Etiket arşivi: Mehmet Abidin Kartal

Milletin iradesinin, sevgisinin yok sayıldığı tarih…

Mehmet Abidin Kartal

1950’den itibaren, köylüler, çiftçiler kentlere gelmeye başladılar. Onların çocukları da okumaya, meslek sahibi olmaya ve siyasete girmeye başladılar. Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın ifadesiyle ”Öküz Anadolulular” çiftçilik ve askerlik dışında da iş yapmaya başladılar. Demokrat Parti iktidarı, ayrıcalıklı zümreye ve çocuklarına rezerve edilmiş mevki ve makamlara  onların ifadesiyle `Hasolar`, `Memolar` veya `ağzı çorba kokanlar`ın girmesinin yollarını açtı.

Milleti sürü sayan zihniyet bundan rahatsız olmaya başladı. 27 Mayıs 1960’da askeri darbe ile iktidarı ele geçirdiler. Darbenin nedeni, demokrasi yoluyla iktidara gelinemeyeceği düşüncesinin pekişmesinde yatıyor: 1950-60 arasındaki seçimler tek parti zihniyeti ile yetişmiş ve tek partinin hasretini duyan kesimlere, siyaset alanındaki temsilcisi CHP ile iktidara gelmesinin çok zor, hatta neredeyse imkansız olduğunu gösterdi. Bu yüzden demokratik iktidarların kendi alanlarını daraltmasını önlemek ve iktidarı da ellerinde tutmak için sistemi yeniden dizayn etmeye karar verdiler, 27 Mayıs 1960 darbesini yaptılar. 27 Mayıs 1960 milletin iradesinin ve Başvekilinin  hançerlendiği tarihtir. 27 Mayıs 1960 milletin iradesinin, sevgisinin yok sayıldığı tarihtir. 27 Mayıs’ta kurulan devlet, halkın özlemlerini değil, devletin bir zümreye teslimini yansıtıyordu.

27 Mayıs ihtilâli askerî darbeleri başlatan kanlı bir ihtilâldir. Bu ülke başbakanını ve iki bakanını asarak demokrasi tarihine kara bir leke bırakmış, demokrat dünyaya Türkiye’yi rezil etmiştir. 27 Mayıs, istikrarlı ve sağlıklı bir siyasî bünyenin gelişmesine, güçlü, rasyonel ve çevik bir devlet cihazının kurumlaşmasına engel olmuştur. Demokrasiyi tahrip etmiş, siyasî kimlikleri yok etmiş ve sivil siyasî aktörlere duyulan güveni mesnetsiz bırakmıştır. Sürekli düşmanlardan bahsetmek, topluma korku salmak geleneği de 27 Mayıs’ın bakiyesidir. Peki ne yapmıştır Menderes? Millete millet olduğunu hatırlatmış. Ulus’a giremeyen çarıklı köylüler özgürce girebilmiştir. Ülke için yaptığı maddî hizmetlerinin yanında manevî hizmetlere önem vermesi misyonun olmazsa olmazı olmuştur. DP’nin ilk icraatı ezân-ı Muhammediyeyi (asm) aslına çevirmek olmuş, iktidara gelmesinin üzerinden 1 yıl geçtikten sonra imam hatipleri, 7 yıl sonrada Yüksek İslâm Enstitülerini açarak milletin maneviyatı alanında büyük hizmetler yapmıştır. Radyoda dinî program yapılması yasağı kaldırılmış, okullara din dersi konulmuştur… Millet  ezanına Menderes’in gelmesiyle kavuşmuştu. Sevinç gözyaşları içinde duygularını yaşamıştı… Bunun için Bediüzzaman, Menderes’e   “İslam Kahramanı” demişti.

1960’dan bu yana bu milletin değerlerini yok sayanları, onları sürü sayanları, onları sömürenleri, Menderes’in yolunda olanlar takip etmektedirler. Takip edenlerin zaman zaman yolları kesildi ve kesilmeye çalışılıyor. Bugün de yaşadığımız olaylar bunu bütün açıklığıyla gösteriyor.  Menderes ne demişti, “Yeter! Söz milletin!” dedi. Ezanı aslına çevirdi. Milleti sürü olmaktan kurtardı. Milletle devleti barıştırdı. Sen misin millete gücünü ve asaletini hatırlatan! Sen misin sözün millette olduğunu söyleyen! Sen misin ezanı aslına çeviren! Haydi darağacına! Senin asıl suçun, bu ülkede millete millet olduğunu hatırlatmak ve ona özgüven aşılamaktır. Onun sevgisini kazanmaktır. Aslında asılan Adnan Menderes değildi. Asılan milletin gücüydü. Asılan milletin değerleriydi. Asılan milletin ta kendisiydi. Ülkemizde zaman zaman perde arkasında aynı senaryo uygulanmaya çalışılıyor. *

Bu senaryolardan en tehlikelisini 15 Temmuz 2016 da yaşadık.

