Etiket arşivi: Mehmet Abidin Kartal

Komşu

Hepimiz akşam eve varmayı gün boyu iple çeker, yemekten sonra ailemizle birlikte dinlenmeyi düşleriz. Kitap okumayı ya da yorgun olduğumuzdan dolayı erkenden uyumayı da arzulayabiliriz. Tam bu sırada birden üst veya alt kattan gelen tamirat sesiyle irkilmek kimsenin arzu edeceği bir şey değildir. Aynı şekilde müziğin sesinin fazlaca açılması ya da bir bebeğin çığlıklarla ağlaması da tadımızı kaçıracaktır.

Komşuluk ilişkilerini dengede tutmanın yolu, kendimize yapılmasından hoşlanmadığımız şeyi, başkasına yapmama hassasiyetini göstermekten geçiyor. Genel olarak bizi rahatsız eden şeyler, komşularımızı rahatsız eden şeylerle hemen hemen aynıdır. Örneğin açık olan penceremizden içeriye, üst kat komşumuzun halı tozlarının girmesinden hiçbirimiz hoşlanmayız. Ya da henüz yıkayıp astığımız çamaşırlarımızın üzerine bir sofra bezinin silkelenmesi bizi öfkelendirecektir.

Komşuluk ilişkilerinde tahammül son derece önemlidir. Kasti yapıldığından emin olduğumuz şeyler dışında, diğer problemler mümkün olduğunca sabretmeyi gerektirir. Örneğin, hiç kimse bebeğini veya çocuğunu kasti olarak ağlatmaz. Muhakkak her anne baba onu sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordur. Başka bir örnek olarak geç saatte kulaklarımızı tırmalayan tamirat gürültüsünü ele alalım. Komşumuz başka bir fırsat bulamamış olabilir evinin onarılması için ya da o saate kadar uzamış olabilir tadilat işlemleri. Böyle hallerde bize düşen sabır ve sükûttur. Rahatsızlığımızı en aza indirgemek için bulunduğumuz odayı değiştirebilir veya başka bir çözüm yolu deneyebiliriz. Empati yapıp kendimizi o komşumuzun yerine koymak, bu durumu anlamamızı kolaylaştıracaktır. Hasan-ı Basri Hz. şöyle buyurur: “İyi komşuluk, yalnız komşuya eziyet etmemek değil, komşunun eziyetlerine de katlanmak demektir.” (Semerkand, Şubat 2014, sayı, 101) 

Bazı yerlerde de komşularımızı nazikçe uyarmamız gereken durumlar olacaktır mutlaka. Örneğin, bizi rahatsız eden durum rutin olarak gerçekleşiyorsa, tartışmaya dönüştürmeden, gayet kibar bir dille, komşumuza şikayetimizi dile getirebiliriz. Ancak böyle davranarak o özlemini duyduğumuz o sıcak komşuluk ilişkilerine sahip olabiliriz. 

 “Komşu koşunun külüne muhtaçtır.” derdi atalarımız. Alacakları evden önce komşuyu düşünür, arar soruştururlardı. Çünkü komşuluk bağları samimi anlamda ifadesini bulmuştu. Yiyip içtikleri ayrı gitmezdi aralarında. Onlarla paylaşılırdı en güzel ve samimi sohbet ortamları. Dertler, sevinçler hep beraber paylaşılırdı. Sıkıntı ve keder, bu samimi atmosferde bir bir kayboluverirdi.

Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde, Cebrail’in (a.s) komşu hakkından sıkça bahsetmesi sonucu, neredeyse komşunun komşuya varis kılınacağını düşündüğünden bahseder. Komşusunun, kendisinde ne gibi hakları bulunduğunu soran bir sahabeye yine Efendimiz (s.a.v) şöyle cevap verir: “Hastalanırsa ziyaretine gidersin, vefat ederse cenazesini kaldırırsın. Senden borç isterse borç verirsin. Darda kalırsa yardım edersin. Başına bir felaket gelirse teselli edersin. Evinin damını onunkinden yüksek tutma ki, onun rüzgarını kesmeyesin. Ya senin ne pişirdiğini bilmesin, ya da pişirdiğinden ona da ver.”

Bunlara dikkat edelim

  • Komşularımıza karşı güler yüzlü davranıp, onlarla karşılaştığımızda selamlaşmayı, hal hatır sormayı ihmal etmeyelim.
    • Onların iyi ve kötü günlerinde elimizden geldiğince yanlarında ve destek olalım.
    • Misafir geçirirken bilhassa gece geç vakitte ve sabah erken saatlerde daha temkinli davranarak, sessiz olmaya çalışalım.
    • Kapı önünde ayakkabı, çöp, bisiklet vb geçişi zorlaştıracak engeller bırakmamaya özen gösterelim.
    • Halı ve balkon temizliği yaparken alt katımızda oturanları dikkate alalım
    • Evlerimizin temizliğine titizlik gösterdiğimiz gibi, bina içini ve bahçeyi temiz tutalım.”Herkes kapısının önünü temizlerse sokaklar tertemiz olur” sözünü unutmayalım.
    • Ortak kullanımlı otoparkı bulunan konutlarda, aracımızı dikkatlice ve diğer araçlara yer kalacak şekilde park edelim.
    • Tamirat ve evden taşınma gibi durumlarda komşularımıza önceden haber verip özür dileyebiliriz.
    • Efendimiz: “Komşusu açken tok olarak yatan kimse bizden değildir” buyurur. Maddi durumu olmayan yada hasta ve yaşlı olup ihtiyacını sağlayamayan komşularımız olabilir. Onlara ikramdan kaçınmayalım.
    • Komşularımızın özel hayatlarına saygılı olup kusurlarını araştırmayalım. Gizli hallerine şahit olursak görmezlikten gelip örtmeye çalışalım.
    • Herhangi bir sıkıntıyla karşılaştığımızda ilk çalacağımız kapı komşularımızın kapısı olacaktır. Bunu hiç akıldan çıkarmayıp ilişkilerimize hep olumlu yön vermeye uğraşalım.

