Etiket arşivi: kürt

Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak

“Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak.” cümlesindeki “Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak”tan maksat nedir? Detaylıca izah eder misiniz?

“Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak.” (1) cümlesini önce lügavî olarak ele alalım. Şöyle ki;
“Hem Türk unsurunda…”
Türk kelimesinin lügattaki tanımı şu şekildedir;

«Anavatanı Orta Asya olan, Türkçe’nin değişik lehçeleri ile konuşan millet ve bu millete mensup olan kişilere denir. Türkler, Asya’nın en büyük ve en meşhur milletidir. İki şubeye ayrılırlar: Türkistan’ın doğusunda kalanları “Uygur”, batısında kalanları “Türk” ve “Türkmen” adlarıyla anılmışlardır. Orta Asya’da iken Şamanizm, Tengricilik ve Gök Tanrı inançlarına bağlı idiler. Hicretten 350 yıl sonra Tağ Han neslinden olduğu rivâyet edilen Türkmen Hükümdarlarından, Karahanlı Hakanı Salur veya Saltuk Han; İslâm dinini kabul ederek Kara Han ve Abdülkerim ismini almıştır. Halkının çoğunun da Müslüman olmasını sağlamıştır. Bu şekilde Orta Asya’daki ilk Türk-İslâm Devleti, Karahanlı Devleti olmuştur. Abdülkerim Saltuk Buğra Han, daha sonra da devletin resmi dinini İslâm yapmıştır. Bu dönemde ilk Türk-İslâm eserleri olan geçiş dönemi eserleri verilmiştir. O devirde hilafet merkezleri olan Bağdat’a gidip gelmekle askerî cesaret ve kahramanlıkları ile Abbasî halifelerinin gözdesi olmuşlardır. Askerlik hizmetlerinde istihdam olunmuşlardır. Daha sonraları diğer devlet kademelerinde de görev almışlardır. Kumandanlık ve emirlik seviyesine kadar çıkmışlardır. Bu sebeple İslâm beldelerinde büyük bir şöhret ve nüfuza sahip olmuşlardır. Oradan Anadolu’ya ve Avrupa’ya yayılarak bir çok devlet kurmuşlardır. İslâmiyet’i dünyanın bir çok yerine ulaştırmışlardır. Tarihte 16 büyük devlet kurmuşlardır. Bediüzzaman’ın tâbiriyle “İslâmiyet’in Sancaktarı” olmuşlardır.» (2)

Türklerin masadaki olduğu Âyet-i Kerîme, Hadîs-i Şerîfler ve Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Türkler ile ilgili tahlilleri için bakabilirsiniz.

http://www.nurnet.org/dunyanin-her-tarafinda-olan-turkler-ise-muslumandir/

“Unsur” kelimesi ise “ırk ve milliyet” anlamında kullanılmıştır.
“…ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde…”
“Ebedî” kelimesi, malum “Sonsuza ve ebediyete ait” (3) demektir. Yani “Daimî olan”. (4)
Ebed kelimesi de “Sonu olmamak” (5) demektir.
Istılahî olarak da; “Ebed, parçalara ayrılmayan zaman diliminden ibarettir. ‘Şu zamanda bu olay oldu’ denir. Fakat ‘Şu ebedde şu olay oldu’ denmez. Bu kelime gelecek vakit için kullanılır. Zıddı olan ezel ise geçmiş zaman için kullanılır.
Ebed, geleceğe nispetle sonsuz olarak takdir olunan zamanlarda varlığın devam etmesine denir.” (6)
Ve bir Esma dersi olarak da; “Ezel; Evvel ismine, Ebed; Âhir ismine bakar.” (7)
Ve “Ezel hadsize, Ebed nihayetsize bakar.” (8)

Devamında da “…kabil-i iltiyam olmamak suretinde…” diyor.
Kabil-i iltiyam; “İyileşebilir. Birleşme ve barışmaya meyilli.” (9) demek. Cümlede bunun olumsuzu söyleniyor, “kabil-i iltiyam olmamak suretinde” deniliyor. Yani asla iyileşemez, birleşme ve barışmaya meyli olmamak şeklinde. Ne olacak peki?

