Etiket arşivi: Mehmet Abidin Kartal

Tercih

Tercih, sözlükte “tartmak, bir şeyi başkasından üstün tutmak, yeğlemek” anlamında kullanılır.

Tercih ettiğimiz yolda yürürüz.

Herhangi bir mesleği veya ilmi öğrenmek isteyen, önce mesleği ve ilim dalını tercih eder, sonra bu yolda çalışarak hedefine varmaya çalışır.

Dünyada yaşarken yaptığımız her iş, her eylem tercihlerimizin sonucudur.

Kişi eşini tercih ederken gayesi mutlu olmaktır. Kendi özelliklerine uygun eşi tercih ederek hayat yolculuğuna devam eder.

İnsanın arkadaş, dost olduğu kişiler tercihleridir.

Tercih seçmektir.

Eşimizi seçeriz, arkadaşımızı seçeriz, mesleğimizi seçeriz, alış veriş yaparken alacağımız malın iyisini seçeriz… Seçimler hayat boyu devam eder.

Demokratik toplumlar kendilerini yönetecek kişileri seçimlerde tercih yaparak seçerler.

Bu seçimlerde herkesin tercih sebebi farklı olabilir.

Ülkemizde 14 Mayıs 2023 tarihinde Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapılacak.

Dünyanın dört bir yanından pek çok gazete ve televizyon, sosyal medya bu süreçte gözünü Türkiye’ye çevirmiş durumda. 2023’ün en önemli seçimi   değerlendirmesi yapılmakta.

Cumhurbaşkanlığı için dört aday yarışacak. Çekişme iki aday arasında geçecek gibi. İlk turda adaylardan biri çoğunluğu sağlayamazsa seçim ikinci tura sarkacak.

Seçimde milletimiz hangi adayı tercih ederse etsin  sonuca hepimizin saygı duyması gerekir.

Ben burada şu adaya oy atın, şuna atmayın deme haddim değil.

Tercihte bulunurken hepimizin bildiklerini, yaşananları hatırlayalım…

Yazmaya çalıştıklarım bilinenlerdir. Bilinenlerin ikna edici olması tercihleri belirler.

Her konuda olduğu gibi siyasette de tercihler kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu demokrasinin gereğidir. 

Her konuda olduğu gibi siyasi tercihte de bulunurken ferasetli olmak gerekir. Kişi tercihte bulunacağı olay veya kişiler hakkında geniş, kapsamlı bilgilere sahip olarak, kişinin samimi olup olmadığını fark ederek tercihte bulunması, kişiyi vicdanen rahatlatacaktır. İleride keşke demesini engelleyecektir.  

Siyasetin kurumları partiler günahlardan meydana gelmiş, sen, ben oluşturuyoruz partiyi. Biz ne kadar temiziz ki oy attığımız  parti temiz olsun! Demek böyle bir şey tamamen masum olamaz.

Biz faniler kusurluyuzdur. Eksiksiz, kusursuz, hatasız, zulüm süz bir parti,  hükumet olamaz. Hiçbir parti sütten çıkmış ak kaşık değildir.

Kusursuz bir hükumet arayan kusur arıyor, eksik arıyor, onları öne çıkarıyor.

Kusursuz hükumet arayanlardan biri başa geçse kim geçerse geçsin kimseyi beğenmez. Mutlaka kusur bulur. İyilik yapılsa “mecburdur yapmaya” derler.

Partilerin hepsi günahkar, hepsi kusurlu, hepsinde menfaatler çarpışıyor  ne yapacağız?

Bizi yönetecek kişi ve kişileri seçerken ölçümüz ne olacak?

Doğru tercih yapmak için ölçümüz ne olacak.

Bediüzzaman’ın ölçüsü bize yol gösterebilir.

Azam-i şerre  (büyük şerre)  karşı ehven-i şeri tercih edin…

Kötü olan iki şeyden daha az kötü, zararı daha hafif olana ehven i şer denir.

Etrafa yayılmasından endişe edilen bir yangını söndürmek için gerekirse itfaiye birisinin evini yıkabilir. Kangren olmuş bir parmağı kesmek şer değil; hayırdır. O kesilmezse, el kesilir. O zaman daha büyük şer olur. ..

Ehven-i şer kaidesi ticari, sosyal ve siyasi bütün meselelerimizde uygulayabileceğimiz bir kaidedir. 

Bir ülke; iki yabancı devletten birisini tercih etme mecburiyeti karşısında daha çok zararlı olanın şerrine mani olmak için elbette daha az zararlı devleti tercih edecektir…

“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut batılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız…” Mihenge nasıl vuracağız. İmam-ı Şafii’yi dinleyelim.

İmam-ı Şafii hazretlerine demişler ki “Efendim fitne fesat olduğu zaman doğru-yanlış, iman-küfür, karanlık-aydınlık birbirine girdiği zaman biz doğruyu nasıl bulacağız?” İmam-ı Şafii “Düşmanın okunu takip edin, o sizi dostunuza götürür” demiş. Düşmanın oku mihengimiz.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde kime oy vereceğimizi düşmanın okunu takip ederek te bulabiliriz.

ABD, Avrupa devletleri, FETÖ,  PKK, LGBT kimi destekliyor? Apo’nun heykelini dikeceğiz diyenler kimi destekliyor? İHA ve SİHA’lardan rahatsız olanlar kimi destekliyor? Faşist iktidarı yıkacağız diyenler kimi destekliyor?… Basını, sosyal medyayı takip edin kimi desteklediklerini, kime düşman olduklarını göreceksiniz. Çekinmeden çemkirerek içlerindeki zehri akıtıyorlar Olayın tarihi fırsat olduğunu söylüyorlar.  Hatta istedikleri olmazsa alçak  tehditler savuruyorlar. Ekonomimize operasyon çeken küresel sermayenin kodamanları ülke ekonomisini ipotek edeceklerini söylüyorlar. Gözünü kapayan, yalnız kendine gündüzü gece yapar.

Her gün batı medyasında Türkiye’de 14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimlerine müdahale edildiğini kimi desteklendiklerini  açık açık  ifade ettiklerini görüyoruz. Gazete ve dergi manşetleriyle, yorumlarıyla Türkiye’ye ayar vermeye çalışıyorlar İngiliz  The Economist dergisi, Haftalık Fransız L’Express dergisi, Le Point dergisi ve daha birçokları ağız birliği etmişçesine, “Erdoğan gitmeli”“Demokrasiyi koruyun”,  ve daha birçok aşağılayıcı algı dili  kullanarak demokrasimize müdahale ediyor, milli iradeyi yok sayıyorlar, seçimlerini yapmışlar.  Ey Türkiye düşmanları,  Türkiye’ye talimat verdiğiniz günler geride kaldı.  Son sözü bu millet sandıkta söyleyecek, bekleyin. “Düşmanın okunu takip edin, o sizi dostunuza götürür” Düşman okunu nereye attığını açık açık gösteriyor.   Biz Türkiye düşmanlarını mı?  Dinleyeceğiz.