Rabbimiz “Allah sizin için evlerinizi bir huzur ve sükun yeri yaptı” buyurur. (Nahl, 80) Büyüklerimiz de huzur ve muhabbet bulunan yer manasında hane-i saadet, saadethane ifadesini kullanmışlar evlerimiz için. Evler, her türlü sıkıntıdan uzaklaştığımız, sükûna erdiğimiz sığınaklarımızdır ve elbette huzurumuza kimsenin gölge düşürmeye hakkı yoktur. Bu nedenle komşuluk adabı ve ilişkileri toplumun huzuru için çok önemlidir. Komşu, evini, ekmeğini ve gönlünü komşusuyla paylaşabilen insandır. Komşu o kişidir ki, komşusuyla karşılaştığında selamlaşıp halleşsin, keder ve sevincine ortak olsun, kusurlarını araştırmasın, kendisine yönelik hatalarını affedip yüzüne vurmasın.

Komşularımızın yaptıklarını değerlendirirken ön yargılı olmamalıyız. Olaylara pozitif bakmalıyız. İşte size kıssadan hisse…

Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına: 

-‘ Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor.’ demiş. 

Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş. 

Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş. 

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış ve: 

-‘Bak’ demiş kocasına ‘ Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?’ 

Kocası ise cevaplamış :’Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim!’. 

Kıssadan hisse:

Hayatta da böyle değil midir ? 

Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamadan önce kendi zihin durumumuza bakmak ve ‘iyi’ olanı görmeye hazır olup olmadığımızı fark etmek güzel bir fikir olabilir … Olaylara pozitif pencereden bakalım… Penceremizin kirlenmesine izin vermeyelim. Komşularımızı,  başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin (duygu, zihin, kalp ve niyetimizin) ne kadar temiz olduğuna bağlıdır

Komşuluk ile ilgili hadis-i şerifler

“Cibril bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim.”

Vallahi mümin olamaz! (üç defa) Kim, ey Allah’ın Rasûlü? Şerrinden komşusu emin olmayan kişi

“Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez.”

Ev almadan önce komşunuzu, yola çıkmadan önce arkadaşınızı araştırınız.”

“Devamlı ikamet ettiğiniz yerdeki kötü komşudan Allah’a sığınınız. Çünkü göçebelik anındaki kötü komşu geçicidir.”

İyi komşu, uysal bir binek ve geniş ev, kişinin saadetini sağlayan unsurlardandır.

“Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı için en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en hayırlısı da komşusu için en hayırlı olanıdır.”

Komşusu açken tok yatan bizden değildir.

“Hangi mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle Allah’ın korumasından düşer.”

Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, bir kul kendisi için istediğini komşusu için de ve yahut din kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmaz.

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusunu incitmesin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.Org

Ses

Ses, kulağın duyabileceği basit titreşimlerdir. İnsanların birbirleriyle iletişim kurmaları, duygu ve düşüncelerini aktarabilmeleri için konuşmaları gerekir. Konuşmanın temel öğesi sestir. Ses, suda oluşan dalgalar gibi etrafa yayılır. Bizler de etrafa yayılan bu sesleri kulaklarımızla işitiriz. Ses, havada yayıldığı gibi sıvılarda da yayılır. Denizde yaşayan bazı canlılar bu sayede iletişim kurarlar. Fakat ses boşlukta yayılmaz.

Teknik terim olarak ses; dilin parçalanması mümkün olmayan en küçük parçasıdır. En küçük dil birliği olup, insanların anlaşma araçlarından en önemlisi ve gelişmeye en elverişli olanıdır. Kimi zaman tek başlarına, kimi zaman da yan yana gelmek suretiyle tüm varlıkları, kavramları ve durumları karşılayan dil öğelerini oluştururlar.1

İnsan sesi, akciğerlerden gelen havanın gırtlaktaki kirişleri titretmesiyle çıkar. Gırtlaktan ağzın ve burnun dışına kadar uzanan boruya ses yolu denir. Bu yolda bulunan ses kirişleri, küçük dil, büyük dil, çene ve dudaklar sesleri oluşturan devingen organlardır.

Ses olmadan dilin varlığı düşünülemez. Ses organlarının, sesi çıkarmaya uygun şekilde yaratılışı da sesin yaratılış hikmetlerinin içerisindedir. Yani buradaki önemli vurgu, insana verilmiş olan organların sahipsiz ve hesapsız zannedilmemesi, kendisine özel bir kasıtla verildiği ve insanın da bu nimetleri ihtiyarıyla aldığı şeklindedir.

Kelam, yani konuşma özelliği, Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatıdır. Bu sıfat, insanda da tezahür etmektedir. Ancak bu tezahürün insanda bazı şerait altında bulunduğu ifade edilir ve konu şöyle örneklendirilir; “Mesela, ziya, hava, gıda, savt ve sada gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah’ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır.”2

Anlayarak anlamlar yüklediğimiz ses çeşidi insan sesidir. İnsanda bulunan ses aygıtının, fiziksel ve fizyolojik yönden, çok çeşitli tonlamalar, tınılar, ses bükümleri oluşturması nedeniyle gerçekten olağanüstü bir yapısı ve işlevi vardır. Onunla düşüncelerimizi, coşkularımızı ve en küçük duygularımızı anlatabiliriz. Ses aygıtının incelenmesi, bir çok müzik aletinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Hatta müziğin doğmasında en büyük pay insan sesinindir.

Ses, kelimelerin taşıyıcısıdır. Kelimeler mana depolarıdır. Manaların kendileri kadar, o manaları taşıyan sesin niteliği dinleyici kulakta dikkatleri çekecektir. Düşünceniz istediği kadar parlak olsun, eğer onu cılız, tembel, yorgun, bezgin bir sesle söylemeye kalkarsanız, o düşünce bütün parlaklığını yitirip soluk bir hal alır, matlaşır. Bu nedenle, sesimizi elden geldiğince canlı ve enerjik kullanmamız gerekir.

İnsan sesleri, seslerin oluşumunu sağlayan organların her insanda farklı farklı olması nedeniyle insandan insana farklılık arz eder. “Nev-i insanın her bir ferdine sîma, ses, etvar, ahlâk gibi daha çok latifeler ve cihazat mevcud iken, birbirine benzemeyip, her bir şahıs bir âlem olarak”3 yaratılmıştır. Onun için, ne kadar insan varsa, o kadar ses tınısı vardır denebilir.

Bizi birbirimizden ayıran sadece parmak izlerimiz değil, kişiden kişiye değişiklik gösteren yani kişiye has olan fiziksel, biyolojik ve davranışsal pek çok özelliğimiz var. Biyometrik özellikler olarak da bilinen bu özelliklere retina, damar geometrisi veya DNA yapısının yanı sıra el yazısı, imza, konuşma, ses gibi birçok örnek verilebilir. Gelişen teknoloji ile birlikte kimlik tespitinde aktif olarak kullanılmaya başlanan biyometrik özellikler suçların faillerinin bulunmasında etkin rol oynadıkları gibi anahtar veya şifre görevi de görebiliyor.

