Etiket arşivi: mehmet emin karabacak

Çocuklara Yardım Niyetiyle Yapılan Kötülükler

Gıdaların genetiğiyle mi oynandı yoksa yeni neslin genetiğiyle mi oynandı bilmem ama anne babalar, çocuk eğitiminin genetiğiyle oynadığı bir gerçek.

Eskiden çocuklarını doğal yollarla (anne sütü, ev yapımı yoğurdu, tere yağı,…) beslemeye çalışan  anne abalar, günümüzde ise çocukları hazır gıdalarla (hazır mama, hazır çorba, hazır yoğurt, çikolata, cipsi, kola…) beslenmeye çalışmaktadırlar.

Her şeyleri hazır olacak olan bu çocukların doğumları da hazır olacaktır. Doktor tarafından anne adayına ağır kaldırmayacaksın deniyor o da bunu en küçük bir iş yapmayacak diye algılıyor ve her şeyi ayağına bekliyor. Sonuçta anne adayı hareketsiz kalınca ister istemez doğumda zor olacaktır. Doğumun zorluğundan korkan anne adayı, normal doğum yerine farklı bir seçeneği düşünecektir.

Anne ile çocuk arsındaki duyusal bağları güçlendirecek normal doğum yerine, bugün birçok anne tarafından sıkıntısız olmasından dolayı sezaryen tercih edilmektedir. Oysa normal doğumun hem anne için hem de çocuk için birçok faydası olduğu doktorlar tarafından ifade edilmektedir.

Normal doğum yerine sezaryenle hiçbir emek harcamadan dünyaya gelen çocuklar, beslenmeleri de anneyi emerek (ekmek için mücadele) değil de biberonla (hazırlığı alıştırma ve hazır mama) yapılınca çocukların fiziksel gelişimlerinin yanı sıra kişilik gelişimleri açısından da bazı sıkıntıları beraberinde getirecektir.

Evet, birçok anne değişik mazeretler aldı altında bebeğini emme davranıştan mahrum bırakmaktadır. Anne ile çocuk arasındaki sevgiyi bağlarını güçlendirecek anne sütü yerine, daha çocuk doğar doğmaz biberon ve yalancı emzikle tanıştırılıyor.

Çocuğu hazırcılığa alıştırmak biberonla başlıyor. Çünkü çocuk biberonla beslenirken emek harcamıyor. Biberonla beslenmek eskilerin tabiriyle  “Armut piş, ağzıma düş!” oluyor.

Anneyi emmek; başlangıçta çocuklar için çok zordur ve emek gerektirir. Oysa emmek bebeklerin birçok duygusal ihtiyaçlarını (bedensel temasa bağlı olarak sevgi bağı oluşturma) karşılamaktadır. Zekâ gelişimlerinin yanı sıra çene kaslarının gelişmesi, damak yapısının düzgün olması, diş ve gaz çıkarma gibi birçok faydası vardır. Anneyi emmenin birçok ruhsal ve sağlık faydasını bir yana bıraksak da çocuk emme davranışıyla ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmektedir.

Hayatı öğrenmeyi ve hayatla mücadeleyi birçok çocuk, biberon yüzünden öğrenememektedir. Hazırcılığa alıştırma sadece biberonla beslenmekle de kalınmıyor. Birçok çocuk bebeklikten çıkıp kocaman olmalarına rağmen yemeğini kendisi yemiyor ya da yiyemiyor. Karnını iyice doyuramaz ya da üst başını kirletir diye eline kaşık verilmeyen bu çocuklar, dökmeden yemesini de öğrenemeyeceklerdir.  Yemekleri anne babaları tarafından yedirilen bu çocuklar, kendilerine güvenmedikleri içinde kendi kararlarını veremeyeceklerdir. Bu yüzden çocuğun ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmesinin önüne bir kez daha geçilmiş olacaktır.

Kendi yemeğini yiyemeyen, üstünü giyemeyen, okul çantasını anne babasına taşıtan çocukların hallerini gördükçe bir eğitimci bu çocuklara üzülürken kendimi de şanslı olarak hissediyorum.

Köyde büyüyenler bilir. Bağ bahçe zamanında genelde herkes bağ bahçeye gittiğinden evde kimse olmaz. Bizlerde okul zamanında öğle tatilinde yemek için eve geldiğimizde yemeğimiz kendimiz hazırlardık. Günümüzdeki ocaklar gibi ocağımız otomatik değildi. Ocağı çakmakla yakar çayı ocağa koyardık. Çayla birlikte sofraya koyduğumuz zeytin, peynir, yoğurt ve kümesten getirip yağda pişirdiğimiz yumurtaları da yer okula tekrar geri dönerdik.

İkindi vakti okuldan geldiğimizde rahmetli anneme nazlanmak adına acıktığımızı söylediğimizde; “Oğlum mutfağı sırtımda bahçeye götürmedim. Canı ne çektiyse alıp yeseydin.” diyerek mutfağı bana bırakan annem, bugünün annelerine sanki bir mesaj yollar gibiydi.

Çocuğun mutfağa girmesini mutfağı karıştırmak olarak algılayan günümüzün titiz anneleri, çocuklara bırakın mutfakta bir şey hazırlamalarına müsaade etmek, sen git dersine çalış diyerek de mutfağa sokulmamaktadır. Bugün üniversite okuyan birçok kız öğrenci yemek yapmasını, lise öğrencisi de çay yapmasını bilmemektedir. Erkek çocuklarının da kız çocuklarından kalır tarafı yok. Birçok erkek çocuğu her şeyi otomatik olan ocağı kullanması dahi bilmemektedir. 