İslam coğrafyasındaki mazlum ve mağdurlar. Ümit diye bekleyen  garibanlar… Filistinliler, mağdur, mazlum, sömürülen Afrikalılar, mazlum halklar, dini cemaatlerin ekseriyeti kimi destekliyor? Eserleri, başarıları, kazanımları,  yapılanları görenler kimi destekliyor? PKK, FETÖ gibi şer odaklarıyla ciddi mücadele edildiğini görenler kimi destekliyor?…  

Milletin tercihi ülkenin kaderiyle yakından ilgilidir. Bu millete ilk defa 1950’de kendisini yönetecekleri seçme ve tercih etme hakkı verildi.. Bu millet kimi tercih etti? Adnan Menderes’i…Niçin?

Çünkü Adnan Menderes’in Demokrat Partisi ehven-i şerdi. Karşısındaki parti azam-i şerdi.

Bediüzaman  oy pusulasını eline aldıktan sonra “Demokrat hangisi?” diye sorduğu ve tercihini de açıkça, bütün sandık görevlilerinin göreceği bir şekilde kullanmıştır.

Bediüzzaman Hazretlerinin, Ezan-ı Muhammedî’nin aslına çevrilmesi dışında, Adnan Menderes’in Demokrat Partisinden iki isteği daha vardı: 1- Ayasofya’nın camiye çevrilmesi. 2- Risâle-i Nur’un devlet eliyle, yani resmî olarak neşredilmesi.

26 Kasım 2014 tarihli ve 29187 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla Bediüzzaman Said Nursi’ye ait eserler üzerindeki 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndan kaynaklanan tüm hak ve yetkilerin Diyanet İşleri Başkanlığına verilmesiyle, Bediüzzaman Hazretleri’nin vasiyeti yerine getirilmiş oluyordu. Artık Diyanet İşleri Başkanlığı da Risale-i Nur eserlerini basıyordu.

Bediüzzaman’ın nazarında Ayasofya, “kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı” idi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bediüzzaman’ın  isteği olan Ayasofya’nın camiye çevrilmesini  sağladı. Ayasofya, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi oldu. Milletin ve ümmetin  86 yıllık hayalini yerine getirdi. Bunu görmezden gelemeyiz. Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar, dilleri var hakkı hakikati konuşamazlar, olamayız.

Bediüzzaman’ın istekleri yerine getirildi. Bunu görmeyelim mi? Güneş balçıkla sıvanmaz.

Hz. Mevlana: “Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır” diye öğütlüyor. Atalarımız “Öfkeyle kalkan, zararla oturur” diyor. “Pireye kızıp yorganı yakma” diyor.

Goethe diyor ki: “Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var diye sevinelim.”

Moliere  umursamaz olanları şöyle uyarır: “Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.”

İmtihan dünyasındayız. Karşılaştığımız her olay, yaşadığımız her şey sorulardır. Sorulara doğru cevap verenler imtihanı kazanacaklar.

Şahsi kırgınlıklar, hırslar, kinler, küskünlükler,  ön yargılar, haksızlıklara uğramak, yapılan yanlışlıklar bizi ehven-i şerden azam-i şerrin kucağına atmasın. Basiretimiz bağlanmasın. Sonra keşke demeyelim. Vicdanımızı dinleyelim, vesselam…

 

Mehmet Abidin Kartal

 

Barış ve Refah için Küresel İnsanlık Fonu

Mehmet Abidin Kartal

Dünyada görülen bütün ahlâksızlıkların,  karışıklıkların, ihtilallerin, savaşların, terörün  kaynağı kolay yol­dan, çalışmadan, başkalarının sırtından kazanç elde etme isteğidir. Bunu iki kelime ile ifade edebiliriz.

Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.”

Bu cümle sermaye sahibi olan zenginleri zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. Bu kelime zenginleri bencil ve acımasız bir canavara dönüştürüyor.

İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”

Bu kelime yine zenginlerin sadece kendi nefsini düşünerek “Sen çalış ben yiyeyim.” düşüncesidir ki, fakir tabaka zenginlerin bu bencil yaklaşımına karşı kin, haset ve çarpışma ile karşılık veriyorlar.

İslam bu iki kelimeye faizin yasaklanması ve zekâtın emredilmesi ile karşılık veriyor. Faizin yasaklanması “Sen çalış ben yiyeyim.” hastalığının tedavisi iken, zekâtın emredilmesi de “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” Hastalığının devası oluyor.

İnsanlık ekonomik açıdan zenginler ve fakirler olmak üzere iki tabakaya ayrılırlar. Bu iki tabaka arasındaki denge  ve ölçü bozulursa, o zaman insanlığın huzuru ve barışı da bozulur. İki kelime bu dengeyi bozan en kötü ve en tehlikeli hastalık iken, faizin yasaklanıp zekâtın verilmesi de barışın ve refahın sağlanması için toplumlarda  en adil en güzel iki çaredir.

Faiz uygulaması  kapitalist sistemin temelidir. Bu sistemde  zenginler ihtiyaçlarını,  isteklerini karşılarken, fakirler karşılayamamaktadır. Sonuç, fakirler ile zenginler arasında müthiş uçurumlar meydana gelmektedir. Yüz milyonlarca insanın açlık ve sefalet içinde bulunduğu dünyamızda zenginlerin paylaşmak yerine, israf ve aşırı tüketimle mutluluğu yakalamaya çalışmaları uçurumları derinleştirmektedir. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” mealindeki Peygamberimizin (sav) düsturundan bihaber insanlık vurdumduymaz bir şekilde israf ve tüketim çılgınlığına devam etmektedir.

İnsanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır. Her toplumda zenginler de vardır, fakirler de… Aslında toplumun ahenkli işleyişi için bu farklılık bir bakıma da gerekmektedir. Toplumda herkes varlıklı ve zengin olsa, zor ve meşakkatli işleri kim yapardı? İnsanlar birbirine hizmet ederler miydi? Toplum hayatı olur muydu?  Onun için Allah insanlardan kimine az, kimine çok rızık vermektedir ki toplumda işler aksamasın, denge sağlansın. Sosyal bir varlık olarak yaratılan insanların birbirleriyle ilişki içinde olmaları, yardımlaşmaları ancak bu farklılıkla mümkündür. Diğer taraftan insanların bazısı zenginliği, kimisi de fakirliği ile sınanmaktadır.