Seslerin insan üzerindeki etkisi, ilkçağlardan bu yana bilinen bir gerçektir. Bu konuda ilk sistemli fikri ileri sürenlerin, yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce Yunanlı filozof Pythagoras ve Çinli filozof Konfüçyüs olduğunu biliyoruz. Bu filozoflar, seslerin insan duyguları üzerindeki etkisinden bahsederek daha sonra uzun yıllar tartışılacak teorilere temel oluşturacak fikirler ileri sürmüşlerdir. Yine eski Yunan filozofu Eflatun, ideal devletinde, insanın ruhunu müzikle dinlendirmesi gerektiğini belirtmiştir. Peygamberlerin de müzikle ilişkisini anlatan bir çok bilgiye rastlamak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Davud (as) kıssası anlatılırken “güzel sesi ve etkisine” vurgu yapılır. Davut Aleyhisselam, öylesine güzel bir ses ve hoş bir eda sahibi idi ki, bütün mevcudat onun tesbihatına katılıyordu. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) zaman zaman Hz. Bilal (r.a.) efendimize, güzel sesli olması hasebiyle “Erihnâ Yâ Bilâl” (Yâ Bilâl, bizi ferahlandır.) diyerek ezan okumasını isterdi.

Ezan, dünya dinleri arasında ibadete çağıran en erişilmez, en yüce ve en mübarek sesleniştir. Muhteşem ve benzersiz bir davettir. Çünkü, ezanın hikmeti sadece Müslümanları namaza çağırmak değildir. Onun yanında bütün insanlık namına, insanlığın ve kâinatın yaradılışının büyük neticesi olan tevhid ve rububiyete karşı, ubudiyetin izahına vesiledir. Bunun yerini de ezandaki mübarek ifadelerden başka hiçbir şey tutamaz.

Neil Armstrong,16 Ağustos 1969’daki Apollo 11 uzay projesiyle Ay’a ilk ayak basan pilot, astronot ve bilim adamıdır.

Neil Armstrong yaşadığı deneyimi çeşitli platformlarda kişi ve kurumlarla paylaştı. Özellikle Mısır’da 1983 yılında konuşmacı olarak katıldığı bir konferansta yaşadıkları büyük ses getirdi.

Konuşması sırasında duyduğu ezan sesiyle duraksadı ve çok etkilendi. Sesin ne olduğunu sordu ve Ay’da da bu sesi duyduğunu ve ürperdiğini belirtti. Armstrong Ay’daki yürüyüşü sırasında yaşadıklarını şu sözlerle dile getirdi: Ay’da olduğum sırada derinlerden anlayamadığım bir ses duydum. Önce kulaklarımın uğuldadığını sandım ancak sonra bu sesi fark edip titremiştim. Duyduğum ses tam bu ses, ezan sesiydi.

Özellikle söylediği bu sözlerden sonra Neil Armstrong’un Müslüman olduğuna dair görüşler ortaya atılmıştır.

En güzel ses ezan okuyan ve Kur’an okuyan sestir. Kur’an’ın nazmını bozacak derecede aşırıya gitmeksizin sesi yükseltip ahenkli bir şekilde tertil ile güzelce okumak, sünnet-i seniyyedir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz. ” Başka bir hadîs: “ Allah Teâlâ güzel sesle Kur’ân okumaya müsaade ettiği gibi, hiçbir şeye müsaade etmiş değildir. ”
Ezan ve Kur’an sesi, yaşanan dünya ile birlikte yaşanacak olan ahireti de hatıra getirir. Bu sesler insanda bütün mahlukatı sevmeyi netice verecek duygulara vesiledir. İnsanın Yaratıcısı ile bağlarını canlandıran ve hayatlandıran seslerdir. İman, insanı Yaratıcısıyla bağlantılı hale getiriyor. Ondan güç ve kuvvet almayı sağlıyor. Bu şekilde hayat güzel bir hale gelmekte ve yaşanmaya değmektedir. İman, insanın kainata bakış açısını değiştirerek ona güç kazandırır. Yani iman insanı insan eder. İnsanın insan olması ise, Yaratıcının ona verdiği nimetleri onun rızası yolunda kullanmasıyla mümkün olacaktır. Ses de bu nimetlerden biridir.

İnsan için vazgeçilmez ihtiyaçlardan birisi sestir. Allah insanı yaratırken, kendisine vermiş olduğu ses nimeti yanında, kainatın değişik mahlukatına da bu nimetten bahşetmiştir. Bundan da murat, o mahlukların Kendisini (Allah’ı) tespih etmeleri ve bu yapılan tespihleri de kalbi hüşyar olanların işitmelerini sağlamaktır.

Onun için yaratılmış her mahluk nev’inin bir bülbülü, bu zikir takdimini yapmaktadır. Bu takdimi insanlar adına ise, en güzel şekliyle, “nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî Âdemin bülbül-ü zül-Kur’anı Muhammed-i Arabî (asm)” yapmaktadır.

İnsana düşen yapılan bunca mahlukatın tespihlerine duyarlı olmaktır. Çünkü insan düşünen bir varlıktır. Mahlukatın tespihlerini, zikirlerini, dualarını okuma sorumluluğu vardır. Bir mucize olan ‘ses’ nimetini iman kulağı ile dinlemek ve onların her biri üzerindeki manaları okumak insana düşen görevdir.4

Ses, kendisine ne yüklense taşınan bir vasıtadan ibarettir. O vasıtaya manalar yüklemek insan unsuru için söz konusudur. Sesimizi Kur’an’ı okuyarak, ezanı okuyarak, Allah’ı zikrederek süsleyelim. “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız…” (İsrâ suresi, 44. ayet) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. ( Haşr Suresi 1. Ayet)

Kainattaki ilâhî zikir programından yalnız cinlerin ve insanların gafilleri mahrum haldedir. Gafillerden olmayanlara ne mutlu…

  1. Yalçın, Cevdet, Türk Dili ve Kompozisyon , Art Yayınları, Ankara, 2001, s. 17.
  2. Nursi, Bediüzzaman Said, Mesnevi-i Nuriye, s. 81.