Tarih, 15 Temmuz gecesinde bu aziz milletin ortaya koyduğu mücadeleyi ve verilen şehitleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ruhu ile birlikte yan yana yazacaktır. 15 Temmuz  darbesi durdurulmasaydı Türkiye emperyalizme teslim edilecek, bir Irak, bir Suriye olacaktık. 15 Temmuz 2016 gecesinde millî irade ayağa kalktı. Küresel taşeron FETÖ çetesinin darbe girişimini millet dik durarak, eğilmeyerek önledi. 15 Temmuz 2016 da millet ‘Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, Erdoğan’ı yedirmeyiz diyordu.’

Yeni Mendereslerin önünün kesilmemesi için, halkın demokrasiyi kararlı ve şuurlu bir şekilde savunması, müdahalelere, darbelere, teröre, mafyaya, her türlü vesayete de teslim olmaması gerekiyor. 

*Darağacı- Demokrasi Kahramanı Menderes, Mehmet Abidin Kartal, İskenderiye Kitap, İstanbul 2015, s. 335 ve arka kapak yazısı

Bahar yeniden diriliştir…

Her mevsim, yeni bir dönemin, yeniliklerin, inkılapların başlangıcı ve sonudur.

Kışın şiddetli soğuğu, fırtınası, karı, yağmuru altında, bahar ve yaz mevsiminin bitki ve çiçeklerinin tebessümü saklıdır.

Kış, Aralık, Ocak, Şubat yerini: Mart, Nisan, Mayıs tatlı ve ılık bir bahara bırakıyor…

Dünya değişiyor, alem başkalaşıyor, kainat bayrama hazırlanıyor.

Kardelen çiçekleri beyaz yorganlarının altından başlarını çıkarmış, etrafa sıcak gülücükler dağıtıyorlar.

Baharın gelmesiyle, rengârenk güller, nazenin çiçekler, ağaçlar, otlar, bin bir türlü böcekler geliyor, kainat şenleniyor.

Baharın zamanı geldi.

Bahar uyanıştır, silkiniştir, yeniden diriliştir.

Bahar, yeryüzünün dirilme mevsimidir.

Her sene kış mevsiminin gelişiyle yeryüzü ölüyor, baharın gelişiyle tekrar diriltiliyor.

Baharlar hiç ara vermeden yeryüzünü bir baştan bir başa dolaşır; fakat bütün bu olup bitenlerden kimsenin kulağına bir çıtırtı bile ulaşmaz.

Baharın zamanı geldi.

“O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür. ” İbrahim suresi, 34. Ayet

“Evet bahar, mahzen-i erzak bir vagondur, gaibden gelir…”

“Her bahara, bir vagon gibi, hazine-i gaybdan yüz bin nevi et’ime (yenecek şeyler) ve levazımat, kemâl-i intizamla yüklenip zihayata gönderiliyor… ”

Bahar bir davetiyedir.

Devamlı bir üst modeli çıkan telefonun kamerasına, özelliklerine  hayret eden insan, Yaratıcının sana hediye ettiği ve dünya kadar servetin olsa bu serveti vererek alamayacağın gözlerinle  baharı temaşaya davet ediliyorsun.

Gözlerini son model telefonlara bakmaktan kaldır.

İbretle bahar sayfalarını seyret.

Bak, ölümünden sonra bitkiler, ağaçlar nasıl diriliyor.

Tefekkür et.

Bahar mevsimi tefekkür zamanıdır.

Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarı çiçek nazarınıza ilişsin…

Bu sarı çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki bütün  çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir.

Bu kainat bir kitaptır. . ‘Kitab-ı kebir-i kâinat’

Bu kitabın bildiğimiz kitaplardan farkı, bizzat Yazarının kaleminden her an yazılıp, yazıldığı anda okunuyor olmasıdır. Ağaç gibi bir kelimede bir kaside, çekirdek gibi bir noktada kitabın tam fihristesini yazan bir Kalem-i Kudreti gözümüzle görürüz.

“Bir harf kâtipsiz olamaz…”

“Eli görmeyen kişi, yazıyı kalem yazdı sanır…”

“Tahavvülât-ı zerrât, Nakkaş-ı Ezelînin kalem-i kudreti, kitâb-ı kâinatta yazdığı âyât-ı tekviniyenin hengâmındaki ihtizâzâtı ve cevelânıdır… “

Bu kainat kitabı çok anlamlı ve her kelimesi hikmetli büyük bir kitap olarak yazılmıştır.

Her baharda üç yüz bin ayrı ayrı kitaplar halinde bitkileri ve hayvanları birbiri içinde hatasız, yanlışsız, karıştırmadan, şaşırmadan mükemmel ve muntazam bir tarzda yazan Kalem-i Kudreti görürüz.

Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşallah…

Bahar yeniden diriliştir…

Kudüs, Filistin kara kışı yaşıyor. Zalimler kudurdu. Esfel-i safilinin zirvesindeler. Zulmün zifiri karanlığı yaşanıyor.