Dünya eşrefi mahluk olarak yaratılan insanın, emrine ve hizmetine verilmiştir. İnsanın kısa ömrünü, iyilikle ve imkanlarla zenginleştirilip, imkanlarını paylaşması, yardımlaşması ve gücünü hayırlı, doğru işlerde kullanması, barış ve refaha giden yoldaki engelleri kaldırır. İnsanın, fıtratından habersiz, imkanlarını ve gücünü yanlış kullanması, kötülüğe, sömürüye sebep olmaktadır. Kötülük gün geçtikçe dünyamızı kuşatıyor. İnsanoğlu her geçen gün vicdan, adalet, yardımlaşma, paylaşma,  şefkat ve merhamet gibi değerlerini yitiriyor. Sonuç barış ve refaha darbe yapılarak dünya kan gölüne dönüşüyor.

Dünyada iyiliklerin  hakim olması, barışı ve refahı kalıcı hale getirir. Kuran-ı Kerim’de ; ‘Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden (infak etmedikçe) harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.’ (Ali İmran 92 ) buyurularak iyiliğe ulaşmanın yolu açıklanmaktadır. Bütün insanlık Kur’an’ın muhatabıdır. Kur’an son ilahi mesajdır. İnsanlık zenginliğini, imkanlarını kötü yollarda kullanıyor, paylaşmıyor, yardımlaşmıyor.  Yaşanan bütün sıkıntıların, problemlerin temeli budur. Çözüm iyilikleri hakim kılmak. Bunun yolu da infaktan, imkanları, zenginliği paylaşmaktan geçiyor. ‘Küresel İnsanlık Fonu  Projemizde’ zenginlerin bilhassa küresel zenginlerin iyilik yolunun yolcuları olmalarını dünya gündemine getiriyoruz.

Toplumlarda ekonomik ve sosyal adaletin sağlanarak, fakirlik sorununun çözümü için ‘Küresel İnsanlık Fonu projemizi’ dünya gündemine getiriyoruz. Dünyanın en önemli gündem maddesi ‘Küresel İnsanlık Fonu Projemiz’ olmalıdır. Bunu dünya görmemezlikten gelemez.  Küresel barışı, refahı sağlamanın yolu, küresel yardımlaşmanın yolu olan, Küresel İnsanlık Fonu uygulamasından geçer.

Allah dünyayı bütün canlılar için yaratmıştır. Bütün canlılar, kaynaklar insanın emrine verilmiştir. Dünyanın nimetleri herkese yeter. Yeter ki, ekonomik faaliyetlerde, küresel ekonomide adil olunsun, küresel yardımlaşma sağlansın. Bu nasıl sağlanacak?  İnsanlık barış ve refah içinde yaşamak isterse, hayatını severse, zekatı uygulamalı, faizi kaldırmalıdır. İnsanlığın  mutluluğu ve hayatının devamı için  yapılması gereken en önemli faaliyet zekattır.

Müslüman zenginler yıllık kazançlarının %2,5 zekat olarak fakire vermeleri farzdır. İslam, faizin yasaklanmasını ve zekâtın yaygınlaştırılmasını öneriyor ama öneriyi muhatap alması gereken İslam ülkelerinde faiz uygulanıyor, zekat hakkıyla verilmiyor.

Barış ve Refah için Küresel İnsanlı Fonu kitabımızda “Küresel İnsanlık Fonu” projemizi sizlere sunuyoruz. “İslam’daki zekât ve benzeri yardımları dünya fakirleriyle paylaşmak üzere zenginlerden ve küresel zenginlerden temin edilecek mecburi bir paylaşım sistemi tatbike konmalıdır” düşüncemizi kitabımızda okuyacaksınız.

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı Direktörü, dünyadaki açlık krizinin çözümü için Elon Musk, Jeff Bezos ve Richard Branson’a çağrıda bulunurken. “Servetlerinin sadece küçük bir kısmıyla dünyadaki açlık sorununu çözebilirler” diyordu.

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı Direktörü David Beasley, dünyada şu anda açlıktan ölebilecek 42 milyon insan olduğunu gündeme getirirken, Tesla’nın Ceo’su Elon Musk’ı örnek göstererek, Musk’ın servetinin yüzde 2’siyle açlık sorunu bitebilir. ” diyordu. [1]

Dünyanın en zenginlerinden yalnızca birinin servetinin yüzde 2’siyle açlık sorunu çözülüyorsa, bütün zenginler servetlerinin yüzde 2’sini fakirlere, muhtaçlara verse ne olur? Cevabı siz verin. Gündeme getirdiğimiz “Küresel İnsanlık Fonu” projemizin insanlığın,  barış ve refahı için ne kadar önemli olduğunu görelim.

İnternet hayatı dijitalleştirerek, sınırları kaldırarak dünyayı bir köy haline getirmiştir. İnsanlar istediği insanla anında görüşmekte, istediği her şeyi anında yapabilmektedir. Köydeki, bütün insanlar Hz. Adem (as)’in çocuklarıdır. Adem’in çocukları yaşamak için kardeşinin elindekini, sofrasındakini çalmamalı, kimseye haksızlık yapmamalı;  fakir kardeşinin yaşayabilmesi için imkânlarını paylaşmalı, yardımlaşmalıdır. Bu anlayış dünyada hakim olursa savaşlar, haksızlıklar, zulümler son bulur. Adem’in çocukları şuuru doğrultusunda Küresel İnsanlık Fonu uygulaması zengin insanları bencillikten, sömürüden, kötülükten, adaletsizlikten  arındırıp, zenginliğini paylaşan, merhametli, iyilik yolunun temsilcisi yapacaktır. Sonuçta adaletli,  dengeli bir gelir dağılımı küresel barış ve refah hedefinin  gerçekleşmesini sağlayacaktır.

