Etiket arşivi: manevi

Mânevî Taun ve Taun Çeşitleri Nelerdir?

Taun kelimesi “bulaşıcı salgın hastalık” anlamına geldiği gibi bunun çeşitleri de vardır. Mânevî olarak imansızlık ateşi bir taundur. Materyalist fikirler ile bir kişi zihnen zarar görmüş ise bu da Maddiyyunluk taununa müptela olmuştur. Bir kişi namazlarında bir karar tutturamıyor ise, o da namazsızlık taununa tutulmuş demektir. Bir insan Kur’ân-ı Kerîm ve kitap okumuyor ise, o da Kur’an-ı Kerîm ve kitap okuyamama taunundan hastadır. Aynı şey Hadîs-i Şerîf, Risale-i Nur, İlmi eserler okuyamamak noktasında da geçerlidir. Bu misalleri her şeye kıyas edebilirsiniz.

Konuyla ilgili Nur Külliyatı’ndan bazı misaller;

“Şimdiki bataklığa ve manevî tauna sukutun sebebi ise terakki fikrinden neş’et ettiği cihetle, onların hatalarını gösterip suud ve terakki, Müslüman için ancak İslâmiyet’te ve imanlı olmakta olduğuna işaret etmektir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 23)

“…medeniyet-i sefihenin tuğyanını ve maddiyyunluk {*Hâşiye: Evet, maddiyyunluk taununun hastalığı nev-i beşere bu dehşetli sıtmayı ve küre-i arza bu titremeyi vermiştir.} taununun aşılamasını çeviren ve idare eden ervah-ı habîsenin başlarına gelen bu dehşetli, semavî tokatlar…” (Kastamonu Lâhikası, s. 202)

Bu cümlede geçen “semavî tokatlar”dan maksat, hiç şüphesiz zahirde bela, musibet, hastalık diye görünen şeylerdir.

“Bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor.” (Şualar, s. 202)

Eğer ki bir mü’min virüs sebebiyle vefat ederse, şehit olur ve Allah’ın i̇zniyle şehadet mertebesine nail olur. Ama maddiyyunluk yani materyalizm virüsü ile hasta olan ve bu virüsten ölen ise ebedî hayatını kaybediyor; Allah muhafaza eylesin.

Peki dinsizlik virüsü ile ebedî hayatı mı kaybetmek daha dehşetli, yoksa imanlı olup virüs vesilesiyle şehit olup 70 80 yıllık bir dünya hayatını kaybetmek mi daha dehşetli? Birincisi dehşetin zirvesinde olduğu gibi, ikincisi değil dehşet ferah, refah ve huzura sebeptir; çünkü ebedî hayatı kazandırıyor.

“Maddiyyunluk manevî taundur ki beşere şu müthiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı İlahîye çarptırdı. Telkin ve tenkit kabiliyeti tevessü ettikçe o taun da tevessü eder.” (Mektubat, s. 543)

Burada da “maddiyyunluk manevî taun”un beşeri müthiş bir sıtmaya yani titremenin çok olduğu bir hastalığa yakalattığından bahsediyor. Aynen bunun gibi de bu tür zahiri musibetleri bu yönü ile ele almalıyız. Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

 

Toplumun Manevi Yetimleri

Toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen çekirdek ailedir.Aile, anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Aile, anne-babanın mutluğunu sağlayıp devam ettirmenin yanında, çocukların eğitilmesi ve topluma faydalı bireyler olarak yetiştirilmesinde çok önemli bir yere sahiptir.

Bediüzzaman Hazretlerine göre aile İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı(sığınağı) ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.(24.Lema, 2.Nükte)
Yani aile hem kadın ve erkeği hem de çocukları kötülüklerden ve sıkıntılardan koruyan en önemli sığınak özelliği taşır.
Peki günümüzde aile kurumu bu fikriyat üzerine mi kuruluyor ? Bana göre hayır.