Çocukları hazırcılığa alıştırma konusunda yürümeyi öğrenirken de devam etik. Çocuklar doğru dürüst emekleme davranışını kazanmadan bu seferde düşmeden yürümesini öğrenmeleri için örümceklere bindirdik. 

Yürümesini örümceklerde öğrenen çocuklar, yolları düşe kalka yürümek yerine ya ana kucaklarında ya da çocuk arabalarında geçmektedirler. Yürürken de kendi başına yürümek isteyip elimizden tutmak istemeyen çocuklara da düşer diye her şeye rağmen izin vermedik. Başka bir ifadeyle düştükten sonra kalkma davranışını öğrenmemeleri için elimizden geleni fazlasıyla yaptık.

Bir gün baba ile oğlu kırlarda gezerken kelebeklerin kozadan çıkışlarına şahit olurlar. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşan çocuk, babasıyla birlikte kelebeğin kozadan çıkışını seyretmeye başlar. Çocuk, kelebeklerin kozadan sıkıntı ve emek harcayarak çıktıklarını ve ardından da hemen uçtuklarını görür. Çocuk bu ya; kelebeklerin kozadan çıkarken çırpınmalarına ve sıkıntı çekmelerine acır. 

Bizim çocuklara iyilik olsun düşüncesiyle yaptıklarımızı çocukta kelebeklere iyilik olsun diye yapar. Elindeki değnekle onların yollarını açar. Hatta ağlarının önünü de açarak kelebeklerin kolayca kozadan çıkmalarını sağlar.  Çocuk, kozadan kolayca çıkan kelebeklerin havada uçmaya başlamalarının ardından 2-3 saniye sonra düşerek öldüklerini görür. Çocuk, garibine giden bu durumu öğrenmek için babasına sorar. Baba da oğluna:

“Kelebekler, uzun ve yorucu bir mücadeleden sonra kendi çabalarıyla kozadan çıkarlar. Bunun nedeni olarak da Allah, onların uçmalarını sağlayacak kanat ve bacak kaslarının gelişmesi için bu evreyi yaratmıştır. Kozadan kanat ve bacak kaslarını güçlendirerek çıkan kelebekler, uçmayı da kolayca öğrenmektedirler. Oysa senin onlara iyilik adına yapmış olduğun şey, onların sonu oluyor. Senin yardım ettiğin kelebekler, bacak ve kanat kaslarını geliştiremedikleri için yani sana göre bu sıkıntılı evreyi yaşamadıkları için uçamadan ölmektedir.”

Düşmek bana çocukluğumda çok şey hatırlatır: Bisikletten düştük, eşekten düştük, ağaçtan düştük, merdivenden düştük, dereye düştük, oyun oynarken düştük ve en önemlisi bu hayat oyununda kalkıp tekrar oyuna devam edebilmek için düştük. Düştük çünkü toprağa düşen tohum gibi yeniden dirilmek için düştük. Bu anlamda düşmek (yerinde ve zamanında) demek tekrar ayağa kalkabilmeyi ve tek başına da olsa yoluna devam edebilmeyi öğrenebilmek demektir. 

Almanya I. Dünya Savaşı’nda, Japonya ise II. Dünya Savaşı’nda ekonomileri büyük yara almalarına rağmen bugün ekonomik olarak adlarından söz ettiriyorlarsa düştükten sonra kalkmasını öğrendikleri içindir. Biz I. Dünya Savaşı’nda aldığımız yarayla II. Dünya Savaşı’na katılmamamıza rağmen bugün Almanya ve Japonya gibi güçlü ekonomimiz yoksa bu, düştükten sonra kalkmasını öğrenemediğimizden kaynaklanmaktadır.

Bugün çocuklara, düştükten sonra da kalkmasını öğretmiş olsaydık çocukların ne sınavlarını ne de işlerini düşünür olurduk. Çocukları o kadar düşündük ki onların düşünmelerine bile gerek bırakmadık.

Çocukları o kadar düşündük ki dün tek başına yürüyemez diye yürümelerine yardım ettiğimiz çocuklara bugünde tek başına yiyemez diye yemek yemelerine yardım ediyoruz. Okulda ödevlerine, lise ve üniversite de tercihlerine sonra iş bulmalarına ve evlenmelerine en sonunda da boşanmalarına yardım ediyoruz.

Sonuç olarak; yardım etmek niyetiyle yaptığımız birçok durumlarda çocuklara kötülük yapıyoruz. Çocuklarımızı yetiştirip eğitirken onlara ne kadar müdahale edersek; büyüdükleri zamanda kendi ayakları üzerinde durmakta o kadar zorluk çekeceklerdir.

Her şeyi anne babası tarafından yapılan bu çocuklar, kendilerine güvenemediklerinden okulda olduğu kadar sosyal hayatta da sorumluluk almaktan korkacaklardır. Kendilerine güvenemeyen, kararlarını vermekte zorlanan bu çocuklar, büyüdükleri zaman bağımlı bir kişi olacaklarından hayatta hep birilerinin gölgesinde yaşayarak, yönetmekten çok yönetilmeye müsait kişiler olacaklardır.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

Okul Başarısı Anne Babalardan “Sorumluluk” İster (1)

Yeni bir eğitim öğretim yılının başladığı şu günlerde, bütün anne babaların tek derdi vardır o da çocuklarının başarısı. Bütün anne babalar, çocuklarının okul hayatında olduğu kadar toplumsal hayatta da başarılı ve mutlu olmalarını isterler.

