Etiket arşivi: Makedonya

Balkanlar’da Risale-i Nur – Abdülkadir Haktanır

Balkanlarda Ki Hizmetlerden Haber Vereyim!

Esselamu aleyküm

Muhterem kardeşlerim! Şahsi manevinin duaların sayesinde ilk defa Merhum M. Sungur Ağabeyin tavsiyesine uyarak 1995 te 2 genç kardeşi yanıma vererek dükkanımı kapatıp Makedonya’nın Gostivar şehrine bizi iki aylığına hizmete gönderdi. Ondan sonra bu fakir senede ikişer defa birer aylığına Arnavutların yaşadıkları bölgeler olan: Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Sırbistan’a hizmete gidiyorum. Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır ki, oralarda Üniversite talebelerinden erkeklere ayrı, kızlara ayrı ders yapıp, onlara parasız kitap vermek sureti ile bu güne kadar çok kimsenin hidayetine vesile olduk.

Yaşlılık ve biraz rahatsızlık sebebi ile bu sene biraz azaltarak 21 günlüğüne gittik 15 Nisandan 6 Mayısa kadar oralarda idik. Allah’ıma şükür çok iyi geçti Daha önce kargo ile gönderdiğimiz kitapları isabetli yerlere verebildik.

Makedonya’nın Gostivar şehrinde doğumlu Bursa da doktorluk yapan Doktor Mirsad kardeşin düğününe de katıldık. Çünkü hem Mirsad hem de hanımı da Doktor olan kardeşlerin nurculuğuna yardımımız geçtiğinden düğünlerine katılmamla içimden sevinç his ediyordum. Sebebine gelince Üsküpte Üniversiteli hanım kızlara ders yaptığım zaman Mirsadın hanımı Dr. Kardeş her zaman ön safta idi. Çok sefer bu fakiri evlerine yemeğe da’vet ediyordu. Düğün merasimi adeta oranın insanlarına örnek olma dorumunda bir şekilde geçti tabii erkekler ayrı hanımlar ayrı idiler. Çok kalabalık davetliler vardı Türkiyeden, Kosovadan, Arnavutluktan Üsküpten küme küme gelenler oldu. Kur’anı Kerimler okundu Bursa dershanesinde vakıflık yapan Davut kardeş çok güzel bir ders yaptı ve dualar yapıldıktan sonra yemek yenildi. Hatta orada dahi kitaplarımızdan Erkeklere ve Hanımlara bol bol kitap dağıtıldı. Kitaplarımızdan 13 paket Arnavutlukta dağıtıldı 10 paket civarında Kosova da 14 paket Makedonya da 6 paket dahi Sırbistana sokabildik. Çünkü Sırbistandanda yalınız 3 ufak kasaba müslüman Kosovaya giremeyerek Sırplarla yaşamaya devam ediyor.

Evet üsteki iki fotograf Kosovanın Prizreninde ki cemaatin. Hatta Prizrende Adnan Hoca efendi cami imami Ayda bir dershanede Kardeşlerle birlikte sabaha kadar, der, müzakere, soru cevaplı bölüm, yemek, meyve ve saire gece namazları ve en son Sabah namazını kılıp dağılıyorlar. Evet altaki 2 fotograf Makedonya nın Üskübünden çekilmiş.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Rumeli Bostanı Hizmet Seyahati (Abdulkadir Haktanır)

          29 Ekim-27 Kasım tarihleri arasında Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Sırbistan’da sırf Risale-i Nurlara hizmet için bulunduğum  müddet içerisinde yaşadığım bazı hatıraları kardeşlerle paylaşmakta fayda mülahaza  ettiğimden bunu yazıyorum…

          Bu sefer fotoğraf çekemedim, yalnız bazı hatıraları naklederek iktifa edeceğim. Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır.  Risale-i Nur cemaatinden teşekkül eden bir şahsi manevi bereketi sayesinde, layık olmadığım halde, işte 18 senedir günlerimin fazlasını bilgisayar karşısında geçirerek,  bir aylığına senede iki defa Balkanlara kitap götürerek, 10.000 adedini Sözler Yayınevi para ile satmıştı diğer kısmını parasız dağıtarak şimdiye kadar 80.000 adet kitap oralarda Üniversite talebeleri kız ve erkekleri hedef alarak dağıtıyoruz. Allahın lütfü ile bu yaşta Nur Davası yolunda istihdam olunuyoruz. Evet onların faydalanmaları için Elektronik yolla da hizmet vermeye gayret ediyoruz MSN gurubumda 2.000 küsur kişi mevcut. Facebook gurubumda 1.300 küsur  kişi mevcut www.albnur.com sitemde otuza yakın kitabımız var. Bu hizmetin bana verdiği sevinci tarif edemem.