Geçen gün odamda otururken dışarıdan sesler duydum.Pencereden baktığımda içimi param parça eden bir görüntüyle karşılaştım.
Bu görüntünün kahramanı 2-3 yaşlarında bir çocuk.Bu çocuk gördüğüm kadarı ile anne babası boşanmış ya da boşanmak üzere olan bir ailenin arasında kalmış talihsiz bir çocuk.Çocuğu bir annesi babasından zorla alıyor,Bir baba annesinden kolunu koparırcasına zorla çekiyor.Kendi aralarında çocuğu çekiştirip duruyorlar.

İşlek bir caddenin ortasında, milletin şaşkın bakışları arasında bir çocuk feleğin sillesini ömrü boyunca hiç unutmayacak şekilde yemiş oluyor.Bu çocuğun zihin dünyasında kim bilir belki hayatı boyunca onarılmayacak derin yaralar açılıyor.

Dünyada hayatı boyunca en büyük manevi dayanağı ve desteği olan anne ve babası birleşmeyecek şekilde ayrılıyor. Yani yüreği kan ağlayacak bir şekilde iki parçaya ayrılıyor.Kısacası yetim kalıyor.

Çocuk ileri yaşlarda bu boşluğu bazen ona değer veren yanlış arkadaşlarla doldurmaya çalışıyor.Bu durum hem kız çocuğu için geçerli hem erkek çocuk için hayatta onarılmayacak yaralar açıyor.
Öğretmenlik ve İdarecilikle birlikte yaklaşık 14 yıldır Eğitim camiasında görev yapıyorum.Binlerce öğrencim oldu.Bu yıllar bana çok büyük tecrübeler kazandırdı.
Özellikle idarecilikte karşılaştığım bir çok sorunlu öğrencim oldu. Sorunlu öğrencilerime ilk zamanlar kızıyordum.Fakat zamanla bu çocukları sorunlu hale getiren sebepleri öğrendikçe onlara kızmıyorum.Tam tersi çoğu zaman onlara kızdığım için kendimden utanıyordum.

Resmi Öğretmen kimliğinden sıyrılıp Hasbi öğretmen kimliğine geçtiğinizde artık bu çocukları kendi çocuklarınız gibi görmeye başlıyorsunuz.
Çünkü okul için sorun gördüğünüz bu çocukların çoğunun ailesinin sorunlu olduğunu görüyorsunuz.

Bu çocukların kimisinin annesi ,babası boşanmış,baba ve anne evlenmiş, dedesi veya nenesi bakıyor. Kimisinin annesi veya babası ölmüş.Kimisinin üvey annesi ile sorunu var.Kısacası hepsinin sorunlu olmak için kendince haklı bir nedeni var.

Bir de siz eğer bu halette olan gençlerin üzerine giderseniz.Ateşin üzerine benzin döker gibi onların gönül dünyalarını daha da yıkmış oluyorsunuz.Biz eğitimcilerin görevi bu çocuklara şefkatle yaklaşmak ve onlara manevi yönden destek olmaktır.Eğer biz destek vermezsek art niyetli insanlar onlara destek vererek onları hiç istemediğimiz şekilde topluma zarar veren birer hırsız,kapkaççı ,vb… bireyler olarak karşımıza çıkarır.

İşte bundan dolayıdır.Boşanan bir aile duyduğumda için yanar.Aklıma hep bu masum çocukların manevi yönden yetim kalışları gelir üzülürüm.
Allah kimseyi ailesinden ve çocuklarından ayırmasın…

Hamit Derman

www.NurNet.org

Hastalara ‘manevi terapi’ Dönemi Başlıyor

Gaziantep ‘in pilot il seçildiği projeye göre; destek ünitelerine bağlı olarak hayatını sürdüren hastalar, Müslüman ise Diyanet görevlilerinden, Hıristiyan ise papaz, Musevi ise hahamlardan hizmet talep edebilecek. Varsa, helalleşmek istedikleri kişilerle buluşturulacaklar.

