Etiket arşivi: Komünist

80 sene önceki bir mektup

cozum-sureci-bediuzzamanBazı dostlar hatırlattılar: Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bugünkü hadiseler hakkında fikir ve beyanatı, mütalâaları yok mu ki?.. Neden yazmıyorsunuz? Anarşi yalnız Türkiye’nin değil, bütün dünyanın en mühim meselesi oldu. Devletin bekası, milletin var veya yok oluşu gibi çok nazik bir devrede bulunuyoruz.

Bu ikazlar karşısında merhum muazzez Üstad’ın beyanlarından, haykırışlarından bazılarını derleyerek bütün vatanperverlerin, milliyetperverlerin ve hamiyetperverlerin nazar-ı dikkatlerine takdim etmeyi düşündük. Bu takdimin ötesinde derin mütalâa ve izahları, bütün akl-ı selim sahibi muharrirlere, vatanseverlere havale ediyoruz.

«Siz dünyevi çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz. Bir parça da âhiret hesabına konuşan benim gibi kabir kapısında, vatandaşların haline ağlayan bir biçareyi dinlemek lâzımdır.» diye ta 1946’larda millet ve vatanı tehdid eden tehlikelere parmak basarak zamanın selâhiyetlî mercîlerini ikaz eden ve bu beyanları sebebiyle gadre uğrayan bîr vatanperverin ağlamalarını şimdi hadiseler söylüyor, memleketler, beldeler dile getiriyor.

Artık şahsi nüfuz temini iddialarına da yer ve zaman kalmadı. Dünyadan çekileli 50 seneyi geçmiş bir zâtın 80 sene önce yazdığı şu mektupta, iletiyi gören bir âlimin vatan ve milleti için duyduğu endişe ve ızdıraptan başka ne bulunabilir?

Bakın “Eski Dahiliye Vekili, şimdi parti kâtib-i umumisi Hilmi Bey” hitabıyla 1946 yılında Halk Partisi Genel Sekreteri Hilmi Uran’a gönderdiği mektubunda Bediüzzaman Said Nursî ne diyor :

«Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalaletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’an’a ve hakaik-i imana sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet vereceksiniz.»

Bediüzzaman Hazretleri, tehlikeye parmak bastıktan sonra çıkış yolunu da gösteriyor. Mektubuna devamla diyor ki :
«Evet hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak; ancak İslâmiyet hakikatıyla mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini, İslâmiyette bulmuş olan bu milletteki din kuvveti ve iman bütünlüğüdür.

Evet bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümtezic, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-i Kur’aniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşâallah.» Emirdağ-1 – 218

Bediüzzaman Hazretlerinin 1946’larda Afyon Emniyet Müdürlüğü vasıtasıyla gönderdiği mektubundaki ifadeleri dikkatle, cümle cümle yeniden duyarak okuyunuz. Bin seneden beri İslâmiyet nuruyla yoğrulmuş bir milletin ahfadının dinden uzaklaştırılması neticesi ortada kalamayacağını haber vererek son yıllarda vatan sathını iyiden iyiye kaplayan tehlikeyi daha o zamandan haber veriyor.

Üstad «Batılılaşsın, Avrupalı gibi olsun» düşüncesiyle İslâm’dan uzaklaştırılmaya çalışılan gençliğin Avrupa solcusu, komünisti gibi olmayacağını, kelimenin tam manâsıyla anarşist halini alacağını bildiriyor. Bu hakikati Hazreti Üstad daha evvel de beyan etmişti. Risale-i Nur Külliyatının ilk telif yılları olan 1926’larda şunları yazıyordu :

«Dikkat et! Bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın. Eğer böyle ahmakane körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil (öldürücü zehir) hükmünde o dinsizler zarar verecektir. Çünkü mürtedin vicdanı tamamen bozulduğundan hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.» (Lem’alar, s. 112)

Onun için Üstad, «Bir Müslüman ecnebilerle kıyas edilemez» diyor, Allah korusun, bozulduğu takdirde çok daha fena, yıkıcı ve tahripçi olacağını bildiriyor. Hilmi Uran’a yazdığı mektubu okumaya devam edelim :

«Salisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dahili ve harici muarızlar var. Eğer o muarızlarınız hakaik-ı imâniye nâmına çıksaydı birden sizi mağlûb ederdi. Çünki bu milletin yüzde doksanı bin seneden beri an’ane-i İslâmiye ile, ruh ve kalb ile bağlanmış; zahiren muhalif fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfüru etse de kalben bağlanmaz.

«Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum.

«Bu asrın Kur’ana şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. (¹) Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.
Siz, şimdiye kadar gelen inkılab kusurlarını üç-dört adamlara verip, şimdiye kadar umumî harb ve sair inkılabların icbarıyla yapılan tahribatları -hususan an’ane-i diniye hakkında- tamire çalışsanız; hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza keffaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.

«Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz ve madem o kat’î ölüm ehl-i dalalet için i’dam-ı ebedîdir, yüzbin hamiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez ve madem Kur’an, o i’dam-ı ebedîyi ehl-i iman için terhis tezkeresine çevirdiğini güneş gibi isbat eden Risale-i Nur elinize geçmiş ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor, bilakis dikkat eden feylesofları imana getiriyor ve bu oniki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ülemadan mürekkeb ehl-i vukufunuz, Risale-i Nur’u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber, hücum eden dehşetli cereyanlara karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî olduğuna, Türk milletinden hususan mekteb görmüş gençlerden yüzbin şahid gösterebilirim; elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevî çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz; bir parça da âhiret hesabına konuşan, benim gibi kabir kapısında vatandaşların haline ağlayan bir bîçareyi dinlemek lâzımdır.» (Emirdağ-1 – 219)

(¹): Bediüzzaman Hazretlerinin bu mektubu yazdığı yıllarda, bazı Avrupa ülkelerinde Kur’an’a karşı bir alâka belirmişti. Finlandiya’da Kur’an-ı Kerim’in Fince meali neşredilmiş; İsveç, Norveç ve Danimarka’da Kur’an üzerinde araştırma yapan âlimler, cemiyetlerindeki ahlâkî çöküntüyü, ancak Kur’an’ın getirdiği hakikatlerin önleyebileceği neticesine varmışlardı.

Said Nur

Darb-ı Mesel Bir Hikâye!

Bu gün ne yazayım, düşündüm: siyasetten mi? Ekonomiden mi? Dünyadaki birçok olumsuz hadiselerden mi? Memleketimizin hal ve ahvalinden mi? Yoksa tarihi olaylardan mı? Neyi yazacaksam zaten akademisyenler, bilginler, yazarlar ve birçok vefakâr insanlarımız her şeyi enine boyuna tarih boyunca yazmışlar, konuşmuşlar, her mesele üzerinde tartışılmış, herkes iyiyi de kötüyü de, faydayı da zararı da çok iyi bilir. Bilinen bir şeyin tekrarını yapmayayım, kendime dedim. Uyduruk, fakat manidar Arapça- Türkçe karışımından derlenen bir söz var, mealen şöyledir: ‘’Güzel şeyin tekrarı güzeldir, velev ki yüz seksen defa da olsa.’’

Veciz bir söz,  ama… İnanıyorum ki, bin seksen defa da güzel söz tekrarlansa herkes bildiği yanlışın üzerinde ısrarlı, kimin canı yanarsa yansın, ölen de bizim, kalan da bizim.’’bana dokunmayan yılan bin sene yaşasın’’misali. Günlük olayları ve rahatsızlıkları bir iki cümleyle de olsa bir dem vurguyla yetinmek istedim.

Kurbağaya sormuşlar, senin bir derdin, isteğin söyleyecek bir sözün yok mu? Kurbağa: ‘’Olmaz, olur mu?..’’   ‘’Vallahi, ağzımı açarsam boğulurum.’’ Demiş, Bu kıssa bu kadar…

Evimizin Kitaplığında bihayli zaman saklı bulunan, Ziraat mektebinde iken aldığım ders notlarıma nazarımı çevirdim. Bir harikalar dünyası karşıma çıktı, Hayvanat ve nebatat âleminde, Cenab-ı Allah’ın (cc)   öyle mucizeleri var ki, tamamını ne akıl ne de şuur taalluk edemeyeceğini düşünmeye başladım.

Şöyle ki: Bir ağacın çekirdeği, çiçeği, meyvenin oluşumu, keza hayvanların çoğalması hele doğum sonrası kolostrum denilen vitamin dolu bir sütün, yavrunun gelişmesi ve hastalıklara karşı mukavemet göstermesi için Sanii Rezzak tarafından yavruya ikramı, bir litre sütün oluşumu için ortalama 400 litre kanın meme bezlerinde geçmesi, bacasız dumansız bir fabrika misali kan ve fışkı arasında berrak ve temiz bir sütün meme bezlerinden çıkması, beni 1970’li yıllara götürdü.