“…bir inşikak çıkacak.” Yani “İkiye ayrılma, çatlama, yarılma ve bölünme” (10) olacak.
Yani Türk ırkında, Türk milleti de sonsuza kadar hiçbir zaman birleşemeyecek, kaynaşamayacak, barışmaya meyli bile olmayacak bir şekilde ikiye ayrılma ve bölünme olacak.

Bu cümleyi birçok farklı şekilde izah edebiliriz. Bunlardan dokuz tanesi ise şunlardır;

Birinci ve kuvvetli olanı; Dikkat edilirse bu, şartlara bağlanmış bir durumdur. Böyle bir şartın meydana gelmesinin sonucunda, ortaya çıkacak belirli bir duruma bağlanmış bir sözdür. Yani ırkçılık illeti devam ederse böyle olur, demektedir. Meselâ, 11. Şua olan Meyve Risalesi’nde şöyle denilmektedir; “Eğer beraber olsa miladî bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa elbette tokatları dehşetli olacak.” (11) Bu cümlede de şarta bağlanmıştır. “şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa” diye kayıt düşülmüştür. Yani “şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa”, bunun sonucunda “tokatları dehşetli olacak”tır.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe bakışını şu şekilde dile getirmiştir; “eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa’nın bir nevi Frenk illeti olduğundan, bir zehr-i kàtil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o Frenk illetini İslâm içine atmış; tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O Frenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.” (12)
Konuyla ilgili benzer ifadeler de 21. Mektûb’da şöyle geçmektedir; “Fakat tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhret-perverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telakisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir.” (13)

İkinci olanı; Gelecek noktasında keşfen haber veriyor olabilir. Bunun hakikî mahiyetini biz bilemeyiz. Aynen 1971 muhtırasının ve birçok bizce gaybî olan haberlerin gelecekte vaki olduktan sonra insanların anlayabileceği gibi bir durum da söz konusu olabilir. En doğrusunu ancak Allah bilir.

Üçüncü anlamı da şu olabilir; “Türk Milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan, onların ırkçılıkları İslâmiyet’le mezcolmuş, kâbil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hatta Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar.” (14)
İslâmiyet ile Türklük iç içe geçmiştir. İslâm’dan ayrılan Türklükten de ayrılıyor. “Nerede Türk taifesi varsa Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.” (15) hakikatince Türklüğün birlik, beraberlik ve parçalanmaması; İslâmiyet’e sımsıkı sarılmalarına bağlıdır.
Bediüzzaman Hazretleri, bu ifadeleriyle Türk milletinde ebedî birleşmemek üzere bir ayrılık olacağını haber veriyor. Böyle bir ayrılık olursa, bir daha kaynaşma ve birleşme olamayacağını da anlamak mümkündür.

Dördüncü anlamı da şu olabilir; Burada Türk milleti içinde çıkacak bir inşikak yani ayrılma ve bölünmeden bahsedilmiştir. Bunu Türk milleti içinde dindar, muhafazakar kesim ile din aleyhtarı olan muarız kesim olarak da anlayabiliriz. Bu şekilde anlamak isabetlidir. Nitekim bunu zaman da tefsir etmiştir. Yani Türk milleti içerisinde, dinsizlik ve dindarlık olmak üzere iki ayrı akım, cereyan çıkacağı haber veriliyor. Bu ortaya çıkan dalların bir daha birleşmeyeceği de anlaşılıyor. Demek kıyamete kadar bu şekliyle devam edecektir. Fakat bazı zamanlar dindarlık tarafı kuvvet bulup, dinsizlik tarafı da zayıflasa; bazen de tersi bir durum olsa da yine bu iki kesim devam edecektir.

Beşinci olarak; Tedavisi mümkün olmayacak bir bölünme olacağı anlaşılıyor. Bu bölünmeye bir çok örnek verilebilir. Meselâ; 1970’li yıllarda sağcı, solcu çatışmaları veya 1980’li yıllardaki farklı siyasî görüşlü kesimler arası vuku bulan haller örnek verilebilir. Birbirine zıt ırkçı temelli akımlara kapılan gençlerin kavgaları da bu minvalde düşünülebilir.