3- Nursi Bediüzzaman Said, Barla Lahikası, s. 354.

4- Ses – Mana ilişkisi, www.risaleinurenstitusu.org/

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Kalem

Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (Alak Suresi,1-5 ayetler)

Kalemin  yazmak ve çizmek için kullanılan araç olduğunu hepimiz biliyoruz. Kalem tutma, anaokulundaki ve ilköğretimdeki en temel ve önemli konular arasındadır. İlkokula başladığımızda kurşun kalemi tutmayı öğrenerek yazı yazmaya öğrenmeye başlarız. Bu ölünceye kadar devam eder.  Bilmediğimiz şeyleri kalemle yazarak öğreniyoruz. Hayatımızın ilerleyen safhalarında  kalemler çeşitlenir, dolma kalem, tükenmez kalem, kırmızı kalem, çeşit çeşit renklerdeki kalemleri hayatımızın değişik safhalarında kullanırız. Teknolojinin gelişmesiyle  bilgisayarların ve telefonların tuşları da kalemin görevini yapmaktadırlar. Artık çoğumuz kalem olarak bilgisayarı ve  cep telefonlarını kullanmaktayız.

‘Alim unutur kalem unutmaz,’ ‘söz uçar, yazı kalır.’ Yazdığımız şeyleri unutmayız. Unuttuğumuzda yazıya bakarak hatırlarız. Ne kadar zeki olursak olalım, hafızamız ne kadar güçlü olursa olsun, öğrendiğimiz bilgileri bir ömür boyu aklımızda tutmak mümkün değildir. Bu sebeptendir ki yazı icat edilmiş ve bazı şeylerin unutulup kaybolmasının önüne geçilmiştir. Örneğin binlerce yıllık bilgiler, yazı sayesinde hiç bozulmadan bizlere ulaşmıştır. İnsanlık bu gün gelinen ilmi ve teknolojik gelişmeyi kaleme, yazıya borçludur. Gündelik hayatımızdaki eylemleri ifade ederken kalemin önemini görmezden gelemeyiz.. Örneğin aldığımız veya verdiğimiz bir borcu unutmak mümkündür. Oysa alacağını, vereceğini yazan, kaydeden kişide yanılma olmaz. Kişi unutsa bile yazdığına bakarak onu eksiksiz bir şekilde hatırlayabilir.

Yazmanın, ders çalışma konusunda da önemi büyüktür. Yazarak çalışan öğrencilerin, bilgileri daha iyi öğrendiği ve hafızada tuttuğu bilinmektedir. İnsan bildiklerini eksiksiz yazdığında başarısına başarı katmasına zemin hazırlar. Yazmanın, kalemin önemi bu kadar büyükken, bu nimetten faydalanmamak akıllı insanların harcı değildir. Unutmak istemediklerimizi hafızamızda kalıcı hale getirmek istiyorsak, hesaplarımızda kitaplarımızda yanlış yapmak istemiyorsan bilgilerimizi yazıya dökmeli böylece gerektiği zaman hatırlamalıyız.

Bizim tarihimizde çok güzel deyimler, tanımlar vardır. Muhteşem Osmanlı medeniyeti, her şeyden önce bir terbiye manzumesi vücuda getirmiştir. Günümüze kadar yansımalarını gördüğümüz bu sistem, toplumda sosyal barışı ve huzuru sağlamıştır. Meselâ ‘kalem efendisi’ o güzel tabirlerdendir.

Kalem efendisi, Osmanlı imparatorluğunda katip karşılığı olarak kullanılsa da daha çok eli kalem tutan, yazarlık hevesinde olan ve bu alanda eser veren insanlar için kullanılırdı. O vakitlerden günümüze kalemine sadık, onunla barışık  insanlar için kullanılan bir tabirdir.

Daha düne kadar yazmak denilince akla kalem, mürekkep, dik, bitişik ve eğik, süslü yazmak geliyordu, teknolojinin gelişmesiyle bunların yerini bilgisayar, ipad ve cep telefonu klavyelerinin aldığını görüyoruz.

Kalemle yazma ve el yazısı, öğrencinin yazma becerilerinin gelişimi, kişiliği, yazıya verdiği önem, temiz ve titiz yazma gibi konularda ipucu vermektedir.  Bu durum öğretmenin öğrencilerin el yazılarını tanımasına, ev ödevlerini el yazısından hareketle kontrolüne yardım etmektedir. Wisconsin Üniversitesinden bir grup araştırmacı, kalemle yazmanın metin üretmeye ve zihinsel becerileri geliştirmeye önemli katkılar sağladığını belirlemiştir. Öğrencilerin kalemle klavyeye göre daha hızlı yazdıkları, yazılarında kendilerini daha iyi ifade ettikleri ve çok daha özgün düşünceler dile getirdikleri tespit edilmiştir. Bu araştırmalara göre yazarken parmak hareketleri beynin düşünme, dil ve hızlı bellek gibi çeşitli bölümlerini harekete geçirmektedir. Bu durum öğrencilerin yapıcılığını arttırmakta, düşüncelerini kağıda aktarma ve kendilerini daha iyi ifade etme becerilerini geliştirmektedir. (14 Ekim 2014 Hürriyet) Çocuklarımız eğitim  hayatlarına devam ederken onları okumaya, yazmaya; duygu ve düşüncelerini kalemle yazmaya, günlük tutmaya teşvik etmeliyiz. Çünkü düşünmeyen, okumayan, yazmayan; bilgisayarın, akıllı telefonların esiri dijital bir gençlikle karşı karşıyayız.