Bunun içinde yapamayacakları fedakârlık yoktur diye düşünüyorum. Fedakârlık deyince eskilerin tabiri ile “babanın ceketi satması ya da annenin saçını süpürge etmesi” akla gelse de esas çocukların fiziksel ihtiyaçları kadar psikolojik ihtiyaçlarının da olduğu unutulmamalıdır.

Eskiden olduğu gibi günümüzde de bazı anne-babalar, çocukların sadece karınlarını doyurmak, üstlerini giydirmek ve okul ihtiyaçlarını karşılamakla görevlerinin bittiğini sanıyorlar.

Yani odasını ayarla, masasını hazırla, okul ihtiyaçlarını karşıla, yemeğini suyunu ver tamam. Ondan sonra derslerine çalışan, okulda problem çıkarmayan, yaramazlık yapmayan, büyüklerine karşı gelmeyen, anne babasını sözünü dinleyen bir çocuk olmalarını beklerler. Oysa çocukların fiziksel ihtiyaçlarının yanında duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarının da olduğu bir gerçektir.

Kişisel Farklılıklar…

Çocukları diğer canlıların yavrularından ayıran en büyük özellik, gelişim dönemlerine bağlı olarak eğitimlerinin kişilikleri üzerine kurulmasıdır. Portakal fidanıyla elma fidanının, incir fidanıyla erik fidanının yetiştirilme ve bakımları aynı gibi görünse de iklim şatlarına duyarlılıkları, su ihtiyaçları, bakım ve ilaçlanmaları meyve verimliliklerini farklı yapar.  Görünüşte her meyve ağacının yetiştirilmesi benzer gibi görünse de bu işin bilgi ve beceri istediğini bilmeyenimiz yoktur.

Çocuklarda meyve ağaçları gibi farklı özelliklere sahiptirler. Başka bir ifadeyle çocuklar, birbirlerine benzer gibi görünseler de aslında her çocuk farklı özelliktedir. Bırakın bütün çocukların birbirlerine benzemelerini, kardeşler arasında hatta ikizler arasında bile büyük farklılıklar vardır. Bütün çocukların dış görünüşleri farklı olduğu gibi akıl, zekâ, kabiliyet ve anlayışları da farklıdır.

Evde bir çiçeği dahi yetiştirirken onun özelliklerine göre hareket ettiğimize göre; “Dünyaya en güzel şekilde yaratılarak”  (Tin, 95/4) gönderilen çocukları da kendi özelliklerine göre yetiştirilip eğitmeliyiz. Evde yetiştirdiğimiz bir çiçeğin dahi ne zaman su, ne zaman gübre, ne zaman ilaç istediğini öğrendiğimiz gibi çocuklarında fiziksel ihtiyaçları kadar psikolojik ihtiyaçlarına dikkat etmeliyiz.

Çocuklara yaklaşırken onların kişiliklerini, karakterlerini iyi tanımak gerekir. Bu amaçla da çocukların;  sinirli mi, sakin mi, alıngan mı, duygusal mı? gibi sorulara verilen cevaplarla mizaçlarını tanıyıp ona göre yaklaşmak gerekir.

Çocukları tanırken de çocuklara yaklaşımlar çok iyi ayarlanmalıdır. Çünkü meyve ağacına dozu ayarlanmadan ve zamansız atılan her ilaç faydalı olmadığı gibi ağaca zarar da verebilir. Onun için çocuğa verilecek eğitimde çocuğun yeteneklerine, kapasitesine, kişiliğine, ilgi ve ihtiyacına göre dozunda ve zamanında verilmelidir.

Çocukların kişiliklerine göre yaklaşımı Sadık DÂNÂ dört maddede toplamaktadır:

  1. Bazı çocuklar yaratılışları itibariyle, ince ruhlu, hassas ve anlayışlı olurlar. Onlara güler yüz ve nezaketle muamele etmeli. Çünkü onlar duygulu olduğu için ufak bir ima ve işaretle hallerini hatalarını düzeltirler, nezaket ve yumuşak muameleden haz ederler. Sert ve haşin muamele onları üzer, huysuz ve hasta eder. Bu zümre azın da azıdır.
  2. Bazı çocuklar ise bu terbiye şeklinden anlamazlar. Onlara açıktan açığa; “Şunu yap, bu faydalıdır. Şunu yapma bu zararlıdır.” denmelidir. Nasıl olsa ileride kendi hatasını anlar deyip de söylenilmesi icap eden sözü söylemekten çekinilmemelidir.
  3. Bazıları ise hissiz ve anlayışsız olur. Söz kâr etmez. Bunlar da sırasına göre menfaatlerini kısma veya tenhada tehdit suretiyle terbiye edilmelidir.
  4. Bir zümre de anaya babaya karşı cüretkâr ve saygısızdır. Güzel muameleden hiç nasipleri yoktur. Sebebi ise, kötü arkadaşlarla yakınlık peyda etmişler, ana-babaları bu hususa dikkat etmemişlerdir. Bir defaya mahsus olmak üzere tenhada gerekli uyarı ve ikazlar, kesin ve kararlılıkla yapılmalı ki, gözü korksun bir daha aynı küstahlığı yapmasın. Bu çocukların yaşları hayli ilerlemiş ise kendi haline bırakılır. Çünkü ana-babayı dövmeye kalkışır. Elhamdülillah bu zümre pek azdır.  (Sadık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-4, Erkam Yay. İst. 2006)

Anne babalar; çocuklarının kişilik ve mizaçlarına göre verecekleri eğitim, onların kişiliklerinin oturmasını sağladığı gibi okul başarısını da artıracaktır.