Şafak yakındır…Sabah yakındır… Bahar yakındır…

Ümit var olun, sabırlı olun, az kaldı inşallah. Türkiye’nin kartal pençesi zulmün zifiri karanlığını parçalayacaktır.

Liselim…

Mehmet Abidin Kartal

İnsan,  hayatı boyunca sürekli bir gelişim ve değişim içindedir. Gençlik,  çocuklukla  erişkinlik arasında yer alan, gelişme,  ruhsal olgunlaşma ve hayata hazırlık dönemidir. Ergenlikle başlayan hızlı büyüme gençlik çağının sonunda fiziki, şehevi, ruhi ve fikri olgunlukla biter. Gençlik çağının  lise yıllarına delikanlılık dönemi diyoruz.

Liseye başlamak,  ben artık büyüdüm demenin bir diğer yoludur. Kendimizi kabul ettirmeye çalışmamızın, bir kişi olduğumuzu anlamamızın, hedeflediğimiz geleceğin farkına varmaktır liseli olmak.

Lise  yıllarında yaşanılanlara bir bakalım isterseniz. Yazılanlara sizlerde eklemeler yapabilirsiniz.

Lise yılları bunalımlar, öfkeler, çatışmalar ve kaygılar dönemidir. Lise yılları olumlu olumsuz bütün duyguların yoğun, bütün tepkilerin aşırı olduğu dönemdir.

Lise yılları yalnız olumsuzlukların toplandığı bir dönem değildir. Aynı zamanda tatlı hayallerin, tutkuların ve idealizmin filizlendiği, sıkı arkadaşlıkların, ilk sevgilerin yaşandığı dönemdir. Lise yılları gencin, kendini her yönüyle, fiziki, fikri ispatlama ve kendi kimliğini arayıp bulma çabalarının yoğunlaştığı dönemdir.

İlkokul yıllarında pek farkına varmadığımız arkadaşlığın hayatımızın bir parçası olduğunu, arkadaşsız hayatın anlamının olmadığını lise yıllarında farkına varırız. Ebedi dostlukların temeli lisede atılır.

Gençlik damarı,  akıldan ziyade,  duyguları dinler.  Kız olsun, erkek olsun ilk aşklar, muhabbetler  lise yıllarında yaşanır. Aşıklar devamlı birlikte zaman geçirmenin yollarını ararlar. Ben lise yıllarında iken ilk aşkını yaşayan bir arkadaşım hafta sonları bile sevdiği kızın evinin önünde volta atarak sevdiği kızı görmeye çalışırdı. Bazen bu voltalara ben de eşlik ederdim . Bizim zamanımızda  sevenler birbirine mektup yazardı. Mektup taşıyıcıları vardı. Tabi şimdi cep telefonları var. İletişim anında sağlanıyor. İletişimin mektupla sağlandığı dönemlerde,  sınıflara okul müdürü tarafından habersiz baskınlar yapılırdı. Sigara paketleri, kesici aletler cezayı gerektiren suç aletleri olarak bulunurken. Aşk mektupları da cezayı gerektiren suç unsuru olarak görülürdü. Müdürün karşısına çıkıp savunma yapmak zorunda kalınırdı. Sonuçta ceza bile alırdınız. Aşk mektupları sonucu alevlenen aşkların bazıları hayatın ilerleyen dönemlerinde de devam eder, bazıları evlilikle sona erer. Artık liseli sizin için liselim olmuştur. Lisede aşık olup evlenenler bana hak verecektir.  Bazı aşklar karşılıksızdır. Sonuç kalp kırıklığı yaşanır. İlk gerçek kalp kırıklığının tadıldığı yerde lise yıllarıdır.

Lisedeki aşklar şarkılara, şiirlere konu olur. Şiirlere, şarkılara konu olan aşklarda ilk  feryatlar, elemler, sevgiye karşılık görememe  duyguları yaşanır.

“Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşk nameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevalden (yok olup gittiğini düşünme) gelen elemden birer feryattır. Her birinin, bütün divan-ı eş’ârının (şiirlerin) ruhunu eğer sıksan, elemkârâne (acı duyarak, üzüntülü)  birer feryat damlar.”

Liselim

“Seninle her günüm ömre bedeldi
Gönül dediğimde bağımdın benim
Unutmak mümkün mü liselim seni?
Hayatım, varlığım, canımdın benim

Birlikte yazmıştık kaderimizi
İlk aşkım, sevgilim, liselim benim
Birlikte yazmıştık kaderimizi
İlk aşkım, sevgilim, liselim benim

Şimdi nerede bir liseli görsem
Ne zaman okulun yanından geçsem
Kalbim hep kahrolur, gözlerim elem
İlk aşkım, sevgilim, liselim benim…”

Eylül’de gel

“Okul yolu sensiz
Ölüm kadar sessiz
Geçtim o yoldan dün
İçim doldu hüzün
Yapraklar solarken
Adını anarken… ”

Karnenizde ilk zayıfla lise yıllarında karşılaşırsınız. İlk kez kopyayı lisede çekmişsinizdir. İlk defa lisede okuldan kaçmışsınızdır. Lise yıllarında hayatımız boyunca anlatacağımız anılar biriktiririz. Ben ilk defa sinemaya dostluğumuzun hala devam ettiği  lise arkadaşımla gitmiştim…İkamet ettiğimiz ilçeden gittiğimiz şehirde sinemayla tanışmış, ilk defa bir otelde kalmıştık.