Altıncı olarak; Bu konuya daha kesin ve mukni bir cevap istersek, Macarlar ve Bulgarlar verilebilir. Bu iki millet, Türk asıllı oldukları halde, İslâm’a gitmediklerinden dolayı Türklükten de çıkmışlardır. Bu iki milletin tekrar eski durumlarına kavuşmaları imkansız görünüyor.

Yedinci olarak; Yine Osmanlı ile birlikte yaşayan kavimler, birer birer Osmanlı’dan koptular ve bir daha eski konumlarına da geri dönemediler. İşte Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu durumun bir daha tekrar etmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Zira bu ayrılıkların ve bölünmelerin sebebi; aramıza atılan tefrika-ayrılık tohumlarıdır. Ve bunlar bir oyuna gelinerek ortaya çıkmıştır.

Sekizinci olarak; Net olarak anlaşılan şu ki; Türkler içinde iyileşmesi mümkün olmayan bir inşikak, bölünme olacak. Ve bugün böyle bir bölünme olması için yapılan planlar bilinmektedir. Bu bahsi geçen bölünme; toprak veya vatan bölünmesi değildir. Türk unsuru görüşlerine olan bir bölünmedir.
Meselâ; Ülkemizde vuku bulan terör olayları 30 yılı aşkındır vardır. Bu olaylarda on binlerce sivil insanın zarar görmesi, askerlerimizin şehîd olması ve bir kısmının da gazi olması, birçok insanımızın da memleketlerinden ayrılmasına neden oldu.
Bu terör olaylarının dehşetli sonuçlarıyla birlikte “Türk unsuru”nun parçalanacağını keşfeden Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, “Kitleler mabeynindeki râbıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise şe’ni, müthiş tesâdümdür.” (16) demiştir.
Ayrıca Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, “Evet tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.” (17) demektedir. İman birliği olması, kalplerin de bir olmasına vesile olur.
“Türk unsuru” arasındaki tedbire yönelik fikri bölünme ve ülkenin inşikakı yani ayrılması fikrine karşı ancak Asrın Müceddidi Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin ürettiği Kur’ânî ve Nebevî reçete olan Risale-i Nur eserlerinin eczaları ile tedavi edilebilir. “Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!” (18)

Dokuzuncu olarak; Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, “Türk unsuru” içinde ortaya çıkacak bir “inşikak”tan bahseder. Konu ile bağlantılı bir hadîs-i şerîflerinde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in bahsettiği “yetmiş üç fırka”dan bahseden hadîs-i şerîf akla geliyor. (19)
“İkiye bölünme” ile ilgili şu şekil bir söz vardır; “Ümmet ikiye bölünecektir. Bir kısmı nifaksız (yani iki yüzlülük yapmadan) iman edenlerdir. Bir kısmı da imansız nifak (iki yüzlü münafıklık) yapanlardır.”

Yani “Türk unsuru” içerisinde çıkacak olan “inşikak” bunlar olabilir. Hattâ hepsi de olabilir. Çünkü Kur’ân Tefsîri’nden binler mânâ çıkarılabilir. Ve el-hak hepsinin de hakikat payı vardır.

Vesselâm.

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 498
2- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Türk Maddesi, s. 1048
3- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Ebedî Maddesi, s. 222
4- Mehmed Feyzi Pamukçu, Asa-yı Musa Mecmuasındaki Arabî Kelimelerin Kısaca Tercümelerine Dair Bir Lügatçe, Ebedî Maddesi
5- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Ebed Maddesi, s. 221-222
6- Muhlis Körpe, Risale-i Nur Istılahları, s. 43
7- Enfus Lügatı, Ebed Maddesi, s. 54
8- Enfus Lügatı, Ebed Maddesi, s. 54
9- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Kabil-i İltiyam Maddesi, s. 536
10- Bkz. Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, İnşikak Maddesi, s. 497
11- Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, s. 270
12- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 71
13- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 300
14- Risale-i Nur Hakkında Verilen Bir Konferans, s. 169
15- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 364
16- Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 124
17- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 295
18- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 148
19- Tirmizî, İman, 18; İbn-i Mace, Fiten, 17

