En büyük özgürlük Allah’a köle olmaktır.

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Yastık kölesinin hikayesi

Delikanlı, kan dâvâsı yüzünden, yıllar boyu yaşadığı bölgeyi terk ederek doğudaki küçük bir köye kaçmış. Bu arada parası bittiğinden, karnı zil çalıyormuş. Köye girdiği zaman, etli bir yemek kokusu duymuş derinden. Bir de davul sesleri. İster istemez o tarafa yönelince, bir düğün şenliği görüp, sessizce süzülmüş bahçeden içeriye.

Ağaçların altında, belki yirmi tane masa bulunuyormuş. Onların yanında da, bir çok iskemle. Tam birine oturmaya niyetlenirken, bir çocuk gelmiş yanına: “Ağam sizi çağırıyor!.” diyerek.

Delikanlı, davetsiz misafir olduğu için, biraz endişeliymiş. Fakat köymüş burası, davetiye falan istemezlermiş. Merakla gitmiş ağanın yanına, selam vermiş ayakta dikilirken.

Köy ağası, onun başka yerlerden geldiğini, daha bahçeye girerken anlamış. Her misafir gibi oturtmuş masasına. Bu arada altına bir yastık koyarak.

Delikanlı, şaşırmış bu ilgiye. Böyle bir inceliği, kimseden görmemiş yıllar boyunca. Hatta kendi ailesinden bile. Üstelik hep ezilmiş onlar tarafından, kanlıları sanki yetmezmiş gibi.

Yastığa otururken, bir anda gönlü ısınmış ağaya. O köyde yaşamaya, o adama köle olmaya karar vermiş. Karnının doyması yetermiş ona. Başka bir şey aklından bile geçmiyormuş.

Ağa kabul edince, onun yanında iş tutup, canla başla, ırgat gibi çalışmış, bir gün bile halinden şikayet etmeden.

Ağa, her fâni gibi, günün birinde dünyadan ayrılmış. Delikanlı artık olgun biriymiş ama, her nedense kendisini garip hissedip, köyü birkaç gün içinde terk etmiş. Zaten bekârmış. Hiç bir engel yokmuş onu tutacak. Aylar boyu dolaşmış ortalarda. Bir gün yine bir bahçede düğün görene kadar.

On yıl öncesi gibi, girmiş içeri. Yine davet edilmiş ağanın yanına. Zaten bunu istiyormuş bütün kalbiyle. Hayatını değiştiren bir olayın tekrarını ümit ederek.

Yanına gittiğinde, birkaç tane minder görmüş, yere serilen bir kilim üstünde. Fakat ağa hiç birine oturmuyormuş. Babacan tavrına rağmen, her nedense diğer ağa gibi yapmamış. Sadece “hoş geldin!.” demiş, güler bir yüzle.

Bizimki çökmüş adamın yanına. Ona iyi bir ders vermek niyeti ile. Bir minder alarak üstüne otururken, daha önceki ağayı anlatmaya başlamış. Basit bir minder yüzünden, o adama nasıl bağlandığını, bu yüzden on yıl boyunca kul köle olduğunu; insanoğlunun işte böyle hassas bir ruh taşıdığını falan…

Yaşlı adam, onu hayretle dinliyormuş. Misafirin sözü bittiği zaman, ona belinden alt kısmını işaret ederek:

— Ben de yastık kölesiyim, diye tebessüm etmiş. Bana yastık verene kulluk ediyorum.

Genç adam, işte o an fark etmiş, her insanı yumuşak bir minderle yaratanı. O yastığa oturtup, bin bir türlü nimetleri ikram edeni. Altına koyduğu sahte yastığı, fırlatmış bir kenara, yaşlı adam gibi bağdaş kurarken.

İki ağa, yan yanaymış şimdi bahçede. Çorba, et ve pilav varmış sofralarında. Bir de şanslı kölelerin yaşadığı mutluluk.

Cüneyt Suavi