Etiket arşivi: M. Emin Karabacak

“Oğul, sigaraya himmet olmaz!…” (1)

… Yine böyle bir sohbette Hulusi Efendi(*):

—Oğul, Mustafa Efendi (başkâtip) gelmiyor mu? Sohbette gözükmüyor, diye sordu.

Orada bulunanlar:

—Geliyor, fakat sigara içtiği için bazen gelemiyor, dediler.

Hulusi Efendi:

—Oğul, Pir Efendimiz buyurdu ki; “Bizim ihvanımız sigara içmez. Oğul, söyleyin ona ya sigarayı bıraksın ya da bizi bıraksın.” dedi.

Mustafa Bey’i bir daha sohbette göremediler. Bir gün vefat ettiğinde de arkadaşlarının bundan haberi olmadı. Vefatından uzun süre geçtikten sonra duyduklarında ise, “Demek ki sigarayı bırakamadı.” diye çok üzüldüler. (Raziye Sağlam, Gül Kokusu, Nasihat Yayınları, Ankara,2010)

 Gelişim ve değişimlerin baş döndürdüğü bu yüzyılda insanlar, zamanla yarıştıklarını zannederler. Zamanının olmadığını ya da zamanların yetmediğini ifade etmek için de “Başımı kaşıyacak zamanım yok.” sözünün arkasına sığınmaktadırlar. Oysa insanoğlunun zamanı o kadar çok ki; işine gelmediği ya da yapmak nefsine ağır geldiği zamanlar “Zamanım yok” bahanesinin arkasına sığınmaktadırlar.

Bir gün bir arkadaş; “Hocam bana Kur’an-ı öğretebilir misiniz?” dedi. Ben de kendilerine seve seve öğretebileceğimi söyleyince birlikte kitapçıya giderek bir tane elif cüzü aldık, bir plan dahilinde okumaya karar verdik. Okumanın üçüncü gününde arkadaşımız, zamanının olmadığı, çok yoğun çalıştığı ve çok yorulduğu gibi mazeretler üretmeye başladı.

Bunun üzerine ben de yukarıdaki Hulusi Efendinin Pir Efendimiz: “Bizim ihvanımız sigara içmez. Oğul, söyleyin ona ya sigarayı bıraksın ya da bizi bıraksın.” olayının hikâyesini o anlattıktan sonra buradaki “Ya sigarayı ya da bizi bıraksın” cümlesindeki görünen anlamından çok görünmeyen ve gönüllere hitap eden anlamına bakmak lazım geldiğini ve günlük hayatta bağdaştırarak düşünmesini istedim.

Hulusi Efendi’nin bize sigara içmekten öte bir mesaj vermek istediğini düşünüyorum. Birçok Müslüman kardeşimizde sigara içme alışkanlığı olmasına rağmen bu insanlar sigaraya ayırdıkları zamanı kendilerini geliştirmeye ayıramamakta ve zamanın yetmediğinden şikâyet etmektedirler.

İsterseniz zamanımızın olup olmadığına birlikte karar verelim. İnsanoğlu bir tek sigaraya aşağı yukarı 5 dakika zaman ayırabilmektedir. Eğer bu insan günde 10 tane sagara içiyorsa 50 dakika, günde bir paket sigara içiyorsa 100 dakika yapıyor. Bunun gerçekten de bir insan için azımsanmayacak ve değerlendirildiği takdirde yeterli bir zaman dilimi olduğunu düşünüyorum.

Yine bunların dışında millet olarak günde en az 2–3 saatimizi televizyon ve bilgisayar karşısında geçirmekteyiz. Bu sebeple televizyon seyretme konusunda dünya sıralamasında ilk beşin içerisinde yer almaktayız.

İnsanın zamanını nasıl harcadığı konusunda örnekleri çoğaltabiliriz. Fakat buna imkân olmadığı gibi gerek de yoktur. Sadece zamanı değerlendirme şekli kişiden kişiye değişebilmektedir. Değişmeyen tek şeyde günün 24 saat olduğudur. Peki, günün 24 saatinde 8 saatini mesaiye, 8 saatini uykuya ayıran insanoğlunun geri kalan 8 saatine ne oluyor?