İnsanı bilhassa fakir, mağdur, mazlum insanı hiç sayan, görmeyen, sömüren,  fıtrata aykırı işler yapan sistemin sonu yaklaşmaktadır. Dünyada küresel barış  ve refah isteniyorsa, küresel yardımlaşma şarttır. Küresel İnsanlık Fonu  uygulaması elzemdir. Söylediklerimizin uygulaması hayal değil. Beşeriyet için, başka çare yok. İnsanlık artık iyiliğe, hayra, güzelliklere adım atmalıdır. Zenginliği doğru kullanmalıdır. Fakir, mağdur, mazlum insanı görmelidir.  İyiliğe vesile olmalıdır. İnsanlık iyiliklere adım atmazsa,  bugüne kadar yaptığı yanlışlarda, şerlerde, fıtrata aykırı işlerde,  sömürüde, kötülüklerde ısrar ederse, fakirlik, açlık, sefalet, salgınlar, küresel ısınma,  savaşlar, terörizm devam edecek. Bir yanda açlıktan ölenler, bir yanda obeziteden ölenlerin manzaralarını görmeye devam edeceğiz. İnsanlık, onulmaz sancılar içinde kıvranacak ve başı beladan kurtulamayacaktır. Savaş naralarıyla hem güçlüler, hem de güçsüzler, hem zenginler, hem de fakirler korku ve endişe içinde hayatlarını yaşamak zorunda kalacaklardır.

Bugün insanın refahı, mutluluğu ve huzuru için yapılan çalışmalara ve faaliyetlere rağmen insan mutlu edilemiyor. İnsanın yaşadığı her ortamdaki haksızlıklar, adaletsizlikler, yardımlaşama ve paylaşmanın olmayışı, gayrimeşru ilişkiler, tecavüzler, ülkeler arası savaşlar, zulümler, ekonomik ve siyasal olarak güçlü olan toplumların, güçlüysem haklıyım anlayışı, zayıf toplumları sömürmeleri, ekonomik hırsları insanlığı ağlatıyor, dünyayı cehenneme çeviriyor. Bugün dünyada yaşanan olaylar bunlardan ibarettir.

Dünyada barışın ve huzurun kalıcı hale gelmesi için, yoksulluğu kökten çözmek için ‘Küresel İnsanlık Fonu’  projemizin uygulanmasını öneriyoruz. Dünya köy haline geldi. köydeki, bütün insanlar Hz. Adem (as)’in çocuklarıdır. Adem’in çocukları yaşamak için kardeşinin elindekini, sofrasındakini çalmamalı, imkânlarını paylaşmalıdır. Vesselam…

[1] – https://www.trthaber.com/haber/dunya/dunyada-aclik-endisesi-muskin-servetinin-sadece-yuzde-2siyle-aclik-sorunu-bitebilir-620978.html

Su hayattır… İki bardak su…

Mehmet Abidin Kartal

O, insanı bir damla sudan yarattı; insan ise Allah’a apaçık bir düşman kesiliverdi. (Nahl Suresi 4. Ayet)

Bütün canlıların ve insanın hayatı su ile devam eder. Hayatın kaynağı sudur. Su hayattır. Su nimettir. Su berekettir. Su emanettir. Su temizliktir.  Dünyada insandan başka hiçbir canlı suyu israf etmez. Suyu israf eden yalnız insandır. Asrımızın hastalığı israftır. Ne suyu ne de hayatı israf etmeye hakkımız yoktur.

Araştırmalar suyun bütün  fiziksel ve kimyasal özelliklerinin, insan hayatı için özel olarak yaratıldığını göstermektedir. İnsan hayatı  için özel olarak yaratılmış olan dünya, canlı ve insan hayatının devamı için  suyla canlandırılmıştır. Allah, suyla bize hayat vermiş, yediğimiz her türlü besini suyla topraktan bitirmiştir. Dünya üzerindeki bütün canlıların hayatını sürdürebilmesi için gerekli iki temel unsur bulunmaktadır; oksijen ve su.

 “Sizin için gökten su indiren O’dur. Ondan hem kendiniz için içecek su hem de hayvanlarınıza yedireceğiniz bitkiler verir.  Allah o su ile size ekin, zeytin, hurma, üzüm ve daha türlü türlü ürünler de bitirir. İşte bunda düşünen bir topluluk için büyük ibret vardır. ” (Nahl Suresi, 10-11) Su Memur-u İlahidir.

“Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara: Yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir…” (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Yirminci Pencere.)

Japon araştırmacı Profesör Masaru Emoto  su ile ilgili yaptığı deneylerin sonunda elde ettiği bilgileri, tespitleri  “Suyun  Gizli Mesajı” başlıklı eserinde yayınlamıştır.

Kitabın arka kapak yazısı:

Suyun Gizli Mesajı, uluslararası üne sahip Japon araştırmacı Masaru Emoto”nun bütün dünyada büyük yankı uyandıran su kristalleri fotoğraflarını içeren sıra dışı kitabı. Su moleküllerin düşüncelerimizden, duygularımızdan ve kullandığımız kelimelerden etkilendiğini bulgulayan Dr. Emoto, suyun, söylenen sözlere, hissedilen duygulara, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre nasıl bir değişim gösterdiğini birbirinden muhteşem su kristali fotoğraflarıyla gözler önüne seriyor. Hem dünyamız hem de bizler büyük ölçüde sudan oluştuğumuz için suyun mesajı hepimizin bireysel sağlığı, doğanın yenilenmesi ve dünya barışı açısından muazzam bir önem taşıyor.

Depremden hemen önce ve hemen sonra yeraltı sularından aldığı numunelerdeki kristal oluşumlarını inceleyen Dr. Emoto, bu verilerin biriktirilmesi durumunda, su kristali teknolojisinin depremleri önceden tespit etmekte kullanılabileceğini de ortaya koyuyor.

”Yüzyıllar boyunca, insanlık, yeryüzünden sürekli çaldı ve her seferinde geride çok daha kirli bir dünya bıraktı. Ama şimdi su bizimle konuşuyor; su kristalleri aracılığıyla, bilmemiz gerekenleri bize söylüyor. Bugünden itibaren yepyeni bir tarih biçimlendirmeliyiz. Su, kendimize nasıl bir yön belirlediğimizi büyük bir dikkatle izliyor ve kayda geçiriyor. Benim tek arzum, suyun bütün insanlığa verdiği mesajın herkesçe duyulması ve özümsenmesi.”

Prof. Emoto şöyle diyor:

“Suyun bizlere önemli mesajı vardır. Su bizlere kendimize daha derin bakmamızı söyler. Su, bizlere iyiyi ve kötüyü, çirkinliği ve güzelliği anlatır. Su duayı idrak ederken, saygısızlıktan nefret eder. Su sadece iyi ve kötü ameli değil, hatta olumlu ve olumsuz düşünceleri de ayırt eder ve yine hepsine akıllı bir şekilde tepki verir.”

