Etiket arşivi: kutlu doğum

Kutlu Doğum: Devam mı, fitneye teslim olmak mı?

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili olarak bazı fitne odaklarınca çıkarılan yaygaraya değer vermek, arkadan gelecek çok daha büyük problemlerin önünü açacaktır; bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmalar üzerine Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un yaptığı açıklama, bir taraftan kamuoyunu rahatlatırken, diğer taraftan da zihinlerde bazı tereddüt ve endişelere yol açtı.

Kurtulmuş, açıklamasında “Kutlu Doğum Haftası, Mevlid-i Nebînin bir alternatifi değildir” diyerek, konuyu farklı ve aldatıcı bir şekilde sunma teşebbüslerine karşı, kamuoyunu rahatlatıcı ve doğru bir duruş sergilemiş oldu.

Aynı açıklamanın devamında, Kurtulmuş, konunun Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilmî bir toplantıda ele alınacağını da haber verdi.

Ancak bu ifadenin hemen arkasında, “Kutlu Doğum Haftasının Hicrî takvime göre sabitlenmesi” yönünde bir temennî de yer aldı.

Bu temennî ise, bazı çevreleri, gelecekte yapılacak bir ilmî toplantıya peşin bir karar ısmarlandığı yönünde ümitlendirdi. Söz konusu çevrelere ait yayın organları, haberi zafer çığlıkları arasında duyurdular.

NİÇİN HİCRÎ TAKVİM?

Şimdiye kadar çeşitli vesilelerle açıklandığı gibi, Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu kutlamanın Hicrî takvimle yahut başka bir tarihle hiçbir ilgisi bulunmuyor. “Rabbinin nimetini yâd et” (Duhâ, 93:11) meâlindeki âyetin mânâsı gereğince Resulullah’ın (s.a.v.) doğumunu kutladığımızı hatırlatan ve “Başka hangi İlâhî nimet bundan daha büyük olabilir?” diye soran merhum Muhammed Hamîdullah’ın isabetle işaret ettiği gibi, biz Müslümanlar, üzerimizdeki bu en büyük nimetin şükrünü bir nebze olsun dile getirebilmek ümidiyle, yüzyıllardır pek çok vesilelerle Fahr-i Kâinat Efendimizi anıyor, bu arada onun doğum yıldönümünü de mevlidlerle, duâlarla, salâvatlarla, onun bize öğrettiği ibadetlerle kutluyoruz. Bu konuda tartışacak olanların dikkate alması gereken hususlardan:

Birincisi: Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu Mevlid kandili ile veya başka bir vesileyle kutlamak şeklinde bir gelenek dinin hiçbir kaynağında emredilmiş de değildir, yasaklanmış da değildir.

İkincisi: Bu ümmet, nail olduğu en büyük İlâhî nimeti yad etmek üzere, fıtrî bir şekilde ve ittifakla bir Mevlid kandili geleneğini oluşturmuştur.

Üçüncüsü: Ümmeti bu fıtrî davranışından alıkoymak bugüne kadar hiçbir İslâm âliminin aklının ucundan geçmediği gibi, Peygamberimizi anmayı ve onun doğumunu kutlamayı sadece belirli bir zamana hasrederek başka türlü anma teşebbüslerini buna karşı bir rekabet olarak görmeye ve reddetmeye de dinin hiçbir kaynağında hiçbir gerekçe bulmak mümkün değildir. Bu tür iddiaları haklı gösterecek ifade ve davranışlar, ancak cehaleti ilme, vehimleri hakikate, hurafatı İslâm’ın tertemiz irşad ve hükümlerine tercih etmek anlamına gelir.

FİTNEYİ ÇIKARANLAR KİM?       

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmaları başlatan topluluğun sabıka defteri, birkaç madde ile özetlenemeyecek kadar kalabalık kayıtlardan oluşuyor. Başta “Seâdet-i Ebediyye” olmak üzere, bu topluluğun muhtelif yayınlarının “zihinleri teşviş edici ve okuyanları yanıltıcı mahiyette olduğuna” dair Din İşleri Yüksek Kurulunca ittifakla alınmış kararlar bulunuyor.

İmam-ı Gazalî’nin kitabında tahrifat yapmak ve kendisinden asırlarca sonra yaşamış olan Seyyid Kutub aleyhinde iftiraları İmam Gazalî’nin ağzından bu kitaba ilâve etmek gibi marifetler, yine bu topluluğun sabıka kayıtları arasında.

