Etiket arşivi: mehmet emin karabacak

Camiler Çocuklara “Cısss!” mı?

Cami cemaatlerine baktığımız zaman genelde çocuk cemaati görememekteyiz. Görebildiklerimizi de ya teravih namazlarında ya da mübarek gecelerde görmekteyiz. Çocuklar bugün cami cemaate katılmıyorlarsa bu, anne babalar kadar cami cemaatinden de kaynaklanmaktadır.

Ramazan’ın sonuna doğru yaklaşırken teravihlerde camiler, çocuklar adına cıvıl cıvıl olmaya devam etmesi gerekirdi. Fakat bazı camilerde cami cemaati yüzünden çocukları pek göremiyoruz. Caminizde bir saf çocuk cemaatiniz var mı diye sorduğum bir dostumuz; “Ne çocuğu hocam; bir ayağı çukurda 70 yaşında ihtiyar bir amcamız var, onun sayesinde çocuklar teravihe gelmez oldular.” dedi.

Bir gün camide namaz kılmak için ezanın okunmasını bekliyordum. O sırada arkada oturan iki çocuk, kendi aralarında fısıltı şekilde konuşmaya başladı. Ön safta oturan cemaatten biri kalktı ve çocukların kulağında tuttuğu gibi caminin kapısına doğru yöneldi. Hemen koştum ve “Amca sen ne yapıyorsun? Camide çocuk mu dövülür?” dedim. Adam çocukları bıraktı, kendince gerekçelerini açıklama adına da benimle tartışmaya başladı. Cemaat başımıza toplandı ve kimisi beni, kimisi de adamı desteklemeye başladı. Baktım olay farklı boyutlara gidecek, bende Peygamber Efendimizin (s.a.v) çocuklara karşı yaklaşımını iki örnekle açıklamaya çalıştım:

Bir gün cemaatle kılınan bir namaz esnasında Hz. Peygamber secdeye varır. Secde o kadar uzun sürer ki, cemaatteki sahabeler ne olduğunu merak ederler. Muhtemel vahyin geldiğini düşünürler. Namaz bittikten sonra, secdenin uzamasının hikmetini sorarlar. Efendimiz (s.a.v):

-”Secdeye vardığımda torunum Hüseyin sırtıma çıktı. Evde devamlı böyle yaptığından, onu sırtımdan atamadım ve bu yüzden secde uzun sürdü.” (Buhari) buyurur.

Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) mescitte hutbe okurken Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin çıkageldiler. Sırtlarında birer kırmızı gömlek vardı. Yürüyorlar fakat arada sürçüyorlardı. Hz. Peygamber minberden indi, onları taşıyarak önüne koydu ve sonra şöyle buyurdu:

– “Allah’ın, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir sözü, haktır. Şu iki çocuğa baktım yürüyorlar ve sürçüyorlar. Sabredemedim ve nihayet konuşmamı keserek onları kaldırdım.” (Buhari, Sahih, Fiten, 20) buyurmuştur.

Yukarıda anlattığım olay, rahmetli babamın öğrencileri ile cami cemaati arasında yaşananları aklıma getirdi. Yıllar geçse de çok fazla değişen bir şey yok gibi.

Rahmetli babam yaklaşık otuz yıl köyümüzün (Söğüt Kasabası Bozkır/Konya) camisinde hem namaz kıldırır hem de mahalle odasında hiçbir ücret almadan köyün çocuklarını okuturdu. İlkokulu bitiren kız ve erkek çocukları, iki yıl mahalle odasında babamdan Kuranı Kerim ve dini eğitim görürlerdi. Öğlene kadar Kur’an Kerim okurlar, öğleden sonra itikat ve ibadet dersleri alırlardı. Çocuklar sabah odaya gelirler öğlene kadar okurlar, öğle arası yemek için kızlar evlerine giderken erkek çocukları babamla birlikte topluca öğle namazına giderlerdir.

Camiye giden bu çocuklar, müezzinlik yapmak için birbirleriyle yarışırlardı. “Ezanı ben okuyacağım, kameti ben yapacağım” diye. Bu, oda nöbetçisi ayarlanıncaya kadar devam ederdi. Oda nöbetçisi; odanın temizliği, sobanın yakılması, sularını doldurulması, odanın açılıp kapanması ve o gün oda nöbetçisi erkekse cami müezzinliğinden de sorumluydu.

Çocukların camiye gelmeleri, çocuk psikolojisinden haberi olmayan bazı cami cemaatinin tepkisine neden olurdu. Tepkinin nedeni de genelde; caminin kirletilmesi, camide konuşulması, yanlış okuma gibi konulardı.