Japon bilim adamının bir başka ilginç bulgusu, duaların su moleküllerini hemen etkilemesidir. Prof. Emoto duanın her şeyi güzelleştirdiği ve su da bunlardan biri olduğu sonucuna ulaştığını ifade ediyor. Kendisi bu konuda şöyle diyor:

“Kuran-ı Kerim’de yer alan ve Müslümanların su içmeden veya yemek yemeden veya uyumadan önce dile getirdiği besmele, su kristalleri üzerinde müthiş etki yapıyor. Besmele çekildiğinde su kristalleri üzerinde acayip değişimler yaşanıyor ve hepsi daha da güzelleşiyor. Bu yüzden neden İslam’da su içmeden önce besmele çekilmesinin tavsiye edildiği daha iyi anlaşılıyor.”

Zemzem suyunu da araştıran Prof. Emoto şöyle diyor:

“Zemzem suyu eşsizdir ve bu suyun kristal yapısı dünyadaki tüm sulardan farklıdır.”

Zemzem suyunu araştıran ve bu suyu dünyadaki diğer kaliteli sularla kıyaslayan Prof. Emoto, Zemzem suyunun özellikleri itibarı ile denediği tüm diğer sulardan farklı olduğu sonucuna varıyor. Örneğin güzel moleküler yapısı olan diğer sular olumsuz dalgalara veya durgunluğa maruz kaldığında o güzel moleküler yapısını kaybediyor. Ancak bu durum Zemzem suyu için asla geçerli değildir.

“Yeryüzündeki suların en hayırlısı Zemzem suyudur. Onda doyurucu bir gıda ve hastalıklara karşı şifa vardır. ” (Hadisi Şerif)

“Zemzem suyu yeryüzünün en iyi suyudur. Zemzem suyu her zaman tazedir ve asla kokmaz ve hastalıklara şifadır ve asla bu kuyu kurumaz.” Hz. Ali (ra) 

Yetişkin bir insanın vücut ağırlığının yaklaşık olarak %50-70’ini su meydana getirmektedir. Bir insanın günlük su ihtiyacı yaklaşık olarak 2500 ml kadardır. Hayatın devamı su ile mümkündür. Suyu genellikle bardak ile içeriz. Bütün servetinizi iki bardak suya verir misiniz?

 

 

İki bardak su                                        

Çok eski zamanlarda, zenginliği dünyaca bilinen  bir adam varmış. Adam zenginliğiyle  övünür ve gittiği her yere hazinesinden bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Bu zengin adamın, güvendiği bir de bilge varmış. Günlerden bir gün bu Bilge kişiyle otururken şöyle bir soru sormuş:

“Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun, ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi Bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim servetim hakkında ne düşünüyorsun?”

Bilge bu soru karşısında, adamın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

“Diyelim ki, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?” Adam: “Verirdim tabii.” Bilge kişi: “Zaman geçti diyelim, susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?” Zengin adam biraz düşünür ve ardından “Ölmemek için evet” demiş. Bunun üzerine Bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

“Madem öyle, o zaman övünmeyin. Çünkü sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.”

Dünyanın en zengininin servetinin karşılığı iki bardak sudur.

Bir damla sudan yaratılan insanın, dünyada kibirlenmeye, malıyla mülküyle, zenginliğiyle övünmeye, güçlüyüm demeye hakkı yoktur.

Sonuçta zenginin de fakirinde servetinin karşılığı  iki bardak sudur.

İnsan eşittir iki bardak su.

Servetinin, zenginliğinin karşılığının  iki bardak su olduğundan habersiz insanlar ve toplumlar dünyayı bulaşık elleriyle kan gölüne çeviriyor. Vesselam…

Küçükçekmece’de Yenimahalle Gençlik

Mehmet Abidin Kartal

Her mekan değişikliği, insana sunulan bir imkan ve fırsattır. Yeni mekanda hayata, yeniden başlıyor gibi bir özellik ve güzellik verilirse, yeni dostlar kazanılır ve insanın önüne yeni ufuklar açılabilir. İnsanın kendini yenileme imkanı doğar, kötü alışkanlıklarını iyileriyle değiştirme fırsatını yakalar.

İnsan sürekli yaşamak zorunda olduğu ortamda bazen sıkılır. Ortamı değiştirmek isteyebilir.

O zaman tebdil-i mekanda ferahlık olabilir.

Yeni bir yer, yeni bir mekan, yeni bir muhit insan hayatında değişik, güzel duygulara kapı açan bir dönemi de beraber getirebilir.

Şartlar benim tebdil-i mekan yapmama sebep oldu. Yeni tebdil-i mekanım Küçükçekmece.

Küçükçekmece, Osmanlı döneminde, Çekme-i Küçük (Küçük-Çekme) adını alan kasaba olarak, camiler, medreseler, hanlar, hamamlar ve çeşmeleriyle önemli bir konaklama yeri olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Yeşilköy nahiyesinin bir köyü statüsünde bulunan Küçükçekmece, 1956 yılında nahiye merkezi oldu. 1981’de Avcılar, Halkalı, Sefaköy Belediyeleri’ni bünyesine alan Küçükçekmece, yeni bir belediye şube müdürlüğü olarak İstanbul Belediyesi’ne bağlandı. Küçükçekmece İlçesi 04.07.1987 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 3392 Sayılı Kanunla 21 mahalle olmak üzere, Bakırköy ilçesinden ayrılarak kurulmuş bir ilçedir. 

Yenimahalle, İstanbul ilinin Küçükçekmece ilçesine bağlı bir mahalledir. İdari sınırlarına bakıldığında Sultanmurat, Cumhuriyet, Fatih, Cennet ve Yeşilova mahalleleri ile komşudur. Mahallenin nüfusu 20.655 kişidir.

Bizi biz yapan, karakterimize şekil veren değerlerimiz vardır.  Bunlardan biride mahalle kültürüdür.

İnsan mahalleye girdiğinde kendi evine girmiş gibi hisseder kendini.  Mahalledeki herkesi ailesiymiş gibi  görür. İhtiyacı olduğunda bende yok, sende var mı denildiği, pencere önü çiçeklerin  bile neşelendiği yerdir mahalle. Bu mahalle kültürü yapısını hala kaybetmemiş evler, aileler, mahalleler var.

Kapitalist hayat tarzı bizi özümüzden uzaklaştırarak, bizi yalnızlaştırıyor. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Kendi menfaatini düşünüyor. Fakirin, düşenin elinden tutmuyor. Kime kimsenin umurunda değil. Aynı apartmanda oturanlar birbirini tanımaz hale geldi. Hemcinsleriyle mahalle kültüründe dayanışma ve paylaşma halinde huzur içinde yaşarken  insan, menfaatini ön plana alınca kuvveti hak bildi ve açgözlülüğünün bedeli olarak kapitalizmin kurbanı oldu. Sonuç, Mahalle kavramı sadece adres beyan ederken kullanılan bir isim haline geldi. Başka hiçbir manası yok. Apartmanımıza kimin girip çıktığını bilmiyoruz, soramıyoruz.