Sonuç olarak çocuk eğitimi çift kanat gibidir. Bunlardan biri okul dersleri diğeri de davranış eğitimidir. Nasıl tek kanatlı bir kuş uçamazsa çocuk eğitiminde başarı için iki kanat dediğimiz fiziksel ve psikolojik ihtiyaçları dengede tutmak gerekir.

Bölümler halinde okuyacağınız bu yazı da çocukların okul başarısını artırma anne babalara düşen görevleri ele alacağız.

Okul Başarısın Olmazsa Olması “Sabah Kahvaltısı”

İnsan beyninde milyarca beyin hücresi bulunduğu tahmin edilmektedir. İnsan zekâsının % 80’ni 8 yaşına kadar, % 20’si de ergenlik sonu dediğimiz 20-21 yaşlarına kadar tamamlanmaktadır.

Beyin hücrelerinin işlenmesi ve zekânın gelişmesi için gerekli vitaminin alınması gerekir. Buna bir de çocukların oyun oynarken harcadıkları enerjiyi de katarsak, sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemi bir kat daha artmaktadır.

Sabah kahvaltısı, çocuğun kendisine ve okuluna verdiği önemi ifade etmektedir.  Okulu seven çocuklar, okula kahvaltı yaparak giderler. Kahvaltı yapan çocukların kendilerine güvenleri tam olduğu gibi arkadaşları tarafından da sevilen sosyal kişilerdir.

Kahvaltı yapmadan okula gitmeyi alışkanlık haline getiren çocuklar ise okulu ve dersleri fazla sevmeyen kişilerdir. Bu çocuklar da kendine güveni olmayan, günün en verimli saatini değerlendiremeyecek kadar sorumsuz, bağımlı, mızmız ve ani tepkiler veren bir kişiliğe sahiptirler.

Kahvaltı yapmadan yola çıkan bu çocuklar; yolda yürürken başları önde, kendine güvensiz ve yarı uyur bir şekilde yürümektedirler.

Sabah kahvaltısını yapmadan okula giden çocuklar; derslerde dikkatini toplamada, dersi dinlemede, problem çözme ve yorumlamada, etkinliklere katılmada açlığa bağlı olarak geri planda olacaklardır. Sınıfta da bu çocuklar, kendilerini derse bir türlü veremezler.  Derste öğretmeninin gözlerine boş boş bakan bu çocuklar, zihnen de kantinden alacağı şeyleri düşünürler.

Kahvaltı yapmadan okula giden çocuklar, birinci teneffüste kendilerini kantine zor atarlar. Kantinlere şöyle bir baktığımız zaman bu çocukların birçoğu okula kahvaltı yapmadan gelmektedirler. Gerçi bu çocukların babaları da büyük ihtimalle işe kahvaltı yapmadan gidiyordur. Çünkü sabah sabah bu pastanelerin açık olması ya da elinde poğaça ve simitle işe gidilmesi bunu göstermektedir. 

(Devam Edecek)

Mehmet Emin Karabacak

Hayatın Çekilmezliği

Toplum tarafından titizlik hastalığı olarak bilinen Saplantı-Zorlantı, psikolojide; “Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu” olarak ifade edilmektedir.

Obsesif, istenmeden bilince gelen ve sürekli tekrarlanan saplantılı düşünceler iken kompulsif, istenmeyen düşünceleri kovmak için yinelenerek yapılan hareketlerdir. Başka bir ifadeyle kişinin iradesi dışında olan ve engelleyemediği düşünce yoğunluğudur.

Kişinin bu davranışı istem dışı bir olaydır. Kişi düşüncesinin saçma olduğunu bilmesine rağmen bunu engelleyemez. Engellemeye çalıştıkça, istenmeyen düşünceler daha şiddetli olarak gelir. Bunun sonucunda ise kişi rahatlama adına istenmeyen hareketleri yapar.

Genellikle 18-25 yaşlarında belirgin olarak kendini gösteren bu hastalık tedavi edilmediği zaman ileri yaşlarda etkisini artırarak devam ettirir.

Titizlik hastalığı kültürden kültüre değişkenlik göstermekle beraber bizim kültürümüzde daha çok kadınlarda görülmektedir. Yaşam tarzlarından dolayı şehirde yaşayan kadınlarda kırsal kesimde yaşayan kadınlara göre daha fazla görülmektedir. Yine bu hastalık, sosyoekonomik ve sosyokültürel seviyesi yüksek ailelerle, “günahtır”, “ayıptır” kelimelerini fazla kullanan ailelerde daha fazla görülmektedir.

En çok görülen saplantılı düşünceler

Ocağı, kapıyı, pencereyi kapattım mı? Kapıyı, arabayı kilitledim mi? (En küçük bir ağrıda) kanser miyim? Bunların yanında namazın rekâtlarını karıştırma, abdest alırken uzuvları fazla yıkama düşüncesi, olumsuz düşünceler için sürekli tövbe tövbe deme, tabela ve araba plakalarını okuma, apartmanların kaç kat olduğunu sayma gibi davranışları sayabiliriz.

