Etiket arşivi: korona

İlahi bir ikaz: Koronavirüs!

Koronavirüs üç aydan beri dünya gündeminden düşmedi, gün gittikçe daha fazla korku ve paniğe sebep oluyor. Dünyayı tekniğiyle, silâhıyla korkutan, hâkimiyetinin üstünlüğünü biçare İslâm devletlerinin üstünde tatbik eden zalim devletler üstün teknolojisilerine rağmen koronavirüse karşı yenik düşmüşlerdir.

Çin’den çıkan virüsün dünyaya yayılması sebepsiz değildir. Orada bulunan Müslüman Uygur halkına yapılan zulmün acısı arş-ı âlâyı titretti. Bu zulme insanlık âleminin sessiz kalması da bir zulüm değil midir? Beşer zulmeder, kader adalet eder. Bu gün dünyayı saran koronavirüs korkusundan insanlar evlerinden çıkamaz olmuşlardır.

Dün peçesiyle evin önüne çıkamayan Doğu Türkistan Müslümanları, bugün Çin halkı maskesiz yani peçetesiz sokağına çıkamaz hâle gelmiştir. Kudret sahibi Allah’ın adalet hükmü böyle tecelli eder. Hemen bütün dünya devletleri koronavirüsü tehdidi altındadır. Koronavirüsün tehdidi neticesinde kuru gıda, temizlik malzemesi ve maske marketlerde tükendi…

Tarih boyunca virüsler insanlara, hayvanlara hatta bitkilere musallat olmuş ve olmaya da devam ediyor.  Virüsler birer canlı mahlûkturlar, birer âlemdirler. Başıboş değildirler. Cenab-ı Allah’ın birer muti emirberleridirler. Her şey daima Allah’ı tespih ediyor. O’nun emirlerine göre hareket ediyor. Koronavirüsü de bugün görevli bir memurdur, görevi bittikten sonra her mahlûk gibi o da göç edecektir.

Yapılan tesbitlere göre dünyada her gün 500 bin insan ölüyor. Bu ölümden korkmuyoruz veya aklımıza pek getirmek istemiyoruz. Bu güne kadar koronavirüsden ölenlerin sayısı 5000 olduğu söyleniyor. 7 milyar dünya nüfusuna karşı bir orantı kursak yüz binde 0,7’ye tekabül eden bir ölüm ihtimali için insanlık âlemi titriyor. Amma, her verdiğimiz nefesin arkasında bizi bekleyen ölümü nedense hatırlamak istemiyoruz. 

Evet tedbirimizi alacağız, maddî manevî duâmızı yapacağız. Gerisi Allah’a havale edip, kadere teslim kederden emin olmalıyız… Risale-i Nur’un penceresinden konumuza ışık tutan bir cümle ile bitirmek istiyorum.

Şöyle ki:

“Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan ta taun ve tufan ve kaht (kıtlık) ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, O Rahim-i Hâkimin elindedir. O’ Hâkim’dir, abes iş yapmaz, Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.” Bütün mahlûkat ile beraber virüslerin de, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın” Kabza-i tasarrufunda” olduğunu bilmeliyiz. Virüsler, musîbetler hepsi de birer ikazdır. Önemli olan bu ikazlardan ders ve ibret almaktır.

Mü’min, ne koronavirüsden, ne de başka virüslerden korkmaz ve korkmamalıdır… Mü’minin korkusu gıybet virüsü, haset virüsü, kin ve garaz virüsü, makam virüsü, mal virüsü ve hırs virüsüdür….

Cenab-ı Allah (cc) belâ ve musîbetler başımıza gelmeden önce günahlarımıza tövbe etmeyi, halimizi düzeltmeyi, emir ve yasakları istikametinde yaşamayı nasip eylesin.

Bizleri el-Hafiz, sığınanları koruyan, saklayan isminin hürmetine belâ ve musîbetlere karşı korusun. Âmin…

19.03.2020

Rüstem Garzanlı

Korona Virüs

Çin’in Vuhan kentinde başlayıp dünyayı saran virüs korana (COVID-19).  Dünyada milyonlarca insanı tehdit eden hastalık binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. İnsanlar evlerinden çıkmaz oldular, birçok ülke sokağa çıkma yasağı koydu, ülkeler arası tüm ulaşımlar iptal oldu, bütün bunların yanında Kâbe’de tavaf ve namazlar yasaklandı, mescidi nebevide ziyaretler yasaklandı, ülkemizde tüm camilerde Cuma namazı dâhil tüm ibadetler yasaklandı.