Lise yıllarında bütün  öğrenciler bunu çok iyi bilir ki arka sıra sohbetlerinin yerini hiçbir şey tutamaz. Genellikle ön sıralara dersi dinlemek isteyenler otururken arka sıralara dersle alakası olmayanlar oturur. Ders boyunca dersle alakası olmayan şeyler konuşulur.

Lise yıllarında genelde erkekler bir futbol takımını tutmaya başlarlar. Tabi kızlardan da tutanlar vardır. Takımların maçları yakından takip edilir.  Cumartesi, Pazar günleri maçlar oynanmıştır. Pazartesiden itibaren hafta boyunca maçların yorumları yapılır…

Bizim zamanımızda 70’li, 80’li yıllarda lise ikinci sınıfta  eğitime Edebiyat ve Fen bölümlerinde devam edilmeye başlanırdı. Edebiyat bölümü öğrencileri okulda duvar gazetesi çıkarırlardı. Bu duvar gazeteleri okulun düşünce hayatının sanki aynasıydı. Öğrenciler arasında tartışılan konuları orada görürdünüz. Öğrencilerin, isteklerini, edebiyata yetenekli öğrencilerin ilk denemelerini orada okurdunuz. Duvar gazeteleri  farklı düşüncelerin meydanı olurdu. Öğrenciler farklı düşüncelere saygı göstermeyi burada öğrenirlerdi. İlk deneme yazılarını bu gazetelerde yazanlardan nice edebiyatçılar, fıkra yazarları, araştırıcılar, hikaye ve roman yazarları çıkmıştır desek yalan söylemiş olmayız.

Edebiyatın malzemesi ve esası sözdür.  Edebiyat bir söz sanatıdır. Söz, söylenir ve yazılır. Söz bize bir şeyi bildirirken,  bilmediğimiz gerçekleri de yüzümüze vurur. Sözün gücü,  manasındadır, hikmetli olmasındadır. Manasının insanı tatmin etmesinde, ikna etmesindedir. Hikmetli sözler,  tefekküre, Mârifetullâha kapı açar. ‘Kitab-ı kebir-i kâinat’ ı okumanın yollarını gösterir.

Edebiyatta şekil ve muhteva tartışması yapılagelmiştir. Edebiyatta muhteva insanı düşünmeye, tefekküre götürür.  Edebi metinlerde, söz manaya hizmet etmelidir. Bunun için,  edipler edepli olmalı… Edebiyat edepten gelir.

Lise yıllarında birçok acı, tatlı anılar yaşarken, mezun olacağımız günü de iple çekeriz. Mezun olduğumuzda üniversiteyi kazanamamışsak hayatın ilk gerçek sillesini yemiş oluruz. Artık hayat lise yıllarında olduğu gibi toz pembe değildir. Üniversite kaygısıyla birlikte hayatın artık ciddiye bindiğini iliklerimize kadar yaşamaya başlarız.

Liseyi bitirdikten sonra  üniversiteye giriş sınavı ile yeni bir yolculuk başlar. Bu yolculuğa lise yıllarında hazırlananlar üniversite kapısını kolay açarlar. Hazırlığa geç başlayanlar da üniversite kapısını geç açanlardır. Üniversite kapısını açamayanlarda başka kapıları açarak hayatlarına yön verirler.

Ben üniversite kapısını geç açanlardanım.  Liseyi bitirdikten sonra iki yıl girdiğim sınavlarda kazanamadım. Üçüncü yıl kazandım…

Lise yıllarında kendini her yönüyle bilhassa düşünce yönüyle ispatlamaya çalışan gençler, derslerde öğretilen konuları zihinlerinde tartarlar ikna olmak isterler. Birçoğumuz lise yıllarında biyoloji dersinde Darwin teorisini okumuşuzdur. Bu teori bizi yaratılış konusunda ikna edememiştir. Darwin’in evrim teorisi ispatlanamadığı için bilimsellik adına dünyayı aldatan bir teori olarak kalmıştır. Düşünen, tefekkür eden  genç, hiç bir şeyin sebeplerin bir araya gelmesiyle, kendi kendine  veya tabiatın yapmasıyla  meydana gelemeyeceğini idrak eder.  Çünkü, “Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?” O zaman, Şu kainat ve içindekilerin bir ustası bir sahibi bir yaratıcısı vardır. O’da Allah’tır. Allah’a iman, bir insanın dünyada mazhar olabileceği en büyük nimettir. Hayatı, gayesine uygun yaşamanın en birinci ve olmazsa olmaz vesilesidir.

