Etiket arşivi: Mescid-i Nebevi

Yeni Sembolizm

Her Cuma sabahı telefonlarımız peş peşe dıtlamaya başlar. Açar bakarız; birileri ya bir yeşil kubbe ya da bir gül üzerine sonu “Hayırlı Cumalar“ diye biten bir mani göndermiştir. Biraz sonra açtığımız sosyal medya ortamında da durum farklı değildir. Bazen bir manzara bazen bir hüsn-ü(!) hat ile birlikte yine bir dolu “Hayırlı Cumalar” mesajları…
Kandillerde ve bayramlarda bu rutin artarak devam eder.
Bu mesajlar sayesinde yeşil kubbenin değişik açılardan, türlü hava şartlarında ve günün farklı saatlerinde çekilmiş çeşit çeşit fotoğraflarını görürüz.
Bazen de o yeşil kubbeye bakarken düşüncelere dalar gideriz.
Ah şimdi orada olmak vardı! Orada yaşayanlar ne kadar şanslı! Ne mübarek bir mekân! Keşke imkânım olsa da gitsem.
Kâbe deseniz hakeza. Her bir santimetrekaresinin değişik açılardan çekilmiş fotoğrafları, etrafındaki mescidin sürekli değişen yapısından değişik değişik enstantaneler her gün görüşümüze sunulur. Sonra yine bakar ve düşünürüz:
Ah şimdi orada olmak vardı! Orada yaşayanlar ne kadar şanslı! Ne mübarek bir mekân! Keşke imkânım olsa da gitsem.
Benzer duygular ihtişamlı bir Sinan camisini izlerken de ortaya çıkabilir.
Üff! Ne cami yapmış adam be! Var ya bu Mimar Sinan çok zeki adammış. Caponların en afili bilgisayarlarla çözemediği kafam kadar integralleri çözerek yapmış bu camileri.
İyi, güzel tüm bunlara sevgimiz ve saygımız büyük ama…
Biri de diyor ki: “’ama’ sözünden önce söylediklerinin hiçbir hükmü yoktur”
Biz yine de başta söylediklerimizden vazgeçmiyoruz, bununla birlikte örneklediğimiz sembollere karşı olan duruşumuzu bir gözden geçirelim istiyoruz.
Sorumuz şu:
Özlediğimiz, “keşke orada olsam, keşke yakından görsem” dediğimiz yer yeşil kubbe veya devasa Mescid-i Nebevi mi acaba?
Kâbe fotoğrafı gördüğümüzde hissettiğimiz şey acaba Pisa kulesi, La Sagrada Familia ya da Piramitler’i görme arzusu ile aynı duygunun türevleri mi?
Edirne’ye kadar gidip Selimiye’yi ziyaret ederek o ihtişamlı yapıyı inceledikten sonra içinde bir vakit, hiç olmazsa bir tahiyyatül mescid namazı kılmadan mı dönüyoruz acaba?
Sadede geliyorum.
Uhrevi mekânlar, ulaşımın ucuz ve kolay hale gelmesiyle çok ziyaret edilir oldu. Bu durumun ortaya çıkmasında turizmcilerin gösterdiği gayret de takdire şayan tabii ki. İletişim araçlarının da gelişmesiyle, tabiri caizse içimiz dışımız uhrevi iklim fotoğrafı oldu. Oldu olmasına ama bu kadar çok görselin arasında mana kayboldu gitti. Her şey maddeye döndü.
Öyle olmasa Selam Kapısı’ndan salavatlarla huzura ilerleyen bir hacı adayımız “Buraya niye geldik? Ne var ki burada?” sorusunu nasıl sorabilirdi ki?
Hacdan, umreden döndüğümüzde Haremlerin içindeki dünya ile dışındaki dünya arasındaki tezat hakkında kurduğumuz cümleler bu kadar çok olur muydu?
Maalesef ulvi hakikatlere ayna olarak görülmesi gereken semboller, o asıllara perde haline dönüştü.
Yeşil kubbeyi görünce çoğumuzun aklına sıcak iklime yapılan umre isimli turistik gezi geliyor. O kubbenin kimlere çatı olduğu unutulmak üzere.
Aynı şey günlük hayatımızda da karşımızda.
Bakıyoruz sünnete uygun giyindiğini söyleyen insanlar toplumun genelinde farklı bir görüntüye bürüyor kendini. Ya sırtındaki ya başındaki toplumdan farklı.
Maneviyatımızın beslendiği ortama daha dün gelen birine sen şimdi şunları bir giy, gömleğini şöyle sal, takken şu renk, şu model olsun, baş örtünü şuradan iğnele vb. biçimlendirme işlemlerine başlıyoruz.
Bunu öyle önemsiyoruz ki, bunu yapmayınca dinden çıkacağını zannediyor muhatap. Bunun yan ürünü olarak da bunları yaptığı zaman kendini olmuş zannediyor.
Aynen onun gibi mensup olduğumuz grubu öyle methediyoruz ki, adam o gruba mensup olmakla kurtulduğunu, başkalarına karşı üstün olduğunu düşünüyor. Ondan sonra gelsin çiğ sofular.
Peki nerede kaldı ihlâs? Cadde-i Kübra-yı Kur’ani nerede kaldı? Nefsimizi büyük havuzda eritip, büyük havuzun bir parçası olmaya ne oldu?
Yeni gelen adamın o caddede yürümesini sağlamak mıdır önemli olan, bizim meşrebin nüfusuna kayıtlı olması mı?
Yaptığımız hizmetler mensubu olduğumuz meşrep, vakıf, birliğin gelişmesi için mi, yoksa Cadde-i Kübra-yı Kur’aniye bir yolcu daha eklemek ve mevcut yolcuların yola devam edebilmesini sağlamak için mi?
Son söz olarak, sembolleri asılların yerine ikame etme hastalığının nerelere varmaya müsait bir illet olduğunu görmek isteyenleri, Mekke Fethi’nin bir gün öncesindeki Kâbe’yi düşünmeye davet ediyorum.