O zaman ki,  nakıs kafalı, bizar ve duçar muallimlerimiz,‘’sanatın sanii tabiattır,’’ diyorlardı, tabiat bataklığında kuruyan ve Felsefe-i tabiiye silsilesinde bulunan, komünist, Leninist, Marksist, Maoist, Navdemist ve Kaselistlere solcu; Felsefe-i diyanet silsilesindeki Müslüman dindarlara da sağcı diyorlardı, mektebin asıl ruhu olan silsile-i felsefe ve silsile-i diyanetin birleştirilmesi iken,o zamanlar  menfi fikirlerin hâkimiyeti asıl maksat ve gaye yapılıyordu. Günümüze kadar sirayet eden menfi cereyanların sıkıntısını bu millet bugünde çekmektedir.

Bediüzzaman, insanlık âlemi içinde iki büyük zincir olarak tabir ettiği ayrılıkları şöyle izah etmektedir:

‘’İşte, bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı âdemden şimdiye kadar iki cereyân-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış: İki şecere-i azîme hükmünde, biri silsile-i nübüvvet ve diyânet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet; gelmiş, gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizâc ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe silsile-i diyânete dehâlet edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir sûrette, bir saadet, bir hayat-ı içtimâiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyânet etrafına toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin etrafına cem’ olmuştur…..

İşte, diyânet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum sûretini alıp, şirk ve dalâlet zulümâtını etrafına dağıtır. Hattâ, kuvve-i akliye dalında, dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun meyvelerini beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gadabiye dalında Nemrudları, Firavunları, Şeddadları beşerin başına atmış….’’ Diyor.(sözler. 30. Söz)

Bediüzzaman, vefatına yakın bir zamanda , “Kardeşlerim! Risale-i Nur bu vatana hâkimdir. Mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz. Fakat sonunda çok iyi olacak” buyurmuşlardır.

Darb-ı mesel bir hikâye:

Rusya’da, bir öğrenci sınıfa girer: Hocam! Bu gece bizim kedi dokuz komünist doğurmuş,

İki gün sonra, öğrenci; Hocam! Kedi yavrularının dokuzu da Müslüman olmuş,

Hoca sorar: İki gün önce komünist doğan kedi yavruları, nasıl iki gün sonra Müslüman olur? Demiş,

Öğrenci: Hocam, Kedi yavruları dünyaya geldiklerinde gözleri kapalıydı, şimdi dokuzunda gözleri açık, ondan biliyorum ki, Müslüman olmuşlar.

Evet, Risale-i nur, Müslümanların gözlerini iman nuru ile açmış, gözleri kapalı olan komünist ve masonların belini kırmıştır. Çünkü: ’’Risale-i Nur Kur’an’ın malıdır. Kur’an ise arşı ferşle bağlayan bir zincir-i nuranidir.’’

Rüstem Garzanlı

Kamu Yöneticisi/Diyarbakır

Yasak Ezan

Bayram süresince, sevgili kardeşim Yusuf Özkan Özburun’la İHH’nın Tacik müslümanları için topladığı kurban yardımlarını dağıtmak, kurbanların kesimine nezaret etmek üzere Tacikistan’da olduk.. Yüzde 97’si müslüman, idarecileri de müslüman olan bir memleketin başkentinde (Duşanbe) ezan sesinin yasak olduğu için hiçbir vakit duyulmayışının hüznüyle, komünist rejimin tasallutundan resmen kurtulmuş olmakla birlikte hala daha psikolojik ve sosyal olarak kurtulunamadığını görmenin şaşkınlığı ile, her şeye rağmen yaya kaldırımına ayak basan yayaya ülkemizde gösterildiğinin bin katı saygı gösterildiğini görmenin tesellisiyle, yine her türlü yoksulluğa rağmen insanların gönüllerinin zengin olduğunu görmenin huzuruyla, bayram boyu her evde her gelene hiç kimlik sormaksızın dilediği kadar yiyebileceği ve ardından çekip gidebileceği özel bayram sofralarının hazırlandığını, bu sofraların bayram boyu hiçbir saat kaldırılmadığını görmenin sevinciyle, böylesi fakir kardeşlerimizin evlerini ve yurtlarını huzurumuzun zekatı olarak görmemiz gerektiğini farketmenin itminanı ile sizi selamlıyoruz

Senai Demirci