Bedîüzzamân Hazretlerini dinleyelim.  Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hàlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar,” dediler.
Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsusuyla, mütemâdiyen Allah’tan bahsedip, Hàlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahâne ki, her kavanozunda hârika ve hassas mîzanlarla alınmış hayattar mâcunlar ve tiryaklar var. Şüphesiz, gayet maharetli ve kimyâger ve hakîm bir eczâcıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât kavanozlarındaki zîhayat mâcunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczahâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyâsıyla küre-i arz eczahâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hattâ kör gözlere de gösterir, tanıttırır…

Bediüzzaman 1935 yılında Eskişehir Hapishanesinde bulunuyordu; bir cumhuriyet bayramında, hapishanenin penceresinden dışarı bakarken; hapishanenin karşısındaki lise mektebinin bahçesinde gülerek raks eden kız öğrencileri gördü. Bediüzzaman’ı dinlemeye devam edelim.

“Bir zaman, (1935 yılı) Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden, manevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: “Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.” Evet, gördüğüm hakikattir, hayal değil… ” (Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, On Birinci Şuâ)

Liseyi okuyanlarımızın liselim diyeceği arkadaşları, dostları vardır. Çoğumuz bu arkadaşlarımızla, zaman zaman yüz yüze veya telefonla, sosyal medya araçları ile görüşürüz. Sosyal medya araçları ile izini kaybettiğimiz lise arkadaşlarımızı bulabiliriz. Bazılarımız kız olsun erkek olsun  mutluluğu, huzuru yakalamak için sevdiği lisedeki  arkadaşı hayatın akışı içinde ilerleyen yıllarda hayat arkadaşı olmuştur.  

Cenab-ı Allah’ın Vedud isminin tecellisi olarak ‘Liselim’ refika-ı hayatım oldu. Bu vesileyle Liselim’e  muhabbetler…

Beyza

Mehmet Abidin Kartal

Beyza;  beyaz, daha beyaz, çok temiz, lekesiz, parlak, günahsız.

Günahtan kaçınmış, günahla kirlenmemiş.

Sevilen, el üstünde tutulan manalarına gelmektedir.

Cennetteki bir bahçenin ismi olan Beyza kız çocuklarına da isim olarak  verilmektedir.

Beyza isminin Kur’an’daki anlamı: Beyazdır.

Araf suresi 108. Ayette ve Neml suresi 12. Ayette geçmektedir.

“Ve elini çıkardı. Bir de ne görsünler, o da seyredenlerin gözleri önünde bembeyaz oluvermiş ” Araf suresi 108. Ayet (Firavun, Hz. Mûsâ’nın tebliğinde gerçeği söylediği ve sağlam ispatlara dayandığı şeklindeki açıklamalarını yeterli bulmayıp kendisinden doğruluğunu ispatlayacak bir mucize göstermesini isteyince Hz. Mûsâ iki mucize sergiledi: Asanın bir anda yılana dönüşmesi ve –esmer tenli olduğu halde– elini cebinden çıkarınca renginin, olayı takip edenlerin gözleri önünde ve onları hayrete düşürecek şekilde bembeyaz hale gelmesidir)

“ Şimdi elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine git. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim oldular.”Neml suresi. 12.ayet

Beyza isminin özellikleri şöyle ifade edilmektedir.

Dost canlısıdırlar, dost canlısı oldukları için arkadaş edinmede sıkıntı çekmezler.

Güzel konuşurlar . Maddiyattan ziyade maneviyata önem verirler.

Eleştirmekten ve eleştirilmekten kesinlikle hoşlanmazlar.

İnsanları  severler ve kalpleri herkese açıktır.

Gezmeyi, eğlenmeyi severler. İnce fikirli  ve zariftirler.

İş hayatında başarı için enerjik özellikleri barındırırlar.

Mücadeleyi seven bir yapıları vardır.

Kişiye Beyza ismiyle hitap edildiği zaman harflerin titreşimleri hem toplumda hem de hitap edilen kişide kişiliğine ait anlamalar yüklenildiği ifade edilmektedir.

B : Hisleri kuvvetlidir. Yardımsever ve merhametlidir.

E : Sıkıntılardan kurtulmak için mücadele etmeyi çağrıştır, soyadınız da dahil bir tane e harfi olabilir.

Y : Geçmişten iyi ders alan manası uyandırır, duruma göre konabilirse de olmaması daha iyidir. İsminde Y bulunan kimse zorluklardan kolaylıkla sıyrılır.

Z : Bilimsel açıdan, okumayı seven birini çağrıştırır, bir tane z harfinin isminde olması iyidir.

A : Atılgan-enerjik anlamı uyandırır, ikiden fazla bu harften olmamalıdır.


Beyza kız ismi olarak ülkemizde çok kullanılan isimler arasında yer almaktadır. Araştırmalar Beyza isminin Türkiye’de 86.921, İstanbul’da 17.387, Ankara’da 6.696, İzmir’de 3.787 kişinin ismi olduğunu söylemektedir.

