Etiket arşivi: M. Emin Karabacak

Yarına kalabilmek için…

Canlılar yaradılış gereği doğar, yaşar ve zamanı gelince de ölürler. Yeryüzünde yaşayan her canlı da mükemmel ve ebedi olma isteği vardır.

Canlılar; hem yaradılışları gereği hem de nesillerinin devamı açısından kendilerini gerçekleştirip yarına kalabilme adına geriye bir eser bırakmak isterler. Bu bitkilerde tohum, meyvelerde çekirdek olarak karşımızda çıkarken; hayvan ve insanlarda doğum olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğadaki canlıların kendilerini nasıl gerçekleştirildiklerini hepimiz görmüş ve şahit olmuşuzdur. 

    

Çocukluğumda ne zaman tarlaya ekin biçmeye gitsek, tarla kenarında yetişen boyları kısa, başakları küçük ekinleri görürdüm. Nedenini sorduğumda ise ailem:

-“Oğlum onlar; buğday tohumlarını torbadan kaba doldururken dökülen buğday tohumlarından çıkmıştır. Buradaki buğdaylar ekilmediği, sulanmadığı ve bunlara gübre atılmadığı için boyları kısa ve taneleri de tarladakinden daha azdır.” derlerdi.

Yine az ileride hiç dikilmeyecek bir yerde yetişen cevizin neden oraya dikildiği soruma ise: “Sincap ya da kargaların yemek için taşıdıkları cevizin düşmesi sonucu orada çıktığını.” söylerlerdi.

Bu ve buna benzer örnekleri doğada her zaman görebilmekteyiz. Bahçedeki ayçiçeklerin içinde kalarak güneşini alamayan küçücük ayçiçeklerinin de kendini gerçekleştirme adına günâşık olarak açtığını, çobanın azığını yediği yerlerde domates fidanı çıktığını, meyve ve sebze fidelerinin üşümeden önce meyvelerini vererek üşüdüklerini hepimiz biliyoruz.

İnsanoğlu da her zaman yarına kalabilme kaygısı ve çabası içindedir. Bunun için de ölüm gerçeğini bilen insan yarına kalabilmek için alternatifler aramaktadır.

Çocukluğumuzda kimimiz isimlerimizi kitaplara yazarken, kimimiz duvarlara, kimimiz ağaçlara, kimimiz banklara, kimimiz de yeni yapılan betonların üzerine yazarak kendimizi gerçekleştirip yarına kalma gayreti göstermişizdir.

Evlilik hayatımızda da kendini gerçekleştirme ve yarına kalma adı adına; kimimiz hastane hastane gezip çocuk ararken, kimimiz de soyumuzun devamını ve kendini gerçekleştirmeyi erkek çocukta aramaktayızdır.

Anne babalarımızın “Mürüvvetini görmeden ölürsem öbür dünyaya gözüm açık gider.” demelerinin sebebi de kendini gerçekleştirip yarına kalamama kaygısıdır.

Açtığımız iş yerine ya da kurduğumuz şirkete ismimizi veya soy ismimizi vermemizin temelinde de bu yatmaktadır.

Yine yaptırılan çeşmelere ve camilere, okullara, parklara, cadde ve sokaklara verilen isimlerin temelinde kendini gerçekleştirme ve yarına kalabilme amacı bulunmaktadır.

Dinimiz de ise kendini gerçekleştirmeyi ne malda ne mülkte ne erkek çocuğunda ne de adını bir yere yazmada görmektedir.

Dinimiz insanın kendini gerçekleştirmesini ayeti kerimelerde geçen “..kurtuluşa ermişlerdir, …kurtuluşa erenlerdir” (A’la, 14. Ali İmran, 104-130-200. Araf, 8-69-157. Bakara, 3-4-5. Cuma, 10. Enfal, 45. Hacc, 77. Haşr, 9. Maide, 35-90. Mücadele, 22. Müminun, 1-102. Nur, 31-51. Rum, 38. Şems, 9. Tegabun, 16  gibi ayetler) diye başlayan ve biten ayetlerle tarif etmektedir.

Kendini gerçekleştirmeyi Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in şu hadisinin çok güzel anlattığını düşünüyorum.

“İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden sâlih çocuk.” (Müslim,Vasıyye,14)

Sonuç olarak bu dünyada geçici olduğumuzu bilmek kendimizi gerçekleştirmeyi ve yarına kalabilmeyi ahiret için yapmak gerekir. Önemli olan diğer canlılar gibi varacağımız yerin ve bedenimizin toprak olacağının farkına varabilmek, kendini gerçekleştirmeyi ve yarına kalmayı ahret için yapabilmektir.

M.Emin Karabacak

Ahirette Hesap Bilinçaltıyla mı Verilecek!