Küçükçekmece Yenimahalle Gençlik  mahalle kültürünü yaşatmaya çalışan takdire şayan faaliyetlerde bulunuyor.  Kültür, spor, gezi, fakirlere yardım,  sokak iftarları gibi organizasyonları  mahallelilerle birlikte yapıyor. Bu organizasyonlarda mahallenin Darusselam  camii imam ve müezzininin  teşviklerini ve gençlerin yanında onlarla beraber olduklarını söylemeden geçemeyiz.

Küçükçekmece Yenimahalle Gençlik  her yıl Ramazan ayında mahallenin bir sokağında sokak iftarı veriyor. 22 Nisan 2022 Cuma günü Darusselam camiinde Cuma namazın da caminin müezzini Ahmet hoca  tarafından 23 Nisan Cumartesi günü Er sokakta Yenimahalle Gençliğin iftar vereceğini cemaatin ve mahallenin davetli olduğunu ilan ediyordu.

Yenimahalle Gençlik sokak iftarını geleneksel hale getirmişti. Yalnız pandemi  dolayasıyla 2020 ve 2021 yıllarında iftar verilememişti. Ben 2020 yılında Yenimahalle’ye taşındım. İlk defa Er sokaktaki iftara katıldım. İftar öncesi  Darusselam  camiisi  imamı Osman hoca ve müezzini Ahmet hocanın ve davet edilen hocaların Kur’an ziyafetlerini , ilahileri, duaları huşu içinde dinledik. İki bin kişiyi aşkın mahallelinin iftar menüsü iftar öncesi masalara dağıtılmıştı. Menüyü açtığımızda  yemeklerin sıcak olduğunu görüyorduk. İftar sonrası masalara baktığımda herkesin menülerini sünnetlediğini görüyordum.  Sokak iftarında mahallenin her seviyeden insanı aynı masada kaynaşmanın mutluluğunu yaşıyordu.  Karşımda oturan tanımadığım mahalleli arkadaşla sohbet ediyoruz.  Sokak iftarının geleneksel  hale geldiğini, mahalleyi kaynaştırdığını, bu iftarlarda dostlukların kurulduğunu, Darusselam camiisi imamı Osman hocanın ve müezzini Ahmet hocanın bu hayırlı işte katkılarını, mahalleli ile olan ilişkilerini, tespit edilen fakirlere her zaman bilhassa Ramazan ayında cemaatten ve mahalleliden toplanan yardımların ulaştırıldığını anlatıyordu. Bizim hocalarımız şeker gibi adamlar diyordu.   2020 yılının Aralık ayının sonunda Koronovirüs hastalığına yakalanmıştım. Evde tedavi görüyordum. Telefonum çaldı. Ben Darusselam camii imamı Osman hoca herhangi bir şeye ihtiyacınız var mı?  Şu anda evinizin önünden geçiyoruz. Diyordu. İftardaki sohbet ve yaşadığım bu olay işte  aradığımız hocalarımız dedirtiyordu bana. Darusselam camiinde ismiyle müsemma işler yapılıyor.

Darusselam müezzini Ahmet hoca gür sesiyle iftar duası yaptı. Sokak iftarlarımız mahallemizi sevgi yumağı haline getiriyor, katkıda bulunan herkesten Allah razı olsun diyordu.  23 Nisan Çocuk bayramı dolayısıyla Yenimahalle Gençliğin çocuklara iftar sonrası  pamuk şeker ve Osmanlı macunu  dağıtılacağını da Ahmet hoca ilan ediyordu.

Önümüzdeki yılın sokak iftarında buluşmak duasıyla iftar buluşmasına son veriliyordu…

Beşeriyete refahı ve huzuru yaşatacak bir medeniyetin şifreleri

Mehmet Abidin Kartal

Medeniyet, bir ülke veya toplumun, inancını, hayat tarzını, bilgi seviyesini, kültürünü yansıtırken hukuk, ekonomi, siyaset, teknoloji  alanındaki gelişmelerini de ifade eder.

Tarihi süreç içinde, Mısır, Çin, Maya, Sümer, Babil ve daha başka birçok medeniyet dünyada tesirini göstermiş ve etkilerini kaybetmişlerdir. Bu gün dünyada tesirini kuvvetli şekilde hissettiren medeniyete, Batı Medeniyeti diyoruz. Bugün dünyadaki hemen hemen bütün ülkelerdeki kurumların çalışma sistemlerinde, ekonomik ve sosyal alanlarda Batı Medeniyetinin düşünce yapısının, etkisini görüyoruz. Batı medeniyetinin dünyada geniş bir alana, kendi esasları ile yayılmasında en etkili olan sebep sömürgeciliktir. İngiltere, kendi ülkesinin yüz ölçümünün altmış kat büyüklüğe varan bir coğrafyayı, Fransa kendisinin yirmi katı olan bir alanı doğrudan kendi hesabına olarak emperyalizm esasına göre sömürüyordu. Sömürge alanlarını büyütmek, kendi ülkelerinin refahını daha çok artırmak için, Avrupalılar iki dünya savaşı yaparak dünyayı kan gölüne çevirmişlerdir.

Batı medeniyetinin insanlığa refahı, mutluluğu getirmediği karşımızda duran yaşanan bir gerçektir. Huzuru yaşatacak medeniyetin ölçüsü, bütün insanlığın mutluluğunu, huzurunu gerçekleştirebilecek nitelikte olmalıdır.

Tarihin akışı içinde benzerine rastlanmayan, Asr-ı Saadet olarak isimlendirilen ve insanlığa bu dünya da yaşayabileceği en mükemmel, refah dönemlerini  yaşatan, Çin Seddinden Avrupa’nın ortalarına kadar üç kıtaya hükmeden ve asırlarca coğrafyasında yaşayan farklı etnik, din ve kültüre sahip, insanlara barış, huzur ve mutluluk getiren İslam medeniyetidir.