          Evet Arnavut  Müslümanların  yaşadıkları devletlerde mevcut dershanelerimiz:  Arnavutluğun başşehri Tirana’da ve İşkodra’da. Kosovanın başşehri Priştina’da ve Prizren’de. Makedonyanın başkenti Üsküp’te ve Gostivar’da saydığım bu şehirlerde birer dershanemiz var. İşkodra hariç bütün bu dershanelerimizde vakıf kardeşlerimiz mevcut.

          Evet Madem Üstad  Rumeliye çöl, mera, demeyip, bostan demiş o öyledir.  İşte oranın mahsullerinden yalınız birkaç tanesini sayayım

          1- Başta Ora asıllı İstiklal marşı Şaiirimiz Mehmet Akif.

          2- Üstadi çok seven, Van Valisi İşkodralı Tahir Paşa.

          3- Kamusu Türki nin sahibi Şemsüddin Sami efendi.

          4- Aslen Makedonyanın  Üsküp şehrinden Şair Yahya kemal Beyatlı.

          5- Şehrin yeri Makedonya da olan, Müfessir İsmail Efendi Manastirli.

          6- Merhum Profesör Sabahuddin Zaim efendi Makedonya asıllı biridir.

          7- Risale-i Nurlar hakkında bilirkişi raporu kitabında onunda raporu mevcut, hem Hafız,hem Hukukçu, hem meşhur İlahiyatçı olan Bekir Sadak hocanın hocasının hocası olan  Fatih Medresesinde müderrislik yapan,  Meşhur Ataullah Kurtiş Hoca Efendi gibi daha bir çok alimler mevcut…

          Muhterem ve aziz Kardeşlerim!   Ne mutlu o kimseye ki, son asrın en büyük bahtiyarlığı olan Risale-i Nurları tanıyıp onun talebesi olabilmektir. Bu bahtiyarlık hak etmekle değl, Büyük Allah o kimseye lutfetmekle ona mazhar olmaktır. Evet Müslüman için bu zamanda  bundan daha büyük zenginlik düşünülemez. Çünkü imanlıların çevresini ateist ve tabiat perestlerin çoğunluğu oluşturduğu bu  fennin hakim olduğu devirde, Risale-i Nurun ispatlayarak yaptığı ikna metodundan başka metot geçerli olmadığını, bazı fanatiklerden başka kimse inkâr edemeyeceğini şüphe götürmez bir gerçektir.

          Kosovalı bir Hoca efendi anlatıyor: Ben her ne kadar Medine-i Münevverede Vehhabiler ile beraber tahsil gördüm sonra Nur talebesi oldum. Orada ikamet ettiğim ev caminin karşısında olduğu için namazlarımı camide eda etmeye gayret ediyordum. Suudi Arabistan da Hambeli Mezhebi hakimdir onların mezhebinde, namazı terk eden dinden çıktığı halde ve oranın çocuklarının hepsi Kur’an okumasını bildikleri halde, Camide pek çocuk göremezdim. Halbuki Nur talebesi olan bir genç kolay kolay namazını terk ettiğini göremezsin.

 Daha bir misal Makedonyada derse gelen yaşlı birini soruyorum, nasıl torunların, namaz kılıp Kur’an okuyorlarmı? Cevaben dedi: Namaz yok, Kur’an da okumasını bildikleri halde belki iki senedir Kur’anı açıp okuduklarını görmedim.

          Daha bir sevindirici haber. Kosova devletinden şimdi Prizrende yaşayan, Mitrovisa doğumlu Şevki Voca isminde biri, daha önce diyanet işleri dergisine Üstad ve Risale-i Nur hakkında 28 sahifeden ibaret  TÜRKİYEDE MA’NEVİYATTA ÜST MAKAMDA BİR ŞAHSİYET SAİD NURSİ Başlığı ile bir yazı yazmış. Malzeme olarak, Bosna dan ve başka yerlerden, Ansiklopedi, kitap ve dergilerden ma’lumat toplayıp, kaynaklarını bildirerek çok müspet bir şekilde bir yazı neşretmiş. Ben bu dergiyi görünce çok sevindiğimi. Kendisine bir miktar kitapla tebrik etmek için evine gittiğim. Oda çok sevindi 1- 1,5 saat Üstad ve Risale-i Nur hakkında konuştuktan sonra ayrıldık.

