Etiket arşivi: kuran

Gün gelecek hacca giderken pasaport sorulmayacak

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin “Sır ve Ser Kâtibi” Mehmed Feyzi Efendi’nin yıllarca sohbetlerinde bulunmuş Hasan Erdoğan’la röportajımızın 3. Bölümü…

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan
Röportajı Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

Mehmed Feyzi Efendi, hayatta iken kendisi ile ilgili yazılar yazılması konusunda nasıl bir tavır gösterdi?
•Mehmed Feyzi Efendi, hayatta iken kendisi hakkında kimsenin bir şey yazmasını istemedi. Not alanlara da, “Oku, ne yazdın?” derdi. Ben de o yüzden pek yazmıyor. Yazdığım zaman da dikkat ediyorum.

•Mehmed Feyzi Efendi hakkında yazılan kitaplarda hep velayet ve ilim ciheti ön planda tutuluyor. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Talebesi, Sır ve Ser Kâtibi olması ve Risale-i Nurlar’da derin vukufiyet sahibi olması konularına hiç değinilmemiş. Bunun sebebi nedir? Bu bilinçli olarak mı yapılmış?
•Maalesef maattessüf. Durum aynen öyle. Ben bu vechini yani Mehmed Feyzi Efendi’nin Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi, Sır ve Ser Kâtibi olması cihetini anlatmaya ve yazmaya çalışıyorum.

•Mehmed Feyzi Efendi konusunda ailesinin nakillerde bulunmaması, yazıları gün yüzüne çıkarmaması, O’nun hakkında yazmamasının hikmeti nedir?
•Ailesinin, Mehmed Feyzi Efendi hakkında bir şey yazmaması, bir şey nakletmemesi, ketum kalması hakikaten benim de bilemediğim ve çözemediğim bir mevzu. Hikmetini bilemiyorum.

•Risale-i Nur Külliyatı’nda Şualar eserinde Mehmed Feyzi Efendi’nin bir mahkeme müdafaasında şu ifadeler geçiyor; “Denizli hâdisesinde menzilim taharri edildiği vakit beş yüz seksen adet mütenevvi kütüb-ü ilmiye ve Arabiye evimde bulunduğu resmen sabit olmuştur. Benim fakr-ı halimle ve gençliğimle ve lisan-ı Arabîde noksaniyetimle beraber bu zamanda binde bir şahısta bulunmayan bu mütenevvi beş yüz seksen cilt kitabı bana toplattıran, fevkalâde bir talebelik şevki ve hârika bir aşk-ı ilmîdir.” (Şualar, 14. Şua) Mehmed Feyzi Efendi bu 580 adet çeşitli ilimlerdeki Arapça kitaplar ile ilgili size anlatır mıydı? O eserlerin akıbeti ne oldu? Bu eserlerin hepsini okumuş muydu? Daha sonra onlara devlet el mi koyuyor?
•O kitapları vefatından sonra gördüm. O kitapları okuyup anlamış ve hayatına tatbik etmiş. O kitaplar Kastamonu’da ki evinde, odasında aynen duruyor. Ev şu anda boş. Müftü olan oğlu Kastamonu’ya geldiğinde o ilgileniyor.

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Mehmed Feyzi Efendi’nin zengin bir kütüphanesi vardı. Şualar’da geçen 580 cilt kitabı vardı, çeşitli İslâmî ilimlerde. 1940’lı yıllarda bu kitaplarını çöp kamyonuna yükleyip, götürmüşler. Daha sonra geri iade etmişler ama ciltleri yıpranmış, zarar görmüş. Bu olaydan Mehmed Feyzi Efendi esefle bahsederdi.” A.Ç.]

•Mehmed Feyzi Efendi, kendileri Latin huruftan mı yoksa Hatt-ı Kur’ân’dan mı Risale-i Nurları takip ederlerdi?
•Bize Risale-i Nur okumaz hülâsa sohbet ederdi. “Latin harfleri bilmiyorum” derdi. Kendi şahsî okumalarını Hatt-ı Kur’ân’dan yaparlardı.

•Risale-i Nur’u okuma ile ilgili tavsiyeleri var mıydı?
•Mehmed Feyzi Efendi, “Risale-i Nur’u dikkatle, teenni ile mütalaa edin” derdi. Risale-i Nur’u tam anlayan ve tatbik eden birisi idi Mehmed Feyzi Efendi.

•Âlem-i İslâm’ın ve Risale-i Nur’un istikbali ile ilgili veya istikbale dair müjdeleri var mıydı?
•Mehmed Feyzi Efendi istikbale yönelik şöyle derdi: “Hacca giderken pasaport falan sorulmayacak. ‘Müslüman mısın?’ geç denecek.”
Bir başka zaman da şöyle derlerdi;
“Hem ay’a gitmek marifet değil. Asıl orada Beytül İzzet’te Kur’ân’ın aslı var. Onun fotoğrafını çekseler ya. Ay laciverdimsi bir küredir. Bir avuç toprak getiriyorlar insanları aldatmak için. Dünyada toprak kıtlığı mı var? Ay’da dünyadaki ma’denlerin aksi var. Onları keşfediyorlar. [Bu konu ilim adamları tarafından araştırılmalıdır.]