Zerreden şemse her şeyin dizgini elinde olan Allah (cc) böyle bir musibeti tüm dünyaya neden vermişti?

Koronavirüs bize ilk önce ne kadar zayıf ve aciz olduğumuzu hatırlattı. Bediüzzaman “Sen öyle bir za’fiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür..” buyurmuş.

Bu hadiseyi Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerim bir zâtın tasarrufunda tasavvur etmeyenler bütün bunları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, elem çekerler, korku içinde titrerler. Müslümanlar “Allah birdir, mülk Onundur, vücud Onundur, her şey Onundur.”der.

İnanan insanlar sarsılmaz bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, her şeyin üstünde Cenab-ı Hakk’ın sikkesini görür ve her şeyin cebhesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede dalalet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.

Evet hastalıkların bir kısmı var ki; eğer ölümle neticelense, manevî şehid hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir hark ve taun ile vefat eden de, şehid-i manevîdir, bu hastalar velayet derecesini ölümle kazanır.  Müslüman “Hâlık ve Rezzak, Hem Rahîm’dir; ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur o kapıyı dua ile çalar.

Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı korunur. İmanı, ona bir emniyet-i tamme(tam bir güven) verir.

Ebcet karşılığı hicri 1441 miladı 2020 ye denk gelen “dabbetülarz” hakkında Bediüzzaman’ın yazdıkları oldukça ilgi çekici.

Amma “dabbetülarz”: Kur’anda gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ Nasılki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâ’be tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir. Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak.

Belki ُهَتَاَسْنِمُ لُكْاَتِ ضْرَاْالُ ةَّابَٓدَّ لاِا âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbetülarz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû’-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.”

Üstadımız bu konunun tafsili hakkında “ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum” dediği için bizlerde bir kanaat belirtmiyoruz. Bizler bu musibetin manevi sebepleri ve bizim nasıl mukabele edeceğimiz mevzusu (Maddi-Manevi Tedbirler) hakkında Bediüzzaman ne demiş ona kulak verelim.

Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Kâfir yıllarca Suriye’de Myanmar’da Libya’da dahası dünyanın neresinde mazlum Mümin varsa öldürdü, başlarına bomba yağdırdı, vatansız bıraktı, ceza gelecekse kâfirin başına gelmeli.

Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir. Lut kavmi helak olurken yirmi bin zakir zikir çekip teheccüt namazı kılıyormuş, melekler Yarabbi yanlış mı geldik deyince Allah(cc) onlardan başlayın buyurmuştur. Bir çok Müslüman olaylara sessiz kaldı, o çocukların kadınların çığlıklarına kulak tıkadı.

Bu kadar mı? Tebliği vazifemizi terk ettik bir derste konuşmacının “Kıyamet, vazifesini yapmayan Müslümanlar yüzünden kopacak” dediğini hatırlıyorum. Buluğ kökünden gelen tebliğ akıl buluğa gelen her Müslümana farzdır. Devletler bunu eliyle yaparken diğer Müslümanlarda diliyle yapar, en zayıf olanı da kalbiyle buğz etmektir, ama gelin görün ki işveren işçisine tebliğde buğz etmeyi seçti, ana baba komşusuna, evladına bir şey anlatmaktan geri durdu.

Üstadın dediği gibi ekseriyet hata yaptı bütün bunlar Gayretullaha dokundu, bazı Müslüman geçinenler zalimlerin fiillerine manen de olsa iştirak etti, böyle olunca musibet bir yol buldu Müslümanlarında canını yaktı. Küfranı niğmet edildi, şükür edilmedi, nimeti ilahiyenin kıymetini takdir etmedik, haramlar açıktan işlendi, kul hakkı yendi, Allah’a kullukta Peygamber (sav) ümmetlikte çok kusurlar yaptık, ibadetten geri durduk ramazanlarda ümmetin hali ağlattırıyordu kâmil Müminleri, umre turistik gezi olmuştu, Kuranı Kerimin ayetlerine yanlış mana veriliyor Peygamberimizin(sav) hadisleri yok sayılmaya başlanmıştı. Müslüman kızlarımızın tesettürü farzdan çok modacıların tarzına göre olmuştu. Maddiyyunluk, bir taun-u manevîdir diyor ya Üstad maddecilik çok öndeydi maneviyat yara almıştı.

“Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müdhiş tokatlar yiyecekler.” diyen Bediüzzaman haklı çıktı. Âyette vardır: Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” Çünki musibet-i âmmeden masumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler.

Bu musibete karşı ne gibi tedbirler almalıyız, onunla nasıl mücadele etmeliyiz?

Maddi olarak devlet yetkililerin almış olduğu tedbirlere tam riayet etmeliyiz doktor ve konunun uzmanlarının sözlerine eksiksiz uymalıyız. Müslüman şunu iyi bilmeli, dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. Ve beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar, dua ile niyaz ile Kadîr-i Mutlak’ın dergâhına iltica eder, ağlayarak gözyaşı dökerek ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar etmeli ve sünnet-i seniye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye iltica etmeli. Hem bilinmeli ki böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, kısmı azamı tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle defolur.

Camilerden yapılan dualar, yakarışlar, okunan salatı selamlar, getirilen tekbirler bu manayı yerine getirmiş olur inşallah. Evet, Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebeptir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilasına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

Zenginler aç ve fakirlere zekât ile yardım etmeli, onların dilenmesine ve anarşi çıkarmalarına müsaade etmemeli, nefsini şımartanlar; Kardeşini komşusunu gözetmeli, hastaya, yaşlıya bilhassa ana babasına hürmette saygıda kusur etmemeli, onları huzursuzluk evlerine bırakıp gönüllerini kırmamalı üç kuruşluk dünya malı kazanacağım diye kadınlarımız İslami kuralların hiçe sayıldığı işlerde çalışmamalı, anneler bilhassa küçük çocuklarını belli bir yaşa gelinceye kadar kendileri bakmalı, unuttuğumuz müspet adetlerimiz, örflerimiz hayata geçirilmeli, helal harama dikkat edilmeli, ibadetlerimiz ihmal edilmemeli.

Madem elimizden kazaya rıza ve kadere teslim ve hizmet-i imaniye ve Kur’aniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor; elbette bize en elzem iş, telaş etmemek ve me’yus olmamak ve birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve korkmamak ve tevekkülle bu musibeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatı, hususan bu zamanda, bu şerait altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse gelsin, hoş görmeli.

Bu hengameden, selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatla girenlerdir. Çünki bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlahiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar.

Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur’un imanî ve Kur’anî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.

Yâ Rab! Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabul et, bu bela ve musibeti bizden ailemizden İslam aleminden, insanlık aleminden, dünyadan kaldır Allahım, bir daha böyle musibetler verme Allahım emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl Allahım. Amin.

Çetin KILIÇ

Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçmak

“Buharî ile Müslim’in ittifakla naklettikleri bu hadis, salgın hastalıklar karşısında tedbirli davranmanın ve yetkililerce bu meyanda alınan tedbirlere itaat etmenin kesin ve açık bir mükellefiyet olduğunu, bu konuda gösterilecek ihmalin ise insanların hayatını tehlikeye atmak anlamına geleceğini ve kişiyi Allah katında büyük bir sorumluluk altına sokacağını gösteriyor”

İbni Abbas (r.a.) anlatıyor:

Ömer b. Hattab (r.a.) Şam’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Serğ denilen yere vardığında, Hz. Ömer’i ordu komutanları (Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaşları) karşıladılar ve ona Şam’da salgın hastalığın başgösterdiğini haber verdiler.

Hz. Ömer bana “İlk Muhacirleri çağır” dedi.

Onları çağırdım. Hz. Ömer Şam’da salgın hastalığın başgösterdiğini bildirerek onlarla istişare etti. Onlar ihtilâf ettiler. Bazıları “Sen bir iş için yola çıktın; geri dönmen için bir sebep görmüyoruz” dediler. Diğerleri ise “İnsanların kalan kısmı ile Resulullah’ın ashabı seninle beraber; onları tehlikeye atmanı uygun görmüyoruz” dediler.

Hz. Ömer onlara “Siz gidin” dedikten sonra bana da “Ensârı çağır” dedi.

Ensârı çağırdım, Hz. Ömer onlarla da istişare etti. Onlar da Muhacirlerin yolunu tutup ihtilâf ettiler.

Hz. Ömer onlara da “Siz gidin” dedikten sonra bana dönüp şöyle dedi:

“Bana Mekke’nin fethinden önce hicret eden Kureyş’in yaşlılarından burada bulunanları çağır.”