Zorlantılı hareketler

En küçük su sıçratmalarında üzerini değiştirme, gelen misafirden sonra evi baştan aşağı temizleme, simetriye aşırı önem verme adına eşyaları belirli düzene göre yerleştirme, düzelttikleri bozulur diye kimseye dokundurtmama, kapı kolları, para gibi insanların ortak kullandıkları şeylere dokununca elleri aşırı şekilde yıkama, banyoda belli sayıda sabunlanmadan çıkamama, abdest uzuvlarını sünnet olandan fazla yıkama gibi hareketleri sayabiliriz.

Titiz İnsanların En Belirgin Özellikleri

Titiz insanlar, ilişkilerinde kuralcı ve kusursuzluk adına aşırı kontrolcüdürler. Konuşmalarında sözcükleri seçerek konuşma ve ayrıntıcılık belirgindir. Düzgün ve kibar konuşurlar ve insanlara saygılıdırlar.

Simetriye önem vermekle beraber yaptıkları işlerde hata olur korkusuyla işleri tekrar tekrar gözden geçirme, ileride lazım olur diye bir şeyleri biriktirme davranışları görülür.

Elleri kirli olmadığı halde defalarca yıkama,  banyodan bir saatten önce çıkamama gibi özellikleri vardır.

Eve kimse gelmese de temiz olan evi, her sabah defalarca silip süpürme, aradığı şeyi bulamama korkusuna bağlı olarak her şeyin yerli yerinde olmasını isteme ve evdeki eşyalara kimsenin dokunmasına izin vermeme gibi davranışlara sahiptirler.

Gördüğü her arabanın plakasını okumaya çalışma, apartmanların kaç kat olduğunu sayma, levhaları okumaktan kendini alamama gibi davranışları bulunmaktadır.

Titizlik Hastalığının Kaynaklanma Nedenleri?

Titizlik hastalığının tam olarak bilinmese de titizliğin oluşmasında iki önemli sebebin olduğu düşünülmektedir. Bunlardan biri annenin titizliğini çocuk eğitiminde de kullanması ikincisi ise yanlış tuvalet eğitimi.

Mükemmeliyetçi ve kuralcı anne babanın çocukları bu hastalığa daha yatkın olmaktadır. Yani çocuk bu konuda anne babasını model almaktadır. “Lütfen”siz konuşturmama, “misiniz, musunuz” dışında cümle kurdurtmama, en küçük ıslaklıkta ve kirlenmede üzerini çıkarttırma, her şey için el yıkatma gibi davranışlarla sürekli karşı karşıya kalan çocuk, bu davranışları kendisi de farkında olmadan içselleştirecektir.

Anne babaların, çocuklarının tuvalet eğitimine erken yaşta başlamaları, çocuğun tuvalet eğitiminde onlara katı davranmaları ve onlara sık sık ceza uygulamaları bu hastalığa yol açar. Aileler çocuklara tuvalet eğitimini verirken uygun zamanı beklemek yerine çocukla inatlaşmaya girerler.

Anne kendince uygun bir zamanda, çocuğu, tuvaletini yapması için tuvalete götürür. Fakat çocuk o anda ihtiyacı olmadığı için tuvaletini yapamaz. Tuvaletini yapmayan çocuğa anne kızar. Daha sonra ihtiyacı gelip de annesinden korkan çocuk bu sefer de altına yapar. Bunu gören anne çocuğa, bu sefer daha şiddetli olarak, tekrar kızar. İkilem içinde kalan çocuk ne yapacağını şaşırır.

İkilem içinde kalan ve bağımsızlık davranışları pekiştirmesi gereken çocuk, cezalardan ve aşırı kontrolcü ailelerden dolayı ayrı bir kimlik geliştiremezler. Böyle aileler, çocuklarının yaptıkları her şeyin doğruluğundan da sürekli şüphelenirler. Yine mükemmeliyetçi anne babaların empoze ettiği katı düzen ve disiplin içinde çocuk kendisini onlara göre değerlendirip onlara göre yaşar.

Çocuklukta öğretilen ya da öğrenilen bu tür davranışlar bir hastalığa dönüşerek kendini, daha çok ergenlikte ve gençlik çağında göstermeye başlamaktadır.

Titizlik Hastalığı Nasıl Yenilebilir?

Çocukluktan itibaren öğrenilerek kazanılan bu olumsuz davranışlar, yine uzman gözetiminde ilaç ve terapi ile terk edilebilir.

Kişi olumsuz davranışı bırakma ve olumlu davranışı kazanmak için öncelikle kendisinde sıkıntı oluşturan düşünce ve davranışlarının bir listesini çıkarmalı. Bu liste, kişiyi en az rahatsız edenden başlayarak en çok rahatsız edene doğru sıralanır.

Kişi, kendini en az rahatsız edenden başlayarak bırakma çalışmaları yapar. Belirli aralıklarla o davranışı bırakmasını sağlamak kişideki diğer rahatsızlıklar için hem bir geri bildirim hem de bir pekiştireç olur.

Elini her seferinde yirmi kez yıkıyorsa zamanla on dokuz, on sekiz, on yedi, on altı… şeklinde istenilen seviyeye getirilebilir. Bu davranış, kişinin titizlik hastalığıyla yüzleşebilmeyi öğrenmesidir.