Millî şairimiz Mehmet Akif başta olmak üzere ümmetin pek çok değerli ismine karşı husumet beslemek ve onlar hakkında şenî’ ithamlarda bulunmak; vakıf mallarını şahıslara peşkeş çekmek için Yahudilere parmak ısırtacak fetvalar uydurmak; on binlerce Müslümanı dolandırmak da yine bu topluluğun alâmet-i farikası haline gelmiş marifetleri arasında yer alıyor.

KARAR NASIL ÇIKACAK?

Başbakan Yardımcı Numan Kurtulmuş’un açıklamalarından, konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca karara bağlanacağı anlaşılıyor.

Din İşleri Yüksek Kurulu şimdiye kadarki geleneğine uygun bir şekilde konuyu ilmî bir şekilde karara bağladığı takdirde, zaten devam etmekte olan ve millete mal olmuş bulunan Kutlu Doğum Haftası uygulaması aynı şevkle ve aynı istikametteki olumlu sonuçları vermeye devam edecek şekilde kutlanmaya devam eder.

Eğer konuya sadece ilmî açıdan değil de bazı siyasî rüzgârların tesiri altında yaklaşılıp da bazılarının vehimlerini tatmin edecek bir yol arayışına gidilirse, böyle bir arayış, ilmin ve hakikatin cehalete ve kara propagandaya teslim olması anlamına gelecektir. Hattâ, bir anlamda, bunu mahut topluluğun Diyanet İşleri Başkanlığına evvelce almış olduğu kararları “yedirmek” şeklinde bir algı operasyonunun malzemesi olarak kullanacağından şüphe edilmemelidir.

Ümit Şimşek 

Risale-i Nur düşmanlarının yeni hedefi: Kutlu Doğum Haftası

On binlerce kişiden topladığı paraların üzerine oturan, Mehmet Akif ve Said Nursî gibi ümmetin medar-i iftiharı şahsiyetlere dil uzatan ve İmam-ı Gazalî’ye Seyyid Kutub aleyhinde kitap yazdıran topluluk, şimdi Kutlu Doğum Haftası hakkında fitne üretmeye çalışıyor.

Yurt içinde ve dışında on binlerce kişiyi dolandırmak gibi bir rekoru elinde bulunduran bir topluluk, şimdi Kutlu Doğum Haftası ile ilgili olarak asılsız iddialar yaymak suretiyle yeni bir fitne kazanı kaynatmaya çalışıyor.

Kutlu Doğum Haftası, Resulullah’ı (s.a.v.) anma, anlama ve anlatma vesilesi olarak 30 yıla yakın bir zamandır resmî olarak kutlanıyor ve başta okullar olmak üzere çeşitli resmî kuruluşlar bu kutlamalara katılıyor. Bu haftanın Mevlid kandiliyle hiçbir ilgisinin bulunmadığı ve kandile bir alternatif olarak düşünülmediği konusunda ise bugüne kadar kamuoyu fazlasıyla bilgilendirilmiş bulunuyor.

Bununla birlikte, tıpkı Mevlid kandilinde ve daha başka mübarek gün ve gecelerde olduğu gibi, Kutlu Doğum Haftasında da mevzuun kudsiyetine münasip düşmeyen bazı münferit uygulamalar zaman zaman görülebiliyor.

Malûm topluluk, Bediüzzaman’ın “bir senede bir adamdan çıkan balgam veya rayiha-i kerîheyi bir defada çıkmış gibi göstermek” şeklinde tarif ettiği bir cerbeze ile, bu türden mevziî ve münferit vak’aları toplayarak Kutlu Doğum Haftasının bütününe mal ettikten başka, bir de bu haftanın özellikle teröristbaşı Fetullah Gülen’in doğum tarihine denk gelecek şekilde düzenlendiğini iddia ederek bugünlerde kutlanacak olan haftayı sabote etme teşebbüsünde bulundu.

Yıllar önce hayalî yüksek kârlar vaad ederek on binlerce insanın parasını topladıktan sonra onları ortada bırakan ve halen borçlarını ödemeye yanaşmayan malûm topluluk, bundan evvel de bir kısım medya şovcularını Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur aleyhinde iddialarla öne sürerek bir başka fitne kazanını kaynatmaya çalışmıştı.

Aynı topluluk, millî şairimiz Mehmet Akif’e de çirkin yakıştırmalarda bulunan yayınlarının yanı sıra, Seyyid Kutub aleyhinde İmam-ı Gazalî’ye kitap yazdırmak gibi tarihte görülmedik bir maskaralığın altına da imza atmıştı.

Bu topluluğun kutsal kaynak muamelesine tâbi tuttuğu başlıca kitabı hakkında ise, “zihinleri teşviş edici ve okuyanları yanıltıcı mahiyette olduğuna” dair Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun ittifakla aldığı kararlar bulunuyor.