Günde sigaraya ayrılan zamanın yarısı, Kur’an-ı Kerim okumaya veya dini bilgileri öğrenmeye ayırmış olsaydı insanın, hayatta öğrenemeyeceği hiçbir şey kalmazdı. Fakat insanın öğrenmeye niyeti olmadıktan sonra suçlu her zaman “zaman” olacaktır. ” Zamanım yok, çok yoğunum.”

Gerçekte günlük hayatımızda bu böyle değil mi? O kadar yoğun olduğumuzu düşünürüz ki sürekli zamanın yetmediğinden şikâyet ederiz. Oysa başımızı ellerimizin arasına alıp gerçek manada ne yaptığımızı bir düşünebilsek faydalı bir iş yapmadığımızın farkına varabileceğizdir. Yoğunluğun hayatımızdan daha çok beynimizde olduğu gerçeğinin farkına varabileceğizdir.

M. Emin Karabacak

Yarına kalabilmek için…

Canlılar yaradılış gereği doğar, yaşar ve zamanı gelince de ölürler. Yeryüzünde yaşayan her canlı da mükemmel ve ebedi olma isteği vardır.

Canlılar; hem yaradılışları gereği hem de nesillerinin devamı açısından kendilerini gerçekleştirip yarına kalabilme adına geriye bir eser bırakmak isterler. Bu bitkilerde tohum, meyvelerde çekirdek olarak karşımızda çıkarken; hayvan ve insanlarda doğum olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğadaki canlıların kendilerini nasıl gerçekleştirildiklerini hepimiz görmüş ve şahit olmuşuzdur. 

    

Çocukluğumda ne zaman tarlaya ekin biçmeye gitsek, tarla kenarında yetişen boyları kısa, başakları küçük ekinleri görürdüm. Nedenini sorduğumda ise ailem:

-“Oğlum onlar; buğday tohumlarını torbadan kaba doldururken dökülen buğday tohumlarından çıkmıştır. Buradaki buğdaylar ekilmediği, sulanmadığı ve bunlara gübre atılmadığı için boyları kısa ve taneleri de tarladakinden daha azdır.” derlerdi.

Yine az ileride hiç dikilmeyecek bir yerde yetişen cevizin neden oraya dikildiği soruma ise: “Sincap ya da kargaların yemek için taşıdıkları cevizin düşmesi sonucu orada çıktığını.” söylerlerdi.

Bu ve buna benzer örnekleri doğada her zaman görebilmekteyiz. Bahçedeki ayçiçeklerin içinde kalarak güneşini alamayan küçücük ayçiçeklerinin de kendini gerçekleştirme adına günâşık olarak açtığını, çobanın azığını yediği yerlerde domates fidanı çıktığını, meyve ve sebze fidelerinin üşümeden önce meyvelerini vererek üşüdüklerini hepimiz biliyoruz.

İnsanoğlu da her zaman yarına kalabilme kaygısı ve çabası içindedir. Bunun için de ölüm gerçeğini bilen insan yarına kalabilmek için alternatifler aramaktadır.

Çocukluğumuzda kimimiz isimlerimizi kitaplara yazarken, kimimiz duvarlara, kimimiz ağaçlara, kimimiz banklara, kimimiz de yeni yapılan betonların üzerine yazarak kendimizi gerçekleştirip yarına kalma gayreti göstermişizdir.

Evlilik hayatımızda da kendini gerçekleştirme ve yarına kalma adı adına; kimimiz hastane hastane gezip çocuk ararken, kimimiz de soyumuzun devamını ve kendini gerçekleştirmeyi erkek çocukta aramaktayızdır.

Anne babalarımızın “Mürüvvetini görmeden ölürsem öbür dünyaya gözüm açık gider.” demelerinin sebebi de kendini gerçekleştirip yarına kalamama kaygısıdır.

Açtığımız iş yerine ya da kurduğumuz şirkete ismimizi veya soy ismimizi vermemizin temelinde de bu yatmaktadır.

Yine yaptırılan çeşmelere ve camilere, okullara, parklara, cadde ve sokaklara verilen isimlerin temelinde kendini gerçekleştirme ve yarına kalabilme amacı bulunmaktadır.

Dinimiz de ise kendini gerçekleştirmeyi ne malda ne mülkte ne erkek çocuğunda ne de adını bir yere yazmada görmektedir.