          Pek muhterem Nur cemaatine dahil Kardeşlerim! biri diğerimize dua etmeyi ihmal etmeyeceğiz. Peygamberimiz (a.s.m) Sahabelere: “Günahsız ağızla dua edin buyurmuş.” Sahabeler Kendisine Ya Resulallah! Günahtan kurtulamıyoruz ki demişler. Onlara Demiş ki: “Herkesin günahı kendine aittir, başkası için hiç kimse günah yapmaz. Böylece biri diğerinize dua yapmakla günahsız ağızla DUA yapmış olursunuz.” Nur talebeleri günahsız ağızla dua yapmaları için, Tespihati terk etmemeleri lazım. Aman Kardeşlerim! Bütün Nur talebelerin dualarından faydalanmak için,  yapıp ne yapıp tespihatı okuyup o havuza bizde atmamız şartı var. Ezber bilmezsek tespihati yanımızda taşıyacağız. Arapçasını okuyamıyorsak, yeni yazı ile olanı alıp onu okuyacağız. Zamanında okumaya işimiz engel ise, Sonradan okuyacağız. Zamanın fitnelerinden kurtulabilmek için, ve dünya ve ahiret için bize lazım olan faydaları kendimize celb etmek için, katiyyen okumayı ihmal etmeyeceğiz 4-5 sene evvel ( Prof Nevzat Tarhan Hoca efendi bir sempozyumda: Araştırdık Türkiyemizde 10.000.000. kişi Risale-i Nurları okuyormuş dedi Bütün dünyada en az 20.000.000. Nur talebesinin Duasını kendimize celb etmek için muhakkak Tesbihatımızı okuyarak, o havuza atıp o mübarek havuzdan bizde istifade etmeye gayret etmeye çalışacağız.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Makedonya’da yüzlerce hafıza adanan bir ömür!

Makedonya’da 1967 yılından bugüne kadar yüzlerce hafız yetiştiren bir âlim Hafız Molla Mahmud Asllani. Aslen Arnavut ve 81 yaşında. O, ömrünü Kur’an’a adamış bir mütefekkir. İlerlemiş yaşına rağmen her gün sabah namazından yatsı namazına kadar talebelerine Kur’an, talim ve hadis eğitimi veriyor. Bayramın ilk iki günü hariç yıl boyunca hiç tatil yapmadan vaktini talebeleriyle geçiriyor. Yetiştirdiği talebelerin içinde birçok profesör ve doktor unvanını alanlar var. Asllani bir yandan da Kalkandelen şehrinin Osmanlı yadigârı Alaca Camii’nde imamlık yapıyor. Asllani, Suudi Arabistan Kralı Abdullah tarafından seçilen ‘Dünyanın Kur’an-ı Kerim öğreten hafız ve çok sayıda talebe yetiştiren en başarılı  şahısları’ arasında yer alıyor.

8 yaşında başladığı talebelik hayatı zorluklarla dolu. Babasını genç yaşta kaybettiği için ekonomik olarak çok zorlanmışlar. Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek için evine 2 saatlik mesafedeki köye yürümüş her gün. Kur’an öğrenmeye giderken yalnız bir ayakkabı ve bir çorabı vardır o zamanlar. Kur’an öğrenmeden dönerken ise sırtında evine odun taşımış. Komünist rejimin en şiddetli olduğu, Kur’an’ın yasaklandığı zamanlarda Allah kelamına dört elle sarılmış. O dönemde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Komünizm zamanı olduğu için her şey yasaktı. Camiye gizli gizli gidiyordum. Kur’an öğrenmenin yasaklı zamanları olduğu için herkes korkuyordu. Köyümdeki arkadaşlardan kimse camiye gelmezdi.  Hocam caminin üst katındaki bir odada bana Kur’an öğretirdi. Polis gelip Kur’an öğrendiğimi görünce odaya kilit vururdu. Gittiğinde ben tekrar Kur’an öğrenmeye başlardım. Bana ve hocama baskı yapıyor, sizi hapse atacağız diyorlardı. Ona rağmen Kur’an öğrenmeye devam ettim. İmam olduktan sonra ‘Kur’an’ı mushaflar olarak değil sözlü öğreteceksin. Sadece pazar günleri Kur’an öğreteceksin. Aileden izin almadan çocuklara Kur’an öğretmeyeceksin.’ diye çok uyarılar aldım.”

Hafızlığın büyük bir özveri istediğini aktaran hafız Molla Mahmud, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek kadar yaşamanın da çok önemli olduğunu belirtiyor. Yaptığı her işte sadece Allah’ın rızasını kazanmayı arzuladığını dile getiren hafız Asllani, “İhlaslı işler yapmak için her şey Allah’ın rızasını kazanmak için yapılmalı. Benim eğitim ve öğretimim az. Kur’an için 73 yıl az bir rakam. Keşke daha çok yaşayıp Kur’an-ı Kerim’i daha fazla anlatabilsem. Zahmet çekmeden rahmet olmaz.

KEVSER KULAKSIZ / Zaman

Üsküp Kitap Fuarında Risale-i Nur Sergilendi

1365948902387Değerli kardeş ve abilere Makedonya’nın Başkenti Üsküp’ten selamlar gönderir, duaya vesile olması maksadıyla bir kaç satırla buradaki hizmetler hakkında malumat vermek isteriz.