Muhiddin Yenigün

Kutsal Topraklarda Ulvi Duyguları Yaşamak

Müslüman olan her insanın kutsal toprakları görme iştiyakı vardır.Bu topraklara gitmeden önce hep o iştiyakı yaşayan birisiydim.Mübarek yerleri gördükten sonra bu özlemin boşuna olmadığını bir kez daha yaşayarak anladım.

Medine’ye varışımızla birlikte, ruhum bambaşka bir aleme gitti.Mescidi Nebevide Hz peygamberin(s.a.v) mübarek türbesinin önünden geçerken ve ona selam verirken çok farklı ve anlatılmaz duygular yaşıyorsunuz.

Orada cemaatle kıldığınız namazın bitmesini istemiyorsunuz.Okuduğunuz Kurandan çok büyük haz alıyor ve sanki kuranda geçen olayları yaşar gibi oluyorsunuz.

Bu mübarek yerde dünyanın her yerinden gelen dilleri ayrı,renkleri ayrı, memleketleri ayrı fakat aynı dine inanmış,aynı peygambere inanmış ve aynı fikriyata sahip olan insanlarla birlikte namaz kılıyorsunuz.Sağınıza bakıyorsunuz Pakistanlı,solunuza bakıyorsunuz bir İranlı,önünüzdeki bir Malezyalı ve daha yüzlerlerce farklı ırk ve milletler. Serdengeçtinin deyişiyle bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi bir şeye inanmış, Allaha!.. Âlemlerin Rabbı olan Allaha, o­nun ulu Peygamberine(s.a.v).. o­nun büyük kitabına.. 

Medine de Cennet-ül bakiye,Uhud savaşının geçtiği ve Uhud dağının yanında olan Okçular tepesi,Kuba mescidi,Kıbleteyn mescidi,Hendek savaşının geçtiği ve hendeklerin bulunduğu yerde yapılan mescitleri gezerken insan bu olayların ve savaşların hayaline kapılıyor ve duygulanıyor.

Medine’deki yedi günün sonunda Hz Peygamberimizden(s.a.v)  ayrılmanın verdiği hüzün ve Allahın evi Kabe’yi görmeye niyet etmenin verdiği sevinçle Mekke’ye doğru yola çıktık.Otobüste Mekke’ye doğru giderken çöl ve kum fırtınası bana Hz Peygamberin Mekke den Medine’ye Hicret olayını hatırlattı.Şimdiki şartlarda bile bu çöldeki yolları geçerken insan zorlanıyor.Peygamberimiz hicret yolculuğunu o zor şartlarda nasıl gerçekleştirdi diye içinden geçiriyor.

Artık Mekke gözükmeye başlamıştı.İçimizi Kabe’yi görmenin heyecanı sardı.Mescidi harama giriş ve Kabe’yi ilk görüş.Çok farklı bir duygu.Acaba gerçek mi hayal mi diye içinizden geçiriyorsunuz.Evet Allahın evini görmek herkese nasip olmaz.Bu anı nasip eden Allaha binlerce şükür ediyorsunuz.

Umre ibadetini yapmak için gittiğimiz bu mübarek yerlerde arkamızda bıraktığımız.Ne aile ne çoluk çocuk hiç birisi aklımıza gelmiyor.Aklımız hep ibadet ve manevi ticaret yapmakla meşgul.Acaba ne kadar nafile namaz kılabilirim ne kadar kuran okuyabilirim düşüncesi zihninizi meşgul eder.İbadet yaptıkça daha da yapma ihtiyacı hissediyorsunuz.Ruhunuz dünyevi duygulardan uzaklaşıyor.Uhrevi bir aleme giriyor.

İhramda Kabe’yi tavaf ederken haşir gününün provasında olduğunuz hissine kapılıyorsunuz.Bu  his ile dünyanın ne kadar boş olduğunu anlıyorsunuz.Sizi Müslüman  olarak yaratan Allah’a binlerce şükrediyorsunuz.

Mekke’deki günlerimizin de sonuna geldik.Artık kutsal topraklardan ayrılacak olmanın hüznü içimize düştü.Dolu dolu bir on beş günün sonunda hüzünlü bir şekilde ve mübarek yerleri tekrar ziyaret etme iştiyakı ile manevi yönden huzurlu bir şekilde memlekete dönüş .

Evet Umre ibadeti için gittiğim kutsal topraklar da yaşadığım manevi duygularımı aktarmaya çalıştım.Anlattıklarımın yanında unuttuklarım daha çoktur.Fakat bu mübarek yerlere özlemi olan insanların haklılığına bir nebzede olsa da destek olmak için yazma ihtiyacı hissettim ve yazdım.

Allah herkese bu mübarek yerleri görmeyi nasip etsin.Selam ve dua ile…..

Hamit DERMAN