Etiket arşivi: Lut

İslam, Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Profesör Dr. Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde “İslâm, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor; Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor” diyerek Kuran’ın emrini dile getirmiştir. Bu hakikati hazmedemeyen, tenkit eden ve Allah’ın hükmüne başkaldırmakta ileri giden bedbaht güruhlara karşı bütün desteğimizle Diyanet İşleri Başkanımızın arkasında olduğumuzu ilan ederek bir kaç hususu kamuoyunun nazarlarına arz ediyoruz:

1. Bilinmelidir ki bu memleket İslam Diyarıdır ve mutlak çoğunluğu Müslümandır. Bu hakikatin rağmına konuşmaya, faaliyet yürütmeye kimsenin hakkı ve haddi yoktur. Bu cümleden olarak Din-i Mübin-i İslâm’ın yasaklarına başkaldırmak mutlak bir çöküştür. Hayatımızın İlâhi reçetesi Kur’an şöyle ferman buyuruyor: “Allah’a ve Peygamberine karşı gelenler; işte onlar, en alçak kimselerle beraberdirler.” (Mücadele, 20)

2. Allah’a rağmen onun yasaklarını hafife almak, emirlerine lakayt davranmak günahların en büyüklerinden olup, istikameti şaşırmaktır; tam bir sapıklıktır. Bu durum Kur’an’da şöyle anlatılır: “Allah ve Resulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab, 36)

3. Bu dünya Allah’ın mülküdür, biz Allah’ın kullarıyız, Allah’ın nimetlerinden istifade ediyoruz; Onun memuru olan güneşten, sofrası olan yeryüzünden, ikramı olan bahardan hissemiz, hep Onun ikram ve ihsanıyla, sema ve yeryüzünü bize hizmetkar kılmasıyladır. Onun mülkünden çıkmadıkça emir ve yasaklarına başkaldırır derecede isyan etmek hikmet ve hakikate son derece büyük bir muhalefettir, kelimenin tam anlamıyla akıl tutulmasıdır.

4. Eşcinsellik ve benzeri sapıklıklar ahlakın temeline dinamit koymaktır, toplumun ve nesillerin bozulup tahribine çanak tutmaktır, Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi tutarlı hiç bir yanı olmayan fena ve feci bir durumdur.

5. İlahi sabır çok zorlanırsa Gayretullah, korkarız ki koronayı aratacak daha büyük felaketler ve helaketlere müsaade eder. Bu sapıkların ve insanlıktan nasibini almayan yaratıkların; diğer insanları, hatta masum hayvanları ve hatta hayat sahibi nebatatı tahribe ve tehlikeye atmaya hakları yoktur. Çünkü bela geldi mi umumi olarak tesir icra eder, Allah’ın hikmeti ve âdeti böyledir. Bizler bu tip alçaklıklara ve nasipsizliklere karşı tebliğ vazifemizi yapmak mecburiyetindeyiz. Elimizden ancak nasihat, bilgilendirme ve günahın dehşeti açısından ikaz etmekten başka bir şey gelmemektedir. Çünkü Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım?”(A’raf, 155)

Elhasıl biz Suffa Vakfı olarak Diyanet İşleri Başkanı Sayın Profesör Ali Erbaş’ın bu açıklamalarını kabul ediyor ve destekliyoruz, şu mübarek Ramazan-ı Şerif’te ahlaksızlığın tezahürü olan aşağı ve alçak hallerden Müslüman Türk Milleti’ni koruması, malum güruhların faaliyetlerini boşa çıkarması için Rabb-ı Rahimimize dua ediyor, yalvarıyoruz.

Kamuoyuna arz ederiz.

Suffa Vakfı İcra Heyeti

İlaç kutusunu duvara asmakla hasta iyileşmez…

Hafta sonu öğretmen hanımlar ziyaretime geldi. Sordukları bir soru okurlarımın genelini ilgilendiriyor diye köşemde yazmaya karar verdim. “Evlatlarımıza manevi anlamda nasıl faydalı olabiliriz? Bilhassa gençlere İslamiyet’i anlatınca ilgisiz kalıyorlar.” dediler…

Evvela şunu belirtelim; zaman enaniyet zamanı, devir Peygamberimiz’in hadisleri ile tarif edilen ahir zamandır. Böyle bir zamanda İslamiyet’i anlatmanın en güzel yolu “hal ile tebliğdir“. Yani, mukavemeti olmayan tebliğ… Davayı yaşamak, yaşayarak anlatmak…

Bu prensipten hareketle yirmi senelik askerlik, 50 senelik evlilik hayatımda susabildiğim kadar sustum; İslamiyet’i yaşayabildiğim kadar yaşadım. Çok kere şu sözü duydum; “İslamiyet buysa, herkes Müslüman olsun!..

