Etiket arşivi: misafir

Ey İnsan, Sen Bir Emanetçisin Haddini Bil!

Ey.insan.Sen.Bir.Emanetcisin.Haddini.BilKadir-i Zülcelâl insanın ruhuna bir beden libası giydirmiş, üzerine göz, kulak, burun, el ve ayak gibi lüzumlu organları yerleştirerek insanın istifadesine emaneten vermiş, yoksa kendi idaresinden aciz olan insana mülk olarak verilmemiştir.

Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şöyle buyurur: “Acaba en kolay, en zahir ve daire-i ihtiyar ve şuurda dâhil olan bir midenin idaresini yapamadığın halde; nasıl göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve şuurun haricinde idare isteyen şeylere malik olabilirsin?” (1)

Vücut, insanın malı değildir. Belki emanet bir maldır. Emanete sahip çıkmak lazımdır. Örneğin: Nasıl bir zat, misafirleri davet eder. Onlara,  ziyafetindeki eşyadan ve ziyafetten istifadeyi serbest bırakır. Yalnız mal sahibi değilsiniz diyor. Yemenin şartı ise; ev sahibinin rızası dâhilinde hareket etmektir. Yani misafir israf edemez, başkasına ikram edemez, sofradan sadaka veremez ve dökemez, misafir mal sahibi olmadığı için evin sahibinin iznine tabidir.

Evet, insan bir emanetçidir. Sahibinin rızası dâhilinde hareket etmelidir. Kendine ait olmayan malın üzerinde istediği gibi tasarruf edemez. Emanet olarak verilen hayatını dahi başka bir şekilde yok edemez. Gözünü kör edemez veya gayri meşru olan harama bakamaz, dolayısıyla emanete hıyanet etme hakkı yoktur…

Bediüzzaman, devamla konu hakkında şöyle diyor: “Bütün sana verilen nimetler, bu misafirhane-i dünyanın sahibi olan mihmandar-ı Kerim-i Zülcelâl’in kavanin-i şeriatı (ev sahibinin kanun ve şartları) dairesinde tasarruf etmek gerekir.”

Ey insan! Sahiplendiğin kuvvet tamamen Allah’ındır. Ancak mecazi olarak bizim diye biliriz. Bütün organlar Kudret sahibi olan Allah’a aittir. Sorumluluğumuz, Allah’ın sonsuz sıfatlarını anlamak ve geçici sahiplenmektir. Şayet kendini malik bilsen mesul olursun.

“Mal sahibi zannettiğin esbabı mal sahibi değildir. Asıl mal sahibi,  onların arkasında iş gören Kudret-i ezeliyedir.” (3)

İnsanın mahiyetini çok veciz bir şekilde izah eden Bediüzzaman şöyle diyor: “Nasıl esmada bir ism-i âzam var; öyle de, esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam vardır ki, o da insandır.”(2) İnsan kıymettar olduğu kadar zayıf ve zalimdir. Konumu itibariyle çok hassas bir noktadadır. Hassas bir ilacın terkibine benzer. Ölçü kaçırıldığı zaman kimyası bozulmuş canavar bir hayvan gibi muvazenesiz hareket eder, haddini aşar ve kendine ait olmayan şeylere sahiplenir. Karun gibi “bu servet bilgim sayesinde bana verilmiştir.”(4) deyip,  ihsan-i Rabbani olduğunu bilmeyip şükretmez.

Dolayısıyla azgınlaşan nefis bu sefer emsal aramaya başlar, yani Allah’a hisse vermeden neticeleri sebeplere bağlar. Kör ve batıl felsefecilerin eşyaya mana-i ismiyle baktığı gibi tabiat bataklığına saplanır…

Velhasıl sahipmiş gibi gördüğü şeyler, insanın elinde emanettir. Emanetçi haddini bilmelidir. Her şeyin kendisine muhtaç olduğu, bir olan ve birliği her şeyde tecelli eden Vahid-i Ehad-i Samed’in sanatla yapılmış malıyız,  emanetçi ve vazifeli olduğumuzu unutmamalıyız.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

 15.8.2013

www.NurNet.org

Dünyada ne kadar misafiriz?

Dünyada kendini misafir ve yolcu gibi kabul et” hadisini okuyunca üç kelime dikkatimi çekti.

Dünya”, “misafir” ve “yolcu”.

Dünya bir misafirhane, insan ise bir yolcu ve misafir.

Yolcu, devamlı hareket halindedir ve gittiği her yerde misafirdir.