Tarihi süreçte gerileme dönemine girmeden önce, Batı’nın henüz ilerlemeye başladığı on üçüncü yüzyılda İslam dünyasında bilim ve ekonomik kalkınma, refah düzeyi doruk noktasını geçmiştir. Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşarken, Müslümanlar yüksek bir ekonomik ve sosyal medeniyet düzeyine sahiptiler. On dört asır önce İslam’ın, insan hayatının iman, bilim, tıp ekonomik, teknik, sosyal, psikolojik, bütün yönlerinin bütünleşmesini içerecek tarzda meydana getirdiği yapı, sadece teoride kalmamış, İslam medeniyetinin altın çağları yaşanmıştır. Asr-ı saadet devri, Endülüs Emevi medeniyeti, Ortaçağ, Selçuklular, Osmanlılar bu altın çağlara bir örnektir. İslam medeniyetinin altın çağlarını yaşadığı dönemlerde, Müslümanlar aynı zamanda ekonomide de dünya lideri olmuş, özellikle ticarette büyük başarılar kazanmışlardır. Ancak bu zenginleşme, bugünkü beşeri sistemlerde olduğu gibi  bir grup zenginin elinde kalmamış, zekatın  bir kurum olarak devletin gözetiminde uygulanmasıyla sosyal ve ekonomik adaletin sağlanması gerçekleştirmiştir. Fakirlik toplumun gündeminden çıkmıştır. Faizsiz ekonomi, zekat, İslam medeniyetinin sosyal yardımlaşma kurumları olan vakıflar, para vakıfları, külliyeler, aş evleri, kervansaraylar, halka açık hamamlar, kütüphaneler; İslam’da refahın ve kültürün sadece bir zümrenin elinde kalmadığını, tüm topluma yayıldığını göstermiştir.  Bu yüzden, İslam’ın gelişmeyi engellediği, geciktirdiği iddiası realiteyle aykırıdır. İslam’ın inanç sistemini, toplum hayatına getirdiği kurum ve kuralları incelediğimizde herhangi bir sistemle karşılaştırıldığında, İslami değerlerin, kuralların ekonomik ve sosyal gelişmeyi daha destekleyici olduğunu söylenebiliriz.

Yukarıdaki ifadelerden çıkaracağımız sonuç, huzuru ve mutluluğu yaşatacak medeniyet İslam medeniyetidir. Çünkü, tarih buna şahittir. Batı medeniyetinin de mutluluğu yaşatamadığına tarih  ve yaşanan olaylar, uygulanan ekonomik, sosyal politikaların çoğunluğun mutluluğunu ve refahını sağlayamaması şahittir.

İslam medeniyetinin uygulama alanı bulduğu dönemlerde insanlığa huzur ve mut­luluğu yaşatmasının sebebi neydi? Bunun için İslam (Kur’an) medeniyetinin esasları­nı incelemek gerekiyor. İslam medeniyetinin esasları bütün kâinata, varlıklara, ilimle­re, iktisadi, ferdi, sosyal faaliyetlere ve olaylara Allah hesabına ve Allah’ın isimlerinin tecellileri, sanatı ve eseri nazarı ile bakmaktır. İslam medeniyetinin temeli bu bakışa dayanmaktadır.

İslam Medeniyetinin esasları:

1) İslam medeniyeti hakka ve adalete dayanır. Ölçüsü ittifaktır. Batı medeniyetinin dayanma nok­tası kuvvete karşı burada dayanak noktası hak, hukuk ve adalettir. Batı medeniyeti “Kuvvet hakkındır” yerine “Hak kuvvetindir; kuvvetli, güçlü olan haklıdır” prensibi­ne dayanmaktadır. İslam medeniyeti ise hakka dayanmaktadır. Haklı olan kuvvetli­dir, güçlüdür. Hak ölçüsü adaleti sonuç vermesine karşılık kuvvet unsuru tecavüzü teşvik edip zulme meydan verir. İslam medeniyetinde yalnız insanın hakkı ve huku­ku değil bütün canlıların hukuku gözetilmiştir. Burada bir insanı suçsuz, haksız yere öldürmek bütün insanlığı öldürmekle eş değer görülmüştür. Bir kişinin hatası, suçu sebebiyle ailesine, akrabasına, milletine düşmanlık yasaktır. Suçun şahsiliği esastır. Başta insan olmak üzere bütün varlıklara dengeli davranma, hepsinin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma anlamına gelen adalet İslam medeni­yetinin başta gelen esaslarından biridir. İnsan yalnız kendine ait hakları değil bütün varlıkların haklarını korumakla da görevlidir. Başta hukuk olmak üzere hayatın her alanında adaletle hükmetmek İslam’ın emridir. Kur’an medeniyetinin temeli “Adalet mülkün (devletin) temelidir” prensibidir. Bir kişinin, bir ailenin, bir milletin huzur, güven, barış, birlik ve beraberlik içinde hayatını devam ettirebilmesi; başta adalet ol­mak üzere toplumu ayakta tutan dinamiklerin hayatın her alanına hâkim olmasına bağlıdır.

2) Batı medeniyetinin hedefi menfaate karşılık İslam medeniyetinin hedefi fazi­lettir. Faziletli, erdemli insanlardan meydana gelen faziletli toplumdur. Batı medeni­yeti menfaati insanlara ana gaye olarak göstermiştir. İslamiyet ise fazilet ve Allah’ın rızasını esas almıştır. Menfaat duygusu haksız rekabeti, çekişme ve boğuşmayı davet ederken İslam’ın gösterdiği gaye ise toplumda dayanışma ve yardımlaşmayı sağlar. Bu medeniyetteki faziletli insan her şeyden önce imanlı insandır. Burada ihlas, cömertlik, yardımlaşma gibi değerler insanı menfaatten uzaklaştırır. Asr-ı Saadet, faziletli mede­ni yapısıyla model alınacak, bu dünyada yaşanabilecek en mükemmel, huzurlu, refah dönemidir.

3) Batı medeniyetinin insanlar arasındaki bağı sağlamak için ileri sürdüğü unsur ırkçılık, menfi milliyetçiliğe karşı İslam medeniyetinde sosyal bağlar kardeşlik esasına dayanmaktadır. Kardeşlik bağı kişinin ailesini, vatanını, milletini korumasını, fedakâr­lık, sadakat, yardımlaşma gibi güzel ahlakın toplumda canlanmasını sağlar. Kardeş­liğin hâkim olduğu bir ortamda imtiyazlı grup, sınıf, ırk yoktur. İnsanların birbirine bakışı kardeşlik duyguları ile olur. Kardeşliğin esas alındığı bir toplumda mutluluk, huzur ve barış içinde süren bir hayat söz konusudur. İslam medeniyetinde insan kâi­nata iman ve tevhid gözlüğüyle baktığından dolayı bütün varlıkları, bilhassa insanları, Müslümanları birbirine bağlayan manevi ip kardeşliktir.