•Mehmet Feyzî Efendi derslerini çoğu zaman günümüz tekniğine uygun olarak yazdırma, önceden hazırlanma, ödev verme ve soru cevap tarzında yürütmüş; öğretilen konuları daha sonra özetleyip ana fikrini belirleme yönüne giderek, öğrencilerin verilen dersi daha sağlam ve pratik bir şekilde kavramalarını sağlamıştır. Okutmuş olduğu dersler arasında, Arap dili grameri (sarf-nahiv), akâid, kelâm, fıkıh, tefsir, hadis ile tasavvufa dair çeşitli kitaplar yer almaktadır. Ayrıca ve özellikle Kur’an-ı Kerim’in okunması ve okutulmasıyla ilgili olarak çeşitli tecvid ve kıraat kitaplarını, hem teorik olarak okutmuş, hem de pratik olarak ders vermiştir. Bu kitaplar içerisinde İlm-i Tashîh-i Hurûf (Tâlim), Aşere, Takrîb, İthaf ile ilgili eserler vardır. Kendisinden ders alanlar arasında profesörler, öğretmenler, müftüler, vaizler, imamlar ve sair meslek mensupları ile halk tabakasından nice insanlar bulunmaktadır.” (Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 86. Mehmet Feyzî Efendi’nin ders okutma usûlü hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. Küllüoğlu, “Mehmet Feyzî Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 33-40. Burada bahsedilen kitaplar için bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 103, 139, 178, 292-293)
Bu ifadelere göre Mehmed Feyzi Efendi, Risale-i Nur’un haricinde İslâmî kitapları tedris şeklinde ders vermiş ve okutmuş diye geçiyor. Bu konu ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
•Mehmed Feyzi Efendi sadece Kur’ân-ı Kerîm talimi ve sohbet yaptığı tek gördüm. Diğerleri ile ilgili bilgim yok.

[Şevket Özsoy Ağabey’den şu bilgiler alınmıştır; “Ben Mehmed Feyzi Efendi’nin geleneksel usûlle yazdırarak ders verdiğini biliyorum. Eski ev sahibim, Hz. Pir imamlarından Hacı İbrahim Efendi’den biliyorum. Ders notlarını bana gösterdi ve bu notların fotokopileri de var bende. Bu derslerin okunduğunu beyan eden kaynaklarda da geçiyor. Mesela bir sohbetinde bize bir gün Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nden okuyuverdi, Mehmed Feyzi Efendi. Sanıyorum Marifetnâme idi.” A.Ç.]

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Mehmed Feyzi Efendi’nin son dönemlerinde İmam Hatip’te okurken kendilerinden Kur’ân Talimi dersleri alırdık. İmam Hatip’ten talebeler de gelirlerdi. Yazarak tedris ettiği bizden önceki dönemlerde olmuş.” A.Ç.]

•“Nice öğrenciler yetiştiren Mehmet Feyzî Efendi’nin talebelerine bizzat okuduğu/okuttuğu ya da kendi gözetiminde okunmalarını sağladığı eserlerden bir kısmı şunlardır:
1.Sarf-Nahiv,
2.Fıkh-ı Semerkandî,
3.İhyâu Ulûmiddîn (akâid ve hac bahsi),
4.Şemâil-i Şerîf Şerhi (Aliyyü’l-Kârî),
5.Hadis-i Erbaîn Şerhi (Birgivî, Akkirmânî, İsmail Hakkı Bursevî),
6.Hülâsatü’l-Buhârî / Tecrîd-i Sarîh Şerhi (Şerkavî) ,
7.Akâid-i Nesefî Şerhi (Sâʻdüddîn Taftezânî),
8.Cezerî Tecvidi (Osmanlı Türkçesi),
9.Kenzu’l-ummâl (Müttakî el-Hindî),
10. Mârifetnâme (Erzurumlu İbrahim Hakkı),
11. Muhammediyye Şerhi (İsmail Hakkı Bursevî) ,
12. İsmail Hakkı Bursevî’nin şiirleri,
13. Pendnâme Şerhi ,
14. Mevlânâ’nın menâkıbıyla ilgili bir kitap,
15. Divan-ı Alevî (Ali isminde bir müellife ait),
16. İslam’da Kardeşlik Hukuku (İmam Şa‘rânî),
17. Tasavvuf ve Hayat (İmam Şa‘rânî),
18. Mürtede Ait Hükümler (İmam Şa‘rânî),
19. Kitâbü’l-İbrîz ,
20. İnsan-ı Kâmil ,
21. Nakşibendîlerle ilgili bir kitap (Muhammed Parsa). (Burada bahsedilen kitaplar için bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 103, 139, 178, 292-293)
Bu nakle göre 21 tane kitabı okutmuş ve tedris vermiş Mehmed Feyzi Efendi. Böyle bir olaya şahit oldunuz mu? Bunu nasıl Anlamalıyız? Konu hakkında bilginiz var mı?
•Bu eserleri okuttuğuna ve ders verdiğine dair bilgim yok.

[Şevket Özsoy Ağabey’den şu bilgiler alınmıştır; “Mehmed Feyzi Efendi’nin verdiği bu dersler konusundaki yeterli açıklama, kaynaklarda var. Ayrıntı isteniyorsa yine bu kaynaklara başvurulabilir. Orada talim/tecvid ders alanlara bizzat şahidim. Hatta bir gün Mehmed Feyzi Efendi Vel Asr Sûresi’ni talim etmişlerdi. Dursun Aktaş Hocamız da sanıyorum ders almıştı. Konuyla ilgili kendisine sorulabilir.” A.Ç.]

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ile tanıştıktan sonra da böyle ders okuttuğu talebeleri vardı. Kur’ân-ı Kerîm okumayı ve Hadîsleri tetebbu etmeyi tavsiye etmişlerdir.
Bahsi geçen kitapta kimden nakledildikleri belirtilmiştir. “Karanlıktan Aydınlığa” isimli kitapta, Hz. Pir Camii (Şeyh Şaban-ı Veli Camii) Emekli İmamı Merhum İbrahim Küçük Hoca’dan bu bilgilerin alındığı geçer. İsmi geçen kitapları bizden önceki yıllarda talebelerine ders vermiştir. Biz son dönemine denk geldiğimiz için sadece Sohbetlerine katıldık ve Kur’ân Talimi aldık.
Sohbetleri, Kur’an-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerif kaynaklıydı. Gelen misafirlerle konuşur, hal hatır sorar. Daha sonra bir konu açılınca o konu hakkında konuşurlardı. Gelenlerin çoğu sorularını sormadan cevaplar alırlardı. ‘Aklımızdaki soruyu sormadan, konu oraya geldi ve cevap verdi Feyzi Efendi’ diye söylerlerdi.
Sohbetlerinde Selef-i Salihin’den, geçmiş âlimlerden sözler söylerdi. Onlara atıf yapardı.” A.Ç.]