Bu devirde ehli dalalet kendini cazip anlatıyor; ehli iman cazip olamıyor. Devir artık İslam’ı sevdirme devri. Çocuklarımızın İslamiyet’i sevmesi için evvela anne-babasını sevmesi lazım. Amma çocuk ebeveyninde haramla helali iç içe görünce o zaman boşluğa düşüyor. Bir filozof demiş ki; “Ne olduğun kulağımda öylesine çınlıyor ki, ne dediğini duyamıyorum!” Melek gibi konuşup şeytan gibi yaşarsak bunun bir tesiri olmuyor. Bu durumda aklımıza şöyle bir soru geliyor: “Çocuklarımıza din namına ne verdik ki, ne isteyelim?

Milyonlarca lira kıymetindeki gözlerimiz, beynimiz, kalbimiz seksen sene için verilmemiştir. Organlarımızın kıymeti gösteriyor ki, biz ebede namzediz. Ağacın her halini bir çekirdeğin içine yerleştiren Allah, insanın her sözünü, her işini ve her halini amel defterine yerleştiremez mi? Bu durumda insan evvela kendi defterine ne yazdığından sorumludur…

Bu sırrı anlayan insan kendi vücudunu cami yapmalıdır. Nasıl ki camilere içki, kumar ve diğer haramlar sokulmuyorsa, Müslüman’ın vücudu da camiler kadar temiz olmalı, günah pisliklerinden uzak kalmalıdır. Akıl müftü; kalp imam; hücrelerimizin bütünü cemaat… Zaten biz kendimizi Allah’a beğendirmeye çalışırsak en iyi sonuç sağlanacaktır.

Kasas Sûresi, 56. ayette buyrulmuş ki, “Şüphesiz ki sen sevdiğin herkesi doğru yola yöneltemezsin fakat Allah dilediği kimseyi doğru yola yöneltir. Zira O, kimin doğru yola girmek istediğini çok iyi bilir.

Kur’an-ı Kerim’de Lut’un (as) karısından, Nuh’un (as) oğlundan, Peygamberimiz’in (sas) amcasından bahsedilir. Bununla demek istenir ki, Ey Müslüman; senin karın Lut’un karısı gibi olabilir. Oğlun Nuh’un oğlu gibi olabilir. Akrabaların Hz. Muhammed’in akrabaları gibi olabilir. Bütün bunlara rağmen senin vazifen İslamiyet’i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır. Kişi, hakla batılı ayırmak zorundadır.

Bir zamanlar Allah demek küçücük odalarda bile yasaktı. 1924’te yazılan hutbe kitapları 1950’ye kadar değiştirilmeden aynen okundu. Hiçbir mesele, fikir, aksiyon getirmeyen hutbeler… O zaman karşımıza Üstad, Bediüzzaman çıktı… Said Nursi’nin en yakın talebeleri bütün zerratlarıyla üstadlarına bağlıydılar. Çünkü Said Nursi, inandığı gibi yaşıyordu. Böylece beyni ve kalbi doyuruyordu. Müspet hareket edin diyordu; yani kimseye zarar vermeyin. Hediye kabul etmiyordu. Mevki, makam istemiyordu. Şöhret olmaktan kaçınıyordu. İslamiyet’i yaşamaktan, anlatmaktan başka bir gayesi yoktu, bunun için de başına gelen her çileye katlanıyordu. Kendisini mahkeme mahkeme dolaştıranlara, hapishanelerde yer hazırlayanlara hakkını helal ediyordu.

Yani Said Nursi’nin hayatı eserlerinden daha tesirliydi.

Hayatı mıknatıs gibi insanları kendine çekti, eserleri beyinleri fethetti. O zaman anladım ki, bitkiler yavaş yavaş büyür. İslam’ı yaşamayan yakınlarımla mücadele etmeyeceğim. En büyük savaşım nefsimle olacak. Müslüman’ın vazifesi tebliğdir. İmanı, ibadeti nasip edecek olan Allah’tır.

Sözün özü, ilaç kutusunu duvara asmakla hasta iyileşmez. Kur’an ve sünnet, maddi-manevi her derdimize derman olacak iki ilaçtır. İlacı evvela biz kullanacağız. Bu ilacın bize deva olduğunu görenler de elbette ilaca rağbet gösterecektir…

Allah, her şeye ve herkese hakimdir…

Hekimoğlu İsmail / Zaman