Dinimiz insanın kendini gerçekleştirmesini ayeti kerimelerde geçen “..kurtuluşa ermişlerdir, …kurtuluşa erenlerdir” (A’la, 14. Ali İmran, 104-130-200. Araf, 8-69-157. Bakara, 3-4-5. Cuma, 10. Enfal, 45. Hacc, 77. Haşr, 9. Maide, 35-90. Mücadele, 22. Müminun, 1-102. Nur, 31-51. Rum, 38. Şems, 9. Tegabun, 16  gibi ayetler) diye başlayan ve biten ayetlerle tarif etmektedir.

Kendini gerçekleştirmeyi Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in şu hadisinin çok güzel anlattığını düşünüyorum.

“İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden sâlih çocuk.” (Müslim,Vasıyye,14)

Sonuç olarak bu dünyada geçici olduğumuzu bilmek kendimizi gerçekleştirmeyi ve yarına kalabilmeyi ahiret için yapmak gerekir. Önemli olan diğer canlılar gibi varacağımız yerin ve bedenimizin toprak olacağının farkına varabilmek, kendini gerçekleştirmeyi ve yarına kalmayı ahret için yapabilmektir.

M. Emin Karabacak

Kiloların Nedeni “Psikolojik” mi?

Kime sorarsanız sorun, herkes belli bir yaştan sonra kilolarından şikâyet etmektedir. Bu insanlar zayıflamayı çok istedikleri halde bir türlü zayıflayamadıklarından yakınırlar. Bunlar hem kilolarından şikâyet ederler hem de beslenmelerine pek dikkat etmezler.

Bu insanlar havaların ısınmasıyla başlayan yürüyüşleri havalar soğuyana kadar devam ettirirler. Herkes gibi bu insanlar da sporu ideal kilolara kavuşabilmek için yaparlar. Yürüyüşün sonucunda da hiç kimse istenilen şekilde ideal kilosuna kavuşamaz. Çünkü bunlar yürüyüşün ardından verdiklerinden daha fazlasını alırlar.

Anoreksiya nevrozunun temelinde de kilo almaktan korkma ve zayıflama isteği vardır. Erkeklerden daha çok kadınlarda görülür. Kadınlarda görülme sıklığı ise % 95’tir.

Anoreksiya Nervoza DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri:

  • Yaşı ve boy uzunluğu için olağan sayılan en az kiloda ya da bunun üzerinde bir vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme.
  • Beklenenin altında bir vücut ağırlığına sahip olmasına karşın kilo almaktan ya da şişman biri olmaktan aşırı korkma.
  • Kişinin vücut ağırlığı ya da biçimini algılama biçiminde bozukluk olması, kendini değerlendirmede vücut ağırlığı ya da biçiminin anlamsız bir etkisinin olması ya da o sırada vücut ağırlığının düşük olmasının önemini inkâr etme.

Anoreksiya nevrozlu kişiler; şişmanlamaktan aşırı korkma, aşırı bir zayıflama isteği, beden yapısını beğenmeme gibi düşüncelere sahiptirler ve kendilerine “diyet” adı altında bazı sınırlamalar getirirler.

Sosyoekonomik seviyesi üst ve orta seviyede olanlarda daha fazla görülen bir hastalıktır. Bunlar kilo vermek için her yolu denerler. Televizyondaki diyet programlarını pür dikkat dinlerler. Yine gazetelerdeki diyetlerle ilgili yazıları kesip biriktirirler. Bundan başka kilo vermek için televizyonlarda ya da internette reklamı yapılan aletlerin ve kremlerin hemen siparişini vermişlerdir bile.

Bu insanlar kilo vermek için spora başlamış, evde yapması gereken egzersizleri harfi harfine öğrenmişti. Hangi hareketin ne kadar kalori yaktırdığını, neredeki kilolara faydası olduğunu çok iyi bilirler.

Bu insanlar beden yapılarıyla ve kilolarıyla çok uğraşmalarına rağmen kilo verme konusunda ciddi bir plan, program ve kararlılıkları yoktur. Bu konuda yapılması gerekenler sadece zihinlerinde kaldığı, kilo verme konusunda hareket ve bereket olmadığı için ciddi hayal kırıklıkları yaşamaktadırlar. Bunun sonucunda kendilerine güvenleri olmamakla beraber kendileriyle de barışık değillerdir.

Neler Yapılabilir?