•Mehmed Feyzi Efendi’den;
“Ne Cebre kayalım, ne İtizale dalalım. Ehl-i Sünnet’te kalalım.”
“Bu fakir bir zamanlar hubbi idi.”
Şeklinde nakiller yapılıyor. Bu sözleri bizzat kendisinden duydunuz mu?

•Evet duydum. Mezar taşında da Hatt-ı Kur’ân ile de yazar. “Vasiyetim” derdi. “Burada yatan adem, bir zaman hubbî idi. Bir zaman cubbî idi. Bir zaman sükûtî idi. Şimdi de turabî. Ruhuna Fatiha.” şeklinde.

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

RİSALE-İ NUR BAŞTAN SONA MANTIK OLDUĞU İÇİN O KİTABI YAZMADIM

Bediüzzaman Said Nursî (ra) Hazretleri̇’ni̇n Sır ve Ser Kâtibi Mehmed Feyzi Efendi (rh) Hakkında Hasan Erdoğan Ağabey ile yaptığımız Röportaj – 2

 

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan

Röportaj Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

 

Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri hakkında ne gibi tespitleri ve ifadeleri vardı?

• Mehmed Feyzi Efendi (rh), Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri için “Allâme” derdi. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’ni ilk gördüğünde “Aradığımı buldum” diyor. Bir de Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nden bahisle şöyle derlerdi; “O bir aslandı. Biz kedi gibi yanında dolaştık. Tırnağı da olamayız.” Mehmed Feyzi Efendi (rh), kemâl-i tevazuuda zirve birisiydi.

Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin, Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) hususi iltifatları var mıydı? O iltifatlarından bildikleriniz var mı?

Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin dişi M. Feyzi Efendi’de (rh). Ben görmedim ama görenler var. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin “Dişimi kime verdiysem, ilmimi ona verdim.” dediği rivayeti var. Hapishane’de iken cübbesinin yamasını Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin cübbesinin yamasına benzetiyor. Orada bir tasavvuf ehli zât varmış. O zât, “Bak tam fenafi’l-üstad” diye latife etmiş. Bir de Mehmed Feyzi Efendi’nin sakalı kesilmemiş. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin “Feyzi’nin sakalı, benim sakalımdır.” şeklinde bir sözü var. Sakalına hiç ustura vurulmamış. İlk askerlik yaptığında sakalı yok, çıkmamış o zaman. Yedek askerlik yaptığı zaman da sakalına el vurulmamış, sakallı olarak askerlik yapmış. Hattâ Denizli hapsinde bir Kabadayı, Mehmed Feyzi Efendi’nin sakalı ile ilgili “Bu sakala kıyana, kıyarım!” diyor ve böylelikle hapiste iken de sakalı hiç kesilmiyor.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin, Mehmed Feyzi Efendi için “Selef-i Salihin, Mehmed Feyzi gibi talebem olduğuna gıpta ediyorlar.” sözünü rivayet olarak duydum.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Mehmed Feyzi Efendi için “Ser Kâtibim” ve “Sır Kâtibim” diyor. Mehmed Feyzi Efendi’yi bu cihetiyle de ele almak gerekiyor. Mehmed Feyzi Efendi, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin çok iltifatlarına mazhar olan bir zât idi.

Mehmed Feyzi Efendi (rh) hayatta iken kıymeti bilinmedi diyebilir miyiz?

Maalesef kıymeti bilinmedi, tam anlaşılamadı. “Derdimi anlatamadım, yalnız kaldım gardaşım.” derdi. Büyük zatların kıymeti maalesef hayatta iken bilinmiyor. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin bile hayatta iken Emirdağ’ında iken, Kastamonu’da iken tam hakkıyla bilinmedi.

Mehmed Feyzi Efendi’nin Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nden hatıra nakli neden azdır? Neden hatıra anlatmazdı? Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nden duyduklarını anlatsa en fazla anlatabilecek kişilerden birisi olduğu halde neden nakillerde bulunmamıştır? 8 sene boyunca Kastamonu da birlikte kalmış sonuçta. 8 yılda birçok bilgi elde edindiği ve Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin sırlarına mazhar olduğu muhakkaktır. Ama bunları neden izhar etmemiştir?

• Hatıra anlatma konusunda “Mübalağalı oluyor gardaşım.” derlerdi. Ondan dolayı pek hatıra anlatmazlardı. Ama ara sıra yeri geldikçe anlatırlardı. Mesela; “Karadağ’a çıkarken Üstâd at sırtında, ben yularından tutardım. Tashih ede ede giderdik. Yorulmak nedir bilmezdik.” derlerdi. Yani Karadağ’a kadar 10 – 15 km bir mesafe. Bunlardan sitayişle bahsederdi. Bir de şöyle derlerdi; “İftihar ediyorum ki; Üstâd’a eski ve yeni eserlerini baştan sona okudum.” Risale-i Nur Külliyatı’nın çoğu hafızasındaydı. Sohbetlerinin çoğunun muhtevası Risale-i Nur’dandı. Cemaatten gelen abiler olunca bazen hatıra anlatırlardı.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’in derslerini ses kaydına almak isteyenlere izin vermediği ifade ediliyor. Hulusî Yahyagil Ağabey (rh) ses kaydına ve videoya (bir tane vefatından 1 hafta önce çekilen var) izni ve fetvası var iken; Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) bu konuda izin vermemesinin sebebi sizce nedir? Veya bu konuda bir açıklama yapmış mıydı?