Babam bunları işitince cemaate; “Bu çocuklar oyunu bırakıp geliyorlar; tabi ki cami kirlenecek. Cami kirlenecek diye bu çocukları camiye almayalım mı? Konuşmalarına gelince bunlar çocuk, o kadar olacak, camide zikir yapmasını da öğrenecekler. Yok, konu yanlış okumaları ise hatalarını da burada düzelteceklerdir.

Çocukları ben camiye getirmeye çalışıyorum sizde göndermeye çalışıyorsunuz. Şimdi camiye alışmayan, cami cemaatine katılmayan bu çocuklar, ileride cami cemaatine katılıp müezzinlik yapabilirler mi? Sizler bugün camiye gelip müezzinlik yapabiliyorsanız çocukluğunuzda odada aldığınız eğitim sayesinde olduğunu biliyorsunuz. Çocukluğunuzu unutmayın lütfen!” derdi. Çocuklarda bu desteği görünce hem kendilerine güven gelirdi hem de hocalarını mahcup etmemek için gereken özeni gösterirlerdi.

Rahmetli babam; çocukların camiye alıştırılması konusu açılınca görev yaptığı köyün birinde yaşanan bir olayı örnek olsun diye şöyle anlatırdı:

Eskiden cami imamı olmayan köyler, kendi imamlarını kendileri tutar, parasını da kendileri öderlermiş. Yine köyün birinde, imamı giden köylü, camilerine yeni bir imam tutmuşlar. Göreve başlayan hoca bakmış çocuklara abdest almadan namaz kılıyorlarmış.

Hoca çocuklara; “Siz neden abdest almadan namaz kılıyorsunuz?” dediğinde çocuklar; “Hocam sizden önceki hoca abdestsiz de namaz kılabileceğimizi söylediği için kılıyoruz” demişler.

Hoca da önceki hocanın adresini almış hemen bir mektup yazarak sebebini sormuş. Gelen cevapta önceki hoca; “Hocam ben çocukları oyun alanında tutup camiye alıştırdım; sizde abdest almasını alıştırın” demiş.

Sonuç olarak;

Çocukları camiden kovmak için değil camiye alıştırmak için çaba sarf etmeli. Babalar camiye giderken çocuklarını da beraberinde götürmeli.

Çocukların camilerdeki çocuksu davranışları görülmemelidir. Eğer çocuklara müdahale edilecekse bu, cami görevlisinin tarafından yapılmalı.

Cami çevresi çocukların oyun alanı olmadır. Çocuklar cami avlusunu ve çeşmelerini rahatça kullanabilmelidirler. Cami ile haşır neşir olan çocuklar da cami ve cemaate alışmaları da kolay olacaktır.Cami çevresinde oynayan çocukları uygun bir dille namaza davet etmeli.

Mehmet Emin Karabacak / cocukaile.net

Çocukları Kişiliklerine Göre Terbiye Etmek!

Bir amaç için gönderilen bütün canlılar, ölmeden önce kendini gerçekleştirme adına, kendi soyunun devam etmesini ister. Bu amaçla da canlıların kimisi yavru meydana getirirken kimisi de çekirdek bırakır.

Her canlı gibi insanoğlu da neslinin devam etmesini ister. Kendini gerçekleştirme ve soyunun devamı için evlenen insanoğlu, çocukları olunca onları en güzel şekilde yetiştirebilme kaygısı içine düşer. Sadakayı cariye adına çocuklarını ideallerine uygun en güzel şekilde eğitip yetiştirmek ister. Ancak ideallerindeki çocuk yetiştirme ile gerçek çocuk yetiştirme arasındaki fark, anne babaların elini kolunu bağlar.

okuyan.cocukÇocukların eğitimlerinin gerçekten de zor olduğunu anlayan anne babalar, sıkıntı yaşamaya başlarlar. Çoğu anne baba, çocuklarının eğitimlerinin diğer canlıların yavruları gibi olacağını zannederler. Yani yemeğini suyunu ver tamam. Ondan sonra yaramazlık yapmayan, uslu uslu oturan, derslerine çalışan, büyüklerine karşı gelmeyen, anne babasını sözünü dinleyen bir çocuk olmasını beklerler.