1934 yılıydı. Kanadalı nörolog Wilder Penfield az sonra gireceği bir beyin ameliyatı için son hazırlıklarını da tamamlamıştı. Operasyon sırasında epileptik kadın hastasının duyma ve konuşma yetilerinden sorumlu temporal korteksinden bir parça alınacaktı. Ameliyat başlamadan önce hastaya sınırlı uyuşturma (lokal anestezi) uygulandı. Dolayısıyla bilinci yerindeydi, ancak operasyonun uygulanacağı bölgede acı hissetmeyecekti. Dr. Penfield epilepsi ameliyatları konusunda oldukça deneyimliydi. Hastalar bu ameliyat sırasında doktorla konuşabiliyor, sorduğu soruları yanıtlayabiliyorlardı. İlginç olansa, böylesi bir diyalogun beynin yalnızca bu bölgesi operasyon geçiriyorken gerçekleşebilmesiydi. Doktor, bu beyin bölgesinin niçin bu denli “özel” olabileceği konusunda her geçen gün daha da fazla kafa yormaya başlamıştı.

beyinBeyinde temporal kortekse uygulanacak elektriksel bir uyarım hastaların geçmişteki sıradan olayları en ince detaylarına kadar yeniden yaşamasını tetikliyordu.

Ameliyat başladığında, Dr. Penfield’i oldukça şaşırtan bir gelişme yaşandı. Kadın hastası, beyin ameliyatı masasında bebeğini doğurduğu ana geri dönmüş olduğunu iddia ediyordu. Öyle ki, bu bir anıyı hatırlama gibi değildi. O anı yeniden yaşamıştı, tüm o duygusal patlamaları, acıları ve duyusal hisleriyle birlikte. 

 Yine Penfield’in 1957’deki bir araştırmasında da bir kadının beynine elektrotlar yerleştiriliyor ve kadın çok küçük bir çocukken olan doğum günü partisiyle ilgili her şeyi yeniden yaşıyormuş gibi hatırlar. (http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/beyin.htm)

Penfield’ın bu araştırmaları her şeyin tüm detaylarına kadar beyne (bilinçaltına) kaydedildiğini göstermektedir. Günümüz doktorlarından da ameliyat sonrası narkozdan insanların kiminin gülerek, kiminin kızarak, kiminin zikir yaparak uyandıklarını duyarız. Yine sarhoşların, sinirlilik anlarında insanların avazı çıktığı kadar bağırmaları, argo kelimeler kullanmaları kişinin bilincinin devre dışı kaldığını ve bilinçaltındaki duygu ve düşünceleri ortaya koymaktadır.

Bunlar aslında insanoğlunun öbür dünyada vereceği hesabın “Nasıllığı” hakkında da bilgi vermektedir. Eğer bilincimiz devre dışı kalıp işimiz bilinçaltına kaldığı takdirde ahirette de hesabımızın ne kadar zor geçeceğini göstermektedir.

Bilincin devre dışı kalacağı hesap günü için Enes b. Mâlik diyor ki:

“Bir gün biz Resulullahın yanında bulunuyorduk. Resulullah güldü ve: “Neden güldüğümü biliyor musunuz?” dedi. “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedik. Resulullah dedi ki: “Kulun Rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul diyecek ki “Ey Rabbim, sen bana zulmetmekten beni beri kılmamış mıydın?” Allah “Evet beri kılmıştım.” diyecek. Kul, “Ben kendi aleyhime benim dışımda birinin şahitlik etmesine izin vermem.” diyecek. Allah ise: “Senin aleyhine bizzat kendi şahitliğin ve Kiramen Kâtibin meleklerinin şahitliği kâfidir.” diyecek ve onun ağzını mühürleyecektir. O kişinin organlarına: “Konuş” denecek organları da yaptığı işleri anlatacaktır. Sonra kişiye konuşma izni verilecek o da organlarına: “Kahrolun, ezilin. Ben sizi savunuyordum.” diyecektir. (Taberi Tefsiri 7/57-58).

Cenab-ı Hakk şöyle bu konuda buyurmaktadır:

“Biz o gün insan sınıflarından her birini önderleriyle (izinden gittiği kimselerle birlikte) çağıracağız. Artık kimin kitabı (amel defteri), sağından verilirse, onlar kitaplarını, en küçük haksızlığa uğratılmayarak okuyacaklardır.” (İsrâ,71). “Ve o gün ona, şimdi oku kitabını denecek, bu gün hesap görücü olarak sen, sana yetersin artık.” (İsrâ,14)“Yüce Allah, kula bu gün şahit olarak nefsin ve şahitler olarak Kiramen Kâtibin melekleri kâfidir, der ve sonra ağzı mühürlenir ve azaları da dünyada neler yaptıklarını anlatır.” (Müslim’den et-Tâc, V, 372). “O gün onların ağızlarını mühürleriz. İşleyip kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahadet eder.” (Yasin, 65).

Kaynak: Çocuklara Allah ve Namazı Bilinçaltıyla Sevdirebilmek, M. Emin Karabacak, Ensar Yayınlar, 2015.

Çocuk & Aile