Bu sene yirmibeşincisi düzenlenen Üsküp Uluslararası Kitap Fuarı’nda Risale-i Nur standı da yerini almış, büyük ilgi ve alakaya da medar olmuştur.

2008’den bu yana her sene katıldığımız Kitap Fuarı her defasında yeni yeni insanlarla tanışmaya ve bu iman hakikatlerinin yeni yeni sahalarda intişarına vesile olmuştur.

Makedonya, içinde çok milletler barındıran ve son dönemlerdeki ekonomik ve siyasal istikrarasızlık sebebiyle Avrupa’ya göç vermiş bir ülke olmasından, standımızda Makedonca, Arnavutça, Boşnakça ve Türkçe eserler yanında, yabancı dillerdeki eserler epey ilgi görmüş ve bir çok okuyucunun eline geçmiştir.

Fuara Devlet erkanından, medyadan, öğretim görevlisi, öğrenci ve sair meslek sahibi kişiler’den oldukça yüksek bir katılım olmuş,  iman hakikatleri bazen radyo ve bazen de gazetelerden ilan edilmiştir, yanı sıra standımıza birincisi 2011 de, ikincisi bu sene olmak üzere sayın M.C. Başbakanı uğramış, her iki ziyaretinde de kendilerine kitaplar hediye edilmiştir.

Bunun yanında kendisi pürşevk olan bir ilkokul öğretmeni yanında öğrencileriyle gelmiş, öğrencilerine Risale-i Nur ve müellifi hakkında bilgi vermiştir. Kendisi yakında bir kütüphane açacağını ve bu kütüphanede mutlaka bu eserlerden bulundurmak istediğini söylemiştir. Fuar 09.04.2013-15.04.2013 tarihleri arasında düzenlenmiş şevk ve gayrete vesile olmuştur. Hürmet ve selamlarımızı gönderir, sizlerden dualar bekleriz.

Üsküp Nur Talebeleri

www.NurNet.org

Ataullah Efendi ve Rumeli Bostanı

Balkanlar’da Makedonya Müslümanları Kosova ve Arnavutluk Müslümanlarına nispeten niye dinlerine daha bağlı?

Çok kimseler tarafından bu soru ile karşılaştım. Bu sebepten bu soruya cevap vermeye çalışacağım. Bilmeliyiz ki insanın kıymet ve ehemmiyeti bilgilerine göredir. Yani insan kulağından ve gözünden ne aldı ise odur, başka olamaz. Manevi bilgilere gelince kafaya girdikten sonra kalbe damlaya başlar ve insanın içini ve dışını nurlandırır. Bu sebepten Makedonyadaki Müslümanlarda ötekilere nispeten dini bilgiler var olduğu için, onlar ötekiler kadar dinden uzaklaşamamıştırlar. Bu bilgi onlara nereden geldi sorusuna gelince, bunu açıklasmaya çalışacağım.

Osmanlının son döneminde, tahsilini İstanbul’da tamamlayan gelen, Makedonya’nın Studeniçan köyünde doğan ve ora halkının dillerinde destan olmuş, Merhum ve Mağfur Ataullah Kurtiş Efendi, dini tahsil yapmak için Türkiye ye gelmiş. İstanbul da tahsilini bitirdikten sonra Fatih medresesinde Müderris olmuş. Hatta müderrisliği esnasında, Arnavut Ata Efendi adıyla meşhurlaşmış. Fakat Cumhuriyet devrinde dinimize karşı yapılan inkılaplardan sonra, Ataullah Efendi ona dayanamamış. Arkadaşlarına demiş, bana morfin yaptırıp beni uyuşturun, ve hükümet adamlarına deyin ki: Vasiyet etmiştir cenazesini tabutla memleketine götürelim. Nitekim arkadaşları öyle yapmışlar.Ve Makedonya’ya varıp ayıldıktan sonra. Orada Meddah adındaki Medreseyi yaptırıp, o medresede çok talebe yetiştirmiştir. Ben onların çoğunu, Kosova’nın Gilan kasabasına bağlı tamamı Türk olan Dobırçan Köyünden tavizsiz hoca olan öz dayım Abdülhamid Dindar vasıtasıyla tanırdım. Çünkü Oranın Lideri Mareşal Tito ile Rahmetli Adnan Menderesin Anlaşmaları neticesinde 1952-1960 arasında Türk, Arnavut, Boşnak ve Pomaklardan oluşan 2,5 milyon Nüfus Türkiye’ye göç ettikten sonra, Rahmetli Abdülhamid dayım köyünde ahbapsız kaldığı için mevcut mallarını satarak bizim köye yerleşmişti.