Kişi hastalığına neden olan davranışını yapmamayı veya bir kısmını terk etmeyi öğrenir. Tetikleyici durumla defalarca yüz yüze gelen kişi buna karşı durmayı öğrenir. Kişi, başına olumsuzluk gelmediğini ve anksiyetesinin azaldığını görünce bir rahatlama hisseder. Bu da kişide bir geribildirim oluşturur.

Bunun yanında bunaltının artmasını isteyerek daha çok o hareketi yapma çalışması istenebilir. “Ocağı kapattım mı, kapıyı kilitledim mi?” sorusu aklına gelen kişinin ocağın ve kapının kapalı olup olmadığına defalarca bakması istenerek, bıktırma yöntemi uygulanabilir.

Sonuçta kişinin bu davranışı bırakma konusunda istekli olması gerekir. Bunun için de üzerine düşen görevi fazlasıyla yapmalıdır. Aşırılığı halinde uzmandan yardım alınmalıdır.

Mehmet Emin Karabacak

Anneler Babaları “Silik” Yaparsa!

Bir gün nişanlısından ayrılmış bir arkadaşıma ayrılma nedenini sorduğumda:

“Hocam, nişanlım ile başlarda gayet güzel anlaşıyorduk. Bazen, “Evlendiğimizde evde benim dediklerim olacak!” derdi. Ben de bunu şaka olarak algılar ve güler geçerdim. Ne zaman düğün hazırlıklarına başladık, o zaman bu düşüncesinin ciddi olduğunu anladım. İkimizin karar vermesi gereken konularda benim fikrimi sormaya ihtiyaç hissetmezdi. Sebebini sorduğumda, ‘Ben ikimiz adına da karar veriyorum ya!’ derdi. Tepki verince de; ‘Sözümün üzerine söz söylenmesinden hoşlanmam biliyorsun…”’derdi. Bu yüzden, anlaşamadık ayrıldık.”

Kızın anne ile babasının ilişkilerini sordum. Kızın annesinin otoriter olduğunu ve babasının fazla sözünün geçmediğini söyledi.

Başka bir ifadeyle babasının evde “pasif” olduğunu söyledi. “Anlayacağınız, atalarımızın deyimiyle; “Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur!” , “Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan (tüyünden) huy kapar.”  dedi.

Baba Deyince…

Sözlükte baba, “Çocuğu olan erkek” anlamına gelse de gerçek anlamda baba; önce kendini geliştiren, sonra da gelişim dönemlerine ve çocuk psikolojisine uygun olarak en güzel şekilde evladını eğiten kişi demektir.

Günümüzde bütün kavramların içeriği değiştiği gibi anne ve baba kavramlarının da içreği değişti. Anne deyince, sevgi, şefkat ve fedakârlık akla gelmesi gerekirken, günümüzde çocukların sadece temel ve okul ihtiyaçlarını karşılayan bir anne profili karşımıza çıkmaktadır.

Baba deyince de güven, otoriter, duygularını ve sevgisini kolay kolay dışa vurmayan biri olarak çağrışım yaparken; günümüzde çocuklarıyla beraber olmak isteyen fakat iş yoğunluğundan (!) dolayı onlarla bir araya gelemeyen ve otoritesini yitirmiş bir baba profili karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzde ihtiyaçların çoğalması ve mevcut iş hayatı şartları babaları evinden ve ailesinden çalmaktadır. Fakat ailenin ve özellikle çocukların evde babaya ihtiyaçlarının olduğu çok açıktır. Çünkü çocukların kişilik ve kimlik gelişiminde anne kadar babaya da ihtiyaç vardır.

Zira kişilik gelişiminde babanın etkisi çok büyüktür. Çocuklar, özellikle erkek çocukları; güven, cesaret, aidiyet, cinsel kimlik gelişimi gibi birçok değeri babalarından öğrenmektedirler. Babayla yeterli zaman geçiren çocuklar, daha sağlıklı bir kişilik geliştireceklerdir.

Anneler Babaları “Silik” Yaparsa!

“Silik Baba” problemi; evde sözü geçmeyen ve anne modelinin baskın olduğu ailedeki babasızlıktır.

Silik baba, çocuklarına karşı ağırlığı olmayan ve kendini hissettirmeyen babadır.

Başka bir ifadeyle silik babalık; babanın bedenen evde olup annenin evde hâkimiyetinden dolayı çocuklar üzerinde söz sahibi olamamasıdır

Aile içindeki kararlarda annenin babaya söz hakkı vermediği, baba söz söylemeye çalıştığı zaman da babanın aşağılandığı, değersizleştirildiği, kusurlarının sürekli gündeme getirildiği bir ortamda yetişen çocuklar, babanın mağduriyetinden dolayı babayı yüceltmek bir yana tam tersi onu değersizleştirir. Bunun sonucunda çocuğun “Lider Baba” modeli bozulmakta, bu yüzden özellikle erkek çocuklarda kişilik bozulmalarına neden olmaktadır.

Babanın vefatıyla ya da boşanma sonunda oluşan baba boşluğunu, model olma açısından, büyükbaba, dayı, amca bir şekilde doldururken, “Silik Baba”nın boşluğunu kimse dolduramamaktadır.

