Risâle-i Nur Külliyatı,hayatımıza yön ve istikamet veren Kur’ân-ı Kerimin tefsiri olan prensipleri ihtiva ediyor. Bu istikamet sadece ibadet hayatına bakan muamelat kısmına değil bir Müslümanın tüm hayat safhalarına bakmaktadır. Ferdî, ailevî, siyasî ve sosyal hayatı bitamamiha bize ders veriyor.
Bir insanın ebedi hayatı göz önüne alınıp bakıldığında başka birileriyle beraber bir şeyler yapmaya çalışıyor veya iman kurtarma hizmetinde ittifak ediyorsak dikkatli değil azami derecede dikkat etmeliyiz.
Başka insanların hayatına dokunmak istiyorsak ötekileştirmeden, nezaketle ve ruh inceliğiyle insanlara yaklaşmamız ve yakınlaşmamız gerekmektedir. Bunlar olmazsa başka insanlara dokunamadığımız gibi savunduğumuz fikirlere de en büyük zararı biz verir ve darbeyi vururuz; fakat bunun farkına da varamayıp doğru ve istikametli hareket ettiğimizi zannederiz. İşin en acı tarafı da budur.
“Herkes âyinesinin müşahedatına tâbi’dir.”[1] Bu cihetten herkes kendini haklı görmekte.
“Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, niza ondan çıkıyor.”[2]
Tebliğ hizmetlerinde üslup çok önem arz etmektedir. Din-iman hizmeti, bilhassa dahilde müsbet manadaki “izah, ispat, irşad ve nasihat”ten ibarettir… Müsbet ve kavl-i leyinle yapılmayan tebliğlerin de faydasından çok zarar verdiği de aşikardır. Fakat, bu irşad ve nasihatin dahi ruh ve akla zarar vermeden yapılması gerekiyor. Aksi taktirde hiçbir kelam etmemek daha münasip olacaktır.
Son derece hassas ve muazzam olan bu hakikati perçinleyerek izah ve tarif eden“medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir.”[3]
Bunlardan kendi hesabımıza aldığımız en önemli mesaj şöyle olsa gerektir:
* Din ve imân hizmetinde, evvelâ muhatabın anlayış/yaş/kültür/eğitim gibi hususiyetleri göz önüne alınmalı, onun evham damarını tahrik etmeyecek bir üslûp/ifade/mevzulara girlmemeli. Merakını celbedecek mevzularla merakı tahrik edilmelidir.
* Muhatabı asla dışlamamalı, dini kendi tekelindeymiş veya anlayışımızı karşı tarafa dayatma gibi bir tutum sergilemekten kaçınmalıyız.
* İnandığımız hakikatleri, bağıra çağıra, muhatabın başına vururcasına da değil, medenice ve mutlaka ikna metoduyla izah yoluna gidilmeli. İkna olmayan kimse ilzam dahi olsa hakikate yanaşmayacağı unutulmamalı. İlzam olan ikna olmazsa bize ve fikirlerimize yanaşmayacağını da unutmayalım.
* Bu vb. prensipler manzumesine uyulmadığı takdirde “din hesabına” galebe çalmak mümkün görünmediği gibi dinin aleyhine hareket etmiş de oluruz.
Elhasıl: Din-iman hizmetlerinde bulunan ve imanını kurtarmak ve başkalarının imanına kuvet vermek gibi kutsi bir arzu taşıyanlar, hizmet zeminlerinde sert, haşin ve keskin davranmamalı. Çünkü bu metodla hareket etmeyenin tüm faaliyeti tahrip hesabına geçecektir. Hizmet zeminimizde asabiyete sebep olacaktır. (Bu mevzuda Daire içi mi yoksa daire harici mi ehemmiyetlidir? Yazımı okumanızı datavsiyeederim)
Şayet, böyle patavatsız davranarak hiddet eseri gösterilirse, bu yapılan şey dine hizmet falan değil, sadece kendi nefsine uymak ve hissiyatını tatmin etmek anlamına gelir.
Tabiî, herkesin aldığı ölçü, kullandığı mihengi kendisine. Lâkin, Risâle–i Nur’un düstûr ve mîzanlarına göre durum, vaziyet böyle.