Bundan ötürü Ataullah Hoca Efendinin talebeleri dayımla çok samimi dostlukları oldukları olduğu için dayımı ziyarete sık sık geliyorlardı, ve misafır karşılamak için benim evim dayımın evinden daha müsait olduğu için haftalarca benim evimde kalıyorlardı. Bu sebepten Ataullah Hoca Efendinin talebelerinin çoğunu tanıyorum.

Birkaç tanesinin adlarını şöyle sayabilirim: Talebelerinden en meşhuru Alim ve şair olan Abdülfettah Rauf Efendi idi. Ötekilerinden hatırlayabildiğim kadarını saymaya devam edeyim. Sayacaklarımdan hepsi rahmetli oldular. Görelerli Selim Efendi. Hafız Sa’dullah Efendi, Gruşinalı Mehmet efendi, hem müderris hem hafız olan her iki gözleri ile ama olan iki tanesinin isimleri şöyle: Hafız Hasan ile Hafıs Sa’dullah Efendiler, Hafız Şaban Efendi, Preşovalı Hafız Necati Efendi, Nakuştaklı Ferhat Efendi ve bunlar gibi isimlerini hatırlamadığım Hoca Efendiler daha var. Bunların tamamı müderris olduktan sonra Ataullah Hoca Efendi hayatta iken Müderrisliği Meşhur talebesi olan Abdülfettah Efendiye devretmiş. Bu zat Arapça, Türkçe ve Farsça dillerini ve tahsili diniyyenin ilim dalları olan: Sarf, Nahiv, Fıkıh, Meani, Mebani ve diğerleri, bunların tamamı 16 dir Bu ulumi diniye dallarının tamamının mütehassisi idi bu zat. Hatta ve hatta Hocası Ataullah Hoca Efendi onun hakkında: “Eğer benim talebem olmasa idi diyemezdim ki insandır” demiş. Bu zattır ki; oranin Münafik Lideri olan Mareşal Titonun çıkardığı “Skidanje zare i ferece” kanunu ile Osmanlıdan kalma ora Müslüman hanımların tesettürü olan çarşaf ve peçelerini kaldırdığı zaman Kanuna itiraz eden Abdülfettah Efendi 8 sene hapis cezası çekti.

Böylece 1952-1960 arası Müslümanlar oradaki din düşmanlardan çektiklerinden kurtulmak maksadıyla 2,5 milyon Türkiyeye göç ettikleri halde, Ataullah Hocanın talebelerinin itirazları üzere, onları dinleyen Müslümanlar, Türkiye de dine karşı yapılan inkılaplar nedeniyle Türkiyeye gelmediler. Taki Risale-i Nur eserleri oralara geldi. Ondan sonra o hocalar: Allah asırlarca İslamiyet’in menbaı olan Türkiye’ye Bediüzzamanın gibi bir zatı göndermiş ve onun eserleri olan Risale-i Nurlar yayılmaya başlamış ve bu eserler sayesinde insan imanını muhafaza edebilir diyerek, daha önce Türkiye ye gidilmez diye verdiğimiz fetvamızı geri alıyoruz, bundan sonra kim isterse gidebilir dediler. Hatta ondan sonra Abdülfetta Efendinin oğlu Tarık Ridvan da Türkiye ye gelmişti.

Evet Ataullah hoca Efendi, talebe okutup hoca yetiştirme vazifesini Abdülfettah Rauf Efendiye bırakınca: O mübarek zatta çok talebe yetiştirdi. Başta Ataullah Hocanın oğlu merhum Ni’metullah Kurtişi’yi  Nikuştaklı Merhum Cemal Efendi’yi, Benim Küçük dayım Hafız Tahsin Dindar’ı ve daha bir çoğunu. Onlardan ikisi çok meşhur idiler ki:

Biri Allah kendisini rahmetine gark etsin Bekir Sadak Efendidir. Bu Efendi 4 ayda hafız olmuştur ve Hırvatistan’ın Zagreb şehrinde Hukuk fakültesini bitirmiş birisidir. Ve icazet aldıktan sonra Türkiye ye geldi, İstanbul da Yüksek İslam Enstitüsünde müderrislik yaptı İstanbul’un Barolar Birliğine kayıtlı idi. Hatta Risale-i Nurlar hakkında onunda bilirkişi raporu var. Risale-i Nurlar suçsuz, hatta faydalı eserler olarak bilirkişi raporunda kayıtlıdır.