Öncelikle yemek yeme ve sağlıklı beslenme konusunda dinimizin tavsiye ettiği şeylere dikkat etmeliyiz.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz/helal olanlarından yiyin; eğer sadece O’na kulluk ediyorsanız, Allah’a şükredin. O’na karşı diliniz, bedeniniz ve malınızla, kulluk borcunuz olan şükrü yerine getirin.” (Bakara,172)

Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz/helal olanlarından yiyin, bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazabım inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüş helak olmuştur.” (Taha,81)

Allah’ın size temiz ve helal olarak verdiği rızıklardan yiyin. Kendisine iman ettiğiniz Allah’tan korkun helallerden kendinizi men etmeyin, yasaklarından da sakının!” (Maide, 88)

Peygamberimiz (s.a.v) hadislerinde şöyle buyurmaktadırlar:

“İnsan, karnından daha kötü bir kabı doldurmamıştır Belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir, mutlaka bundan fazla yemesi gerekirse, midesini üçe bölsün: Üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefesi için.” (Tirmizî)

“Yemeğin bereketi, hem yemekten önce hem de yemekten sonra el ve ağzı yıkamaktadır.” (Tirmizî)

Peygamber (s.a.v) içki içilen sofrada oturmayı yasak etti. Kişinin, karnına dayanarak yemesini ve içmesini de yasakladı. (Rezîn)

Peygamber (s.a.v) ayakta yemek yemeyi ve su içmeyi yasakladı. (Bezzâr)

“Deve içişi gibi tek bir içişle su içmeyin, ikişer üçer için, içmeye bismillah diyerek başlayın, bitirince elhamdülillah deyin.” (Tirmizî)

“Biriniz su içtiği zaman bardağın içinde nefes almasın.” (Buhârî)

Bunların Yanında;

1.Yediğimiz ve içtiğimiz şeylerin haram olup olmadığına dikkat edilmeli.

2.Yemek yerken ve bir şeyler içerken sünnete riayete edilerek yiyip içilmeli.

3.Yediğimiz ve içtiğimiz şeylerin sağlıklı olup olmadığına ve kilo yapıp yapmadığına dikkat edilmeli.

4.Zayıflama isteğine önce zihin inandırılarak ondan sonra davranışa dönüştürülmesi sağlanmalı.

5.İdeal kiloya sahip olunup olunmadığı öğrenilip ona göre hareket edilmeli, eğer kiloda bir problem varsa uzmandan yardım almalı.

6.Bu kişilere uygulanabilir bir program için iç görü kazandırılmalı, kişinin ne istediği iyi tespit edilmeli ve hedef tespiti doğrultusunda program yapılmalı.

7.Spor sağlık için yapmalı; sporun hakkını verilerek ve kararlılıkla devam ettirilmeli.

8.Kendine güvensizliğe sebep olacak spor ve aşırı yeme alışkanlığına dikkat edilmeli.

9.Çevredeki insanlara özenerek ya da başkalarına inat olsun diye zayıflamaya çalışılmamalı.

  1. Bu insanlarda bazen ideal kiloyu yakalama adına ciddi kilo kaybı yaşayabilirler. Öncelikle bu insanlardaki ciddi kilo kaybının önüne geçilmelidir. Kaybının ardından aşırı şekilde beslenmesinin de önüne geçilmelidir.

M. Emin Karabacak

Çocuklar Neden Niçin Korkarlar?

Korku, insanoğlunun kendini güvende hissetmemesi durumunda yaşamış olduğu duygu yoğunluğudur. Başka bir ifade ile kişinin bir tehlike karşısında kaygı duymasıdır.

İnsan olarak hepimizin bu dünyada korktuğu bir şeyler vardır. Kimimizde yükseklik, korkusu, kimimizde kan korkusu, kimimizde yalnızlık korkusu, kimimizde ayrılık korkusu,  kimimizde yılan korkusu, kimimizde ölüm korkusu, kimimizde cehennem korkusu gibi korkular bulunmaktadır.

İnsanoğlu yaradılış gereği korkusunu doğuştan getirir; ancak nelerden ve nasıl korkulacağını ona verilen eğitimle öğrenir. Bunlar kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişir. Bazı toplumlarda insanlar yılanlarla iç içe yaşarken, bizim toplumuzda yılanla yaşamak farklı şekilde değerlendirilmektedir.