Kalem bazen keskin bir bıçak, bazen uzlaştırıcı bir alet ve bazen de her alanda ilerlemeyi sağlayacak bir nesnedir. Ona hangi misyonu yüklersek etkisi o yönde olur. Bu yüzden kalemimizi kullanırken kin, öfke kusmamalıyız. Sevgiyi, kardeşliği,  barışı, paylaşmayı, tefekkürü yazmalıyız. Kalemimiz her zaman kin ve nefretten arındırılmış, iman süzgecinden geçmiş, adil, topluma doğru  mesaj veren, haktan hukuktan ayrılmayan düşünceleri yazmalıdır. Kalem doğru bilgiyi dağıtmalıdır. Kalemimizden dedikodu, beddua, iftira, fitne, ayrıştırıcı kelimeler dökülmemelidir. Dostluğumuza, kardeşliğimize, aile bağlarımıza zarar vermemelidir. Kalem sorumluluktur. Kalemi kullanan bu sorumluluğun hesabını vereceğini unutmamalıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in altmış sekizinci suresi, Kalem suresidir. Adını ilk ayetteki “kalem” kelimesinden alır. “Nûn” ve “Nûn ve’l-kalem” olarak da adlandırılır. Sure, ‘Nun. Kaleme ve yazmakta oldukları şeylere yemin olsun ‘ ayetiyle başlar. Kaleme ve yazıya yemin edilmesi Kur’an’ın okuma ve  yazmaya verdiği öneme işaret eder. 1-7. ayetlerde inkârcılar tarafından Hz. Peygamber’e (sav) yöneltilen iftiralara cevap verilerek onu aşağılamak ve gözden düşürmek isteyenlerin iddiasının aksine Resûlullah’ın mecnun olmadığı ve yüksek bir ahlâka sahip bulunduğu vurgulanır; kimin çarpılmış, akıldan yoksun kalmış olduğunu yakında herkesin göreceği belirtilir.
Bu surede, Allah’ın insanlığa mesajı, Kendisine kulluk ilkelerini kalemle yazdırarak kalıcı olmasını, sürekli hatırlanmasını ve insanlığın hiçbir mazerete mahal bırakmamasını istiyor, bunlar üzerine yemin ederek olayın çok ciddi bir iş olduğunu vurguluyor. Kalemle yazılan son ilahi mesaj Kur’an sizin hayat nizamınızdır. Sakın bunlardan gaflet etmeyin, bunları yazı ile kayıt altına alın hayatınıza geçirin ve tüm insanlığa iletin, mesajı hepimize…

Kalem ve yazı bizlere Kur’anı okumak, yaşamak  ve tebliğ etmek sorumluluğu ile birlikte, tüm amellerimizin yazı ile kayıt altına alınıyor olduğunun şuuruyla yaşamamızı sağlamalıdır. Çünkü,  Kader kalemi her şeyi kayıt altına alarak yazmaktadır. İnsanın ömrü boyunca işlediği iyi-kötü amelleri, Kirâmen Kâtibîn melekleri tarafından yazılmaktadır.

Yüce Allah kudret ve kader kalemini öylesine kusursuz kullanır ki gözle göremediğimiz mikroskobik alanlarda muazzam rakamlar ve detaylar saklar. Örneğin atomun çekirdeğinde kainattaki en büyük kuvvet saklı. Minik bir tohumda devasa bir ağaca dair tüm bilgiler kodlu. Yine çıplak gözle göremediğimiz kar tanelerinin her biri bir diğerinden farklı ve her biri birer sanat harikası. Kainatta ise Güneş ile Dünya arasındaki uzaklık, atmosferdeki gazların insan yaşamına en uygun oranları, güneş ışığının özelliklerinin fotosentez için uygunluğu, gece ve gündüzün oluşumu, suyun canlı yaşamına olan uyumu, hayvanların, bitkilerin, dağların, bulutların, hücrelerimizin ve her birindeki DNA’nın yapıları; tümü birbirinden ayrı ve tümü muhteşemdir…

Şu an etrafınızdaki insanlara bir bakın ve özelliklerinin neler olduğunu bir an için düşünün. Boyları, göz ve saç renkleri, seslerinin tonu gibi tüm bilgiler, her birinin DNA’larında kayıtlıdır. Bilgi bankası DNA, vücuttaki hücrelerin yapıları ve ihtiyaçları hakkındaki bilgileri içerir. Bedenimizin eksiksiz bir plan ve projesi her hücremizin çekirdeğinde bulunan DNA’larımıza yazılarak kayıt altına alınmıştır.

Bediüzzaman, her şeyin bir sınırı olduğunu, o şeyin o ölçü ile bağlandığını, Kader kaleminin her şeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp verdiğini, Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyetinin o kalıba göre olduğunu söyler.

“Güzel bir çiçeğin dakik programını, küçücük bir tohumunda toplamak, büyük bir ağacın hayatındaki bütün amel sayfalarını küçücük bir çekirdekte manevi kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.”(Sözler, 10. Söz)

“Nakkaş-ı Ezeli gözümüzün önünde kışın beyaz sayfasını çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, yeryüzü sayfasında üç yüz binden fazla çeşit mahlukatı kudret ve kader kalemiyle en güzel şekilde yazar. Birbiri içinde birbirine karışmaz; beraber yazar birbirine mani olmaz. Teşkilce, suretçe birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz, yanlış yazmaz.” .”(Sözler, 10. Söz)

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Defter

Defter, hepimizin bildiği gibi üzerinde yazı veya çizim yapılması amacıyla boş kağıtların birleştirilmesiyle meydana getirilen bir nesnedir.

Günlüklerin yazıldığı defterler, hatıra, şiir defterleri,  öğrencilik yıllarında çantamızda taşımak zorunda kaldığımız kimi kareli kimi çizgili, bilmem kaç formalı, ön kapağında güzel resimler arka kapağında haftalık ders programı ve çarpım tablosu bulunan okul defterlerimize dahi kendimizden bir şeyler katmışızdır farkına varmadan. Kiminin kenarlarına çiçek, desen çizmişizdir, kiminin ilk sayfalarını güzel sözlerle, mısralarla doldurmuşuzdur. Benim çocukluğumda bir spor defterim vardı. Büyük boy çizgisiz harita ve metot defteri adı altında satılan bir defter almıştım. Her sayfasına tuttuğum futbol takımı ile ilgili yazılar yazdığımı, gazetelerden maçlarla ilgili yayınlanan resimleri keserek yapıştırdığımı hatırlıyorum…

Söz uçar, yazı kalır. Defterler sözlerin uçmaması için, yazıya dönüştüğü nesnelerdir. Öğrencilik yıllarımızda, İlk okuldan, üniversiteye kadar hatta hayatımız boyunca bir şeyler öğrenmek için anlatılanları, yazılanları not almışızdır. Hepimizin not defterleri vardır. Artık dijital not defterlerimiz var.