4) Batı medeniyetinin hayat düsturu mücadeledir. Bu anlayış insanların, millet­lerin ve devletlerin hayatında uygulanarak hayatın bir çekişme, çarpışma, çatışma olduğunu ve kuvvetli olanın zayıfı elemesi, ezmesi gerektiğini ifade eder. Hayat bir mücadeledir. Bunun içinde ekonomik ve sosyal kurumlar mücadele anlayışına göre şekillenmiştir. Ekonomik hayatın temelinde faiz anlayışı hakimdir. Faiz, insanlar ara­sındaki yardımlaşma ve dayanışmayı ortadan kaldırırken insanları bencilliğe iter. Muhtaç birine yardım edecek kadar tasarrufu olan kişiler paralarını ihtiyacı olanlara verecekleri yerde faize yatırmayı tercih ederler. Zayıfın, muhtacın gözetilmediği bir toplumda huzur ve mutluluk sağlanabilir mi?

Batı medeniyetinin hayat düsturu mücadeleye karşı Kur’an medeniyetinin hayat prensibi yardımlaşmadır. Kâinata tefekkür nazarıyla bakıldığında her tarafta yar­dımlaşma esası görülür. Canlılar arasındaki yardımlaşma ve iş birliği sonucunda bu canlıların rızıklarının mükemmel bir şekilde karşılandığı görülür. Bu gerçek hayatın mücadele ile değil yardımlaşma ile devam ettiğini göstermektedir. Cansız varlıklar bitkilere, bitkiler hayvanlara, hayvanlar insanlara yardımcı olmak için yaratılmıştır. Her şey insanın emrine verilerek ona yardımcı ve hizmetkar edilmiştir. İslam me­deniyeti kâinatta geçerli yardımlaşma esasını insanın sosyal hayatının temeli ola­rak kabul eder. Toplum hayatının temeli yardımlaşmadır. İslam medeniyeti, akraba, komşu, yetim, kimsesiz, yaşlı ve sair muhtaçlara devamlı yardım edilmesi gerektiği­ni vurgulamıştır. Davranışlarını bu esaslar çerçevesinde şekillendiren Müslümanlar tarih boyunca yardımı esas alan yapıları ortaya çıkarmıştır. Vakıflar, imarethaneler, şifahaneler, yetimhaneler, okullar, kuş barınakları hep böyle bir anlayışın sonucudur. İslam toplumlarında adeta bir yardımlaşma mimarisi vücuda gelmiştir. Bugünün top­lum yapısında yalnızlık içinde sorunlarıyla baş başa kalan insana Kur’an’ın bu ilkesi yetişmektedir. Zekât emredilip faiz yasaklanarak yardımlaşmaya giden yoldaki bütün engeller kaldırılır. Zekât ve sadakanın mal ile sınırlanmayarak ilim, fiil, söz, nasihat gibi bütün yardımlaşma imkânlarının teşvik edilmesi ise Kur’an medeniyetinin büyük bir zenginliğidir.

5) İslam medeniyeti insana gerçek hürriyetini verir. “Hürriyet imanın hassasıdır” anlayışı geçerlidir. Allah’a inanan ve O’nun emir ve yasaklarını dikkate alarak yaşayan insan başkasının karşısında alçalmaz, küçülmez, başkasının baskısı altına girmez. İn­sanların hakkına, hukukuna tecavüz etmez. Allah’a kul olan insan özgürdür, hürdür. İslam medeniyeti tüm milletlere ve dinlere; onların inanç ve kültürel değerlerine say­gı gösterip korur. Farklılıkları kavganın, savaşın, ayrılığın değil kaynaşmanın, barışın ve kardeşliğin sebebi sayar. Bütün yaratılmış insanları Allah’ın kulu olarak görür ve dünyaya gerçek kardeşliği sunar.[1]

Sonuç

Allah’a kul olmaktan kaçan insan, başta kendi nefsi olmak üzere, herkese, bütün varlıklara köle olmaya mahkumdur. Bilhassa menfaati için kendisi gibi kul olanlara, kul olur, köle olur. Böyle bir insan özgür olabilir mi? Batı medeniyetinde insanın istediği her şeyi yapabilme yetkisine sahip olduğunu kabul etmek özgürlük sayılmaktadır. İnsanda kalp, vicdan, merhamet, şefkat gibi iyiliğe, güzelliğe sevk eden duygular olduğu gibi, kötülüğü, rezilliği arzu eden, şehvet, nefis, tecavüz gibi duyguları da vardır. Bu yüzden insanın her istediğini yapması özgürlük olamaz. Özgürlüğün ölçüsü, kişinin yaptığı hareketlerin, eylemlerin ne kendisine ne de başkasına zararının olmamasıdır. Toplumun asayişi, düzeni ancak böyle sağlanabilir.

Batı medeniyetinin son temsilcisi ‘kurtlanmış’ kapitalizm küresel krizlere sebep oluyor, insanları mutu ve huzurlu edemiyor. Kapitalizm, insanlığın yüzde seksenine yaşanmaz bir hayat; yüzde onunu hayalî bir mutluluk vermiş, diğer yüzde onunu da ikisi arasında bırakmıştır. Oysa İslam medeniyeti insanlığa altın çağlar yaşattı, yine yaşatmak için insanlığı şemsiyesi altına çağırıyor. İki dünya mutluluğunu yaşatacak, dünyayı pisliklerden, adaletsizliklerde kurtaracak, doğruluğu, barışı, refahı, huzuru, kardeşliği hakim kılacak, ‘Hakiki insaniyet İslamiyet’tir.’

İslam medeniyetinin yaşanabilmesi için, Batı medeniyetinin insanlara ve toplumlara yaşattığı ekonomik, finansal, sosyal, krizleri aşmak için, israfa karşı iktisatlı bir hayat anlayışını, zevk ve eğlence düşkünlüğüne, tembelliğe karşı, namuslu, alın teriyle çalışmayı hakim kılmak; gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek ve üretimi arttırmak için Kur’ân’daki zekat emriyle faiz yasağını dünya ölçeğinde uygulamak gerektiği gerçeğini fertler ve toplumlar artık anlamalıdır.

Not: Bu makale

Köprü dergisi • Sayı: 149 • Temmuz-Aralık 2021 • ISSN: 1300-7785 • s. 53-58 yayınlanmıştır.

[1]- İslam medeniyetinin esasları başlığını taşıyan bölüm Bediüzzaman Said Nursi’nin Sözler isimli eserinin On İkinci Söz başlığını taşıyan kısmından hareketle kaleme alınmıştır. Bkz. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler (İstanbul: Söz Basım Yayın, 2012), 191.