İnsanların içinde bulunduğu ortam ile çocukluktan itibaren aldığı eğitimler kişinin korkularını belirlemektedir. Onun içindir ki insanlar çocukken nelerle korkutulurlarsa büyüdükleri zaman da onlardan korkacaklardır.

Yaşanılan korkular, insanı korktuğundan emin kılıyorsa ondan kaçacaktır. Bununla birlikte yaşanılan olumsuzluklar o alandaki korkuları pekiştirecektir.

Toplum olarak insanların korkularını yenmeleri için yaptığımız bazı motive sözler vardır. Aslında bunlar insanın korkularını yenmelerinden öte kendi kendimizi kandırmaya çalışma ya da kendi kendimizi motive etmeye çalışmaktır. Bu, kendi korkularımızı bastırmak için yansıtma psikolojisine başvurarak rahatlamaya çalışmaktır.

İnsanoğlundaki korkuların bazıları, tamamen ortadan kalkmaz. Ortadan kaldırılabilecek korkular, sonradan korkutulmayla meydana gelen veya öğrenmeyle meydana gelen korkular, ancak terapi yoluyla ortadan kaldırılabilir.

Çocuklar Niçin Korkarlar?

Çocukların korkuları; yaşlarına, seviyelerine ve bulundukları sosyal çevrelerine göre değişmektedir. Çocukların içinde bulunduğu çevre ve aileleri korkularının kaynağı olmaktadır.

Bebekler ve 2-3 yaşlarındaki çocuklar daha çok anneden ayrılma, aşırı gürültü, saç kestirme, banyo yapma gibi şeylerden korkarlar.

 Okul öncesi dönemdeki çocuklar; köpek, fare, yılan gibi hayvanlardan, karanlıktan ve yalnızlık gibi özelleştirilmiş şeylerden korkarlar.

Okul çağı çocukları ise daha çok cin, şeytan, peri gibi görünmeyen hayali şeylerle birlikte yıldırım ve şimşek gibi ani, şiddetli, gürültülü şeylerden korkarlar. Bu çağdaki çocuklar; korku filmlerinden, korkutucu hikâyelerden, arkadaşlarının ve çevresindeki büyüklerinin anlattıkları korkunç şeylerden diğerlerine göre daha fazla etkilenmektedirler.

Ergenlik çağı çocukların (özellikle de kızların) merak ve hayal kurma özelliklerinden dolayı korkuları diğer evrelere göre daha abartılıdır. Buna akran grubu ve çevresinden duydukları da eklenince bu dönem, çocuklarının korkuları işi içinden çıkılmaz hale getirir.

 Bu çocuklar, akşamları lavobaya gitmekten, yalnız kalmaktan… korkarlar. Bunların etkisine bağlı olarak akşamları yalnız uyumakta da zorlanabilirler. Çocukların korkuları olayın etkisine ve çocuğun mizacına bağlı olarak rüyalarına kadar girebilir.

Ergenlik çağı çocuklarının korktukları şeyler; köpek,  yılan, fare, bazı böcekler, yalnız kalmak, terk edilme, kan, iğne… Yine bazı çocuklar; evde yalnız kaldığı zaman eve yabancı birinin aniden gireceği, kapı arkasında birinin saklandığı, gölgeleri hayalet olarak algılama gibi şeylerden korkarlar. 

Çocukların Korkuları Nasıl Oluşur?

Ben çocuklardaki korkuların oluşmasını çöp kovasına atılan çöplere benzetmekteyim. Bilindiği gibi çöp kovasına ne atarsak atalım, çöp kovası almam demez. İsterseniz mendil atın, isterseniz yemek artığı, isterseniz çocuk bezi, isterseniz altınlarınızı, isterseniz paralarınız, hatta isterseniz kendinizi atın kabul eder. Dolan çöp kovası boşaltılmadığı takdirde görüntüsüyle, kokusuyla insanlara ve çevresine zarar verir.

zihnin-bolumleriİşte ben de insanlardaki bilinçaltını çöp kovasına benzetmekteyim. Bu çocuklarda id, ego ve süper ego tam gelişmediği için gerçekleri değerlendirme yetileri de tam gelişmemiştir.