Hayatta eğitimler, öğretimler sonucunda bir meslek sahibi oluruz. Kendi işimizi kurarız, devlet veya özel sektörde çalışmaya başlarız. Çalışmalarımız ilgili defterler kayıtlarla başlar. Kendi işimizi kuracaksak devletin ilgili kurumlarına kaydımızı yaptırırız. Yani devletin defterlerine kaydımızı yaptırırız. Daha sonra devlet yaptığımız bütün faaliyetleri, alışları, satışları, ödemeleri, tahsilatları defterlere kaydetmemizi ister. Yaptığımızın işlerin hesabını sorar. Yaptığımız bir işlemi deftere kaydetmemişsek, evrakını düzenlememişsek ceza yazar.

Özetle, kurulan ticari işletmeler, iktisadi ve mali durumlarını, borç ve alacak ilişkilerini takip etmek,  her bir faaliyet dönemi sonuçlarını belgelendirmek için yasaların öngördüğü, işletme yapılarına uygun defterleri tutmak zorundadır. İşletme defteri, Yevmiye defteri, Defter-i kebir, Envanter defteri, Karar defteri…Yasal defterler, bir yandan vergi mükelleflerinin gelir ve giderlerini vergi yasalarında belirtilen şekilde kayıt edilerek ödenmeleri gereken vergilerin denetimine imkan sağlarken, diğer yandan işletmeler hakkında karar verecek olanlara bilgi  sağlaması, işletme ile ilgili veri oluşturması açısından önem arz etmektedir.

Her kitap başlangıçta yalnızca boş bir defterden ibarettir. Boş sayfaları her gün  yaşayarak yaptıklarımızla doldururuz … Eksik yanımızı, insan yanımızı, hatalarımızı, sevaplarımızı deftere yazar, tamamlarız. Dünyanın bittiği yerde bekler bizi defterlerin sayfaları.   Her defterin bir ömrü olduğu gibi her ömrün de bir defteri vardır ve yürüdükçe sayfalarını silinmez yazılarla doldururuz . Aldığımız nefes kadar satır, yaşadığımız yıl kadar sayfa bırakırız ardımızda. Herkesin bir ömür defteri vardır.

Her ömrün defteri, Amel defteridir. Amel defteri, İnsanın ömrü boyunca işlediği iyi-kötü amellerinin yazıldığı manevî defter demektir. İnsanın yaşadığı bütün hayatın ayrıntılarıyla kaydedildiği ana defter veya insanın kendi davranışlarıyla yazılan ve mahşer günü için esas tutulan büyük defter. Kur’ân’a göre, kendilerine Kirâmen Kâtibîn denilen şerefli melekler insanın her yaptığını bilip kayda almaktadırlar. Bu melekler insanla birlikte bulunmakta, insanın sağında ve solunda oturmakta ve insanın söylediği her sözü, eylemi zabta geçirmektedirler. Amel defterine güzel, doğru şeyler yazanlar ebedi mutluluğu elde edeceklerdir…

Tohumların ve çekirdeklerin baharın amel defterinin sayfaları hükmünde olduğunu ve içindeki programların ikinci baharda yeniden, daha parlak ve daha alımlı bir biçimde neşredildiğini vurgulayan Bediüzzaman, insanın hayatının neticesi olan amel defterinin de insanın  hizmetine ve ibadetine çok büyük sevap verilmek ve işledikleri günahların hesabı sorulmak üzere muhafaza edildiğini ve mahşer gününde neşredileceğini kaydeder.

Cenâb-ı Hakkın Âdil, Hakîm, Hafîz ve Rakîb isimleri insan için amel defteri tutulmasını ve yaptıklarının harfiyen yazılmasını gerekli ve hatta zorunlu kılmaktadır. Koca baharın çiçekli meyveli bütün bitkilerinin amel defterleri eksiksizce tohumlarında yazılmakta ve ikinci bir baharda onlara göre eşsiz bir muhasebe içinde sayfa sayfa neşredilmektedir. Böylece kocaman diğer bir baharın, önceki baharı aratmayacak derecede yeryüzünü kaplaması Cenâb-ı Hakkın Hafîz isminin ne derece şiddetle tecelli halinde bulunduğunu göstermektedir.

Hafîz (1) isminin bu yüksek tecellisi gösteriyor ki, insan için önemli bir amel muhasebe defteri açılacak, mahiyetçe en büyük, en şanlı ve en şerefli olan insanın amelleri, fiilleri, mühim bir hesap ve mizana girecek. Ona göre muamele görecek.

İnsan başıboş yaratılmamıştır. Yaptıkları Amel defterine kaydedilmektedir. Yaptıklarının hesabını verecektir. Zerre miktarı hayrın ve şerrin karşılığını bulacaktır. Deftere yazılanların şahitleri kendi nefsinden olacaktır. Herkesin sustuğu günde kişinin kendi azaları konuşacak ve defterde yazılanlara şahitlik edecektir.

Amel defterimizin kapanmasını istemiyorsak, Sevgili Peygamberimiz (sav), Müslim’in Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet ettiği hadis-i şerifi unutmayalım: “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyyet, 14.)

Amel defterimizin kapanmayıp da devam etmesini istiyorsak, Allah’ın bize bu dünyada bahşettiği fani nimetleri ebediye çevirmek istiyorsak, bu dünyada hiç olmazsa bu üç salih amelden birini yapmaya gayret etmeliyiz.

Defterlerine güzel, doğru şeyler yazanlara, amel defterlerini kapatmayanlara ne mutlu…

“Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.” (İsra Suresi 71)

(1)- el-Hafîz, koruyup gözeten, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, kullarının yaptığı işleri bütün tafsilatıyla bilen; kullarının niyetlerini ve gönüllerinden geçenleri bilen, Kendisine gâip ve gizli olan hiç bir şey bulunmayan, hadisatı eksiksiz kaydedip hesaba çekmek üzere muhafaza eden, has kullarını helâk ve şer yerlerinden muhafaza eden, kudretiyle, her şeyi dengede tutan demektir.

 

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Her Hayrın Başı

İslam alimleri Kuranı Kerimin bütün sırlarının Bismillah lafzında Bismillah lafzının ise B harfinde olduğunu söylemişlerdir.Bediüzzaman Hazretleri’de Sözler eserinin başına Birinci Söz olan Bismillah her hayrın başı dersini koymuştur.