Çok nadir ses kayıtları vardır. Medine-i Münevvere’de Ali Ulvi Kurucu ile Hac’da iken Arafat’ta var. [Bu konuşma metninin yazılı hali tarafımızdan neşredilmiştir. Bkz. https://www.risalehaber.com/mehmed-feyzi-efendi-ile-ali-ulvi-kurucunun-hacda-yaptigi-sohbet-22465yy.htm A.Ç.]

[Buna ek olarak Mi’rac konusu ile ilgili bir ses kaydı ve Kur’ân-ı Kerîm Tilaveti ses kaydı mevcuttur.] “İzin yok gardaşım.” derlerdi, teyipin ses almasına. Çok teşebbüs ettiler, çokları olmadı. Bu da ayrı bir sır. Sesinin kaydedilmemesi ile ilgili, “Zihinler daha iyi” derdi.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’den tarîkat dersi aldığını iddia edenler var. M. Feyzi Efendi tarîkat dersi verir miydi? Nur Talebesi olduktan sonra da tarîkate bağı var mıydı? Daha önceden intisap ettiği Nakşi şeyhine daha sonradan da intisabı devam etmiş midir? M. Feyzi Efendi (rh), Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’ni tanımadan önce tarîkatte hilafet almış mıydı? Yani bir şeyin halifesi olmuş muydu?

Mehmed Feyzi Efendi’nin, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni tanıdıktan sonra herhangi bir tarîkat intisabı ve bağlılığı yok. Ama Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’ni tanımadan evvel Kastamonu da Nasrullah ve Sinanbey Camii İmamı olan Kurra Hafız Ömer Aköz’den kıraat ve talim dersi almıştır. O zât daha sonra Fatih Camii İmamlığı ve Diyanet İşleri’nde Mushafları Tetkik Heyeti’nde bulunmuştur. Mehmed Feyzi Efendi, o zâttan tarîkat değil talim ve kıraat dersi almıştır. O zât ehl-i tarîk ve tarîkatte halife olan birisidir.

Bir gün Hafız Ömer Efendi’nin (ra) tarikat/tasavvuf ehli olup olmadığı konusunu Mehmed Feyzi Efendi’ye sormuştuk. “Evet tarikat ehli idi ama, ilmi nazara verirdi” cümlesiyle özetleyebileceğimiz izahlarda bulunmuştu.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’in İslâmî ilmi dallar ve konularda yazdığı yazılar veya çalışmaları var mıydı? Şu an sadece Asâ-yı Mûsa eserinin sonunda neşredilmek üzere hazırladığı Lügatçesini biliyoruz. Başka bildiğiniz var mı?

M. Feyzi Efendi’nin (rh) te’lif ettiği bir eser yok. Bildiğimiz bir lügat var. Asâ-yı Mûsa eserinin sonuna eklenmek üzere hazırlanmış. O lügatçede de ne kadar âlim olduğu görülmekte. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, «Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Ta’likat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevk eden, matbu “Kızıl Îcaz” namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur’la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak.» (Kastamonu Lâhikası) diyor. Bu yeri Mehmed Feyzi Efendi’ye sormuştum. Dedi; “Gardaşım o zaten mantık. Risale-i Nur baştan sona mantık. Ona ihtiyaç yok.” [Konuyla ilgili Son Şahitler, c. 1’de şu ifadeler geçmektedir; Muhtelif yıllarda Mehmed Feyzi Ağabeye Tâlikâtın Türkçe dersini kaleme alıp almadığını sorduğumda, “Hayır yazamadım, kaleme alamadım” diye cevap vermişti.] Bazı abiler Feyzi Efendi (rh) hakkında “Üstâd söylediği halde yapmıyor.” diye bahsederlerdi. Edebinden, bir çığır da açmamak cihetiyle de belki bir eser te’lif etmediler. Hep sohbetler ile devam ettiler. Mehmed Feyzi Efendi sohbetler konusu ile ilgili şöyle derlerdi; “Sahabe kulaktan sıvarıldı.” Yani kulaktan âlim oldular. Mehmed Feyzi Efendi de bu yolu tutuyordu. Ve sohbetine gelenler en müşkil meselelerini halleder, giderlerdi; sormadan bile.

Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin Talebeleri için Ağabey denilir iken Mehmed Feyzi Efendi (rh) için “Efendi” denilmesinin sebebi nedir? Bu tabir Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ile kalmadan önce de kullanıldığı için mi devam etmiştir? Bunun hikmeti nedir?

• Mehmed Feyzi Efendi için “Efendi” tabirinin kullanılması, hem anne hem baba tarafından seyyid olmasından dolayıdır. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi olan ağabeylerden yanına ziyarete gelenler de “Mehmed Feyzi Efendi” diye hitap ederlerdi. Abdullah Yeğin Ağabey ve Mustafa Sungur Ağabey de ziyarete geldikleri zaman “Feyzi Efendi” derlerdi. Kastamonu halkı hep bu tabiri kullanırlardı ve bu şekilde de kaldı.

Mehmed Feyzi Efendi’nin soy ismi konusunda bir sorum olacak. Risale-i Nur Külliyatı’nda soy ismi “Pamukçu” olarak geçiyor. Ama TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “Şallıoğlu” yazıyor. Soy ismi bir dönem Pamukçu olup sonra değişiyor mu? Bu konu hakkında bilginiz var mı?

Denizli ve Afyon hapsinde iken teyzesi Mehmed Feyzi Efendi’yi evlâd ediniyor. “Pamukçu” soyadı oradan kalma. Daha sonra asıl soy ismi olan “Şallıoğlu” oluyor.