Tabi her insanın mizacı, eğitimi, kültürü de bu meselelerde yadsınamaz bir hakikattir. İnsanın mizacı değişmez ama insan mizacını geliştirebilir.
Risale-i Nur Külliyatı bir bütün halindedir. Bir kısmını ayırıp bir kısmını kabul etmek nur talebelerince kabul edilemez. Şayet bir nur talebesi bir kısmını kabul bir kısmını cerh ediyorsa hizmet anlayışını gözden geçirmesi gereklidir. Çünkü satın aldığımız küçük bir makinanın bile kullanım klavuzu ve tavsiyeleri varken, ahirzamanda muazzam bir Kur’an hizmeti teşkil eden Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin hizmeti-i nuriyeyi esasatsız, düstursuz bırakıp heba olmasına izin vermeyeceği gayet aşikar bir durumdur.
Sadece imani bahislerle hem hal olun Lahikalar ve Müdafalar ve Tarihçe-i Hayat gibi eserlerle teberrüken (yok denecek kadar az okuyun) meşgul olun ve üzerinde durmayın gibi söylemleri olan yerler ön planda Risale-i Nuru gösterip geri planda insanları şahıslara bağlamak ve kendi anlayışlarına göre bir hizb teşkil etmek emelini gütmektedir. Yani başka defterler söz konusudur. Nur ile aldatmak.
Risale-i Nurun imani bahisleri, tüm ehl-i iman ile müşterek mesailidir. Lahikalar ve Müdafalar ve Tarihçe-i Hayat ise, nur talebelerinin meslekî mesailidir. Bu sebeple pusulasız hizmet hizmet değil hezimettir. Hizmette esas olan kitap ve kitabî düsturlar olmazsa o hizmet dalâlete kadar insanı sürükleyebilir. Bu tarz söylemleri olan bir yerde bulunuyorsak mutlaka orayı terk edip kitabı esas alan hizmet-i Nuriye gruplarıyla hizmet hayatına devam etmeliyiz.
Lahikaların ehemmiyetine dair Zübeyir Ağabeyin muhtelif beyanları:[2]
“Külliyatı 3-4 defa okuduktan sonra Lahikaları, her paragrafının ameli cihetini düşünerek okumalı.”
“Mesleğimiz ESASATTIR.”
“Lahikalardaki mevzuular, aynen bu zamandakilere de hitap eder.Hizmet Rehberi hazırlanırken isimleri çıkarıyordum. Çünkü yeniler “Bu eski zamana ait bir mektuptur” nazarıyla bakabilirler.”
“Lahika Mektupları: Lahika, talebe mektupları, Risale-i Nur’un meslek ve meşrebini bize öğretir, çünkü bu mektuplar Üstadımızın tashihinden geçmiştir.
Bu mektuplardan gelince bize derdi:“Bir bak tayyedilecekleri tayyet” sonra yine Üstadımız bakardı, tayyedilecek varsa eder veya ilave ederdi.
Bu mektupları talebesinden işçisine kadar herkes okuyacağından, onlara hiç itiraz bırakmayacak tarzda olmalı. Muarız ekalliyet nazara alınmaz.”
“Şahsi müdafaaya geçmeyip, daima hak ve hakikati iltizam ve müdafaa etmek, meslek-i kudsiyemizdendir.”
“Nur Talebeleri; Risale-i Nur eserlerini ve Lahikaları devamlı okuyarak ve bilhassa ameli ve tatbiki hakikatları not edip (halen, kalen, fiilen ve kalemen) bu Kur’anî düsturlarla amel ederse veya ihlasla amil olmaya cehd ederse; Kur’anî, imanî ve mücahidane (Nur-u Kur’an hizmeti) olan Risale-i Nur hizmetinde, ömrü boyunca muvaffak olur.”
“Risale-i Nur talebesi; imanî bahisleri okur, ehl-i salat ve takva olur; fakat başka cereyanlara aldanabilir. Eğer, meslek ve meşrebe dair mevzuları, lahikaları okursa, aldanmaz.”
“Ders okuma makamı, tevazu makamı değildir; cemaati muhafaza makamıdır. Dersleri, külliyatı 3-4 defa tekrar edenlere okutmalıyız.”
