Etiket arşivi: mahremiyet eğitimi

Sohbeti Eksik Evler

  • Okul nasıldı?
  • Ödevin var mı?
  • Ne yedin bugün okulda?
  • Karnın aç mı?
  • Çantanı ortalığa bırakma
  • Kıyafetlerini çıkar
  • Sokaktan geldin, ellerini yıka
  • Dersine çalış
  • Kavga etmeyin
  • Yemeğini ye
  • Yat(ın) uyu(yun), yarın okul var.

Pek çok evde gün, bu diyaloglarla  tamamlanıyor. Çocuklar sürekli kendisini hesap sorulan, anneler de kendini hesap soran olarak konumlandırıyor.

Yemeğini yemesi, aç olup olmaması, gün içinde neler hissettiğinden çok daha önemli oluyor çoğu zaman. Dolayısıyla ezberlenmiş soruların, ezberlenmiş yanıtları oluyor.

Evlerin her şeyi var ama sohbeti eksik…

Son günlerde minik kız çocuğuna yapılanlarla çocuklar ve mahremiyet yeniden konuşulur oldu. Annelere mahremiyet eğitimi anlatılıyor. Biz de sitemizde paylaştık. ( Bence mahremiyet eğitimi tanımından çok, mahremiyeti koruma eğitimi demek çok daha doğru. Zira biri sanki yok olan bir şeyi öğretmek gibi algılanabilecekken, diğeri var olanı korumak üzerine bir algı oluşturuluyor zihinlerde)

Bunları anne babaların bilmesi güzel elbette. Lakin sadece buna özen göstererek bir değer aktaramayız ki çocuklarımıza…

Küçük kızın ablasının söylediklerini dinlemeye çalıştım. “ Bize şeker veriyordu, “ diye başlıyordu cümlelere. Devamı içler acısı elbet. Çocuklara şeker almazlarsa sorunu çözeceklermiş gibi davranamayız. Çocukları şeker sonrası yaşananları anlatacak kulak, onlardaki değişimi fark edecek kalp ve göz bebeklerindeki korkuyu görecek bakışla dinlemediğimiz sürece hiçbir eğitim yeterli olmayacaktır.

Çünkü bu tarz olaylarda şahit oluyoruz ki, bir kere de zarar vermiyor bu insanlar. Avına yavaşça yaklaşan avcı gibi sokuluyorlar kurbanlarının hayatına. O arada çocuklar neler yaşıyor? Buna talip olmaktır emanetçilik ruhu bana kalırsa.

Halbuki, ödeve, derse, yemeğe, düzene sıkıştırılan hayatlarda, duygudan kimse bahsetmez. Her şeyin kuralı vardır, eğitimi vardır ama muhabbet yoktur. Muhabbetin olmadığı yerde güven de olmaz.

Bu tarz haberlerin altına yazılan “ Çocuğuma uyarıda bulunuyorum” ikazları da çözüm olmaz. Biz onların hayatlarını izole edelim diye annelik ve babalık yapmıyoruz. Onları kötünün ve iyinin arasında tercih yapacak irade de yetiştirelim diye anne babalık yapıyoruz. Acıdan, göz yaşından korumaya çalışmak yerine, acıya ve göz yaşına rağmen duyarlılığını koruyabilmeleri önemli olmalı.

Güveni çekip almak yerine, yeni güvenlik alanları açmalıyız çocuklara. Gözümüz gözlerine değerek, anlatacaklarını merak ederek, sürekli öğretme telaşına, yargılamaya girmeden hikayelerine ortak olmalıyız.

Hayat büyük cümleler etmek için fazla kısa. Ama geniş sohbetler etmek, sevmek, değer vermek, iyilik etmek zamanı genişletir. Kötüden bahsetmek, yalnız kalmak, haberin tazeliğiyle doğru seçenekmiş gibi gelse de, bir çözüm değil.

Çözüm olsa her defasında azalması gerekirdi bu olayların. Eğer gündemimize daha çok girdiyse bir yerlerde bir yanlışlık var demektir.

Edilmeyen sohbetlerin, dinlenilmeyen çocukların, görülmeyen süreçlerin bir sonucu sanki tüm bunlar. Hep söyleneni söylemek yerine, neyi eksik bıraktığımızı sormak problemin çözümlerinden biri olabilir?

