Etiket arşivi: Milli Mücadelenin kahraman kadınları

Osmanlı Kadını Mı Özgürdür, Cumhuriyet Kadını Mı?

Cumhuriyetimiz neredeyse yüz yaşına giriyor…

Osmanlı’dan cumhuriyete “miras” kalan bu topraklarda, yüz yıldan beri Osmanlı kötüleniyor, aşağılanıyor, suçlanıyor…

Hâlâ da mı, diyeceksiniz, maalesef evet: Biraz yumuşatılmakla birlikte (meselâ Sultan II. Abdülhamid Han’a artık “Kızıl Sultan” denmiyor), ders kitapları hâlâ da aynı yalanları çocuklarımızın şuuruna ekiyor, kendi ceddine düşman ediyor!

Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi, “İngiliz mantığıyla yazılan” ders kitapları okutuluyor ve özellikle tarih kitaplarında şöyle bir iddia tekrarlanıyor: “Osmanlı toplumunda kadın değersizdi, hiçbir hakkı-hukuku yoktu, erkek ‘boş ol’ dediğinde kapının önüne konurdu. Kadın, cumhuriyetle birlikte değer kazandı. Seçme-seçilme hakkını aldı. Boşanmalar medeni hukukun getirdiği kadın lehine bir sisteme bağlandı. Artık kadın mağdur değil.”

Hemen söyleyeyim ki, bu tür iddiaların gerçekle hiçbir ilgisi yok. Tümü yakıştırma, tümü Osmanlı’yı kötüleme yarışının parçası…

Osmanlı’da ne anlatıldığı gibi bir “harem kadını” mevcut, ne de hak ve hukuktan mahrum bir Anadolu kadını…

Kadının söz hakkı da, seyahat hakkı da, boşanma hakkı da var. Mahkeme kayıtlarına bakılırsa, sözlerimizin sayısız ispatı bulunacaktır. Bazıları da zaten yayınlanmıştır. Ama ders kitapları bir dönemin etkisinden çıkamamıştır.

Osmanlı asırlarında kadın ve erkek, hayatın kendilerine biçtiği role uygun şekilde yaşar, uzlaşmış olarak hayat yoluna çıkarlardı. Şimdi zıtlaşarak kavgaya tutuşuyorlar. Bu defa erkek, fiziki gücüyle kadına egemen olmaya çalışıyor…

Kadına “seçme-seçilme hakkı” vererek bunun önünü alamazsınız.

Cumhuriyetle birlikte kadına “seçme ve seçilme hakkı” verildiği elbette doğrudur (1934). Ama bu hak kâğıt üstünde kalmıştır. 

Çünkü seçilmenin ön şartı olarak “baş açma” mecburiyeti dayatılmıştır. Bu ise Anadolu kadınının inancı ve temsil ettiği kültürü Meclis’e taşıyamama anlamına gelmektedir (yani kadın tercih ettiği kıyafette Meclis’e girdiği gün bu hak fiiliyata geçmiş oluyor. Bunun da birkaç yıllık bir geçmişi var. Onun öncesi de 28 Şubat: Kadının “ikna odaları”nda tüketildiği o iğrenç süreç)…

Öte yandan; Türkiye’de 1946’ya kadar, ne kadının “seçme hakkı” vardır, ne de erkeğin: Zira “tek parti rejimi” söz konusudur.Bu durumda “seçme hakkı”ndan söz etmek imkânsızdır. Seçebilmek için en az iki partinin bulunması gerekir. Kurulan rakip partiler kısa süre içinde kapatıldığına göre, hangi seçim?

“Kadına saygı” bahsine gelirsek: Osmanlı sistemi bunu sağlamak için öncelikle erkeği eğitir, kadına neden saygı gösterilmesi gerektiğini öğretirdi. 

Bu eğitimin temelini de Peygamber Efendimiz’in  “Veda Hutbesi”nde öngörülen “dini çevreve” teşkil ederdi: “Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.” 

Cumhuriyet ise “Batı tarzı eğitim”le kadını erkeksileştirip erkeğe rakip yaptı. Uygun olmayan iş yerlerinde kadın çalışmaya zorlandı. “Ev kadınlığı”küçümsendi. Sonuç olarak “taciz” olayları arttı, doğurganlık azaldı, boşanmalar çoğaldı, aile yapısı çözüldü, “kadın cinayetleri” ile “kadına şiddet” olayları toplumu derinden sarsacak boyutlara ulaştı. Bu da en büyük zararı kadına veriyor. 

Soru şu: “Kafes arkası”na kapatıldığı iddia edilen “Osmanlı kadını” mı daha özgürdür, yoksa cumhuriyetin açıp-saçtığı “Cumhuriyet kadını” mı? 