Mahut topluluğun bir kısım marifetlerine şu yazıda toplu bir şekilde göz atabilirsiniz:

http://www.yazarumitsimsek.com/bu-televizyon-sovcusunu-kim-kullaniyor/

Ümit Şimşek

 

Medine Vesikasından Dersler

Kendi yaptığının esiri olan insanlık, kendini hapsettiği karanlık zindanlardan çıkış yolları arıyor. Bu yüzden de özlediği aydınlığı, peşinde koştuğu idealleri ‘nerede’ ve ‘nasıl’ araması gerektiğini yeniden düşünmesi gerekiyor. İşte bu sebeple 14-20 Nisan 2015 Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle “Hz. Peygamber (s.a.v) ve birlikte yaşama ahlakı” temasının hem ülkemiz insanının hem de bütün insanlığın gündemine taşınması son derece önem arz etmektedir.

 

“Birlikte yaşama ahlakı” farklı inanç, kültür, gelenek, ırk ve zihin haritalarına sahip fertlerden oluşan toplumların barış ve huzur içinde yaşamasını sağlayan Kur’ânî bir yaklaşımdır. Farklılıkların bir üstünlük vesilesi olarak görülmesini kesin bir dille reddeden Kur’ânî yaklaşım hürmet, paylaşma, dayanışma, hamiyet ve takva gibi imanî ve ahlâkî ilkeleri ön plana çıkararak toplumsal yapıyı ve barışı güçlendirir. Medine vesikası ile birlikte yaşama ahlakı hayata geçirilmiş, uygulama zemini bulmuştur. İslam ahlak ve akaidini hayata geçirmekte zorlanan ve son bir kaç yüzyıldır çeşitli problemlerle iç içe yaşayan İslam toplumlarının bu Kur’ânî yapıyı tekrar nasıl inşa edecekleri cevaplanması gereken bir sorudur.

Peygamberimiz (sav) “Ferid-i kevnü zaman”dır. Yani bütün zaman ve mekânların en büyük şahsiyetidir. Onun büyüklüğünü değişik yönlerden tahlil edip ortaya koymak mümkündür. Kainatın Efendisi, Resul-ü Ekrem Efendimiz (s.a.v), bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O rahmet elçisi ki Medine’ye hicretle önce ensar ve muhacir arasında benzeri görülmemiş bir kardeşlik bağı tesis etmiş, ardından yeryüzünün ilk toplumsal sözleşmesi olan ‘Medine Vesikası’nı düzenlemiştir. Bu sözleşme ile farklı din ve kültüre mensup insanların aynı toplum yapısında huzur ve güven içinde bir arada yaşamalarını temin edecek hukuki zemini oluşturmuş ve bunun mümkün olabileceğini bütün dünyaya göstermiştir

Medine vesikasının tatbikatında kardeşliğin zirvesi yaşanıyordu… İslâm’ın, insan onurunu merkeze alarak tesis ettiği insan anlayışının esaslarını Hz. Peygamberin (sav) çağlar üstü örnek hayatında, sünnet-i seniyyesinde, söz ve davranışlarında, Medine vesikasının uygulanmasında görmek mümkündür. Medine vesikası ilk İslam Devletinin Anayasa’sı olduğu kadar yeryüzünde de ilk yazılı Anayasadır. Ülkemizde Yeni Anayasa için, mutlaka ‘Medine Vesikasını’ incelemelerini öneririz.

Müslümanlar, Mekke’deki sıkıntı ve işkencelerle dolu hayattan kurtulmak için, Medine’ye birer ikişer göç etmeye başladılar. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Medine’ye Hz. Ebubekir’le beraber hicret ettiklerinde 53 yaşında idi. Daha önce adı Yesrib olarak anılan bu şehir “Peygamber Şehri” anlamında “Medinetü’n Nebi” adını almış ve daha sonra Medîne-i Münevvere kısaca Medine olarak adlandırılmıştır. Medîne-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme’nin kuzeyinde, üç tarafı dağlarla çevrili, güneyi ovalık bir şehirdir. Ziraate müsâit toprağı, temiz ve güzel havası, bol hurma bahçeleriyle yemyeşil bir belde-i tayyibedir. Hicretten sonra Medine’ye göçle gelen Müslümanlara “muhacir”, Medine’nin yerlisi olan Müslümanlara da yardım eden anlamında “ensar” denildi.