Dirayet sahibi ve ağırlığı olan bir babanın yanında büyüyen çocuklar, başta temel güven duygularını geliştirecektir. Ağırlığı olmayan “Silik Baba”nın yanında büyüyen çocuklar, bundan mahrum kalacaklarından temel güven duyguları gelişmeyecek, bunun yerine pasif bir kişilik geliştireceklerdir

Annenin otoriter olduğu babanın fazla söz sahibi olmadığı aile ortamlarında büyüyen çocuklar, özellikle de erkek çocuklar için bu büyük sıkıntı olacaktır. Erkek çocukların kendisini model alabileceği babanın ağırlığının olmaması kişilik gelişimi kadar cinsel kimlik gelişimini de olumsuz etkileyecektir.

Erkek çocuklar, babaların davranışlarını gözlemleyerek ve taklit ederek öğrenmeye çalışırlar. Babanın evdeki kuralları ve uygulayışı, problemlere yaklaşımı ve çözümü, eş ve çocuklarına yaklaşımı kişilik gelişimi için önemlidir. Çocukluk yıllarında babalarıyla yeterli özdeşim kuramayan çocuklar, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde olumsuz etkilenmektedirler.

Bunun yanında erkek çocuklar için baba, cinsel kimliğin ve rollerinin gelişimi üzerindeki etkisinden dolayı da önemlidir. Erkek çocukların cinsiyet rollerine ait özellikleri, babanın çocuğa uygun ve sağlıklı model olmasıyla gelişebilmektedir. 

Babanın çocuğuyla kurduğu yakın ve sıcak iletişim, çocuğun özdeşim kurmasını kolaylaştırmakta ve çocuğun kendi cinsiyet rolünü geliştirmesine yardımcı olmaktadır. Uygun model bulamadıkları zaman ise cinsel kimlik gelişimleri olumsuz etkilenebilmektedir.

Kız çocuklarının da hayatlarında tanıdıkları ilk erkek, babaları olacağı için kişiliğinin gelişmesinde baba, önemli bir yere sahiptir. Babalarıyla sağlıklı iletişim kurabilen kız çocukları, güven geliştirme konusunda daha şanslıdırlar. Erkekleri daha iyi tanıma fırsatını elde etmiş olurlar. Bu da çocuklara, iletişim kurma ve problemleri çözme gibi becerileri kazanmasının yanı sıra evlilik hayatında da faydası olacaktır.

Yine kız çocukları; babaların kişiliğinde karşı cinsi tanıma ve anlamada, kendine güven geliştirme de önemli bir figür olmaktadır. Kız çocukları babayla iletişimiyle erkekleri daha iyi tanıma adına farkındalığı sağlayacaktır.

“Silik Baba”nın yanında büyüyen kız çocukları da babalarıyla sağlıklı bir iletişim kuramayacaklarından kişilik gelişimleri olumsuz etkilenecektir. Sağlıklı bir baba modeli oluşturamayan kız çocukları, evlilik hayatlarında da sıkıntılar yaşayacaklardır.

Kız çocukları evlendiklerinde, annelerinin babalarına davrandığı şekilde, eşlerine davranacaklardır. Bu da ister istemez istenmeyen sonuçlar doğuracaktır. Aynı sıkıntı erkek çocuklar için de geçerlidir. Onlar da evlilik hayatlarında silik olacak ya da evliliklerinin sağlıklı yürümemesine neden olacaktır. Yine onlar da çocuklarına uygun model olamayacaklardır.

Annenin otoriter babanın silik olduğu bir ailede büyüyen bir kız, evlendiği zaman kocasıyla ilişkilerinde,  “Evde benim sözüm geçecek, benim dediğim olacak!” tarzında bir yol izleyecektir. Bu kız çocuğu evlendiğinde kocasından devamlı itaat bekleyecek hatta bu beklentisinin normal olduğunu düşünecektir.

Sonuç Olarak sürekli annenin sözü geçtiği; babanın kararlarda hiç söz sahibi olmadığı ortamlarda büyüyen kız çocukları, kendine itaat edecek erkekleri tercih ederken; erkek çocukları da sığınma duygusuna bağlı olarak yaşça kendinden büyük kızları tercih edecektirler.

Selam ve dua ile….

Anne Babanın Egosu için Ders Çalışmak…

Toplumlumuzda genel olarak çocuklar, sorumluluk duygusu gelişmiş bireyler olarak değil de bağımlı kişiler olarak yetiştirilmektedir. Bunun sonucunda çocuklar, bağımlı kişiliğe bağlı olarak, sorumluluk almaktan korkan, kendi ayakları üzerinde duramayan, kendi kararlarını veremeyen çocuklar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Anne babalar çocuklarının her şeylerine o kadar çok müdahale ediyorlar ki giyeceği ayakkabıdan tutun da seçeceği mesleğe kadar her şeylerine karışmaktadırlar. Hatta çocukların ne zaman, nerde ve nasıl ders çalışacaklarına dahi anne babalar karar vermek istemektedirler.

Karar vermeyi bir adım daha ileri götürmek isteyen bazı anne babalar, ellerinden gelse ve müsaade edilse, çocuklar adına çocukların derslerine çalışıp sınavlarına dahi girmek isteyeceklerdir.

El bebek gül bebek büyütülüp her şeyleri anne babaları tarafında düşünülüp yapılan bu çocuklar, sorumluluk duygusu geliştiremeyeceklerinden kendilerine güvenmeyi de öğrenemeyeceklerdir.