Kürt Sorununa Çözüm Risale-i Nur’da

Bölücülük bataklığının kökünden kurtulabilmesi ve bölücü terör sorununa kalıcı çözüm üretebilmesi için devletin ve halkın Bediüzzaman’a kulak vermesi ve Risale-i Nur’daki esaslara itibar edilerek yayılması ferdi ve toplumsal hayata ışık tutması gerektiğini düşünüyoruz.
Çünkü Bediüzzaman, ülkemizde halkın çok büyük kesimini teşkil eden Türk-Kürt ve Arap kökenli insanlarımızın itibar ettiği, saygı ve hürmet gösterdiği bir zattır. Zira Bediüzzaman, neseben Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin soylarından gelen bir seyyid yani Arap kökenli bir insandır. Ancak Bitlis’te kürt nüfusun yoğun olduğu bir bir memlekette dünyaya gelmiş ve kürt gelenekleri ve hayat tarzı ile yetişmiş, kürtolarak nitelendirilmiş ve kendisi bu nitelendirmeye itiraz etmeyerek kürt kimliğini benimsemiştir. Bediüzzaman’ın hizmeti- nin çok büyük bir kısmı Türk Milletine olmuş ve kendiside Türk Milletine çok büyük bir muhabbet duymaktadır. KısacasıBediüzzaman hazretleri Kürtler, Türkler ve Araplar için sevilen, sayılan, hürmet ve kendisine itibar edilen ortak bir isim ortak bir değerdir.Bediüzzaman, hem Türkleri hem de Kürtleri çok iyi tanımaktadır. Yani her iki milleti de tüm özellikleri ile çok iyi tanıyan mümtaz şahsiyetlerden birisidir. Onun için Türkler ve Kürtler arasında meydana gelebilecek ihtilaf ve nifak konularını da, birlik ve beraberliği tesis edecek bağları da en doğru şekilde tespit ve teşhis edebilecek bir zattır.
Bediüzzaman, her milletten talebeleri olan, eserleri her milletten insanlar tarafından okunup istifade edilen mümtaz bir şahsiyettir. Demek ki onun eserlerinde her milletten insana hitap eden ve tüm insanları ortak değerler etrafında toplayabilen birleştirici bir özellik var.
Bediüzzaman, hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti idaresinde yaşamış sosyal ve kültürel değişimi yakından takip etmiş ve hadiselerin içinde yaşamış; sosyal ve siyasal hayattaki kırılma noktalarının canlı şahidi olmuş, her devrin ve tüm gelişmelerin sebep ve detaylarını bilen, gelişmeleri doğru okuyup çözüm reçeteleri üreten; yaşadığı her devirde tehdit ve tehlikelere karşı halkı ve devleti uyaran ve yol gösteren mümtaz bir şahsiyet ve büyük bir mütefekkirdir. Risale-i Nur’da ırkçılığa, bölücülüğe ve terörizme karşı somut çözüm önerileri yer almaktadır.
Terörle mücadele konusunda devlet her yolu denediği halde şimdiye kadarBediüzzaman’ın fikirlerine kulağını tıkadı. Güneydoğu Anadolu’da bazı şeyhler bile PKK terör örgütüne sempatizan veya destekçi olduğu halde; kürt kökenli Risale-i Nur talebeleri asla bölücülüğe taviz vermediler ve terör örgütüne sempatizan veya taraftar olmadılar. Devlete bağlı kalıp birlik ve bütünlüğümüzün tesisi için çalıştılar. Bu gerçeği dikkate alan devlet kurumlarının Bediüzzaman’a kulak vermesi ve Risale-i Nur da ki çözüm önerilerine itibar etmesi gerekir.
Terörle mücadele konusunda gerek Bediüzzaman hazretlerinin hayatından ve gerekse Risale-i Nur Külliyatından tespit edebildiğimiz bazı hususları paylaşmak istiyoruz:
Bediüzzaman Kürt Devletine karşıdır
Mondros Mütarekesi sonrası İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde devrin meşhur gazetecilerinden birisi olan Şeyhülmuharririn namıyla bilinen Konsolidçi Asaf Bey, o günlere ilişkin bir hatırasını şöyle nakleder:
Bir gün Divanyolu’ndaki matbaamızda otururken odaya bir adam girdi. Kıyafeti tuhafça idi. Başında külaha benzer bir şey vardı. Bu adamı görünce Mevlanzade ayağa kalktı, beni göstererek:
‘Efendim’dedi, ‘Başmuharririmiz Konsolidçi Asaf…’
Ve bana hitap ederek:
‘Oğlum’ dedi. “Bu zat en büyük din alimlerimizden Bediüzzüman Said Nursi’dir.”
Bende o zaman Bediüzzaman’la konuşmaya başladım. Hakikaten yüksek ilmi konuşmaları ile çok müstefit oldum. Bundan sonra, sık sık matbaamıza geliyordu. Onunla konuşuyorduk. Bazen birlikte dışarı çıkıp şehir içinde gezdiklerimiz bile oluyordu.
Bilmem ne kadar zaman sonra idi. Said Nursi İstanbul’dan ayrılmıştı. Memleketine mi yoksa başka bir yere mi gitmişti, şimdi hatırlamıyorum. Almanya ve müttefikleri büyük bir hezimete uğramışlardı. Memleket parçalanmış, vatanın her parçasında yeni hükümetler türemeye başlamıştı. Ermenistan da bunlardan biridir. Mevlanzade Rıfat Bey, bir gün bana dedi ki:
‘Oğlum Ermenistan hükümeti kuruluyor. Onların Ermenistan kurmalarına karşılık, impara- torluk dağıldığına göre bizde Kürdistan kuralım’
Ben hayretle yüzüne bakınca, o bana dedi ki:
“Ben vatan haini değilim. Onu yıkanların Allah belasını versin. Birer hırsız gibi kaçtılar. Filhakika bir Kuva-yı Milliye var, ama ümit pek zayıf. Mu’cize devrinde değiliz. Ben bu işi Said Nursi’ye yazacağım. Çünkü onun nüfuzu çok kuvvetlidir. Hatırı çok sayılır. Onun için bu zata bir mektup yazıp göndereceğim. Ve ondan teşrik-i mesai isteyeceğim.”
Mevlanzade mektubunu yazıp gönderdi. Bundan on gün kadar geçmişti, belki de on beş gün, hatırlamıyorum. Bir gün matbaamızda oturuyor- duk. Misafirlerimiz de vardı. O zamanlar Bahriye Nazırı olan Cakalı Hamdi Paşa ile Divan-ı Harb-i Örfi Reisi nezdimizde idiler. Şuradan buradan konuşuyorduk. Bu sırada posta müvezzii odaya girdi ve bir mektup bırakarak çıkıp gitti. Rıfat Bey mektubu okurken yüzünü ekşitiyor, hiddetlendiği aşikar görülüyordu. Rıfat Bey mektubu okuduktan sonra bana fırlatarak:
“Oku da gör” dedi. “Bediüzzaman benim tekliflerimi reddediyor. (Ben senin fikrine taraftar değilim) diyor.”
Mektubu gizli okumak çok ayıp olacaktı. Aşikar olarak okumaya başladım. Cakalı Hamdi Bey ile Divan-ı Harb-i Örfi Reisi Mustafa Paşa da dinliyorlardı.Bediüzzaman’ın bu cevabı mektubu aynen hatırımda olmamakla beraber,Bediüzzaman bu mektubunda, Mevlanzade’nin Kürdistan kurma teklifini reddediyor: “Rıfat Bey, Kürdistan teşkil etmek değil, Osmanlı İmparatorluğunu ihya edelim. Bunu kabul edersen canımı bile feda ederek çalışırım” diyordu. Benim aşikar olarak okuduğum mektubu misafirlerimiz de dinledikten sonra Mustafa Paşa, Mevlanzade’ye:
‘Rıfat Bey, sen yanlış düşünüyorsun. Bediüzzaman doğru söylüyor. Kürdistan kurmak değil, Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurmak lazımdır’ dedi….
Yine aynı dönemde “Kürt Teali Cemiyeti”nin reisi Abdülkadir’den gelen Kürdistan kurma tekliflerine de Bediüzzaman şu cevabı veriyordu: “Allahü Zülcelal Hazretleri, Kur’an ı Kerimde, ‘Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’ diye buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı İlahi karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan beri alem-i İslamın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine dört yüz elli milyon hakiki Müslümanın kardeşliğine bedel birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.” (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi/Necmeddin Şahiner)
Sorularla Risale