Hizmette Kendi Kemalatımızı Karşıdan Beklemeyelim!
“insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak.”[1]
Hizmet-i Nuriyede ekseriya yaşanan sıkıntıların temelinde var olan şey nur hizmetinde Risale-i Nur’un esasatı yerine nefs, heva ve şahsi anlayışlarla hareket etmektir.
Hizmet düsturları Barla, Kastamonu, Emirdağ Lahikaları ve Tarihçe-i Hayat isimli eserlerde talim etmiştir uzaktan eğitim sisteminde. Bu eserler “Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.”[2]Bu sebeple hizmet düsturlarını bilmemek veya işine gelmediği için başka metodlar koymak ve tatbik etmek nurculuktan ihraçtır. Çünkü Bediüzzamanın davasında Bediüzzamanın metodu caridir. Esaslar bir yana benim anlayışım esastır deyip yerine kendi anladığımızı tatbik etmek hatalı bir fiildir.
Geniş ve külli hadiseler karşısında şahsi anlayışlar denizden katrenin katresi ancak olabilir. Bu sebeple bizler fiilimizi esasat-ı nuriyeye göre yapmalıyız.
Hizmetimizdeki tüm ferdler bir bütünlüğün parçasıdır. Yani küll’ün cüz’üdür. Bütünlük ve beraberlik ancak hizmeti netice verir. Her ferd bir istidad sahibidir ve farklı bir mizacı ve istidadı kabiliyeti var. Bu sebeple herkesi basma kalıp olarak şekillendirmek cânilikten başka bir şey değildir.
Farklı müstaidlerin beraber hareket etmesi neticesinde fevkalade bir netice hâsıl olur. İhlas Lem’alarında ki iğne ustalarının misali bunun tecessüm etmiş halidir. Arzu eden bakabilir.
Bir hizmet beldesi ve zemininde hizmet eden kimseler herkesten ziyade müteyakkız davranmalıdır. Bunun için de esasat-ı nuriyeyi hizmet metodu olarak tatbik etmelidir. Şahsi anlayışlarını islah etmeli. Farklı müstaidlerin önünü kapatmak yerine onun o hareketini ulvi gayeye tevcih etmelidir. Âkıl olan bunu yapar çünkü o müstaid kendisini daha da terakki edecektir.
Hizmet zemininde ferdlerin kusurlarını nazara alıp hareket etmemek elzemdir. Çünkü önüne geçmek ve uzaklaştırmak yerine kusurunu kapatıp hizmette şevkini kırmamak vücubiyet derecesinde elzemdir.
Bu tesanüdün neticesinde ancak iddia edilen şeye takarrüb edilebilir. Fiil makuse olursa netice de …
Bu davaya hizmet eden ehl-i hizmetler ve medresede kalanlar yeni gelen kimselerde kemalat araması son derece yanlıştır. Çünkü kendisinin senelerce birikimini karşıda görmek istiyor ki bu son derece yanlış. Bunda bir sıkıntı da şu ki karşıda birikim varsa bu defa da kendisine rakip görmek gibi bir akıl tutulması yaşıyor. Bu defa onu hizmet sahasından atmak için elinden geleni yapabiliyor.
Birikimi yoksa da ya ona tahakküm etmeye, edemiyorsa kulp takıp gene daire haricine atmaya yelteniyor. Demem o ki hizmet edenler yenilerle ve eskilerle beraber hareket edip maksud manaya vasıl olmak yolunu tutmalıdırlar. Yoksa hem o zarar eder hem de bu daireye zarar verir ve daire dışına attığı kimselerin de manevi günahlarına dareynde ortak olurda fark etmez.
“hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sahil-iselâmet olan Dâr-üs Selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.” [3]bu fabrika çark meselesinde olduğu gibi bir uyum söz konu olmalıdır. Yok o vakıf, bu ehl-i hizmet, bu talebe öteki içtimai … gibi kulplar takıp hizmetten anlamaz hizmet sadece bizim işimizdir gibi şeytanın sözlerini taşıyan merkep gibi olmak söz konusu olur.