Eskiden çocuklar düşe kalka büyür ayağa kalkmasını da bilirdi. Sorumluluklar küçük yaştan itibaren verilir çocukların kendilerine güvenleri de verilen sorumluluk oranında gelişirdir.

Bir bayram günü köyde yeğenin evinde yatılı misafir olmuştuk. Sabah kahvaltıya oturacağımız sırada yeğenin 3, 7 ve 11 yaşlarındaki üç çocuğu da üst başlarını giymiş halde geldiler. Yeğenin onları giydirmediğini biliyorum. Yeğene sorduğumda “Büyükler kendileri giyinirler küçüğü de ağabeyleri giydirirler.” dedi. Çocuklarda yardımlaşmanın ve sorumluluğun en güzel örneği sergiliyorlardı.

Günümüzde teknolojinin insan hayatına kattığı kolaylıkları ve ailelerdeki çocuk sayılarını da düşündüğümüz zaman anne babaların çocukların yetiştirilip eğitilmesi konusunda daha fazla zamanları olduğunu düşünüyorum.

Anne babalar, çocuk sayısının azlığı ve teknolojik imkânları çocuk eğitiminde bir fırsat olarak değil de şımartma olarak değerlendirmektedirler. Bunun içinde çocukları el bebek gül bebek olarak büyütmektedirler.

Şimdiki çocuklar; ana kucağından inmeden örümceklere, çocuk arabalarına bindirilmektedirler. Yani bu çocuklar, ayağa kalkmasını öğrenebilmeleri için düşe kalka büyümeleri gerekirken düşmeden büyümektedirler. Düşe kalka büyümeyen bu çocuklar, kocaman olmalarına rağmen kendi ayakları üzerinde duramamaktadırlar. Kocaman olmalarına rağmen üst başları anne babası tarafından giydirilen bu çocuklar, okula giderken okul çantalarını da anne babalarına taşıtmaktadırlar.

Çocuklar belli bir yaşa geldikleri zaman da “Kocaman oldun, bensiz sen hiçbir iş yapamıyorsun.” demeye başlarlar. Anne babaların tutumu, kanatları yolunmuş kuştan uçmasını istemeye benzemektedir.

Çocuklar Neden Ders Çalışmak İstemezler?

Birincisi sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, kendilerine güvenemedikleri için ders çalışmak istemezler. Kendilerini hedefe ulaştıracak cesareti olmayan bu çocuklar, böyle bir çaba içine girmeyeceklerinden bu kaygıyı da yaşamayacaklardır.

İkincisi, sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, sınavlara çalışma konusunda da sorumsuzdurlar. Küçüklükten beri her şeyleri ailesi tarafından karşılanıp yapılan bu çocuklar, yaşlarına ve seviyelerine uygun sorumluluklar verilmediği için bu kaygıyı yaşamazlar. Bu çocuklar her şeyleri tam olduğu halde yine ders çalışmak istemezler.

Üçüncüsü, anne babaların sürekli ders çalış demeleri, çocukları derslere karşı soğutur. Anne babaların, iyi niyetli olarak ders çalışma konusunda yaptıkları uyarılar, okul döneminde olduğu gibi sınavlara hazırlıkta da çocukları ilgisiz yapacaktır.

Bu çocuklar, anne babalarının sürekli ders çalış uyarılarını sanki anne babaları için ders çalışılacakmış gibi algılayacaklarından ders çalışmaya da pek yanaşmayacaklardır. Hiç kimse başkasının egosunu tatmin etmek için sıkıntıya girmeyeceğinden, bu çocuklar da anne babalarını memnun etmek için ders çalışmayacaklardır.

Dördüncüsü, bu çocuklara televizyon, bilgisayar, oyunlar, arkadaşlar, internet, cafeler… ders çalışmaktan daha hoş gelir.  Zamanını derslere çalışmak yerine eğlenerek geçiren bu çocuklar, yine bu kaygıyı yaşamayacaklardır.

Beşincisi, bu çocuklarla ders çalışma konusunda iletişim kurulurken; onları suçlayıcı, kıyaslayıcı ve fedakârlıklarını gündeme getirici konuşmalar da çocukların dersler çalışma isteğini azaltacaktır.

Ders Çalışmak İstemeyen Çocuklar için Ne Yapmalı?

Anne babalar, ders çalışmayan ve ders çalışmak istemeyen bu çocuklarla uğraşıp hem çocuğu hem de kendilerini sıkıntıya sokmamak adına çocuklar üzerindeki psikolojik baskıyı kaldırmak gerekir.  Eğer çocukta yetenek ve kapasite var; fakat ders çalışma yoksa bu konuyu çocuğun anlayacağı uygun bir dille, onu suçlamadan konuşmalı ve problemin kaynağına inilerek çözüm yolları aranmalıdır.

Çocukları okulda ve toplumsal hayatlarında başarılı olmaları isteniyorsa, çocuklar adına onların işlerini yapmaktan ve onların işlerini düşünmekten vazgeçilmelidir.

Çocukların yaşlarına uygun görevler verilerek cesaretlendirilmeli, çocuğun çabası ve yaptıkları takdir edilerek bazen ödüllendirilmelidir.

Çocukları başkaları ile kıyaslamak yerine dünü ile bugünü kıyaslanmalıdır.

Çocuğun olumsuz davranışları yerine olumlu davranışları görülüp benlik saygısı yükseltilmelidir.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net