Etiket arşivi: Molla Hüsrev

Öğretmende “hikmet” varsa öğrencide “basiret” olur

Hazret-i Peygamber’in müjdelediği “Mutlu Asker”, “Mutlu Emir”in serdarlığında Bizans kördüğümünü kesip yüzyıllar süren hasreti dindirmişti.

Bu öyle bir büyük hâdisedir ki, yalnız dünya coğrafyasını değiştirmekle kalmamış, Avrupa’ya Rönesans’ı ilham etmek suretiyle Ortaçağ’ı da delmiş, dünyaya ilmin ve adâletin ışığını saçmıştır.

Bu başarıyı yalnızca Fatih Sultan Mehmed’e mal etmek nasıl haksızlık olursa, Fatih’siz bir fethi düşünmek de öyle haksızlık olur. Doğrusu fetih mefkûresinin etrafında kenetlenen şuurun, yüzyıllar boyu İstanbul’u “Mukaddes Hedef” olarak tespit ettiğini, Müslüman fatihlerin bilhassa Osmanlı padişahlarının hamle üzerine hamleye kalktığını, ama son kesin darbeyi Sultan II. Mehmed’in indirdiğini kabul etmektir. 

Her muhasaranın, her tazyikin, hattâ bazı münferit ve cezbevî teşebbüslerin Bizans’ı en azından yıprattığını, en azından fethe hazırladığını kimse inkâr edemez. Hadis-i Şerif söylendiği andan başlanarak, fethe kadar geçen zaman içinde İslâm askerinin en büyük gayesi fethi gerekleştirmekti. 

Bu yolda atılmış her adımı minnetle yâd etmek ve fethi hazırlayıcı unsurların başında saymak hakperestlik gereğidir.

Ancak mutlaka Fatih’in hakkı Fatih’e verilmeli, bunun bir nasip meselesi, bir mazhariyet olduğu da düşünülmelidir.

Nasip ve mazhariyet, evet. Çünkü öylesine mükemmel bir vasat meydana gelmiş ki, beşer takatinin ve kudretinin çok üstündedir. İşin içinde ister istemez İlâhi takdiri aratmaktadır.

İnsan, Ak Şemseddin’siz bir fetih düşünemiyor. Uzayan kuşatmanın ümitsizlik demlerinde, genç Padişah, Ak Hoca’dan (Molla Ak Şemsüddin) destek görmeseydi, her bıkkınlığı, “Bugüm, şol kal’anın (kalenin) Fatih’i sen olasun deyü âlem-i şehzadelikte sana tebşir ettük=İstanbul’u feth edeceğini sana şehzadeliğinde söylemiştim” şeklinde yaptığı hatırlatmayla gayrete dönmeseydi, nihayet en huzursuz gününde, Hocasından, “Yarın sabah şol kapudan(Topkapı’yı göstermiştir) hisara yörüyüş ola; izn-i Hûdâ ile bâb-ı zafer feth olub ezan sadâsı ile sûrun içi dola, gün doğmadan gaziler sabah namazın hisar içre kıla.” (Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, Osman Turan, I. II., s.373) müjdesini almasaydı, acaba fetih mümkün olabilir miydi?

Ak Veli yalnız fetih müddetince değil, fetih sonrası imar ve inşa demlerinde de talebesini yalnız bırakmamış, uzlet (yalnızlaşma) maksadıyla köşesine çekileceği sıralarda genç Padişaha hayat boyu istikamet verecek unsurları ihtiva eden bir mektupla—doğrusu talimatnameyle—İstanbul’un âdeta yeniden inşasında da hisse sahibi olmuştur.

Meşhur kıssadır, Padişah, fetih aşkına Arap yarımadasından kopup gelen Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) bayraktarı Ebû Eyyûb el-Ensari’nin (r.a.) kabrinin bulunmasını Ak Şemseddin’den ister. Fatih’in isteğini kabul eden Hoca, riyazete çekilir. Geceler boyu süren ibadet ve duadan sonra, Hazret-i Ebû Eyyûb’un kabri rüyasına girer. Padişaha durumu anlatır. Onu rüyada gördüğü yere götürür. Âsâsını yere diker: “Kazınız” der, “Aradığınız buradadır. Önce üstü yazılı mermer bir levha çıkacaktır. Levhanın altında Ebû Eyyûb el-Ensari hazretlerinin aziz nâşı vardır.”

Toprak kazılınca üstü yazılı mermer levha ortaya çıkar. Büyük sahabinin kabri bulunmuştur. Padişah çok güzel bir türbe ile yanına bir cami inşa ettirir ve bölge o günden sonra “Eyüb Sultan” adıyla anılır (hazin ki, “Sultan”ını unuttuk, geriye “Eyüp” kaldı)…

Fetih tümüyle kaderin tecellisidir. Yalnız “hoca cephesi” değil, tüm cepheler “ikram-ı İlâhî”lerle doludur. Ak Şemseddin ne kadar “ikram-ı İlâhî” ise Ulubatlı Hasan, hattâ top dökümcüsü Macar asıllı Urban Usta o kadar “ikram-ı İlâhî”dir.