Benim tanıdığım Beyza Ahirzaman  müceddidine talebe olan bir anne ve babanın kızıdır.

Babası Cenab-ı Allah’ın Şafi isminin tecellisi olan mesleği yapıyor.

“Ya Öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen , ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma (yani bunların dışında kalma) helâk olursun”  (Taberani)

Annesi öğreten yani öğretmen.

Ne diyor Ahirzaman  Müceddidi:  “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir… Validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esâsiye müşahede ediyorum. ”

Beyza’nın birde abisi var. Mehmet Kerem.  Bilgisayar mühendisi. İnşallah marka olacak yerli yazılım programlarına imza atacak.

Beyza, babasının mesleğinden dolayı ilk, orta, lise eğitimini Türkiye’nin değişik şehirlerinde yaptı.

Üniversite öğrenimini Gaziantep’te yaptı.

Beyza üniversitede okurken bir gün sokakta hasta simsiyah ölmek üzere olan bir kediye rastlar, ismi ile müsemma olan yardımsever ve merhametli  Beyza kediyi evine getirir. Onu veterinere götürerek, şefkatle bakarak sağlığına kavuşturur. Kedisine ‘Gölge’ ismini koyar. O günden sonra kedisinden hiç ayrılmaz.

Beyza’nın kedisi  saadet asrındaki şu olayı hatırıma getirdi.

Abdurrahman bin Sahr adlı bir sahabe (Ebu Hureyre) sokakta kalmış kedileri evine  götürür onları yedirir severmiş. Peygamberimizin (sav) bundan haberi yokmuş.

Sahabelerden biri bir gün Peygamberimize (sav) söylemiş:

Abdurrahman bin Sahr “Pis kedileri toplayıp kulübesinde bakıyor!” demiş. Peygamberimiz (sav)  o anda bir şey söylememiş. Peygamberimiz (sav) Abdurrahman bin Sahr’ı  daha sonra sokakta görmüş. Peygamberimiz (sav) bir şey der diye  elindeki kedi yavrusunu  hemen hırkasının içine saklamış. Efendimiz (sav) kendisine, hırkanın altında ne sakladın demiş. Hırkayı açmış küçük bir kedi yavrusu. Peygamberimiz (sav) yavruyu sevmiş, okşamış, ve Abdurrahman bin Sahr’a: “Ebu Hureyre utanma, öğün. Sen kedi babasısın” demiş.

O günden sonra Abdurrahman bin Sahr’a artık Peygamber Efendimiz (sav)’in hitap ettiği gibi “Ebu Hureyre (Kedi babası)”diye  hitap edilir olmuş. 

Bediüzzaman Said Nursi, kediler için “Nasıl bu vazifesiz  canavarcıklara mübarek denilir?” sorusunu soruyor ve cevabını yine kendisi veriyor. İşte 24. Söz’ün Birinci Dal’ında yer alan o satırlar:

Hatta bir gün kedilere baktım. 

Yalnız yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi, sarih bir surette “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm“ diyerek, güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, taifesi namına reddedip yüzüme çarptı.

Beyza geçen günlerde evlendi. Evlendiği hayat arkadaşına şu şartı ileri sürmüştü. Kedim  Gölgede bizimle yaşayacak kabul ediyor musun? Alperen Beyza’ya da Gölgeye de Evet demişti.

Efendim bu vesileyle Beyza’ya ve Alperen’e Cenab-ı Allah’ta iki cihan mutluluğu diliyorum. Yolunuz ve bahtınız açık olsun inşallah…

Yeşilay hep benimle

Mehmet Abidin Kartal

Yeşilay, her yıl 1-7 Mart tarihleri arasında Yeşilay Haftası’nı   kutluyor. Türkiye’nin en köklü sivil toplum kuruluşlarından Yeşilay, Yeşilay Haftası dolayısıyla düzenlediği etkinliklerde, bağımlılıklardan uzak durmak ve sağlıklı yaşam için 2021 yılında  “Sağlıklı nesiller için, Yeşilay hep benimle” mesajını vurguluyor. Yeşilay, iyi ve sağlıklı hayat için tütün, alkol, madde, kumar ve teknoloji bağımlılığı ile mücadele etmektedir.

Yeşilay, 1920’de İngiliz işgal güçlerinin İstanbul Limanı’na gemilerle getirdiği binlerce kasa alkollü içkiyi gençlerimize bedava dağıtıp onları zehirlemesine, işgale karşı direnişi kırarak hürriyetlerini ve onurlarını  ellerinden almak istemelerine karşı alkollü içkilerle mücadele amacıyla dönemin Şeyhülislam’ı İbrahim Haydarizade’nin himayesinde Dr. Mazhar Osman ve arkadaşları tarafından Padişahın izniyle 5 Mart 1920’de İstanbul’da “Hilal-i Ahdar” adıyla kuruldu.“Hilal-i Ahdar” ismi daha sonra “Yeşil Hilal” ve “Yeşilay” olarak değiştirildi.