 

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Medine’ye hicreti öncesinde Medine şehri Mekke’ye oranla her bakımdan geri kalmış bir yerdi. Medine’de putperest, Yahudi ve Hristiyanlar bulunmaktaydı. Bir süre sonra Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v). Medine’de yaşayanlarla bir sözleşme yaptı. Böylece aynı topraklar üzerinde yaşayan insanların, dinleri, inançları ve idealleri aynı olmasa da uymaları gereken evrensel kuralları bu sözleşmeyle ortaya koymuş oluyordu. Bu sözleşme, “Medine Vesikası” olarak bilinir. Tamamı kırk yedi maddeden oluşan Medine Sözleşmesi’nin hayata geçiş aşamalarına bakacak olursak….

Hz. Peygamber(s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak ensar ve muhacir arasında büyük bir kardeşleşme süreci yaşandı. Ancak Medine’de sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Medine nüfusunun büyük kısmını Yahudiler ve Müslüman olmayan Araplar oluşturuyordu. Hz. Peygamberin Müslüman olmayan bu insanlara karşı nasıl bir tavır takınacağı son derece önemliydi. İşte Medine Vesikası, Müslümanların kurduğu ilk şehir devleti olan Medine’de hayat buluyordu. “Medine’ye gelişten sonra önce Medineli Ensar ile Mekke’den gelen Muhacir ailelerin başkanlarının katıldığı büyük bir kardeşleşmenin hukuki temelini oluşturan hükümler görüşüldü. İşte Medine Vesikası’nın ilk 23 maddesi, bu toplantıda tespit edilmiş olup yeni Müslüman bloğun sosyal ve hukuki ilişkilerini yazılı hükümlere bağlamaktadır.

Bu iş tamamlandıktan sonra, Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Enes bin Malik’in evinde Müslüman bloğun liderleriyle olduğu kadar, Müslüman olmayan Medineli diğer sosyal blok temsilcileriyle de durumu istişare etti. Görüşmeler sonucunda yeni bir “Şehir- Devlet” yapısını ortaya çıkaran temel ilkeler üzerinde anlaştılar. Bu yeni devletin anayasası yazılı bir biçimde tespit edilip vazedildi ki bu metin şu an elimizde bulunan vesikadır.
(Medine vesikası için geniş bilgi, Bkz. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Yard. Doç. Dr. Mehmet Yazgan, İstanbul, 2004, s. 177 vd. )

MEDİNE DEVLETİNDE KADEŞLİĞİN ZİRVESİ

Peygamberimizin (sav) hayatı, çok dikkat çekici ve ibretlerle doludur. Onu ne kadar iyi anlar ve hayatını bilirsek, o nisbette gerçek insanlığı da idrak edebiliriz. Peygamberimiz, (sav) şartlar tamamen aleyhinde olduğu halde, tarihin hiçbir devrinde görülmemiş ve hiçbir beşerin de gerçekleştirememiş olduğu bir inkılâbı, çok kısa bir zamanda gerçekleştirdi. Câhiliye dönemini tamamıyla ortadan kaldırıp, Kur’ân ve sünnete göre şekillenmiş, bütün insanlık âlemine örnek, yepyeni bir toplum meydana getirdi.

“İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu

Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi-ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak-vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor.

İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?” (Sözler, On Dokuzuncu Söz,) Peygamberimiz (sav) çok büyük ve asırlardır kökleşmiş, insanların hayat anlayışı haline gelmiş alışkanlıkları ve üstelik en inatçı ve büyük kavimlerden, hem de çok az bir kuvvetle ve çok kısa bir zamanda kaldırmış ve onları insanlığa rahmet ve üstad eylemiş…Ensar, muhacir kardeşliği buna en güzel örnektir.