Türkiye, dünyanın birçok ülkesinde uygulanan ve hastalar üzerinde olumlu sonuçlar veren ‘Destek Tedavi Merkezi’ projesi için ilk adımı attı. Destek üniteleriyle hayatını sürdüren hastalara, dinleri dikkate alınarak manevî destek sağlanacak. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın pilot il olarak seçtiği Gaziantep’te uygulanacak proje kapsamında hastalar, helalleşmek istediği tanıdıklarıyla da bir araya getirilecek. Çalışma için ilk etapta 40-50 yataklı bir merkez oluşturacaklarını belirten Gaziantep Sağlık Müdürü Prof. Dr. Metin Karakök, Türkiye’nin her yerinden müracaat alabileceklerini söyledi. Karakök, “Yatalak veya alzheimer gibi rahatsızlığı olan hastamız Hıristiyan ise papaz, Musevi ise haham, Müslüman ise Diyanet görevlileri veya gönüllü kuruluşlar aracılığıyla destek vereceğiz. Hastalığı nedeniyle çöken moralleri düzeltilecek. Helallik almalarını sağlayacağız, küsleri barıştıracağız. Dışarıdan gelmek isteyen olursa kapımız herkese açık olacak.” dedi. Merkezde görev yapacak çalışanların titizlikle seçileceğinin altını çizen Prof. Dr. Karakök, hizmet binasında moralleri bozan her türlü şeyden kaçınılacağını anlattı. Projeyi desteklediklerini ifade eden Gaziantep Müftüsü Prof. Dr. Ali Bakkal, çalışmanın önemli bir ihtiyacı gidereceğini vurguladı.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile ortak olarak hayata geçirilecek ‘Destek Tedavi Merkezi’ projesine Gaziantep Müftülüğü de destek verecek. Şehitkamil ilçe sınırında yapılması planlanan ve pilot olarak uygulanacak merkezin ilk etapta 40-50 yatak kapasiteli olması düşünülüyor. Projesi çizim aşamasında olan çalışma, tedavisi tıbben biten hastalara manevi destek sağlanması konusunda büyük önem taşıyor.

Merkezde görev yapacak çalışanlar da titizlikle seçilecek. Proje hakkında bilgi veren İl Sağlık Müdürü Karakök, tedavisi tıbbi olarak biten hastaların, hastane lerde pek tutulmadığı, evde bakım hizmetinin uygulanabildiğini belirtti. Ancak, bazı hasta yakınlarının da bu kişilere bakmak istemediğini hatırlatan Karakök, birilerinin gözetimi altında olmayı, bu sefer de hastaların kabul etmediğine dikkat çekti. Bu hastaların ortada kaldığına vurgu yapan Karakök, “Bu kişiler için destek tedavi merkezi tarzında 40-50 yataklı bir proje planladık. Hastanede tedavisi bitmiş, evde artık bakımı mümkün olmayan hastaların hospitalize edileceği (misafir etmek), bunların bakımının yapıldığı bir merkez kurmayı hedefliyoruz.” şeklinde konuştu. Planladıkları bu merkezde hastalara her türlü psikolojik desteğin verileceğini anlattı. Karakök, “Hiçbir din farkı gözetmeden, Hıristiyan ise papaz, Musevi ise haham, Müslüman ise Diyanet görevlileri veya gönüllü kuruluşlar aracılığıyla destek vereceğiz. Bu hastalar, hayatının sonlarına gelmiş kanser hastası, Alzheimer veya yatalak hasta olabilir.” diye konuştu.