Yeşilay’ın kuruluşuna sebep olan  ortamı göz önüne getirecek olursak yapılanlar tam bir kurtuluş savaşıdır. İngilizler İstanbul’u işgalinden itibaren, gemiler dolusu içki getirerek Müslüman halka parasız olarak dağıtmaları savaşın bir diğer cephesin gösteriyordu. İngilizlerin beyin uyuşturan içkileri getirip İstanbul’a sokmaları uyuşturulmuş beyinli,  geleceği düşünmeyen, vatan savunmasına katılmayan, vatan elden gitmiş ne olur ki diyebilecek, duygusuz, ruhsuz, başıboş, serseri, aklı uçkurunda bir gençliğin oluşması düşmanın işini kolaylaştıracaktı.

İngilizlerin geçmişte cennet vatanımızı ele geçirmek için kurduğu bedava içki dağıtarak gençleri duygusuz, ruhsuz, vatan sevgisinden yoksun hale getirmek için, şeytani plana karşı, manevi savaşı kazanmak için, Hilâl-i Ahdar (Yeşilay) kurulmuştur. Kurucuları arasında, o zamanın meşihat diğer adı “Darül Hikmetül İslâmiye” azalarından Bediüzzaman, Fahrettin Kerim Gökay, Mazhar Osman, Eşref Edip gibi birçok ünlü isim yer almıştır. O dönemin vatansever aydınlarının hepsi neredeyse bu oluşumun içinde bulundular. Savaşlar sadece maddî anlamda olmaz asıl savaş maneviyat ile olanıdır.

Resmî kurucuları on yedi kişi olan ve günümüze kadar hala varlığını sürdüren Yeşilay’ın amacı, içki ve benzeri zararlı maddelerle mücadele edip, halkımızı bunlara karşı korumaktır. Bu konuda da büyük çaba sarf ederek içkinin yaygınlaşmasını önlemeye çalışılmaktadır. Zaman içerisinde sigara, alkol, uyuşturucu, kumar, fuhuş vs. bunlar Yeşilay’ın tüzüğüne giriyor. Son dönemde de internet ve TV bağımlılığı yine Yeşilay tüzüğüne girmiş bulunmaktadır. “Uyuşturucu kültürü”, nün amacı  egemen güçlerin toplum yapısının temelini teşkil eden manevî değerleri, inanç ve mukaddesleri yok etme faaliyetidir.

Bediüzzaman Hazretlerinin Hilâl-i Ahdar ile münasebetine gelecek olursak. Üstad  1897- 1898 yıllarında Van’da Tahir Paşa Konağında kalırken; Tahir Paşa, bir gazetenin haberini Bediüzzaman’a gösterir. Gazetenin haberi şu idi: William Ewart Gladstone Kur’ân’ı eline alarak İngiliz Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada: “Bu Kur’ân  Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, ya bu Kur’ân’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Veyahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” der. Bu haberi okuyan Bediüzzaman ta o tarihte İngiliz siyasetçilerinin Müslümanlar için tertipledikleri oyunları bilmiş ve İngiliz siyaseti ile mücadelesini ta o zamandan başlatmıştır. Okuduğu bir haberden sonra İngiliz siyasetinin en azılı düşmanı olan Bediüzzaman, “İngiliz Muhipler Cemiyeti” (İngilizleri Sevenler Derneği) karşı, İngilizlerin İstanbul’u işgal günlerinde, büyük bir gayret göstererek İngilizlerin yaptıklarını gözler önüne sererek, aldatıcı ve koyu bir İslâm düşmanı olduğunu anlatıp, halkın büyük bir kısmını, özellikle âlimleri İngilizlerin aleyhine çevirmeyi başarmış. Yayınladığı “Hutuvat-ı Sitte” (Şeytanın Altı Oyunu) adlı eserini el altından dağıttırmış, böylece İngilizlerin oyunlarını büyük ölçüde bozup, uydurma fitnelerini deşifre etmiştir.

Türkiye’nin 81 ilinde toplam 120 şube ile hizmet veren Yeşilay’ın çalışmalarına destek veren yüzbinlerce gönüllüsü bulunuyor. Uluslararası Yeşilay Federasyonu’nun kurulmasına öncülük eden kurum, 81 ülkede faaliyet göstererek tüm dünyada bağımlılıklarla mücadelenin öncülüğünü üstleniyor.

Bu yıl 101’inci yaşını kutlayan Yeşilay, 1-7 Mart Yeşilay Haftasını ’Sağlıklı nesiller için Yeşilay hep benimle’ sloganıyla kutluyor.  Yeşilay Haftası’nda  halkımızın bağımlılık konusunda bilinç ve farkındalık düzeylerinin daha da artırılması hedeflemektedir. “Sağlıklı nesiller için, Yeşilay hep benimle.” konseptiyle kutlanan hafta, bağımlılıkla ve bağımlılığı teşvik eden güç ve odaklarla mücadele etmek konusunda tüm otoriteleri ve toplumu harekete geçirmeyi amaçlamaktadır.