Hizmetimiz, firavunun ümmeti olmak değil Hz. Muhammed’e (a.s.v.) ümmet olmak yoludur.
Hülasa: bu hizmeti sadece vakıflar veya ehl-i hizmetler veya içtimailer bilir diye bir şey söz konusu değildir. Hizmet etmek bir takım ruhudur. Şahs-ı manevi işidir. Bu sebeple sadece bir grup kendisine imtiyaz takıp kendisini bütleştirmemelidir.
“Evet, bahtiyar odur ki; kevser-i Kur’anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir.” [4]
Evet, bedbaht odur ki, şahsiyetini o havuz içine arıtmaz ve enaniyetine kuvvet verip riyakarlık yapar.
“Risale-i Nur dairesi içine kabul ve bu âb-ı kevser-i hayat ile menba’-ı feyz-i iman, gayet değerli ve kıymetdar bu ebedî ders ile, kendimi daima mes’ud ve bahtiyar addediyorum.” [5]
İnsan, tabiri bir kompleksin tamamına verilen isimdir. Yani bir küll’e verilen isimdir. Bir bütünlüğü temsil eder. İnsan vücudunun bir parçasına yani cüz’e insan değil aza denilir. Manevi hizmetler de insan vücudu gibidir. Tek ve parça olarak düşünülemez. Düşünüldüğü zaman ona hizmet denilmez ve istenen netice de ele geçmesi adeta imkânsızdır. Yani netice noksan ve metod hatalı, fikir ise marazlıdır. Çünkü, “insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak.”[1]
Hizmet-i Nuriyede ekseriya yaşanan sıkıntıların temelinde var olan şey nur hizmetinde Risale-i Nur’un esasatı yerine nefs, heva ve şahsi anlayışlarla hareket etmektir.
Hizmet düsturları Barla, Kastamonu, Emirdağ Lahikaları ve Tarihçe-i Hayat isimli eserlerde talim etmiştir uzaktan eğitim sisteminde. Bu eserler “Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.”[2]Bu sebeple hizmet düsturlarını bilmemek veya işine gelmediği için başka metodlar koymak ve tatbik etmek nurculuktan ihraçtır. Çünkü Bediüzzamanın davasında Bediüzzamanın metodu caridir. Esaslar bir yana benim anlayışım esastır deyip yerine kendi anladığımızı tatbik etmek hatalı bir fiildir.
Geniş ve külli hadiseler karşısında şahsi anlayışlar denizden katrenin katresi ancak olabilir. Bu sebeple bizler fiilimizi esasat-ı nuriyeye göre yapmalıyız.
Hizmetimizdeki tüm ferdler bir bütünlüğün parçasıdır. Yani küll’ün cüz’üdür. Bütünlük ve beraberlik ancak hizmeti netice verir. Her ferd bir istidad sahibidir ve farklı bir mizacı ve istidadı kabiliyeti var. Bu sebeple herkesi basma kalıp olarak şekillendirmek cânilikten başka bir şey değildir.
Farklı müstaidlerin beraber hareket etmesi neticesinde fevkalade bir netice hâsıl olur. İhlas Lem’alarında ki iğne ustalarının misali bunun tecessüm etmiş halidir. Arzu eden bakabilir.
Bir hizmet beldesi ve zemininde hizmet eden kimseler herkesten ziyade müteyakkız davranmalıdır. Bunun için de esasat-ı nuriyeyi hizmet metodu olarak tatbik etmelidir. Şahsi anlayışlarını islah etmeli. Farklı müstaidlerin önünü kapatmak yerine onun o hareketini ulvi gayeye tevcih etmelidir. Âkıl olan bunu yapar çünkü o müstaid kendisini daha da terakki edecektir.
Hizmet zemininde ferdlerin kusurlarını nazara alıp hareket etmemek elzemdir. Çünkü önüne geçmek ve uzaklaştırmak yerine kusurunu kapatıp hizmette şevkini kırmamak vücubiyet derecesinde elzemdir.
Bu tesanüdün neticesinde ancak iddia edilen şeye takarrüb edilebilir. Fiil makuse olursa netice de …
“hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sahil-iselâmet olan Dâr-üs Selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.” [3]