Çocukları diğer canlıların yavrularından ayıran en büyük özellik, eğitimlerinin kişiliklerinin üzerine kurulmasıdır. Portakal fidanıyla elma fidanının, incir fidanıyla erik fidanının yetiştirilme ve bakımları aynı gibi görünse de iklim şatlarına duyarlılıkları, su ihtiyaçları, bakım ve ilaçlanması meyve verimlerini farklı yapar. Görünüşte her meyve ağacının yetiştirilmesi benzer gibi görünse de bu işin bilgi ve beceri istediğini bilmeyenimiz yoktur.

Çocuklar, birbirlerine benzer gibi görünseler de aslında her çocuk farklı özelliktedir. Bırakın bütün çocukların birbirlerine benzemelerini, kardeşler arasında hatta ikizler arasında bile büyük farklılıklar vardır. Bütün çocukların dış görünüşleri farklı olduğu gibi akıl, zekâ, kabiliyet ve anlayışları da farklıdır.

Evde bir çiçeği dahi yetiştirirken onun özelliklerine göre hareket ettiğimize göre; “Dünyaya en güzel şekilde yaratılarak” (Tin, 95/4) gönderilen çocukları da kendi özelliklerine göre yetiştirilip eğitmeliyiz.

İşe çocuklarımızı tanımakla başlamalıyız. Evde yetiştirdiğimiz bir çiçeğin ne zaman su, ne zaman gübre, ne zaman ilaç istediğini öğrendiğimiz gibi çocuklarımızın ihtiyaçlarını da öğrenmeliyiz.

İşe çocuklarımız tanımakla başlamalıyız dedik; çünkü çocukları tanımadan verilecek bir eğitim, boşa kürek çekmeye benzer. Peki, çocuklarımızı nasıl tanıyacağız? Çocuğumuzu eğitirken işe onun kişiliğini, karakterini iyi tanımakla başlamalıyız. Bu amaçla da çocuğun sinirli mi, sakin mi, alıngan mı, duygusal mı? gibi sorularla mizacını tanımaya başlamalıyız.

Çocukları tanıdıktan sonra çocuklara verilecek eğitim nasıl olmalıdır? Meyve ağacına atılan her ilaç faydalı olmadığı gibi ağaca zarar da verebilir. Onun için çocuğa verilecek eğitim de çok iyi ayarlanmalıdır. Verilecek eğitim çocuğun yeteneklerine, kapasitesine, ilgi ve ihtiyacına göre zamanında verilmelidir.

Peki, bu çocukların terbiyeleri nasıl olmalıdır?

Çocukların özelliklerini ve bu çocuklara verilecek eğitimi Sadık DÂNÂ Hazretleri dört maddede toplamaktadır:

1. Bazı çocuklar yaratılışları itibariyle, ince ruhlu, hassas ve anlayışlı olurlar. Onlara güler yüz ve nezaketle muamele etmeli. Çünkü onlar duygulu olduğu için ufak bir ima ve işaretle hallerini hatalarını düzeltirler, nezaket ve yumuşak muameleden haz ederler. Sert ve haşin muamele onları üzer, huysuz ve hasta eder. Bu zümre azın da azıdır.

2. Bazı çocuklar ise bu terbiye şeklinden anlamazlar. Onlara açıktan açığa; “Şunu yap, bu faydalıdır. Şunu yapma bu zararlıdır.” denmelidir. Nasıl olsa ileride kendi hatasını anlar deyip de söylenilmesi icap eden sözü söylemekten çekinilmemelidir.

3. Bazıları ise hissiz ve anlayışsız olur. Söz kâr etmez. Bunlar da sırasına göre menfaatlerini kısma veya tenhada tehdit suretiyle terbiye edilmelidir.

4. Bir zümre de anaya babaya karşı cüretkâr ve saygısızdır. Güzel muameleden hiç nasipleri yoktur. Sebebi ise, kötü arkadaşlarla yakınlık peyda etmişler, ana-babaları bu hususa dikkat etmemişlerdir. Bir defaya mahsus olmak üzere tenhada gerekli uyarı ve ikazlar, kesin ve kararlılıkla yapılmalı ki, gözü korksun bir daha aynı küstahlığı yapmasın. Bu çocukların yaşları hayli ilerlemiş ise kendi haline bırakılır. Çünkü ana-babayı dövmeye kalkışır. Elhamdülillah bu zümre pek azdır.

Sonuç olarak anne-babalar; çocuklarının kişilik ve mizaçlarına göre verecekleri eğitim, onların kişiliklerinin oturmasını sağlayacaktır. Çocukları çok iyi tanımakla başlanan eğitim, çocukların kendileriyle barışık, çevrelerine faydalı olabilen insanlar olmalarını sağlayacaktır.

 Mehmet Emin Karabacak

Kaynak: cocukaile.net