Bu yıl İstanbul’un simge yapıları, Yeşilay Haftası boyunca kutlamalara dahil oluyor. Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yeşil renkle aydınlatılırken; Galata Köprüsü’ne de Yeşilay logosu yansıtılıyor. Hafta boyunca Yeşilay’ın Genel Merkezi olan Sepetçiler Kasrı’ndan da gökyüzüne Yeşilay logosunu yansıtan lazer gösterisi yapılıyor. İstanbullular sokağa çıkma kısıtlamasının olmadığı saatlerde şehrin farklı noktalarından gösterilere tanıklık edebiliyor.

Zararlı alışkanlıklarla mücadelede sadece kanunlar, sadece yasaklar, sadece cezalar yeterli olmaz. Bunlar olacak ama asıl milletimizin her bir ferdinin bu mücadelede yerini almasını sağlamalıyız. Her bir ferdin, nasıl teröre karşı yekvücut olmak durumundaysak bağımlılıkla ve zararlı alışkanlıklarla da mücadelede aynı şekilde bir ve beraber olmalıyız. Bizler çocuklarımızın alkole, tütüne, teknolojiye veya başka bir şeye bağımlı olmasını istemiyorsak öncelikle kendi alışkanlıklarımızı gözden geçirmeli ve onlara doğru örnek olmalıyız. Çocuklarının fiziki ihtiyaçları yanında manevi ihtiyaçlarıyla da alakadar olmayan anne-babalar siperde bekleyen fırsat kollayan kötü alışkanlıkların ve terör örgütlerinin onlarla çok yakından ilgilendiklerini bilmelidirler. O dağlara götürülenlerin uyuşturucu verilerek götürüldüğünü hepimiz biliyoruz. Canlı bombaların uyuşturucu bağımlısı haline getirildiğini biliyoruz. Ruh ve beden sağlığı yerinde olan insan terörist olmaz. Bu konularda anneler, babalar, komşular, akrabalar, mahalle ve tüm toplum tam bir seferberlik ruhuyla hareket etmelidir. Sigara, alkol, uyuşturucu, internet  bağımlılığına karşı mücadele de en başta aileler uyanık olmalıdır. Sigara, alkol, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar, huzuru, huzurlu aileyi yok eden bombalardır.

Bir aile, evladına sahip çıkmazsa, bütün dünya sahip çıksa ne işe yarar? Bir toplum kendi insanına sahip çıkmazsa, en müreffeh bir hayata kavuşsa ne işe yarar? Cinayetlerin, intiharların artmaması, gençlerimizin telef olmaması için, aileden hareketle  toplumun bütün birimleri üzerlerine düşen görevleri yapmalıdırlar.

Unutmayalım, gençlik damarı,  akıldan ziyade,  duyguları dinler.  Bundan dolayı ailenin çocuklarının yanlış yapmaması için,  sabırla iletişim kurarak,  gencin aklı ile  duygularının dengeli kullanmasına yardımcı olmalıdırlar. Gençlik çağının önünde tuzaklar ve ağlar vardır. Kötü arkadaşlar,  sigara, alkol, uyuşturucu, internet bağımlılığı, sınır tanımayan kız erkek arkadaşlığı…Gencin bu tuzaklara düşmeden hayat merdivenlerini çıkması,  başarılı ve huzurlu yaşaması için  en önemli  şartlardandır.

Çağın ölüm tuzaklarına düşmemek, gerçek huzur ve mutluluğu yakalamak için, yapmamız gereken, Yeşilay’ın kurucularından Bediüzzaman’ın dediği gibi “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle  zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” cümlesinin uygulanmasında yatmaktadır. Bir hayat, iman ile kemale erer ve canlılık kazanırsa, onu hemen ibadet takip eder; “feraizle ziynetlendirmek”, yani farzları işlemekle onu süslemek, daha da güzelleştirmek görevi başlar. Kazanılan bu nimetin kaybedilmemesi, bu süslerin bozulmaması, çirkinliğe dönüşmemesi, tuzaklara düşülmemesi için de takvaya, günahlardan çekinmeye ihtiyaç vardır.

Yeşilay’a ve Milli Eğitim’e  şu öneride bulunuyoruz. Yeşilay’ın kurucuları arasında bulunan, Bediüzzaman’ın eserleri insanlığın, gençlerin gerçek huzuru ve mutluluğu yakalamaları için yazılmış, insanlığın manevi yaralarını tedavi eden, sağlıklı, huzurlu bir toplumu hedefleyen Kur’an tefsirleridir. Milli Eğitim okullarda, Yeşilay  yaptığı faaliyetlerde, bu eserlerden faydalanırsa, okullarda imanlı, vatan ve millet sevgisiyle donatılmış nesiller yetişecektir. Yeşilay’ın  faaliyetleri daha tesirli olacaktır.  Yetkililere duyurulur.