Kendiside o zaman Yüksek islam enstitüsünde okuyan Nur talebelerinden İbrahim Çetin isminde bir Hoca Efendi Bekir Sadak Hoca için şöyle anlatıyor:

Eylül ayında talebelerin başladığı ilk gönünde Bekir Sadak Hoca bakıyor bir sürü yeni öğrenciler gelmiş. Onları karşısına alarak: “Gençler! Siz eğer para kazanmak için burayı seçti iseniz yanlışsız, gidin başka bölümü seçin bura para kazanmak yeri değil, Burası adama cenneti kazandıran bir yerdir.” Bana anlatan hoca diyor, hakikaten onlardan çoğu İslam enstitüsünü bırakıp başka mesleklere tahsil etmek için kaydoldular. Zaten Üstad İhlas Risalesinde: Hocaları kastederek, “Dini hizmet karşılığında bir menfaat istenilmez, belki verilir verilsede alırken ondan hoşlanılmamalı

Bir başka haber Bekir Sadak Hoca bir hoca arkadaşı ile yolda yürürken, arkadaşına biri sorar, Bankada bir miktar param vardı epeyce faiz toplanmış bu parayı alabilirim mi? Hoca cevaben, alamazsın, onları alsan da atmak zorundasın, deyince. Bekir Hoca konuştuklarını duyunca, adam ayrıldıktan sonra, Bekir Hoca meslekdaşına; Arkadaşım o para ile umumun faydasına bir tuvalet de mi yapamaz deyince?” arkadaşından cevap yok.

Abdülfettah Hocanın İkinci meşhur Talebesi: Pek Muhterem merhum ve magfur Kemal Aruçi dir. Bu zat Gostivarın Vrapçişte köyündendir. Bu köy hakkında bir hocadan şöyle işitmişim: Osmanlı zamanında Arnavutların dilinde dini kitap yok. Köyün eşrafi toplanıp karar alıyorlar: Bugünden itibaren hiçbir evde Arnavutça konuşulmayacak. Bundan sonra halk iyice dinini öğreniyor. Böylece dil bilince Kemal Aruçi Hoca Efendi Alim Şair bir Zat olma imkânını dil öğrenme zahmetine katlanmadan elde ediyor. Muhammed Aruçi isminde oğlu da, Arabistan’da İlahiyati bitirip Master ve Doktorasını da yapmıştır. Şimdi İstanbul da yaşıyor. Hatta buradan evlendi.Şimdi nerede çalışıyor kesin bilemiyorum, fakat, Diyanetin çıkardığı Ansiklopedi çalışmalarına onu da almışlardı. Orada çalıştığını biliyorum. Babasını yazmış olduğu Şiirlerini “ŞİİRLERİM” namıyla 440 sahifeden ibaret olan mükemmel bir üslupla yazılan şiirlerini oğlu Muhammed bastırdı. Hatta balkanlarda yaşayanların ekonomi durumları iyi olmadığı için, onların cami ve mektep gibi hayırlı faaliyetlerine Muhammed Aruçi Hoca buradaki hayırsever iş adamlarını teşvik etme gibi hayırlı işlerde dahi katkısı oluyor.

Evet boşuna değil Üstad Bediüzzaman hazretlerinin sözü ki Balkanlar hakkında mahsulat vermeyen mera dememiş: ” Rumeli bostanı” demiş. Bir tarihçi Osmanlı zamanında Arnavutlardan 38 Sadrazam çıktığını yazıyor . İstiklal Marşi Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Prof Sabattin Zaim, Eşref Edip ve Van valisi Tahir Paşanın da soyları oralardan. Hatta! Peygamberimiz a.s.min “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm” (Bir müslüman başka milletten birine benzerse o onlardan olur) Hadisi şerifin manasını açıklayarak kitap yapan İskilipli Atıf Hoca, ve bu kitap onun idamına sebep olmuştu. Bunun gibi Arnavutluğun İşkodra’sından İbrahim Kaduku ve Basnadan Seyfullah Efendi de ayni hadisi şerifi açıklayarak kitap yazmışlar. Hatta! Yukarıda kendilerinden bahsettiğim Üsküp Hocaları Kasket ve Fötr şöyle dursun, Müslümanlar çalışmak için Sırbistana gitme ihtiyacını duyup oralara giderken Sırplar arasında Müslüman olduğu bilinmesin diye, başlarına Fransız Beresini taktıkları zaman, Hocalar itiraz edip kendilerine siz Fransız kıyafetine büründüğünüz için dinden çıkmışsınız diyorlardı ve Hocalarla halk arasında bu kavga epey sürdü. Makedonya’nın baş şehri Üsküp te 1960 senesine kadar sokaklarda Müslümanların % 90 nını kırmızı fesle görürdün Makedonlar kendi kıyafetlerini taşırlardı. Hatta! Müslümanların ana vazifelerinden olan selam vermek, sokakta yürürken kime selam verip kime Makedonca ( Doberden) diyeceğini tereddüd etmeden bilinirdi. Fakat Türkiyemizde Müslimanlar şapka taşıma mes’uliyetinden kurtulmak için baş açıklığı tercih ettikleri için ora Müslümanları da Türkiyenin durumundan kuvvet alarak şimdilik onlarda başaçık gezebilme hususunu Türkiyeyi taklit ederek başaçık geziyorlar, Zaten Üstad Bediüzzaman Büyük millet Meclisindeki konuşmasında: Dıştakı müslümanlar bizi taklid ederek iyilikleri aldılar. Bizim kötü ahlakımızı da taklid edebilirler. Zaten şapka hususunda Şeyhül İslam Zembilli Ali Efendinin müthiş ikazı var. Bu sebepten müslümanlar başaçık yürümeyi, insanı küfre sokan şapka taşımaya tercih ediyorlar. Fakat ne yazık ki hepsi başaçık oldukları için sokakta yürürken karşıdakini müslüman mı yahudimi ermeni mi bilemediğin için rahatça selam veremiyorsun.