Her uğradığı menzilde ve durakta kalış süresi bellidir ve geçicidir.

İster otelde kalsın, isterse tanıdığı bir dostunun evinde kalsın, durum değişmez.

Demek ki, misafirin kaldığı ev kendine ait değildir, bir başkasına aittir.

İnsan dünyada misafir olduğuna göre, dünyanın kendisi bir misafirhane, bir han ve bir kervansaraydır

Her gün dolar boşalır. Bir kafile gelir, öbür kafile gider. Geçicidir, kalıcı olamaz.

Misafir, serbest hareket edemez, rast gele davranamaz.

Ev sahibinin izni ve müsaadesi ölçüsünde yer, içer, yatar, kalkar ve iş görür.

Dünya misafirhanesine gelen her yolcu da, bu âlemin Sahibinin izni ve müsaadesi ölçüsünde hayatını düzene ve nizama sokar.

***
Dünya bir kışla, bir mektep ve bir okul.

Burası bir eğitim bir yeri. Yetişme, gelişme, olgunlaşma ve seviye kazanma mekânı.

Kışlada, okulda ve eğitim kurumunda verilen emir çerçevesinde hareket edilir.

Kimse orada istediği gibi davranamaz. Aklına estiği gibi, kafasına geldiği gezip tozamaz.

Her şey bir sisteme, bir plana ve bir programa göre düzenlenmiştir.

Orada rahat etmenin tek yolu, kurallara uymak, uyarılara dikkat etmek, uymayanları uyarmaktır.

Bir tek kişinin başına buyruk hareket etmesi, herkesini huzurunu ve rahatını kaçırmaya yeter de artar bile.

Mevcut kurallara uyanlar, oranın nimetlerinden, imkânlarından ve varlığından istifade eder.

Üstelik devamlı izzet, ikram görür, iltifat ve takdir görür. Aksine davrananlar ise sürekli tenkit ve tekdirle karşılaşır, azar işitir, cezaya çarpılır, kendi eliyle kendi hayatını zehir eder.

Dünya misafirhanesini yaratan, yapan, içine bin bir çeşit nimetler yerleştiren, bahar ve yaz aylarında ve bütün bir yıl boyunca misafirlerini sürekli besleyen, büyüten ve yaşatan “Misafirhane Sahibi” onlardan sadece Kendisini tanımalarını, emirlerine uymalarını, kural ve kaidelere riayet etmelerini istiyor.

Böylece insanın hem kendisi rahat eder, hem başkalarının rahatını sağlar, hem de makbul bir kul, sevimli bir misafir olur.

Mektubat’ta denildiği gibi, “Madem her yer misafirhanedir, eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse, her yer kalbe dardır ve herkes düşmandır.

***

Dünya bir misafirhane olduğu gibi, bir ticaret yeri ve gelen geçenlerin alışverişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar.

O uzun ve sonsuz yolculukta lazım olacak her şey burada kazanılacak, buradan temin edilecek ve buradan oraya gönderilecek.

Yolculuğa çıkan kimse, gideceği yere göre hazırlık yapar, çantasını, bavulunu ona göre hazırlar.

Bir aylık kalınacak yer için ne kadar hazırlık yapılacaksa, sürekli, devamlı ve sonsuza kadar kalınacak olan ebed memleketi için o kadar hazırlık yapmak lazım. Yoksa yarı yolda aç-bîilaç kalma gibi bir yokluk ve yoksullukla karşılaşma ihtimali vardır.

***

Gerçekten yolculuk uzun ve sonsuz. Buranın başı ve sonu belli ama buradan ayrıldıktan sonra zamansız bir âlem, kalıcı bir memleket ve sonsuz bir diyar bekliyor bizi.

Mesnevî’de ifade edildiği gibi: “İnsan bir yolcudur. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşir meydanına, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.

Her iki hayata lazım olanlar mülk Sahibi tarafından verilmiştir. Fakat insan cehaletinden dolayı onları tamamen bu fani hayata sarf ediyor. Oysa onun en azından onda birini dünya hayatına, onda dokuzunu bakî-sonsuz hayata sarf etmek gerekiyor.

Cenab-ı Hak her iki hayata lazım olanları elde etmek için yirmi dört saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, yirmi üç saatini kısa ve fani dünya hayatına, hiç olmazsa bir saatini de beş vakit namaza, bâki ve sonsuz uhrevî hayata sarf etmek lazımdır ki, dünyada paşa, âhirette gedâ (dilenci-yoksul) olmasın.