 

“Bismillah her hayrın başıdır.” Bismillah’la başlanan işler hayırla başlar, hayırla biter. Bismillah İslâm’ın nişanı olduğu gibi bütün mevcudatın, canlı cansız her yaratılmışın lisan-ı haliyle, kendine mahsus diliyle devamlı okuduğu mübarek bir kelimedir. Bismillah tükenmez bir kuvvet, bitmez bir berekettir. Allah’ın sonsuz rahmetine yetişmek için bir mi’rac, bir yol vardır. O da “Bismillâhirrahmanirrahim” dir.
Bismillah’ta Rabbimizin en büyük ismi olan lafza-i Celâl ile beraber Rahman ve Rahîm sıfatları da vardır. İşârâtü’l-İ’câz tefsirinde izah edildiği üzere Bismillah güneş gibi nur kaynağıdır. Başkalarının tenvir ettiği gibi kendini de gösteriyor.

Bismillah’ın faziletini Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bakınız ne güzel ifade etmiştir: “Bismillâhirrahmânirrahîm miftâhu külli kitabin.” Yani: “Besmele her kitabın anahtarıdır. Besmele Allah’ın isimlerindendir. Besmele’yle Allah’ın ism-i âzami arasında gözün beyazıyla siyahı arasındaki gibi yakınlık vardır.” (Müstedrek) “Her mühim iş ki, Bismillah’la başlanmamıştır; o işin sonu yoktur! Kapılarınızı Besmele’yle kapatınız. Çünkü şeytan kilitlenmiş kapıyı açamaz.” Bir sahabeye hitaben, “Evlâdım, Besmele çek! Sağ elinle önünden ye!” buyurdular.

Besmele’nin fazilet ve esrarı o kadar çoktur ki, kalemler onu yazmaktan acizdir. Besmele sûrelerin tacıdır, dertlerin ilâcıdır. Fâtiha’nın fihristesi ve Kur’ân’in mücmel bir hülâsasıdır.
Birinci Söz’de ifade edildiği gibi, “Bütün mevcudat lisân-ı hal ile Bismillah der. Öyle mi? Evet, nasıl ki görsen bir tek adam geldi; bütün şehir ahalisini cebren bir yere şevketti veya cebren işlerde çalıştırdı. Yakinen bilirsin, o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinat eder. öyle de, her şey Cenâb-ı Hakk’ın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor; dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç Bismillah der, hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan Bismillah der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok leziz taamlar içinde beraber pişiriliyor. Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar Bismillah der; rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur, bizlere Rezzak namına en latif, en nazif âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları Bismillah der, sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona müsahhar olur. Madem her şey manen Bismillah der, Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz, Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız, öyleyse Allah namına vermeyen gâfil insanlardan almamalıyız.

Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah ne fiyat istiyor?

Evet, o Mün’im-i hakikî bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta Bismillah zikirdir, âhirde Elhamdülillah şükürdür, ortada bu kıymettar hârika-i sanat olan nimetlerin Ehad, Samed’in mûcize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir.

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip Mün’im-i hakikîyi unutmak ondan bin derece daha belâhettir. Böyle ebleh olmamak…” isterseniz Allah namına veriniz, Allah namına alınız. Allah namına başlayınız, Allah namına işleyiniz. Her işte Bismillah’ı dilinizden düşürmeyiniz. Rahmet hazinelerinin en kıymetli ve en birinci anahtarı Bismillâhirrahmânirrahîm olduğunu unutmayınız. (Birinci Söz’den)

Besmele Mucizesi

Araştırmacılar hayvan kesiminde Besmelenin bir tıbbi mucizesini keşfettiler .(http://www.gidaraporu.com/besmele-nin-mucizesi_g.htm)

Besmele ile kesilen hayvan etiyle besmelesiz kesilen hayvan eti üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar sonunda bilim adamları, Besmelenin tıbbi bir mucizesini ortaya çıkardılar. http://us.moheet.com sitesinde yer alan habere göre, Suriye’nin muhtelif üniversitelerinde tıbbın farklı alanlarında uzman 30 profesörden oluşan bir araştırma grubu, Şam’da üç sene süreyle Besmeleyle kesilen,  hayvan etleriyle Besmelesiz kesilen hayvan etleri arasındaki farkı ortaya koymak üzere laboratuar  ortamında deneysel incelemelerde bulundular.Bu incelemelerin sonuçlarını 2003 yılında açıladılar.Bilim adamları, hayvan ve kuş kesimi esnasında dinen yerine getirilmesi zaruri olan “Bismillahi Allahu Ekber” sözünün, kesilen etler üzerindeki etkisini araştırırken, tam manasıyla mucize denilebilecek sonuçlarla karşılaştılar.

Bilimsel Bir Devrim

Grup adına Kuveyt Haber Ajansına bir açıklama yapan Prof. Dr. Halid Halave, incemeler esnasında laboratuar ortamında yapılan deneylerde, besmelesiz kesilen sığır, küçük baş hayvan ve kuşların et dokularında pıhtılaşmış kan, çoğalmaya müsait bakteri ve mikroplar tespit edilirken, Besmele ile kesilen hayvan et dokularında ise kan, mikrop ve bakterilere rastlanmadığını ifade ederek, araştırmanın bu sürpriz sonucunun insan sağlığı açısından tıpta bilimsel bir devrim olduğunu belirtti.

Gruptan, söz konusu araştırmaya öncülük eden başka bir araştırmacı olan Dr. Abdulkadir Dirani, Araştırma ve sonuçları konusunda şunları söylüyor:

“Kur’an’da Allah adı zikir edilmeden kesilen hayvan etini yemeyin” şeklindeki İlahi emre rağmen ve hayvan kesiminde çekilen Besmelenin ardındaki hikmeti bilmeyen insanların, hayvan kesiminde besmeleyi ihmal etmeleri, beni bu konuyu bilimsel olarak araştırmaya sevk etti. Besmele ve tekbir ile hayvan kesimi konusunu araştırmaya başlarken ekipteki bir kısım arkadaşlar konuya ilk önceleri soğuk baktılar, ancak araştırmalar esnasında her safhada çarpıcı sonuçlar ortaya çıkınca ekibin konuya olan merak ve ilgisi artmaya başladı. Besmele ve tekbirle kesilen hayvan etlerinde, Besmelesiz kesilen hayvan etlerinin aksine, et dokularında kan ve mikropların bulunmaması Besmelenin bir büyük mucizesi olarak karşımıza çıktı.”