Yukarıda ismini vermiştim. Dayım tavizsiz Abdülhamid Dindarın oğlu 1973 te Yugoslavya dan Türkiyeye temelli olarak göç etti. Fakat babası Hoca dayım temelli olarak gelmedi. O başındaki sarığını çekmemek için turist pasaportu ile geldi. Çünkü pasaportta ki fotoğrafı Sarıklı idi. Burada polisler sarığına müdahale ettikleri zaman “ben turistim işte pasaportumu görebilirsiniz” diyerek bu şekilde gayesinden taviz vermeden yaşadı. Zaten orada dahi onun sarığını çekmek için 5-6 saat emniyette tuttular. Emniyet amiri çek sarığını deyince Ayni Üstad gibi boğazını göstererek bu sarık buradan çekilir diye Emniyet amirine cevap verir. Nihayet emniyet amiri kalkar kendisi Dayımın sarığını şözer ve dayımın eline verir. Dayım emniyetten çıkınca emniyet kapısı önüne tekrar sarar ve Elhamdülillah ölünceye kadar başından çekmedi. Topkapı kabristanında medfundur. Allah Rahmet eylesin.

Evet , Türkiye de dine karşı yapılan inkılaplarla ecdattan kalan çok güzel adetler yok olduğu gibi, Türk dil kurumunun başına getirilen A. Dilaçar’ı, halka karşı A. soyadını gizli tutup, millet onu Ahmet te Ali de olabilir düşüncesini taşıyordu. Sonra meydana çık tiki Agop Dilaçar mış, yani Ermeni imiş. Ve onun dilimize yaptığı tahribatın tamiri mümkün değil. Bu hususlara nazar attığımız zaman Ecdadın adetlerinin birçoğu Balkanlarda daha devam ediyor. Mesela, orada ev hanımları ve bulüğ çağında ki kızlar, avluya çıkınca evin içindeki elbiselerle görünmemesi için, ister köy ister kasabalarda evlerin avlularının çoğu 3- 3,5 metre duvarla sarılıdır. Hala gün bu gün öyledir. Yeni yapılan evlerinde duvarları yüksektir. Köylüler tarladaki mahsulatını arabayla rahatlıkla avluya sokmak için çift kanatlı 3 metre yüksek kapılar mevcuttur ve ister misafir perverlik istet ölüm ve düğünde, halk biri diğerinin derdi ile dertlenme gibi uhuvvet onlada mevcuttur. Bunlar gibi daha birçok güzel adetler grada hala devam etmektedir.

Kardeşler! Unutmayalım ki bu zamanda Müslüman ölmek kolay bir iş değil. Prof. Şener Dilek kardeşimiz bir konuşmasında, üç çeşit insan var diyor:

1- Bu kısım insanlar midesinden başka düşünmez. Onun yapacağı mutkfak ile tuvalet arasında dolaşmaktır.

2- Müslüman geçinir. Ben Müslüman değilmiyim der, fakat neyazık ki islamın icaplarını yerine getirmez. (bunun müslümanlığı hiç kimseyi tedavi etmeyen Doktora benzer)

3- Gaye adamıdır bu muhterem gayesi uğruna çok şey feda eder. Çok zahmetlere katlanır. Hatta öyleleri var ki gayesi uğruna ruhunu feda eder gayesinden asla feda etmez. Mesela Üstad Bediüzzaman gibi.

Hazırlayan: Abdülkadir Haktanır

albnur.com

Aşağıda Abdülfettah Rauf efendinin iki şiirini size takdim edeceğım:

Menfi milleyetçilige düşmanım

Arnavutluk ya türklüğün yeri yoktur dinimde.

Ben yalınız Müslümanım budur kalan zihnımde.

Ben yalınız Müslümanım Allahım bir dinim hak.