Kardeşlik Baharı Yeşerirken

Son zamanlarda ülkemizde güzel gelişmeler oluyor.Bu olumlu gelişmeler birilerinin istememesine rağmen yavaşta olsa gerçekleşmeye devam ediyor.Kardeşler arasındaki suni duvarlar bir bir yıkılmaya başlıyor.Bu duvarlar yıkılırken gürültüde çıkar.Yıkılmasına engel olmaya çalışanda çıkar.Bu duvarlar yıkılırken yeni duvarlar örmeye çalışanlar elbette çıkacaktır.

 Dikkatinizi çekmiştir ! Batı dünyası bizlerin arasına suni duvarları örmeye çalışırken;batılılar kendileri için birleşmeyi desteklemektedir.

Dünyanın en büyük ve en güçlü birleşik devletleri  Amerika Birleşik Devletleridir.ABD   40 tane eyaletten oluşmuş devletler topluluğudur.Bu eyaletlerin çoğunda farklı ırklardan,farklı inançlardan ve farklı kültürlerden oluşan eyaletler vardır.Bu eyaletlerde İngiliz,Fransız,İspanyol,Çinli,Hintli ve benzeri bir çok ırktan ve milletten insanlar yaşamaktadır.Bunların hiç biri çıkıp ta bu farklılıkları bir ayrılık unsuru olarak görmemiştir.Hepsi ABD vatandaşlığı şemsiyesi altında birleşmiş ve bu vatandaşlığı her yerde bir ayrıcalık olarak görmüşlerdir.Onlara sorduğunuzda ABD vatandaşıyım diyerek devletlerine olan bağlılıklarını göstermişlerdir.

Peki bunlar bu ülkede ne gibi kültürel haklara sahiptir? Sorusuna şu cevabı verebiliriz.Buradaki milletler kültürel haklarını serbest bir şekilde ve özgürce kullanmaktadırlar.Bu milletlerin dilini ve kültürünü yaşaması diğer milletler için bir tehlike ortaya çıkarmamış bilakis diğer milletlerden olan insanların birbiriyle kaynaşmasına ortam hazırlamıştır.

Avrupa birliği de  aynı mantıkla kurulmuş ve şimdi 25 tane Avrupa  ülkesi birleşmiş bir ülke haline gelmiş.Bu ülkelerdeki insanlar istediği gibi dolaşıp  istediği ülkede yaşama hakkına sahip olmuştur.

Peki biz neden birleşemiyoruz.Bizim birleşmemize neden engel çıkarıyorlar.Kendi kardeşimizle aramızda neden duvarların örülmesini yardım ediyorlar.Osmanlı yıkıldıktan sonra İslam dünyasını neden cetvelle parçalayıp küçük kabile devletlerine bölüyorlar.Onunla da yetinmeyip şimdide ırk,mezhep  gibi zenginlikleri bir ayrılık unsurları gibi önümüze sürüp pazarlamaya çalışıyorlar.Hiç düşündük mü ?

Yıllarca Türkiye’yi Avrupa Birliğinin kapısında bekletip ;Türkiye yüzünü doğuya İslam dünyasına çevirdiğinde ;”Ortadoğu bataklığında ne işiniz var?” diyerek sözde akıl vermeye çalışıyorlar.

Bize doğuya yönünüzü çevirmeyin diyenler.Dünyanın öbür ucundan buralara gelip Afganistan’ı,Irak’ı işgal edip;Ortadoğu’yu bataklığa çevirip bırakıp gidiyorlar.Bize gelince  yapmayın diyorlar.

Bu durumu ülkemizde de yıllarca yapmışlardır.Ülkemizdeki kardeşler arasında suni duvarların örülmesi için çeşitli uyduruk bahaneler üretmişlerdir.Yeri geldiğinde Türk-Kürt,yeri geldiğinde Alevi-Sünni diyerek kardeşleri birbirine düşürmüşlerdir.