Siz ne dersiniz?

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net

Mahremiyet eğitimi, hislerin eğitimidir.

Anne babaları gözlemlediğimde, birçoğunun, “mahremiyet eğitimi” konusunda ciddi bir yanılgı içinde olduğunu fark ediyorum.

Mahremiyet eğitiminin (özellikle kız çocuklarının) engellenmesi, sosyal yaşamdan tecrit edilmesi, daha anaokulundan itibaren erkek çocuklardan ayırt edilmesi olduğu zannediliyor.

Çocuğu yoğun duygusal denetimler altında tutmak, ona hâkim bir suçluluk duygusu edindirmek ve onun “değersizlik hissi içinde çekingen davranışlar sergilemesi” marifet kabul ediliyor.

Hâlbuki mahremiyet eğitimi, çocuğa “utanç duygusu ile çekingenlik kazandırmak değil”, insan olmaktan kaynaklanan değerlilik duygusu ile kendi hislerini yönetebilecek bir güce eriştirme eğitimidir.

Mahremiyet eğitimi, çocuğun duygularını denetleme eğitimi değil, ona kendi duygularını denetleyebilecek yeteneği kazandırma eğitimidir…

Maalesef, duyguları ebeveyn denetiminde olan çocuklar, bir gün kavuşacakları özgür ortamda kendileri ile baş etmekte zorluk çekiyorlar.

Bundandır ki, mahremiyet eğitimi, başkasının değil, çocuğun kendi hislerini yönetebilecek yeteneğe erişmesinin “süreç rehberliğidir.”

Daha da ötesinde, mahremiyet eğitimi, ruh ile bedenin bütünleştirilmesi eğitimi; “ruhun bedende canlandırılması” eğitimidir. Davranışların incelmesi, ruhun diri diri davranışlarda kendini görünür kılması eğitimidir…

Ruh, bedende görünür hâle gelmeye başladığında, ortaya “zarafet” çıkar. Zarafet; ruhun kaygısızca bedene tutunup onu bir bütün hâlinde hareket ettirmesidir.

Zarafetin insan ilişkilerine yansımasına “nezaket” denir.

Nezaket sahibi bir kişinin duruşu başka, yürüyüşü başka, sesi başka, tebessümü başkadır. Davranışlar doğal bir “estetik” içindedir. Bedenin her bir parçası, birbiri ile “ruhsal uyum” taşır; dudak tebessüm ederken yanaklar hafifçe kıpırdar, yanaklar kıpırdarken gözler ışıldar, gözler ışıldarken kaşlar aynı ruhun tesiri ile kendince bir kıvama girer ve bütün bunlar akıl ile değil, hislerin bedene fıtrî yansıması ile olur.

Çocukluk çağında duygularının denetimlerini “utanç” içinde ebeveynlerine kaptıran kişilerde ise, “ruh-beden uygumu” kaybolur. Ruh, bedende görünmez olur. Görünen kısım kaygılı bir fiziktir. Böylesi kişilerin simaları hissiz, dudakları “kaygılı gergin”, suratları asık, bedenleri kasılmış, omuzları kalkıktır.

Bu duruş, erkek çocuklarında “karizmatik” gibi algılansa da, işin aslı, “aşağılanmışlığın kasıntısından” başka bir şey değildir.

Kız çocuklarında durum daha trajiktir…

Kız çocuğuna has parmak hareketleri, el ve kol duruşları gitmiş, yerine erkek kaslarının kaba hareketliliği gelmiştir. Ses, yumuşaklığını kaybetmiş, buyurucu bir sertliğe dönüşmüştür. Ruh, bedende kendini cıvıl cıvıl var etmek yerine, hissizleşmeyi, duygularının üzerini örtüp ölmeyi tercih etmiştir.

Hislerin bedeni terk etmesi, insanın yaşamdan el çekmesinden başka bir şey değildir.

Size bir şey söyleyeyim mi; insanın başına ne geliyorsa, çocuklukta geliyor…

Ve çocuklukta başa gelenler, yetişkinlikte derin acılar veriyor.

Pedagog Dr. Adem Güneş