Araştırma grubun başka bir üyesi, Şam Üniversitesi Eczacılık eski dekanı Prof. Dr. Nebil Şerif şu açıklamada bulundu:

“Besmele ile kesilen kuş, sığır ve küçük baş hayvanların etlerinden ve besmelesiz kesilen aynı hayvanların etlerinden numuneler alarak özel laboratuarlarda mikroskopik incelemelerini yapmaya koyulduk. Bazı icraatlarla her iki numune etleri kuru bir ortamda 48 saat beklettik. 48 saatlik zamanın sonunda Besmele ile kesilen hayvan etleri numuneleri açık kırmızı gül rengini alırken, besmelesiz kesilen et numuneleri ise, siyaha yakın koyu kırmızı bir renk aldı. Buna ilaveten Besmeleli etlerde her hangi bir mikroba da rastlanmadı. Besmelesiz etlerin teşhisinde ise, sürekli çoğalan, çokça zararlı mikrop ve bakteriler tespit edildi. Ayrıca ikincisinin dokularındaki kanlarda sağlıksız akyuvarlar tespit edilirken birinci grup et dokularında ise, buna benzer herhangi bir tespit yapılmadı.”

İnsan Sağlığına Etkisi

Besmele çekilmeden kesilen hayvan etlerindeki kan ve mikropların insan sağlığına olan olumsuzlukları konusunda yine ekip doktorlarından biri olan, veteriner fakültesi et sağlığı Profesörü Fuad Nima ise şu açıklamalarda bulunuyor:

“Kesim anında çekilen besmele ve tekbirin, hayvana yaptığı tesir ve heyecan, hayvanın organ ve adalelerinde meydana getirdiği hareket, hayvanın vücudundaki kanın azami miktarını dışarıya atmasına yol açıyor. Kesim anında besmelenin terk edilmesi halinde bu kanın önemli bir miktarı vücutta kalıyor. Bu da, daha önce vücutta var olan mikropların çabuk gelişip çoğalmasını sağlıyor. Kanda hızlı bir şekilde çoğalan ve hastalıklara yol açan muhtelif mikroplar, insan midesine girdikten sonra, bütün vücuda yayılıp, kalbe ulaşabiliyorlar. Kalp hastalıklarından ölümlerin %20’sinin hayvan kanından oluşan ve sonra ağız yoluyla insana geçen bu mikroplardan kaynaklandığı bilinmektedir.”

Araştırmada İslami usule göre kesilen hayvanların daha az eziyet çektiği ve etlerinin de daha sağlıklı olduğu belirtilirken, Batıda uyuşturularak öldürülen hayvanların kanı vücutta kaldığı için, bu tür etlerin daha çabuk bozulduğu, bu nedenle etler hemen donduruculara konularak muhafaza edildiği, Besmele ile kesilen hayvan etlerinin ise hemen kasaba gönderilip akşama kadar bozulmadan durabildiği ifade edildi. (Ahmet Altun, Hz. Peygamber Sünnetinde Sağlık Mucizeleri, Ensar Neşriyat, 3. Basım, Istanbul 2012, sayfa 158-163.)

Bismillah keremi mutlak ve ganiyi mutlak olan Zatın hazinelerinin kapısını açtığı için bitmez ve tükenmez bir berekettir. Bismillah bütün hayırlı kapıların anahtarı ve bütün hayırların başıdır.

Bismillah ile başlanılmayan bütün işler kesik ve güdük kalırken Bismillah ile başlanılan işler bereketli ve hayırlı olur. Bismillah bütün hakikat ve hikmetli ve sırlı kapıları açan bir şifredir.

Bismillah diyen insan keremi, inayeti, rızkı, rabbine verdiği için nefsini mağrurluktan kurtarıp mütevazı yapar. Bismillah diyen insan, hadsiz düşmanın şerrinden bu sözün korumasıyla emin olur.

Bismillah diyen insan bütün nimetlerin Allah’ın hazinesinden çıktığını bilip ilan eder. Bismillah diyen insan bütün kâinatın dilencisi olmaktan kurtulup her olay karşısında titremez. Bismillah diyerek emniyet bulur.

Bismillah bütün mahlûkatın virdi ve zikridir. Bütün harika rızıkları bizlere bismillah diyerek verirler. Bismillah demezlerse o mevcudat bize o harika rızıkları gönderemezler. Kendi lisanıyla Bismillah demediği takdirde hayvanlar süt yapamaz, bostanlar sebze vermez, tohumlar ağaç olamaz,

Bismillah diyen bir insan asıl mal sahibi olan Rabbine küçük bile olsa bir fiyat ödemiş olur.

Bismillah diyen insan, Mün’im-i Hakikî, olan rabbinin gönderdiği o kıymettar nimetlere, malların bedelini bismillah ile öder. Bismillah diyen mün’im-i hakikiyi hatırladığı için asıl nimet sahibinden gaflet etmez.

Bismillah diyenler Allah namına alıp Allah namına verirler. Çünkü mevcudatın Allah namına Allahın nimetlerini getirip bizlere verdiğini bilirler. Bismillah denilmediği zaman nimetin asıl sahibi akla gelmez unutulur.

Bismillah ile başlar Kuranlar. Bismillah ile kesilir adak, akika ve kurbanlar. Bismillah ile yemeye başlanır yemek ve rızkılar. Bismillah ile açılır oruçlar ve iftarlar. Bismillah ile atılır bütün hayırlı ve mübarek işlerin temeli. Bismillah ile başlayıp kolaylaşır zor bütün işler. Bismillah bereketlenir hayvanlar ve mahsuller. Bismillah ile verilir, sadakalar, zekatlar, yardımlar. Bismillah ile aşılır, kaygılar, endişeler ve korkular, Bismillah ile yapılır hayırlı nikâhlar ve izdivaçlar. Bismillah ile aşılır yollar ve dağlar.

Bismillah diyen ipek gibi kök ve damarlar nasıl ki toprak ve taşları deler geçerler, sigara kâğıdı gibi ince ve nazenin yapraklar ateş saçan hararete karşı solmadan ve kurumadan kalırlar, çekirdek ve tohumlar başlarında koca ağaçları dağ gibi yükleri taşırlar. Öylede insan bismillah dediği zaman bela, musibet, hastalık ve sıkıntıların hararetine, kasavetine, acısına ve baskısına karşı dayanır. Bismillah ile o ağır yükleri kaldırır.. Bela, musibet ve hastalıkların hararetine karşı, ” Ey ateş! Serin ve selâmetli ol. ” (Enbiyâ Sûresi: 69.) ayetiyle dayanır.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org