[Not: TDV İslâm Ansiklopedisi’nde bu ifadeleri tasdik olarak şu ifadeler var; “Annesinin vefatından sonra teyzesi tarafından evlât edinilen Mehmet Feyzi’nin Pamukçu olan soyadı Şallıoğlu şeklinde değişmiştir.” https://islamansiklopedisi.org.tr/sallioglu-mehmet-feyzi]

 

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

 

RİSALE-İ NUR’U HUSUSİLEŞTİRMEMEK LÂZIM, MÂL-İ UMUMÎDİR

Bediüzzaman Said Nursî (ra) Hazretleri̇’ni̇n Sır ve Ser Kâtibi Mehmed Feyzi Efendi (rh) Hakkında Hasan Erdoğan Ağabey ile yaptığımız Röportaj – 1 

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan

Röportaj Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin “Sır ve Ser Kâtibi” Mehmed Feyzi (Pamukçu) Efendi’nin yıllarca sohbetlerinde bulunmuş Hasan Erdoğan’la konuştuk.

  • Sizi tanıyabilir miyiz?
  • Aslen Kastamonuluyum. 1957 doğumluyum. 1994 yılına kadar Kastamonu’da ondan sonra İstanbul’da ikamete başladım. Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’i 1979 yılında tanıdım. Onun vesilesiyle Risale-i Nurları ve dershaneleri tanıdık. Evimizde Salı günleri ders olurdu. Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) aklımıza takılan soruları sorar, cevap alırdık. Bazen de hiç sormadan cevaplarımızı alırdık. Sualleri sormadan cevap verme gibi halleri vardı. Onu görünce alemimiz değişti. O yıllarda şeyh ararken yakınımızda Mehmed Feyzi Efendi’yi (rh) bulduk. İlk tanıdığım zaman Gazetecilik 3. Sınıfta okuyordum. Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) dedim; “Efendim bu okulu bitirsem ne olacak? Çalışacak televizyon yok, gazete de yok!” Bana cevaben; “Bitir gardaşım, ileride lazım olur.” dedi. Bu da kerametvari. Vefatından 2 sene sonra biraz gazetecilik, biraz televizyonculuk yaptık. 1996’da ticarete başladım. İstanbul’da Tevruz Apartmanı’nda kaldım, iş yerim de oraya yakındı. Abdullah Yeğin Ağabey orada kalıyordu, ondan çok istifade ettik Elhamdülillah.
  • O zamanki Risale-i Nur hizmeti ile şimdiki Risale-i Nur hizmetlerini mukayese edecek olursanız neler söyleyebilirsiniz? 
  • Bizim Risale-i Nur’u ve dershaneyi tanıdığımız zamanki ihlâs, muhabbet, sadakat daha farklıydı. Çok vakıflar yetişiyordu bu mânâda. Şimdi yetişmiyor. Bu da ayrı bir derdimiz.
  • Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’ten duyduğunuz hususi hatıralarınız ve nakilleriniz var mıdır? Varsa öğrenmek isteriz.  
  • • Risale-i Nur mesleği içinde ayrılıkları Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) sordum bu. Cevaben dedi ki; “Gardaşım! Nasıl ki parmaklar kola bağlıdır. Ana koldaki ayrılıklar çok şey değil. Daireye her meslek, her meşreb girdi; daire genişledi.” Ve Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh); “Risale-i Nur’u da hususileştirmemek lazım. Mal-i umumîdir.” şeklinde bize çok tavsiyeleri oldu. Bir de hususi olarak bize “Gardaşım Risaleleri dikkatle, teeni ile okuyun, mütalaa edin.” derlerdi. Mehmed Feyzi Efendi’nin sohbetleri kitaptan okuma tarzında değil; Kur’ân-ı Kerîm’den, Hadîs-i Şeriflerden ve Risale-i Nur’dan alınmış – süzülmüş sohbetler şeklinde idi. Mesela Risale-i Nur’daki Onuncu Söz eseri için “Haşir Risalesi’nde yüzden fazla âyetin meâli var. Ama onlar zikredilmiyor.” derlerdi. M. Feyzi Efendi’yle (rh) bir gün ikimiz varız. “Hele gonuşun gardaşım” derdi. Biz tabi susardık, sonra sohbet bir yerden açılırdı. Bir yaz günü ikimiz vardık sadece, M. Feyzi Efendi (rh) bana dedi ki; “Gardaşım, Kastamonu’da yalnız kaldım; kerpiç gibi örülmüş. Söküp atamadım.” Ben dedim ki; “Efendim, biz de anlayamıyoruz.” Vefatından sonra çoğu kişi anlaşılıyor. Vefatında böyle herkes ‘Böyle birisi varmış da bizim haberimiz yokmuş’ dediler. Bir sürü kalabalık. O zaman telefon da yaygın değil. Türkiye’nin her yerinden binlerce kişi geldiler. Kastamonu o zaman anladı ‘Eyvah’ dedi, ne çare. Biz de 10 sene gittik sohbetlerine, şimdi diyorum tam istifade edemedik. Herkes kabına, kabiliyetine göre alabildi. Risale-i Nurları anlamak konusunda, Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) sordum; “Üstad diyor; ‘Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.’ (Lem’alar) Bu nasıl olur?” Dedi ki; “Olur gardaşım ama nasıl bileceğiz?” Yani onun bir mihengi olması lazım. Ben okudum, anladım, âlim oldum demekle olmuyor. Bu hatırayı da hiç unutmuyorum.