Bilinçaltı hakkında Hans Zülliger: “Bilinçaltı aptaldır, şakadan anlamaz; her şeyi doğru olarak kabul eder.” der. İnsanlardaki bilinçaltı da ne söylersen onu doğru olarak kabul eder, doğruluğunu ya da yanlışlığını değerlendirmez. Mübarek, çöp kovası gibi ister değerli olsun ister değersiz olsun her sözü doğru kabul eder. Yine ister yalan söyle ister şakadan söyle hepsini gerçekmiş gibi algılar.

Nasıl ki dolan çöp kovasını boşaltmak gerekirse insanın bilinçaltındakileri de boşaltmak gerekiyor. Çocukların korkularını birileriyle paylaşarak (tabi ki onun korkularını da kendisinde pekiştirmemek gerekir)  deşarj olması gerekir. Eğer bu şekilde deşarj olmazsa, rüyasında farklı şekilde deşarj olacaktır. Bu da çocuğun korkularını ister istemez iyice artırarak karabasan haline dönüştürecektir. Buna bir de ergenlik dönemi eklenince, korkuları biraz daha abartılacaktır.

Bizim için çok önemli olmayan ve söylenmesi çok kolay olan; fakat sonucunun nereye varacağını bilmediğimiz anlamsız bir sözün çocukta neler yapacağını kestirmek zordur.

Çocuklara şaka olsun diye köpek, fare gibi hayvanlarla korkutmak,  kapı dışarı bırakmak, balkondan sallandırmak, suya atmak, arabayı üzerine sürmek gibi anlamsız korkutmalardan kaçınmak gerekir. Bu tür davranışlar çocuğu kekeme yapacağı gibi tamiri zor psikolojik hastalıklara da sebep olabilir.

Çocukların Korkuları için Neler Yapılmalı?

  1. Öncelikle çocukların olumsuz etkileneceği filmlerden, masal ve hikâye kitaplarından uzak tutulmalı.
  2. Çocukların korkularını pekiştirecek cin, şeytan, peri, hayalet gibi şeylerden konuşulmamalı.
  3. Aile bireyleri korkularıyla çocuklara model olmamalı.
  4. Çocukların korkuları için olumlu iletişime geçilmeli.
  5. Bazı çocuklar mizacı gereği korkmaya fazla meyillidir. Bu çocuklar için anlatılacak korkulu şeylere daha fazla dikkat edilmeli.
  6. Çocuklara korkularını yenmeleri konusunda gerekli güven ve cesaret verilmeli.
  7. Çocukları korkusunu arttırabilecek arkadaşlarından uzak tutmalı.
  8. Çocukların korkularına saygı tutulmalı.
  9. Çocukların korkularıyla alay edilmemeli. “Bunda korkulacak ne var, kocaman adam oldun, sen de çok ödleksin…” gibi sözlerle çocuğun korkusu küçümsenmemeli.
  10. Çocuğa korkusunun geçici olduğunu ifade ederek bunun zamanla geçebileceği anlatılmalı.

M.Emin Karabacak

cocukaile.net

Kişilik Gelişiminde “Eleştiri” (1)

Sözlükte eleştiri; bir insanı, bir eseri ya da bir konuyu doğru ya da yanlışlarını bulmak amacıyla yapılan inceleme olarak tarif edilmektedir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere eleştirinin olumlu ve olumsuz iki yönü olsa da aklımıza eleştiri deyince hep olumsuz anlamı gelmektedir.

 “Olması gerekenler” zamanında uygun şekilde yapıldığı zaman eleştirmeye gerek duymayız. Olması gerekenler “Olmaması gerekenler” şekilde yapıldığı zaman hemen eleştiri yapma gereği duyarız. Oysa “Olmaması gerekenler” konusuna gösterdiğimiz hasiyeti “Olması gerekenler” konusunda da göstermek gerekir. Çünkü olumlu davranışlarında kalıcı olması için eleştiri anlamında uygun geribildirimler verilmesi gerekir.

Çocukların gelişim dönemlerinde yapılan tüm olumlu ve olumsuz eleştiriler, çocukların ileriki yıllarda yetişkin kimliğini oluşturacak ve benlik algısını etkileyecektir.

Özerkliğe Karşı Utangaçlık ve Şüphe Duyma

Bu dönem 1,5 yaşında başlayıp 3 yaşına kadar devam eder. Bu dönemdeki çocukların en belirgin özellikleri nesneleri tutmadır. Başka bir ifadeyle alıkoyma ve bırakma olarak görülür.