Müminler arasındaki muhabbetin, sevginin, en göz kamaştırıcı örneklerinden biri, Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirlerle onlara kollarını açan Medineli Ensar arasındaki kardeşliktir. Medine’ye hicretten 5 ay sonra Resul-i Ekrem (s.a.v), Ensar ile Muhacir bir araya toplamış Medine Sözleşmesi gereği kırkbeşi Muhacirlerden kırkbeşi Ensardan olmak üzere 90 kişiyi kardeş yapmıştır. Peygamber Efendimiz’in kurduğu bu kardeşlik müessesesi, maddî ve manevî yardımlaşma ve birbirlerine varis olma esasına dayanıyordu. Bu suretle Muhacirlerin yurtlarından ayrılmalarından dolayı duydukları keder ve üzüntüyü giderme, onları Medinelilere ısındırma ve onlara güç ve destek kazandırma gayesi güdülmüştü. Kurulan bu kardeşlik müessesesine göre, Medineli ailelerden her birinin reisi, Mekkeli Müslümanlardan bir aileyi yanına alacaktı. İşte sevgi toplumu, işte bu karşılıklı sevginin doğurduğu sosyo-ekonomik yapı… Bu kardeşlik sayesinde Muhacirlerin iaşe ve iskân meseleleri de hâl yoluna girmiş oluyordu. Ensardan her biri, Muhacirlerden birini evinde barındırıyor, beraber çalışıyor, beraber yiyorlardı. Bu nesep kardeşliğini fersah fersah geride bırakacak bir kardeşlikti. Kurulan bu kardeşlik kısa zamanda müspet neticesini verdi. Toplumun muhtelif tabakaları bu kardeşlik sayesinde birbiriyle kaynaştı. Bu kardeşlik, kabilecilik gurur ve adavetini de ortadan kaldırdı. Bu suretle niyetleri kudsî, gayeleri, ulvî, içleri dışları nur faziletli bir sevgi toplumu meydana geldi. Ensarın, Muhacir kardeşlerine gösterdikleri bu eşsiz samimiyet, sevgi, misafirperverlik, kadirşinaslık, cömertlik, her konuda karşılıksız yardım, fedakârlık, sevgi toplumunda sosyo-ekonomik adaleti de sağlıyordu. Tabiî sosyo-ekonomik adaletin sağlandığı toplumlar huzur, mutluluk ve refahı gerçek mânâda yakalamış toplumlar oluyordu. Nitekim Ensarın, Muhacir kardeşlerine gösterdikleri samimî davranışlar, karşılıksız yardımlar, Kur’ân-ı Kerim’de de methedilmektedir. “Muhacirlerden önce, yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere muhabbet beslediler. Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar, kendilerine ihtiyaç bile olsa (onları) kendi nefislerine tercih ederler. Kim de nefsinin hırsından korunursa, işte bunlar (azaptan) kurtulanlardır.”(Haşr suresi, 9. ayet) Kurulan bu manevî kardeşlik hiçbir milletin tarihinde rastlanmayacak eşsiz bir şeref tablosudur. Bu kardeşlik neticesinde meydana gelen dayanışma, yardımlaşma, hayırseverlik, toplumda sosyo-ekonomik adaleti sağlarken, İslâm’ın inkişafa başlaması dönemine rastlamış olması bakımından da oldukça önemli bir tesir icra etmiştir. Hiç tereddüt etmeden denilebilir ki, çeyrek asır zarfında, İslâm nûrunun âlemin her tarafına yayılması, hep bu din kardeşliğinin sosyal neticesidir..

 

YAZILI İLK ANAYASA MEDİNE VESİKASI

Medine vesikası ilk İslam Devletinin Anayasa’sı olduğu kadar yeryüzünde de ilk yazılı Anayasa olma özelliği de mevcuttur.

Medine İslam Devletinin Anayasası o günün şartlarında benzeri bulunmayan, farklı dinlere mensup insanların bir arada yaşamasının nasıl mümkün olduğunu gösteren bir belge sayılır. Aynı zamanda Medine Vesikası; Medine’de yaşayan farklı dinlere mensup insanlar açısından hükmedici değil katılımcı temelinde bir toplumsal projedir. Burada yaşayan Müslümanlar Yahudiler ve diğerleri; özgür ve güven içinde olup kendi dinlerini tebliğ edebileceklerdir. Buradan yola çıkarak, Peygamber efendimiz Medinelileri bir araya toplayıp; “Dışarıdan gelecek tehlikelere karşı devlet olalım ve Medine’yi müşterek müdafaa edelim” teklifi kabul gördü ve 47 maddelik anlaşmayı dikte ettirerek konfederatif bir devlet kurdu. Peygamberlik sıfatının yanında Devlet Başkanlığı sıfatını da aldı. Medine Vesikası içeriği Medine’de; birliği, yardımlaşmayı, adalet ve eşitliği kapsıyordu. Bu belgeye sımsıkı bağlanıldığı ve uygulandığı içinde Medine Devleti kuvvetli ve sağlam temeller üzerine kurulmuş oldu. Bu vesikayla Müslümanlar, Yahudiler ve müşrik Araplar arasında ortak savunma anlaşması yapılmış, birbirlerinin dini yaşantılarına karışmamaları garanti altına alınmıştır.

Peygamberimiz (sav)’in Hıristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası önemli bir adalet örneğidir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Vesikası’nın en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır.