 

  • Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) istikbale dair verdiği müjdeli haberler var mıydı? Varsa nelerdir?
  • İstikbale ait gaybî konulara pek girmiyordu. Ama İslâm hakimiyetinin olacağını, ümidli olmayı, nereden nereye geldiğimizi, “Bir fabrikada kumaş nasıl koyulursa öyle gider. Dinsiz bir nesil yetiştirmek istediler olmadı.” derlerdi. Bunu çok defa zikrederlerdi. Hep ümidvar olmayı bize gösterdi. 12 Eylül’ün o zor zamanlarında bile hep ümidli olmayı bize tavsiyede bulundular. “Müsbet konuşalım, müsbet düşünelim. Fitne uyandıracak hareketlerden kaçınalım gardaşım.” derlerdi. Bu sözünü sohbetine giden herkes duymuştur.
  • Yeni nesil Nur Talebelerine tavsiyeleriniz nelerdir?
  • Okumak, neşretmek, okuduğumuzu yaşamak – tatbik etmek. İşte bununla ilgili bir sohbette M. Feyzi Efendi’ye (rh) bir kardeş “Muhlisine’l-Muhlasine sırrını” sordu. Mehmed Feyzi Efendi cevaben; “Birisi kesbîdir, birisi vehbîdir. Kesbî olmadan vehbî olmaz.” dedi. “İhlâs Risalesi’ni okumakla da ihlâslı olunmaz gardaşım.” dedi. İşte bununla ilgili aklıma geliyor; okuduklarımızı anlamak, kavramak ve yaşamak gerekiyor. Bundan başka çare yok. Bir de Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri’nin de tavsiye buyurdukları gibi; ihtilaf etmemek, münakaşa etmemek, kardeşinin aleyhinde olmamak. “Herkes aynı halkda, aynı meşrebde olmuyor.” derdi M. Feyzi Efendi. Üstâd Bediüzzaman Hz. de diyor ya; “Medar-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrepte olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” (Kastamonu Lâhikası) Herkes aynı olmuyor; haslar var, talebeler var, dostlar var. Bu şekilde olmalıyız, istikameti muhafaza etmeliyiz. İstikamet deyince, Mehmed Feyzi Efendi (rh) şöyle derlerdi; “En büyük keramet, istikamettir gardaşım.” Hakikaten bu sözü o zaman anlayamıyorduk, şimdi daha iyi anlıyoruz.

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

GÖRÜNMEYENE İNANMAK

Maddiyyun yani Materyalist bir asırda maalesef akıllar gözlere inmiş bir halde. Peki Allah’a inanmayan yüksek rütbeli birisine Cenâb-ı Hakk’ın varlık delilleri hakkıyla okunduğunda sonunda ne olmuş olabilir? Merak ediyor muyuz? Bizzat yaşanmış bir olayı okuyarak, sonucunu kendimiz görebiliriz. Olayı yaşayan kişi anlatıyor;

******

Bir gün omuzunda yıldızları çok olan üst rütbeli birisi diyor ki: “20. Asırda inanç diye bir şey olmaz. İnanç; eskidendi ve cehaletin hâkim olduğu zamanlarda vardı. Bilimin, tekniğin ve teknolojinin olmadığı bir zamanda inanç olur. Bu asırda inançtan bahsetmek, gökte görülmeyen bir şeye inanmak; 10 asır önceki insanların hortlamış hali demektir.”

Bunu duyan oradaki bazıları diyor ki: “Senin inkâr ettiğin o Allah’ı ispat edenler var! Hem de akli, mantıki delillerle ispat ediyorlar!”

O rütbeli kişi de diyor ki: “Bir tane ispat eden çıksın, şu rütbemi sökerim.”
Ona: “Lütfen adresinizi verir misiniz?” diyorlar ve adresi alıyorlar.

Adresi bize verdiler. Biz de gittik. Kapıyı çaldık. “Buyrun” dediler, biz de cevaben dedik ki: “Allah’ı ispat etmeye geldik.” dedik.
“Oooo sizler mi geldiniz?” diye cevap verdi.
“Evet bizleriz.” dedik.

“Ben de sizleri bekliyordum.” dedi.

Sonra istihzaya [alay etmeye] başladı ve dedi ki: “Dün ‘Tanrıların Arabalar’ını okuyordum. Ne kadar asılsız bir şeymiş bu Tanrı anlayışı.”

Biz de “İyiki evvelki gün gelmemişiz. Yoksa bizi uğraştıracaktın biraz.” dedik.

Başladı hemen tesadüf ve tabiat diye söylemeye.

Ben açtım 23. Lem’a Olan Tabiat Risalesi‘ni.. Ona okudum.

Orada Bediüzzaman Hazretleri, 4 tane ihtimal veriyor. 4. İhtimalde diyor ki; Bir eczaneyi seç. Eczanede çeşitli kavanozlarda ilaçlar var. Kavanozları tedkik edip bakıyoruz ki, üç – beş ilacın ayrı ayrı terkibinden meydana gelmiş. Yüzde 2 mg şundan, yüzde 9 mg şundan, binde 1 mg şundan vs diye.. Eğer o alınan ilaçlar; o kadar hassas ve dakik alınmış ki, biraz az veya fazla içindeki maddeler olsaydı ilaç yerine zehir olurdu. Demek oluyor ki, maharetli bir kimyager vardır. Birisi dese ki; ‘Tesadüfen rüzgarın esmesinden, şişelerin devrilmesinden bu ilaçlar kendi kendine meydana gelmiştir.’  Eşek muzaaf bir eşek olsa, bir an için insan olsa ‘Bu fikri kabul etmem’ deyip kaçacaktır.

Bunları deyince adam çok ciddi. Bizi dinledikten sonra: “O hâlde ben eşeğim!” dedi.

Ben de ona dedim ki: “Siz eşek olamazsınız!”

O da “Peki ne olacağım?” dedi.

Ben de ona “Acele etme! İnsan olacaksın ama önce eşek olacaksın!” dedim.

“Nasıl olacağım kardeşim?” dedi.

“Acele etme! Bir anda olamazsın. Eşeğin bir anda insan olması mümkün değildir.” dedim.

23. Lem’a Tabiat Risalesi‘nden okumaya devam ediyorum.

O da “Evet… Evet… Evet…” diyor.

Sonra dedi ki: “Evet bu kâinatı idare eden güçler var! Bazı güçler var!”