Bu dönemde çocuğun tuvaletini tutma ya da bırakmasını öğrenme sürecinde anne ile çocuğun arasındaki diyalog, çocuğun özerklik, utangaçlık veya şüphe duygusunun gelişmesini sağlayacaktır.

Bu dönemde tuvalet eğitimi zamanında ve çocuğun ihtiyaçları göz önünde bulundurularak yapılırsa, çocukta özerklik duygusu gelişir. Yine çocuğa tuvalet eğitimi verilirken gereken anlayış ve sabır gösterilirse buna bağlı olarak çocuğun özerklik duygusu gelişecektir.

Bu dönemde altına kaçıran çocuk, anne veya bakıcısı tarafından azarlanıp cezalandırılırsa çocuk içine kapanarak kendisini diğer insanlardan soyutlayacaktır. Bunun sonucunda da çocuk utangaçlıkla beraber kendisini suçlu hissedecektir.

Bu dönemin diğer bir özelliği de çocukların yürümeye başlamalarıyla birlikte, tanımak için her şeyi ellerine almaya çalışmalarıdır. Çocukların tanıma amaçlı olarak her şeyi ellemeleri, anne babaları tarafından desteklenirse çocuğun özerklik duygusu gelişecektir.

Çocukların tanıma amaçlı olarak ellerine almaya çalıştıkları şeylerin anne babaları tarafından evi karıştırma olarak algılanıp “Onu elleme, yapma, etme…” denerek çocukların özerklik duyguları engellenirse, çocukların utangaçlık ve şüphe duyma duyguları gelişecektir.

Bu dönemi sağlıklı geçiren çocuklar, ileride kendi ayakları üzerinde duran, kendi kararlarını verebilen, bağımsız bir kişilik geliştirmiş olacaklardır. Bu dönem sağlıklı bir şekilde geçirilmezse yani özerkliği desteklenmeyip davranışlarından dolayı eleştirilip, her şeyine karışılırsa bu çocuklar, utangaç ve şüpheci birer kişi olacaktır. Bunun sonucunda da çocuk ileride toplum içine karışmaktan kaçınan, toplumla iletişime geçemeyen, kendi kabuğuna çekilen, yalnız kimseler olacaktır.

Girişimciliğe Karşı Suçluluk

Bu dönem 3 yaşından başlayıp okul yaşı dediğimiz 6 yaşına kadar devam eder. Bu dönemin en belirgin özelliklerinden biri, çocukta cinsiyet kavramının gelişmesidir. Çocuklar bu dönemde kız erkek ayrımını kavramaya başlarlar.

 Çocukların kız erkek ayırımı, cinsiyet ve cinsellikle ilgili sorularına anne babaların verecekleri cevaplar, çocuğun girişimcilik ya da suçluk duygusunun gelişmesini sağlayacaktır.

Çocukların; “Çocuklar nasıl doğar, ben nasıl doğdum, beni leylekler mi getirdi…” gibi sorularının yanında; çocuğun kendisiyle ve diğer çocukların cinsiyetleri ile ilgili karşılaştırıcı sorularına verilecek cevaplar, çocuğun kişiliğinin gelişmesinde büyük etken olacaktır.

Çocuğun sorularına verilecek cevaplar, onların seviyelerine uygun bir şekilde anlatılırsa, girişimcilik duygusunu geliştirecektir. Çocuğun soruları anne baba tarafından “Sus, ayıp ayıp, bir daha böyle şey duymayayım…” gibi çocuğu suçlayıcı, ayıplayıcı, bastırıcı şekillerde tepki verilmesi çocukta suçluk duygusunun gelişmesine neden olacaktır.

Yine bu dönemde çocuklar, hayal dünyalarının zengin olmasının yanında hayallerle gerçekleri ayırt edemedikleri için olmadık senaryolar ve planlar kurarlar.

Çocukların girişimcilik duyguları anne babaları tarafından desteklenip, gerekli yönlendirmeler sağlıklı bir şekilde yapılırsa, çocukların girişimcilik duyguları gelişecektir. Çocukların çabaları anne baba ve çevresi tarafından engellenip, çocuk yalancılıkla suçlandığı zaman suçluluk duyguları gelişecektir. 

M.Emin Karabacak