Medîne Vesikası, hukuk, iktisat ve devlet felsefesi açısından büyük önem taşımaktadır. Deklâreedildiği çağın sosyal şatları göz önünde bulundurulduğunda hukuk devleti niteliği taşıyan bir organizasyonun kurulabildiği bu belge ile gözlemlenebilmektedir. Çünkü vesika, bizzat yaşanan bir sosyal olguyu ifade etmektedir. Bizzat uygulayıcısı tarafından bir sosyal uzlaşı esprisiyle kaleme alınmış ve bütün olumsuz şartlara rağmen titizlikle ve samimi bir şekilde uygulanmıştır. Deklâre edilen hükümlere uymayan kişi ve gruplara karşı amansız bir uğraşı verilmiş, vesikanın fiili durumu aynen korunmuştur. Bu itibarla vesika, kurulu bir düzenin hukukî metni olarak yaşatılmıştır. Çünkü, Hz. Peygamber’in önderliğindeki Medîne toplumu, siyasi güç örgütlenmesinin bütün fonksiyonlarına sahip bir yapılanma ortaya koymuştur.

Medine Vesikası bir şehir devleti için tasarlanan bir anayasa olmakla birlikte İslam’ın evrensel kurallarını da içermektedir. Fakat özel anlamda, Medine’de yaşayan topluluğun savunma, kanun koyma, yardımlaşma, adalet işleri ve savaş hukuku gibi tüm temel ihtiyaçlarını karşılamıştır. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) kurulan bu şehir devletinin başı durumundaydı. Sahabeleri de “yöneticiler zümresi” diye ifade edilebilen bir konumdaydılar.

Anayasa hazırlayan her toplum mutlaka din, mezhep, etnik farklılık gözetmeyen bir metin kaleme almak zorundadır. Anayasanın temel ilkesi adaletin eşit dağıtılmasıdır. Ülkemizde Yeni Anayasa için bir araya gelenlerin, mutlaka ‘Medine Vesikasını’ incelemelerini öneririz.

İnsanlık tarihinde birlikte yaşamanın hukukunu, ahlakını uygulayan ve bunu toplumsal ve siyasal pratiğe dönüştüren medeniyet İslam medeniyeti olmuştur. Medeniyet tarihimiz, bunun nadide örnekleri ile doludur. Örneğin, Osmanlı tecrübesi, geniş bir devlet coğrafyasında birçok farklı kimliğin birlikte yaşatılabildiği özgün örneklerden birisi olmuştur. Kuşkusuz bu zengin tarihsel mirasa kaynaklık ve kılavuzluk eden önder, Peygamber Efendimiz (sav) dir.. Yalnızca İslam ümmetine değil sonsuza dek bütün insanlığa ışık tutacak olan O’nun kutlu mesajı ve hayat pratiği, Medine vesikası gibi her çağda ve dönemde yeniden keşfedilmeyi ve her dem üretilmeyi gerekli kılmaktadır. İnsanlığın sosyal barışı yakalaması, huzuru ve mutlu yaşaması, Hz. Peygamberin bu çağın ölümcül hastalıklarına çare olacak mesajlarını yeniden keşfetmek ve bu çağın dili ile yeniden inşa etmekle mümkündür.

Cahiliyye Mekke’sinden Münevver Medine’ye geçişin anahtarı imanın nurlandırdığı kalbimizdedir. Peygamber Efendimizin (sav) Mekke’de önce tevhid ve imanı anlatmıştır, Medine’de hayat ve şeriatı tatbik etmiştir. Rahmet Peygamberi (sav), insanların kişilik değerlerinin ve insanlık onurlarının dokunulmaz olduğunu bildirmiştir. Böylece o, İslâm’ın, insanın yaşama ve mülkiyet hakkı ile manevî kişiliğine ilişkin bütün haklarını aynı ölçüde güvence altına aldığını ilan etmiştir. Sevgili Peygamberimizin (sav) tanımıyla iyi Müslüman, din kardeşinin ve başka inançta olan kişilerin canına ve malına olduğu gibi kişilik onuruna da saygı gösteren ve onun şahsiyetini dokunulmaz gören kimsedir.