Karakök, merkezde moralleri bozan her türlü şeyden kaçınılacağını, binanın da bu tarzda inşa edileceğini aktardı. Hastaların, helalleşmek istediği ve dargın olduğu kişilerle bir araya gelmesi için de çalışma yürüteceklerinin altını çizen Karakök, “İnsan bunları gerçekleştirmek ister ama bir türlü olmayabilir. Biz, sosyal açıdan da bu insanları birleştirip helallik almalarını sağlayacağız, küsleri barıştıracağız.” ifadelerini kullandı. Gaziantep Müftüsü Prof. Dr. Ali Bakkal ise, “O durumdaki bir insanın psikolojik olarak en büyük ihtiyaç duyduğu güzel şeyler söyleyecek bir insandır. Bu insana dünyanın bir geçiş noktası olduğunu, asıl hayatın öbür dünyada olduğunu hatırlatacak din görevlisinin olması gerekir. Bu görevli hastayı rahatlatacak ve ölüme hazırlayacaktır. Böyle bir çalışma önemli bir ihtiyacı giderecektir.” dedi.

ZAMAN

Çanakkale Savaşında Milli ve Manevi Şuur

Toplumlar da insanlar gibidir.İnsanlar, ruhları ile nasıl canlı ise toplumlar da Milli ve manevi şuur ile canlı ve güçlü kalabilir.Milli şuurdan yoksun olan toplumlar sömürge olmaya ve tarihten silinmeye mahkumdur.Milli ve manevi şuurun önemi ile ilgili yakın tarihte yaşanmış bir anekdotu aktarmak istiyorum.

Bir dönem Cumhurbaşkanı Turgut Özal milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında , 1980 li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar.

Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog (Eğitim Bilimci) heyetini Türkiye’ ye davet eder. Alanında uzman olan bu heyet ülkemizin çok değişik yerlerinde araştırmalar yapar, görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere, zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkarlar.

Eğitim alanında uzman olan heyetin kararı kısa ve kesindir.

Derler ki: “Sizin gençlerinizde milli ve manevi  şuur eksik” Bu karar, Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır.
Biraz şaşkınlık biraz da hayret içinde: “Nasıl yani…?” diyerek şu soru sorulur:…

“Peki siz Japonlar, gençlerinize milli ve manevi şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?” Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı ve düşündürücü olan şu cevabı verirler:
“Biz, sizden aldığımız “AMİN ALAYI” ( Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı.) ile eğitime giriş yaparız.

Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki: “Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.”

Daha sonra da bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri manzaralar onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine onlara deriz ki: “Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz,birlik ve dirlik içinde olmazsanız; işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin…”

Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de MİLLİ BİR ŞUUR kazanırlar.” Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerden biri: “İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki’ miz yok ki” der. Bunun üzerine Japonlar der ki: “Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi bölgeleriniz var. Birinci Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metrekareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı bu bölge; çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…”

Evet Milli şuur Kınalı kuzularını cepheye yollayan  annelere Haydi oğlum, haydi git; Ya gazi ol, ya şehit! sözlerini söyleten şuurdur.

Bu şuur Seyit Onbaşıya 250 kiloluk bombayı kaldırtan şuurdur.

Bu şuur savaşta gözlerini kaybeden Memiş’in; komutanın: “Vah evladım vah! Gözlerinden mi oldun?” demesine karşılık: “Üzülme paşam, üzülme! Bu gözler göreceğini gördükten sonra bu hale geldi!” sözlerini söyleten şuurdur.

Evet bu şuurla iman tekniğe meydan okumuştur.Öldü denilen bir Millet küllerinden doğarak sömürgecilere dur demiştir.Dünyanın en güçlü orduları karşısında milletimiz iman gücüyle karşı koymuş ve muzaffer olmuştur.

Bu şuurla Kimin himmeti (gayreti) milleti ise o kişi tek başına bir millettir.diyerek atalarımız  destanlar yazdılar.

Kısacası milli ve manevi şuur bizi biz yapan şuurdur.Kendimizi kaybetmemek için milli ve manevi şuurumuzu kaybetmemeliyiz.

Hamit DERMAN