Ben de ona dedim ki: “Şu anda bu 10 katlı apartmanda oturuyoruz. Şimdi birisi dese ki; ‘Şu apartmanın doğraması, kalorifer malzemesi, elektrik malzemesi, su malzemeleri, kapısı-penceresi, mutfağı-banyosu vs.. Demek ki bunlar gösteriyor ki, önceden düşünülmüş ve projesi yapılmış. İnsanların yaşaması için hazırlanmış.’ Biz de aynen bu kâinat apartmanına geldik, her şey hazır. Şimdi birisi dese ki; ‘Şu bina, şu apartman; çevredeki dağlardan kopan demirler, çimentolar, ağaçlar bir araya geldi ve şu binayı yaptı.’ Ne kadar abes olur değil mi?”

Dedi ki: “Eşeklik olur yani!”

Ben de ona dedim ki: “İşte bak! Nasıl ki bu apartman, mühendisi ve krokiyi gösteriyor ise şu kâinat apartmanınındaki nizam ve intizam da bir Allah’ı gösteriyor!

Daha önce ‘Tabiat, tesadüf’ diyordu. Ben de bunu hatırlatınca: “Kullanma şu çirkin kelimeleri Allah aşkına! Evet bazı güçler var! Bana o güçleri anlat. Acele anlat bana o güçleri!” diye cevap verdi.

Ben de ona dedim: “Acele etme!”

Sonra şu âyetin meâlini okudum: “Allah’tan başka ilahlar bulunmuş olsaydı, bu âlem fesada girecekti.”
“Onun için bir tek kuvvet var. Bir köyde iki muhtar, bir nahiyede iki müdür, bir vilayette iki vali olamaz! Bir Hâkim-i Mutlak gerekir. Çünkü bu kâinata bir bak! Bu gezegenlerin nizam ve intizam içinde yörüngelerine ve dönmelerine bak. Bu sistem içindeki bir tanesi 1 dakika dursa, bütün sistem hepsi birbirine girecek. Güneş, dünyadan 1 milyon kattan fazla büyük. Bir de Güneşten daha büyükler var. Bunlar o kadar dakik, o kadar nizamlı, o kadar hassas hareket ediyorlar ki 1 saniye dahi bir hareketindeki inhiraf, bütün kâinatın bozulmasına sebep olacaktır. Bir tek kudret var ki, bütün bu kâinatı ihata etmiş. Çünkü 50 kat 100 katlı binayı yapan mühendis, temelinden tavanına kadar projesini yapmış ki bir nizam içinde olsun. Yoksa tavanı birisi yapsa, tabanı birisi yapsa ve birbirlerinden haberleri olmasa o bina devam edemez! O hâlde bu kâinat binasını da tanzim eden, idare eden bir ilah var!”

O da: “Evet, evet bir olması lâzım. Ama bizi de görüyor, kâinatı da idare ediyor! Bu nasıl oluyor?” dedi.

Dedim: “Acele etme!”

Dedi ki: “Acele et kardeşim! Allah aşkına acele et!”

Dedim: “Bak, bir karınca yürüyor. Bir tane buğday tanesi almış. 10 cm önünü görebiliyor. O karınca arkadaşına diyor ki: ‘Karınca kardeş, insan denen bir mahluk var. Ve bizim taşıdığımız bu buğdayın bin mislini beraber götürüyor.’ Bunu kendi ilmi ile, kuvvet ve kudreti ile baksa kıyas edemez. Aklı ihata edemez. ‘Nasıl olur ki ya?!’ der. Bizim bu gördüğümüzün bin şiddeti görüyor. İşte bu misal gibi çok misal verilebilir.”

Sonra 16. Söz‘deki bir misali örnek verdim. “Bir insan bir aynalar odasına girse, ben bir iken binlerce olurum. Ama gören benim, işiten benim, yiyen benim. Aynadaki görüntü ne görüyor ne işitiyor ne de yiyor. Ama ben değil nim-nurani güneş ayineye aksedince; ısısıyla, ışığıyla ve yedi rengi ile onun içine giriyor.” Sonra Allah’ın sıfatlarını anlattım.

Bunları anlattıktan sonra adam: “Allahu Ekber!” dedi.

Ben de adama dedim ki: “Namaz vakti geldi. Biz namaz kılacağız.”

Adam dedi ki: “Çok rica ediyorum. Bir namazı burada birlikte kılalım.”

******

Başta inançsız olan kişiye sonunda “Allahu Ekber” dedirten ve “namaza başlamasına” vesile olduran Allahu Teâlâ’ya sonsuz hamd ve sena olsun.

“Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor, küfrün temel taşını zîr ü zeber ediyor.” denilen 23. Lem’a olan Tabiat Risalesi’ni..

Konuşmada bahsi geçen 16. Söz‘ü..

Ve nizam, intizam ve Cenâb-ı Hakk’ın 6 ismi üzerine yazılmış olunan 30. Lem’a eserini okumanızı tavsiye ederiz.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân ve İman hakikatleri olan Risale-i Nurlar’dan istifademizi ziyadeleştirsin.

Vesselâm.

Abdulkadir Çelebioğlu

Allah geometri biliyor mu?

Cenâb-ı Hakk’ı ne kadar tanıyoruz? Veyahut Cenâb-ı Hakk’ı tanımayanlar nasıl bir Zât-ı Zü’l-celal’i tanımaktan gaflet ediyorlar? Yaşanmış bir olay ışığında Cenâb-ı Hak hakkında bir öğretmenin “Allah Geometri Biliyor Mu?” sorusuna verilmiş ibretlik bir cevaptan ders almak için istifadeye sunmak istiyorum. Bizzat olayı yaşayan kişi anlatıyor;

******

Ben Ankara’da üniversiteye hazırlanma kursuna gidiyordum. Orada bir Fizik öğretmeni vardı. Sadece dini ilimler görüp, fenni ilimleri görmeyen genç sakallı bir hoca vardı. Öğretmenler ona ‘Hocaefendi’ diye tabir ederlerdi. O hocamız da üniversite hazırlık kursuna bizimle beraber devam ediyordu.