Ben de onları çağırdım. Onlardan iki kişi bile bu konuda ihtilâf etmedi. Hepsi birden “Biz senin insanlarla beraber geri dönmeni ve onları vebâ salgınına atmamanı uygun görüyoruz” dediler.

Hz. Ömer bunun üzerine halka seslenerek “Sabahleyin ben bineğimin sırtında olacağım; siz de bineklerinize atlayın” dedi.

Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a.) “Sen Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi.

Hz. Ömer “Keşke bunu senden başkası söylemiş olsaydı Ebû Ubeyde” dedi. Onun muhalefetinden Hz. Ömer hoşlanmamıştı. “Evet,” dedi. “Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Söylesene, senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler, bu vadinin iki tarafından biri verimli, diğeri de çorak olsa, sen develerini verimli yerde de otlatsan, çorak yerde de otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?”

O sırada, bir süredir bazı ihtiyaçları için ortalıkta görünmeyen Abdurrahman b. Avf (r.a.) çıkageldi ve “Benim bu konuda bilgim var,” dedi. “Resulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işitmiştim: Bir yerde veba olduğunu işittiğiniz zaman oraya girmeyin. Siz oradayken bulaşıcı hastalık başgösterecek olursa hastalıktan kaçmak için oradan çıkmayın.”

Bunu işiten Hz. Ömer Allah’a hamd etti ve Şam’a girmeden geri döndü.

Buharî, Tıb: 30; Müslim, Selâm: 98

Ümit Şimşek

https://yazarumit.com/allahin-kaderinden-allahin-kaderine-kacmak/

Meşveret Divan Heyeti’nin Duyurusu

Aziz ve Sıddık Kardeşlerimiz,

Muhterem Hüsnü Ağabeyimizin tamim ettiği lahikaya te’yiden kardeşlerimize beyan ediyoruz ki; Diyanetin cuma ve vakit namazları ile ilgili kararları, hükümetimizin ciddi gayret ve tedbirleri, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve diğer bütün bakanlıklarımızın acilen işe el atmaları, azami dikkat ve hassasiyetleri çok açık bir delil ve hüccettir ki, gerekli tedbirleri almak ve maslahata uygun adım atmak zaruri, lazım ve elzemdir. Çünkü hastalık çok hızlı yayılmaktadır. Aksi halde tavır almak, sorumluluğumuzu yerine getirmemek kul hakkına ve hukuk-u ammeye taalluk eder, bizleri mesul eder. Ümmet içinde fitne ve kargaşaya sebep verir. Bu sebeple hafta içinde veya hafta sonlarında yapılan kalabalık dersler yerine kendi aramızda beş on kişiyi geçmeyecek şekilde hususi derslerle iktifa edilmesi,  ayrıca devam etmekte olan okuma programlarının mümkün olan en küçük gruplara bölünmesi, yeni programların kendi muhitimizde nezahet ve hijyen hassasiyeti içinde yapılması hikmet ve maslahata uygun görülmüştür.

Ehl-i hizmet kardeşlerimiz kendi dairelerinde, evli olan abi ve kardeşlerimizin de dua ve ilticalarını, namaz ve niyazlarını, ders ve tesbihatlarını, hanelerinde ifa etmelerini, evlerde içtima ve ev derslerine kuvvet vermelerini rica ediyoruz. Hem bu hastalık kaderin bir remzi ve işaretidir ki, bu mübarek üç aylarda bir nevi itikafa girmek; dünyanın geçici zevklerinden, yorucu meşguliyetlerinden, afaki ve boş işlerinden sıyrılıp Rabb-i Rahim’e daha halisane iltica etmek, Dergah-ı İlahiye’ye yönelmek için ıztırari bir kamçı gibi görüp ubudiyet ciddiyetine, marifet zevkine kuvvet vermek şeklinde değerlendirmemiz icab eder diye düşünmekteyiz.

“Sizin mi’racınızı tebrik ve Mi’rac Sahibi’nin (asm) sünnet-i seniyesine sizi ve bizi tam muvaffak eylemesine rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.”

Cenab-ı Hak içinde bulunduğumuz şuhur-u selase ve önümüzdeki leyali-i mübareke hürmetine alem-i İslam’ı ve memleketimizi maddi ve manevi bütün musibetlerden hususan bu hastalıktan halas eylesin, Amin.