İddiaya göre, “Cumhuriyet kadını Osmanlı kadınından daha özgürdür.” 

“Osmanlı kadını” üzerine çalışmalarıyla tanınan meşhur İngiliz yazar Miss Julia Pardoe (1806-1862) aynı kanaatte değil. Şöyle diyor:

“Özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır, çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insanlar onlardır.” 

Aslına bakarsanız, Osmanlı’nın kendine has “kadın tipi” var, ama cumhuriyetin kendine özgü bir “kadın tipi” yoktur. “Cumhuriyet kadını” olarak takdim edilen kadın tipi “Batılı kadın”ın kopyasından ibarettir: Aynı kıyafet, aynı eda, aynı hayat tarzı… Batı’dan gelen fikri (feminizm gibi) ve bedenî (vücut ölçülerine, hatta makyaja kadar) akımları aynen benimseyen sınırsız bir taklitçilik…

“Osmanlı kadını” ise tamamen kendine özgü, tamamıyla Avrupalı kadından farklı, tümüyle orijinaldir. Bu bakımdan kıyas kabul etmez.

Osmanlı coğrafyasında uzun süre yaşamış Lady Montague, Julia Pardoe ve Lucy Garnett gibi Batılı kadın yazarlar, bunu açıkça ifade etmişlerdir. Bunlar ve “Osmanlı ailesi” üzerine çalışan diğer Batılı yazarlar, Osmanlı kadınının“Oryantalist kaynaklarda gösterildiği gibi pasif, zayıf, Harem’de tutsak, sadece bir zevk aracı” olmadığını, aksine “aktif, güçlü ve toplumda çok önemli yere sahip” olduğunu söylemektedirler.

Bunlardan Lady Montagu“Türk kadınları dünyanın en hür kadınlarıdır”(Montagu, 1939) diyor. 

Gerçek şu ki, 1882’ye kadar, evli bir İngiliz kadının mal sahibi olma, dava açma, boşanma, çocuklarını yanına alma ve miras hakkı yoktu. Boşanma halinde mallar ve çocuklar kocaya kalıyordu. Hâlbuki Osmanlı kadınının evlilikte kontrat yapma, istediği şartları koyma, dava açma, boşanma ve miras hakkına sahipti. Boşanma halinde küçük çocuklar anneye verilirdi. Kadının rızası olmadan erkek mal üzerinde tasarrufta bulunamaz, ürün bile satamazdı.

Meşhur Batılı seyyahlardan D’ohsson, Osmanlı kadını hakkında şu ifadelere yer veriyor: “Tavırları soylu ve zarif, davranışları hoş, konuşması açık, saf ve incelikli… Konuşmalarındaki sadelik, ifadelerindeki açıklık, düşüncelerindeki incelik, ses tonlarındaki zarafet ve davranışlarındaki seçkinlik beni her zaman için çok etkiledi.”

Meşhur tarihçimiz Âşıkpaşazâde, Osmanlı’yı inşa eden grupların arasında “Bacıyan-ı Rum” (Anadolu Kadınları) dediği bir kadın örgütünden bahsediyor.

Bacılar Teşkilâtı’nın faaliyetlerine dair başka bir bilgiyi “Menâkıb-ı Evhadü’d-din-i Kirmânî”de buluyoruz. 

Orhan Gazi zamanında Anadolu’nun birçok yöresinde Türkmenler arasında bulunup gözlem yapmış, özellikle de Türkmen hanımların çeşitli alanlardaki faaliyetlerine şahit olmuş olan meşhur mağribli gezgin İbn Battuta, kadın örgütlenmelerinden söz ediyor.

Ayrıca Niğdeli Kadı Ahmed 1340 yılında tamamladığı “el-Veledü’ş-Şefik” adlı eserinde Niğde dolaylarında Taptuklu Türkmendervişlerin hanımlarının faaliyetlerini kaydediyor.

Mevlevî yazar Ahmed Eflâkî de, keza, eserinin bir yerinde Konya’daki bir “Kadınlar Cemaati”ni anlatıyor.

“Osmanlı kadını akşama kadar kafes arkasında oturup kocasını bekler”miş, öyle mi?..

Öyle ise bu “kadın örgütleri” nereden çıktı? Çanakkale Savaşı’nın ve Milli Mücadele’nin “kahraman kadınları” Batı’dan mı ithal edildi?..

Nene Hatun, Zeynep Mido Çavuş, Nezahat Onbaşı,Mücahide Hatice Hanım, Safiye Hüseyin, Binbaşı Ayşe, Erzurumlu Kara Fatma, Hafız Selman İzbeli, Şehit Şerife Bacı, Halime Çavuş nerede yetişti? 

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com