Medine Vesikasının hükümlerinden hareketle bir takım soyutlama ve genellemeler yaparak bugün için referans olacak bazı kurucu ilkeler elde edilebilir ve bu kurucu ilkeler bir çok sorunun çözümünde ilham kaynağı olabilir. İmanın hayat devresi Medine’dir. İnsanlar ve toplumlar, Medine Vesikasını inceleyip ders alırlarsa birlikte yaşamanın hukukunu, ahlakını pratik hayatlarında uygulayarak özledikleri huzur ve mutluluğu yakalayabilirler.
Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

“Mevlit Kandili” : Peygamberimizin (sav) Dünyaya Teşrifi.. (02 Ocak 2015)

Kandil gecelerinin İslam dininde ve biz Müslümanların yanında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her Müslüman o gecelerin fazilet ve sevabından azami derecede istifade etmeye çalışır. Bu gecelerde Rabbimizin rahmeti ve bereketi herkesi kuşatır ve tecelli eder. Bizler de özel gayret ve ibadetimizle o rahmetten ve tecelliden hissemize düşeni almaya gayret ederiz. Bu kandillerin ilki Mevlit kandilidir. Mevlit kandili Peygamberimizin as dünyaya teşrif edişinin yıldönümü olarak Alem-i İslamda  kutlanacaktır. Bu kutlamayı yaparken şu hususlar bizim anlayışımızda öne çıkmalı ve Peygamberimizin as dünyaya teşrifi bize şunları hatırlatıp düşündürmelidir.

1 – Peygamberimizin as dünyaya gelmesi ve İslam’ı tebliğ etmesi ile o asırda neler değişti?

2 – Yaşadığımız şu asırda ve hayatımızda, değişimin izleri ve hayatımıza yansıması nedir?

3 – İslam’da helal ve haram kavramları vardır. Bu kavramlar Müslümanların hayatında önemli yer tutarlar. Benim hayatımda da yerini koruyor mu?

4- Günümüz itibarıyla bazı şeyler dinen normal sayılmaz. Fakat ülfet, ünsiyet, özenti ve taklit ile normal bir hale gelmiş olabiliyor. Bu gibi şeylerin bizim  hayatımızda nasıl bir yeri var. En azından dinimizin helal dediğine helal, haram dediğine de haram diyebiliyor muyuz?

5 – Peygamberimiz as insanları Allah’a kul olmaya çağırırken Kabe’deki 360 putu kırmış ve gönüllere imanın nurunu koymuştu. Bizim de gönlümüzü kin, nefret, riya, haset, şöhret, makam, hırs, günah gibi putlardan arındırmamız lazımdır.

Mevlit kandili ve diğer kandil gecelerinin özellikleri kısaca şöyledir:

1-Mevlit kandili. R.Evvel ayının 12.gecesi Mevlit kandilidir. Bu 02 Ocak 2014 Cuma gününe tevafuk etmektedir. Peygamberimiz’in as doğum gecesi olarak bilinir ve kutlanır. Bu kutlama Peygamberimizi anma ve Onun dünyaya teşrifini salavatlar ve dualarla yad etme şeklindedir. Bu gecenin birçok özelliği ve güzelliği vardır. Bu özellikleri bizim de bilmemizde fayda ve maslahat bulunmaktadır. Peygamberimizin doğum gecesinde meydana gelen mucizeler o gece dünyaya gelen Peygamberimizin as yapacağı iş ve icraatlarının birer habercisi ve müjdecisi olarak tecelli etmiş ve tüm dünyaya şu mesajlar verilmiştir:

Birincisi. O gece Peygamberimizin as annesi ve orada bulunanların gördükleri bir nurdur ki, demişler. “ Biz öyle bir nur gördük ki, bize doğu ve batıyı aydınlattı “  İşte bu mucize ile tüm insanlara şöyle bir mesaj veriliyor ve deniyor ki: Tüm dünyayı saran ve insanları Allah’tan uzaklaştıran şirk ve küfrün karanlığı her şeyin hakikatini gizlemiş, insanların dalalet ve sefahate düşmelerine sebep olmuştur. Her şeyin Allah’a bakan yönünü örtüp gizleyen küfrün karanlığını izale edip kaldıracak, insanlara hak ve hakikati gösterecek birisi gelecek ve getireceği nur ve imanın ışığı ile dünya  ve insanlığı kaplayan küfrün karanlığını kaldırıp insanların hidayet ve imanlarına vesile olacak. Peygamberimiz’in as doğumunda Allah bu nur ile o asrı ve ondan sonra gelecek tüm asırları müjdelemiş ve annesine o nuru göstermiştir.

İkincisi. İnsan mükerrem yaratılmış ve her zaman hakkı arama ve bulma fıtratında olmuştur. Fakat çevre ve nefis gibi unsurlar onun batıla ve şirke düşmesine sebep oluyor ve Hak yerine puta tapınan insanlar ortaya çıkıyor. Bu hal insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi bu asırda da bulunmaktadır. Kabe’nin içini de puthane yapmışlar,360 putu oraya yerleştirmişlerdi. İşte Peygamberimizin doğum gecesi bu putların çoğu baş aşağı düşerek yerle  bir olmuştu. Bu mucize ile o zamana ve  ondan sonraki zamanlara şu mesaj veriliyor ve deniyor: Yeni dünyaya gelen bu çocuk tüm putlarınızı ve putperestliği yıkıp yerine Hak ve tevhidi ikame edecektir. Ve böylelikle insanlar bir olan ve her şeyin sahibi ve Rabbi olan Allah’a kul olacak ve kulluk yapacaklardır.