Yazar Senai DEMİRCİ’NİN iki güzel sözünü aktarmak istiyorum:

Terör, Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin kavgasıdır: Türkçü olmayan milyonlarca Türk ve Kürtçü olmayan milyonlarca Kürt niye kavga etsin?

Terörün bitmesi hayır değil mi? yoksa, yitirdiğimiz canlar, yetim bıraktığımız çocuklar, dul kalmış kadınlar daha mı çok olsun istiyorsunuz?

Evet  bu sorulara verilecek doğru cevaplar insanların vicdanını rahatlatacak cevaplar olacaktır.

Sonuç olarak birileri yıllarca sahte Kahramanlarını ve projelerini  üretip önümüze sürdüler.Yıllarca bu kurgulanmış olaylar ve kahramanlar hakkında düşünerek ve konuşarak zaman geçirdik.Ama artık mızrak çuvala sıkmıyor.Artık sahte kahramanları da ifşa oldu.Herkes kimin ne olduğunu biliyor.Yeni nesil  eskisi gibi her söylenene inanmıyor,akıl terazisinde tartarak değerlendiriyor.Bundan böyle halkı kandırmaya çalışanlar aslında kendilerini kandırmış olacaklardır.Kardeşlik köprüleri kurulurken engel olmaya çalışanlarda bu köprülerin  altında ezilecektir.

Kürt Vatandaşlarımıza Düşmanlık

“Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabîle kabîle yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir!”
* * *
Kürdçülük, Türkçülük vesaire gibi menfi milliyet fikri, İslâmiyet Milliyetini parçalamak için hâriçten içimize sokulmuş öldürücü bir zehirdir.

 

KüRT VATANDAŞLARIMIZA DüŞMANLIK..
.. Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müdhiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenub tarafındaki dindaşlara adavet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenub efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenubdan gelen Kur’an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.
İşte o dindaşlara adavet ise; dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ana dokunur. İslâmiyet ve Kur’ana karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harab etmek; hamiyet değil, hamakattır!
* * *
Ey Türk kardeş! Bilhâssa sen dikkat et!
Senin milliyetin İslâmiyetle imtizac etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil..
Dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi).
* * *
Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
* * *
“Dil, din bir ise; millet birdir.”
Madem öyledir. Hakikî unsuriyete değil; belki dil, din, vatan münasebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zâten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir.
* * *
Bediüzzaman: O vilayat-i şarkiye Âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünki ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garbda gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyatı din ile kaimdir.
* *
Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdir. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk’e hakikî kardeşliği hissedemiyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz.
* *
Hattâ bu hususta size bir hakikatli bir misal vereyim:
Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: Sâlih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.
Sonra aynı talebe tali’sizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onun ile görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben simdi râfizî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de eyvah dedim. Sen ne kadar bozulmuşsun. Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatli hamiyetine çevirdim.
* *
işte ey meb’uslar!.. O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatına uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.
Bediüzzaman Said Nursî

Haydi, Barış ve Huzur İçin Eller Semaya!

Otuz beş seneden beri Türkiye’de devam eden çatışmaların neticesinde, 35 binden fazla insan ölmüştür. Bu mücadele uğruna milyar dolarlar sarf edilmiş, başta işsizlik, sanayi ve tarım sektöründe birçok kayıplar olmuş, kayıp edilen insan ve ekonomi gücün tamamı millete mal olmuştur. Bu millet artık akan kanın durdurmasını istiyor. Ölen askerin de PKK’nın de ardından yanan bir yürek var! O da anne yüreği, bütün anneler bizim, artık ağlamasın yüreklerimiz.

Yıllardan beri devam eden bu çatışmalar elbette bir gün barışla son bulacak, umarım ki, daha insan kaybı verdirmeden, o gün yakın bir gün ola, çünkü bu millet barıştan yana, bu millet sulhtan yana, kardeşçe yaşamaktan yana, son zamanlarda şanlı devletin ve hükümetin Sulh-u umumiyi temin etmek için atığı adımlar vatandaşların özlem duyduğu bir hasrettir.