Fizik öğretmeni genç sakallı hocaya dedi ki: “Hocaefendi, Allah geometri biliyor mu?”
Genç hocaefendi başını eğdi, kırmızı oldu ve dedi ki: “Ben hastayım, lütfen benimle istihza [alay] etmeyin.”

Ben o anda işe müdahale etmek mecburiyetinde kaldım.

Önünde bir tane Turan Tan’ın Geometri kitabı vardı.
Ben de Fizik öğretmenine dedim ki: “Hocam, Turan Tan Geometri biliyor mu?”
Fizik öğretmeni de güldü. Dedi ki: “Adam kitap yazmış, kitap!.. Sen biliyor mu diye soruyorsun. Bu kadar cehalet olur mu?”

Ben de dedim ki: “Bir cehalet var. Bir de echeliyet var. Bir de cehaletini bilmeyecek kadar cahil olanlar var. Turan Tan, üç tane dört tane prizma yapmış. Bu kâinat geometri kitabını yazan, çizen, tanzim eden İlâhî bir kudret, küçük ay ile büyük ay arasında, galaksiler arasında öyle bir nizam derc etmiş ki; cisim halinde bir geometri kitabı yazmış. Dünya ile Güneş arasında 149 milyon km mesafe vardır. O kadar dakik bir nizamla tanzim ediliyor ki; biz gözümüzü açtıkça, kâinat yüzüne nazar ettikçe, en evvel gözümüzü çarpan tam ve mükemmel bir nizam. Ve hassas ve dakik bir intizam içinde olduğunu görüyoruz. Her şey hikmetle tanzim edilmiş. Kâinatta hiç abes bir şey yok. Hepsi hikmetli yapılmış. Bu hareket edenler neden hareket ediyorlar? Çünkü her harekette bir hikmet tanzim edilmiştir. Dünya dönüş hareketinde biraz nakise veya zaide yapsa bir anda üstünde bulunan bütün varlıkları fezaya fırlatacak. Nedir bu? Bu camid, şuursuz, akilsiz kâinat; bu kadar nizamlı, bu kadar intizamlı, bu kadar hikmetli, bu kadar maslahatlı, bu kadar gayeli hareket ediyor!”

Sonra ayağa kalktım ve dedim ki: “Şimdi bu sınıfa bir daire çizeceğim.”

Bir daire çizdim ve sonra dedim ki: “Hocam mesela birisine desem ki 30 defa dön ve şu hızla dön. Hem kendi çevrende dön, hem de şu dairenin etrafında dön. Yapabilir mi?”

Fizik öğretmeni dedi: “Bunu hiçbir insan yapamaz, mümkün değil!..”

Ben de ona dedim: “Peki hocam 30 defa bir dairenin çevresinde ve kendi etrafında belirli bir hızda dönemeyen insan mı akıllıdır yoksa bu dünya mı akıllıdır? Bu kâinat işte böyle bir nizamla hareket ediyor! Demek ki şuursuz, camid kâinatı; şuurlu ve nizamlı bir şekilde hareket ettiren bir ilim sahibi olan Allah vardır!..”

Fizik öğretmeni dedi: “Yahu kardeşim! Sen bunları nerede okumuşsun?! Nedir Bu izahlar?! Bunlar nasıl bilgilerdir?!”

Ben de dedim: “Ben İslâm mektebinde okuyorum. Büyük bir İslâm mütefekkirinin şöyle bir sözü vardır; ‘Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.’ (Münâzarât) Yani vicdan, din ilimleri ile ziyalanır-ışıklanır. Akıl da fenni ilimler ile nurlanır. İkisinin yani din ilimleri ile fen ilimlerinin birleşmesi ile hakikat ortaya çıkar. O iki kanat ile talebenin himmeti pervaz eder, kanatlanır. Eğer bu iki ilimden sadece fenni ilmi alsa hile ve şüphe olur; aynı senin gibi. Yalnız dini ilimleri alırsa da taassub doğar; hocaefendi gibi.”

[Burada sadece dini ilim gören hocamız mahçup edilmek istenilmemiştir. Sadece dini ilimler görülüp, fenni ilimler alınmaz ise taassuba sebebiyet vereceği söylenilmiştir.]

Bunu söyleyince sınıftaki herkes gülmeye başladı.

******

Evet bu yaşanmış olayda, o cevapları veren talebe; bir Risale-i Nur Talebesidir.

Bahsettiği “İslâm mektebi”, Kur’ân ve İman hakikatlerini öğrendiği yerlerdir.

Nakil aktardığı “Büyük bir İslâm mütefekkiri” de; Üstâd Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’dir.

Anlattığı hakikatlerin geçtiği eserler ise; Risale-i Nur Külliyatı’dır.

Cenâb-ı Hakk’ı daha iyi tanımak, marifetullahta ilerlemek ve akli delilleri ile öğrenmek isteyenler için şu eserleri tavsiye ederiz;

Bediüzzaman Hazretleri’nin “fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlık’ı tanıttırıyorlar.” dediği 11. Şua olan Meyve Risalesi’nin 6. Meselesini..

22. Söz eserini..

Bediüzzaman Hazretleri’nin “Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor, küfrün temel taşını zîr ü zeber ediyor.” diye vasfettiği 23. Lem’a Olan Tabiat Risalesi’ni..

“Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.” denilen 7. Şua olan Ayetü’l-Kübra Risalesi’ni..

Cenâb-ı Hak, Kur’ân ve İman hakikatleri olan Risale-i Nur eserlerinden istifademizi ziyade eylesin.

Vesselâm.

Abdulkadir Çelebioğlu