Üçüncüsü. O gece insanlarca takdis edilen –sava-  gölünün kuruması ve Mecusilerin bin senedir yanan ve sönmeyen ateşlerinin o gece sönmesi mucizesidir. İnsan yapısı ve yaradılışı itibariyle çok aciz ve zayıftır. Bunun için korkuları ve endişeleri çok olan bir varlıktır. Her zaman korunmaya ve güçlü birine dayanmaya mecburdur. İman ve İslam bizleri Kadir-i Mutlak olan Allah’a dayandırıp, Allah’tan yardım istetir. Her türlü zorluk ve darlık karşısında hemen Allah’a sığınırız ve sadece O’ndan yardım isteriz.

Allah’ı bilmeyen ve bulmayan insanlar batıla sapar ve batıl inanışlara sığınır ve onlardan korunma bekler. Ve böylece toplum içinde yüzlerce, binlerce batıl inanış ve hurafe anlayış ortaya çıkar. Nazar boncuğundan, at nalına, kurşun dökmekten, bez bağlamaya, mum dikmekten, bazı şeyleri uğurlu-uğursuz saymaya, yatırlara türbelere adak adamaya kadar giden bir çok batıl inanış ve anlayış içimize girmiş ve Müslüman olmamıza rağmen bu batıl hurafe yüzlerce şeyi içimizde barındırıp yaşatır olmuşuz.

Peygamberimiz as gelmeden önce de bu gibi batıl inanışlar vardı. İşte Peygamberimizin doğum gecesi meydana gelen o mucize yeni dünyaya gelen bu çocuğun tüm batıl ve hurafe inanışları kaldıracağını bildiriyor. Ve öyle de olmuştur.

Bu geceyi Peygamberimize as çok salavat getirip, namaz gibi ibadetlerle geçirebiliriz. Özellikle yukarıda söylediğimiz hususları düşünerek, Peygamberimizin as insanlara neleri getirdiğini ve nasıl bir hayat yaşadığını düşünmemiz gerekir. Kendi hayatımıza O’nun hayatına bakarak yön vermek başka bir ifade ile Rabbimiz, Peygamberimiz as ile neleri emrederek bizlere  – farz-  kıldı. Neleri yasaklayarak onları da bize –haram- kıldı. Bu şekilde gecemizi ihya edebiliriz.

2-Regaip Kandili. Recep ayının ilk perşembe gecesidir.  Bu geceye meleklerin rağbeti ve bizler için yaptıkları istiğfar için bu isim verilmiştir.

3-Miraç Kandili. Recep ayının 27.Gecesi Miraç kandilidir. Miraç kandili Peygamberimizin as Alem-i fena olan dünyadan, Alem-i beka olan ahiret alemlerine yaptığı   ve birçok İlahi tecellilere mazhar olduğu gecedir.

4-Beraat Kandili. Şaban ayının 15.Gecesi Beraat kandilidir.  Beraat kandili bir yıl içinde meydana gelecek olayların Allah cc tarafından ilgili meleklere gerekli bilginin verildiği bir gece. Özellikle insanın kazancı ve o yıl başına gelecek olayların bilgisinin verildiği bir geceyi ibadetle ihya ederiz.

5-Kadir Gecesi. Ramazanın 27.Gecesi Kadir gecesidir. Bir gecede seksen yıllık ibadet sevabı kazandıran bir gecedir. Kadir gecesi okunan her Kuran harfine 30.000 bin sevap yazılır. Bizler bu geceyi Rabbimizin bize Lütuf ve Rahmeti olarak bilir, elden geldiği kadarıyla Namaz, Kuran ve istiğfar ile ihya ederek o rahmetten hissemizi alırız.

Bir yıl içinde en sevaplı ve manevi kar ve kazancı en çok olan ve üç ayların habercisi olan kandil geceleri 02 Ocak’ta Mevlit kandili ile başlamış oluyor. Rabbim bizi, ailemizi, milletimizi ve tüm alem-i İslam’ı bu mübarek gün ve gecelere kavuşturup ecir ve sevabına nail eylesin, Amin.

Mustafa Şevki Kavurmacı

www.NurNet.Org