Otuz beş seneden sonra yakalanan bu barış sürecine taraflar “hükümet, İmralı ve Kandil” inisiyatif kullanarak halkın barış özlemi ve hasreti baltalanmasın.”Yurtta sulh cihanda sulh” patenti ile cihana “sulh” ilan eden bu devlet-i aliye kendi yurdunda da barış müzakeresi için tahriklere kapılmadan ve hak ihlali yapmadan sonuna varmaktır.

Cenab-ı Allah (cc) Ayet-ı Kerimede şöyle buyurur: “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir cezadır. Ama kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.”

İnsanları cezalandırmaktansa, affedici olanların ve barışa vesile olanların yüksek mükâfatı Allah’a aittir.  Daima yapıcı ve uzlaştırıcı olmak lazımdır. Ortaya çıkan bireysel ve toplumsal problemler her zaman müdahalelerle çözüme kavuşturmuştur. Artık toplumun muzdarip olduğu bu ateşin söndürülmesi için her kesimin fiili ve kavli duada bulunma zamanıdır.  

Münasebetle alakalı bir hadise: Kubâ halkı arasında kavga çıkmış olay büyümeye başladığı sırada, Durumdan haberdar olan Peygamberimiz (asm) “Bizi oraya götürün de aralarını düzeltip onları barıştıralım.” Buyurmuş,

Bütün insanlara rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (asm) günümüz insanına ne güzel bir mesaj vermiştir. Kişi eviyle, komşusuyla, mahallesiyle, kazasıyla, bölgesiyle, halkıyla hatta memleketiyle alakadardır. Bu alakadarlıkla birinin rahatsızlığı ile başka bireylerin rahatsız olması İslami ve insani bir şiardır. Başka bir hadiste de, Peygamberimiz (asm) en güzel amel “sulh sağlamak” olduğunu emir buyurmuştur.

Kur’an’ın delalı, Risale-i nurun müellifi, Bediüzzaman Hazretleri sulh ile ilgili münazarat eserinde şöyle diyor:

“Milletimiz bir vücuttur. Ruhu İslamiyet, aklı Kur’an ve İmandır. Rahmet-i İlahiyeden ümit kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’an’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.”2 

Gene, başka bir eserinde: …”Sulh-u Hudeybiye ile çendan maddî kılıç kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur’ân-ı Hakîmin bârika-âsâ elmas kılıcı çıktı; kalbleri, akılları fethetti. Musalâha münasebetiyle birbiriyle ihtilât ettiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envâr-ı Kur’âniye, inat ve taassubât-ı kavmiye perdelerini yırtarak hükmünü icra ettiler.” Buyurmaktadır..3 

Görüldüğü üzere İslamiyet’ten evvel insanların hak ve hukuktan uzak olduğu ve cehaletin hâkim olduğu bir dönemde Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (asm) yaydığı İslamiyet’le gelen güzellikler ve Kur’an’ın nuru insanların inat ve taassupları kaldırmış, kalplere hidayet verilmiştir. Örf ve adetlerinde inatçı olan Araplar, İslam’ın nuru ile inatlarını bırakıp, barış ve huzurun muallimleri,  insanlığın medar-i iftiharı olmuşlar,

Netice itibariyle İslamiyet ruhu ile yaşayan bizler, yani Türk ve Kürtler iki millet’te olsalar, gene ayrılmaz bir vücutturlar. Bin seneden beri beraber yaşamış ve yaşamaya da devam edecekler. Çünkü  bu halkın başka yakını yok, başka seveni yoktur….    Haydi, barış ve huzur için eller semaya!

Ya İlahi ve Ya Rabbi! İslam ülkeleri ve Türkiye’nin de yaşadığı sıkıntılardan kurtulmak için bir sulh-u umumi nasip eyle, barış ve huzur için semaya kaldıran elleri boş çevirme, barışın temini için yapılan ve yapılacak müzakereler tüm halkımız için hayırlara vesile olmasını Rahmetinden niyaz ediyoruz. Amin….

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

Kamu Yöneticisi

KAYNAK

1-Şura/40

2-münazarat

3-Lem’alar, 7.ci lem’a