Budur benin öğündüğüm bu olmuştur olacak.

Ben yalınız Müslüman’ım Peygamberim Muhammed.

Salat sana selam sana ey mürşidi muhalled.

Şanım Kur’an canım Kur’an kanunum tek Kur’andır.

Ulu kitap yüce kitap canım sana Kurbandır.

Müslümanlık dinim benim Müslümanlık milletim.

Müslümanım şübhem yoktur yoktur benil illetim.

Müslümanlık dörtyüz milyon kardeşim.

Akar ise onlar için akar benim gözyaşım.

Sevinç ile sevinirim, keder ile ağlarım.

Matem ile öz başıma karaları bağlarım.

Kıblem Kâbe, Rabbimiz bir kıblemiz bir hep biriz.

Ni’metlere şükrederiz belalara sabiriz.

Müslüman’ın düşmanına babam olsa düşmanım.

İçim dışım ben yalınız Müslüman ve insanım.

Müslümanlık ne büyük şey bir zamanlar cihanı.

Baştan başa zapt ederek insan etmiş insanı.

Yüce rabbim yüce dinim böyle hor ben kalamam.

Tarihimi çiğneyerek yabancı şey alamam.

Göksümdeki imanımın firmasıdır şu fesim.

Bu başımdan çıkmayacak çıkmadan son nefesim.

Sağ oldukça baş üstünde kalmalıdır ni’meti.

Ben ölünce olmalıdır tabutumun zineti.

Kalbimizin Nurunu solduranlar solmalı.

Müslümanım Müslümanın dini bütün olmalı.

Dinimiz bir bu ikilik Koğulsun Yarab aradan.

Müslümanlar dinimizden ayırmasın yaradan.

Balkan Şuarasında

Üsküplü Abdülfettah Rauf yazılış tarihi 1958

Evet buradaki ağabeylerin nazariyeleri de o istika mette. Kızların memure olmaları için yüksek tahsili uygun bulmuyarlar. Aşağıda göreceksiniz Abdülfettah Efendi de o istikamette

EY HAZRETİ HAVVANIN NAMUS SEVER KIZLARI

Küçük büyük kadın erkek şaşırdığı bir zaman,

bir zaman ki dostlar zebun düşman ise bi eman.

Beşer azmuş Hak yolundan her tarafta buhran var,

Ne elinde bir kitap var ne önünde burhan var.

Kadın çıkmış kadınlıktan ırzu namus paye mal,

ne şeref var ne âile sönmüş gitmiş hem âmal.

Öz çocuklar anne varken annesiz kaldı eyvah,

Ne haya var ne korku var ne Peygamber ne Allah.

İslamiyet kadınlığı kurtarmıştı zilletten,

Kurtarmıştı rezaletten esaretten illetten.

Her hakkını verdi fakat kadınlık çevresinde,

Kadın kadın oldu İslamın nurlu devresinde.

Bunun için Ey Havvanın namus sever kızları!

Müslümanlık âtisinin münevver yıldızları.

Siz bu günün genç kızları yarının anneleri,

Biliniz ki bu dindedir hakkın feyzi hüneri.

Her emrini şeref bilin hayat bilin hak bilin,

feyzi hayat bu dindedir bu dinde mutlak bilin.

İmanlıya dine kanmak zor değildir kolaydır,

Bir kadına kendi evi kafes değil saraydır.

O sarayın Padişahı yine kadın olmuştur,

Kadın ancak saadeti bu sarayda bulmuştur.

Ey Allaha iman eden afife kız bgün ben,

Fazla öğüt vermem sana şu sözüm var heman sen.

Aişe-i Sıddıkayı Fatımatüz Zehrayı,

Numune al, bakma asla bu kudurmuş dünyayı,

Bir kadını çarşafında saklamıştı diyanet,

Ayıp mıdır bir inciyi sadefinde sıyanet.

Diyorlar ki kadın demek kedi değildir heman,

Hiç yerinden oynamasın evde kalsın her zaman.

Fakat kadın köpek dahi değildir ki dolaşsın,

Çarşı pazar devr ederek her gübreye bulaşsın.

Bunun için kadın heman evladına annedir,

O evinde hakimedir silahı da iğnedir.

Bir milletin annesidir bir vatanın banisi,

Ailenin temel taşı zevcının da sanisi.

Medeniyyet ve asrilik dedikleri kederdir,

Kadınlığa cinayettir ırzu şeref hederdir.

Ev boş kalmaz boş kalırsa bütün hayat boş olur,

Hakkın yüce kanuni ile amel etmek hoş olur.

Hoş değilde vazifedir aklı olan insana,

Reva değil tekme vurmak şu pek büyük ihsana.

Üsküplü Abdülfettah Rauf Efendinin Şiiri