Mehmet Paksu / Moral Haber

Günlük Hayatta Uygulayabileceğimiz Sünnetler

1. Hayırlı işlerde sağı kullanmak.

2. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.

3. Yemeğe besmele ile başlamak, Allah’ın sonsuz ikram ve nimetlerini tefekkür ederek yemek, sonunda da hamd etmek.

4. Yemekte tabağın kendi önümüze gelen tarafından yemek.

5. Yemeğe sofradakiler ile beraber başlamak.

6. Acıkmadıkça yememek, tam doymadan yemeği bırakmak.

7. Tabağa az yemek koydurtup artık bırakmamak.

8. Selâmı yaymak. Eve girince ilk söz olarak ev halkına selâm vermek.

9. Selâmla birlikte samimiyetle, tebessüm ederek musafahada bulunmak.

10. Hediyeleşmek ve gelen hediyeye aynıyla veya daha güzeliyle karşılık vermek.

11. Az gülmek, gülünce kahkaha ile değil, tebessüm ederek gülmek. Mütebessim olmak.

12. Çoğu zaman susmak, tefekkür etmek, ihtiyaç olunca konuşmak.

13. Tane tane, orta bir ses tonuyla konuşmak. Çok mühim şeyleri üç defa tekrar etmek.

14. Nefsî ve dünyalık bir şey için öfkelenmemek; buna mukabil bir hak zâyi olduğunda ve uhrevî meselelerde yeri geldiğinde Allah ve din hakkı için öfkelenmek.

15. Doğru sözle şaka ve mizah yapmak.

16. Boş işler (malayani) ile iştigal etmemek.

17. Ayakkabı giyerken önce sağdan başlamak, çıkarırken de önce soldan çıkarmak.

18. Takke ve sarıkla başı kapatıp namazı öyle kılmak.

19. Soğan ve sarımsak kokusuyla mescid ve meclislere yaklaşmamak.

20. Misafire elinde bulunandan ikramda bulunmak. Misafir ve ziyaretçileri temiz bir kılık kıyafetle karşılamak.

21. Esnemeyi mümkün olduğu kadar gizlemek. Ağzı elle kapayarak gidermeye gayret etmek.

22. Dâvete icabet ve hediyeyi kabul etmek.

23. Kapıyı üç defa vurmak, cevap verilmezse geri dönüp gitmek.

24. Emin ve muttakî insanlarla istişare etmek, neticedeki karara tevekkülle uymak.

25. Cömertlik. “Cömert Allah’a yakın, cimri ise Allah’a uzaktır. Cömertlik kökü cennette olan bir ağacın dünyaya sarkmış dalıdır. Kim o dala tutunursa, o dal onu cennete çeker.”

26. Çok tefekkür etmek. “Tefekkür gafleti izale eder. Ölümü tefekkür etmek fani lezzetleri acılaştırır. Eşyanın üzerindeki fena damgasını gösterir.”

27. Borçlanmalarda durumu yazıyla veya bir şahitle tevsik etmek. Böyle bir tedbir asla itimatsızlık sayılmaz. Anlaşmalarda değişik tevil ve tefsirlere yol açacak boşluklar bırakılmamalıdır. Durumu net olarak tesbit etmek lâzımdır.

28. Ölmüş kimseleri hayırla yad etmek.

29. Mevtanın ardından yüksek sesle ve çırpınarak, saç baş yolarak ağlamamak. Böyle yapmak kadere itiraz ve Cenâb-ı Hakk’ın takdirini itham etmek olur.

30. Hasta akraba, dost ve arkadaşları ziyaret etmek. Onlara tesellî ve ümit vermek. Ziyareti uzun tutmamak. Hastanın hoşa gitmeyecek hallerini başka yerde anlatmamak.

31. Sıla-i rahimde bulunmak. “Akrabayla alâkayı kesen bir kimsenin bulunduğu meclise Allah’ın rahmeti inmez.”

32. Anne-babaya itaat etmek, onlara ihsanda bulunmak, kalplerini kırmamak ve hayır duâlarını almak.

İşte sünnet-i seniyyenin yaşanmasında daha bunlar gibi birçok hikmetler vardır. Bu sebeple, her Müslüman sünnet-i seniyyeyi yaşamayı ve yaşatmayı kendisi için en mühim vazife olarak görmelidir.

Risale-i Nur Enstitüsü