Bu yeni terkipte Fatih devleti, Ak Şemseddin hikmeti, Molla Gürani ile Molla Hüsrev milleti, Ulubatlı Hasan izzeti, Urban Usta ise himmetitemsil etmiştir.

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Akşemseddin Hz. Kimdir? Akşemseddin’i Rahmetle Anıyoruz (15 Ocak 1459)

Akşemsettin Kimdir ?

Fatih Sultan Mehmed’in hocası, ünlü İslam büyüğü Akşemseddin 1390 yılında Şam’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren ilme ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra seçkin alimler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adamış, başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden olmuştur. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, tıp alanında önemli çalışmalar yapmıştır.

Şemseddin Muhammed bin Hamza, yani Fatih’in hocası, âlim ve mutasavvıf Akşemseddin, 15 Ocak 1459 tarihinde vefat etmiştir. “Akşeyh” adıyla şöhret kazanmış olan Akşemseddin, Hacı Bayram Veli‘ye intisab etmiş ve bir süre Hacıbayram Camii’nin çilehânesinde çile çıkarmıştır.

Akşemseddin, halkın teveccüh ve nazarından uzak durması, şöhret ve şan belâsından sürekli kaçınmasıyla, bir sembol şahsiyet olarak bayraklaşmıştır. Onun çile hayatı, tevâzu ve mahfiyet iklimine ayak bastığı ilk tecrübesidir. Halkın ilgisinden çekinerek, şeyhinden ayrılma pahasına Beypazar’a giden Akşeyh, burada bir mescid ve değirmen inşâ etmiştir. Ancak burada da halkın teveccühünden rahatsız olmuş ve Çorum’un İskilip kazasına bağlı Evlek köyüne göç etmiştir. Bir süre sonra Bolu’nun Göynük kazasına yerleşen Akşemseddin, burada da bir mescitle bir değirmen yaptırmıştır.

Akşemseddin, şeyhi Hacı Bayram Veli’nin vefâtıyla irşad makamına geçmiştir. İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmed’in yanında fethin manevî cephesini temsil eden büyük veli, muhasaranın en sıkıntılı zamanında ordunun maneviyatını diri tutmuştur. Akşemseddin, fethin en önemli simgesi olan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi sırasında burada ilk Cuma namazı hutbesini okumuştur. O, İstanbul’un asırlar süren fetih rüyasını gören bahtiyarlardandır. Akşemseddin, hem fethe katılmış ve hem de fethin gerçekleştiğini görmüş, asırlarca birçok İslâm ordusunun muhasaraya aldığı, ama belki de vakti gelmediği için bir türlü fethetmeye muvaffak olamadığı İstanbul’un, artık bir İslâm beldesi olmasında önemli rol oynamıştır. Fetih’ten hemen sonra padişahın isteği ile, İslâm ordularının İstanbul’u fethi sırasında şehit düşen büyük sahâbi Ebû Eyyüb el-Ensârî (ra)’nin kabrini de keşfeden bu büyük mürşid, bir süre müderrislik de yapmıştır.

Akşemseddin; tevâzu, alçakgönüllülük ve ferâgatin zirve ismidir. O, herşeye sahip iken bırakmasını bilen; hükümranlığı ve dünya saltanatını, mahfiyet ve tecrîd makamına tercih etmeyen bir mürşîdi kâmildir. Maddî varlık ve dünyevî arzulardan el-etek çeken bu büyük zât, bedenî isteklerden büsbütün sıyrılmayı başarmış ve mâsivâdan yüz çevirmiştir. O, bu mânâda bir “ehli tecrid”dir. Fuzûlî’nin :

“Mesleki tecrîddir ferâgat evi
Terki mâl ile hânümândan geç”

çağrısıyla tarif ettiği bu makam, elbette ki kalp gözü açık bahtiyarların, varlık ve eşyanın mahiyetini keşfederek “asıl olanı” bulmasıyla kazanacağı bir mertebedir. Yunus‘un, “ballar balını bulduğu” bu makam, herşeyden feragat etmeyi gerektiren bir “bulma hali”nin eseridir. O’nu bulmak, O’na yönelmek ve O’na ulaşmak, herşeyi bırakmanın da yeri ve zamanıdır. Nitekim fetihten sonra Akşemseddin, padişahın tacını ve tahtını bırakarak kendisine bağlanma isteğini engellemeye çalışmış ve bu cihan sultanını durduramayacağını anlayınca da Gelibolu üzerinden Göynük‘e dönerek inzivâya çekilmiştir.

Akşemseddin’in hangi ruh hâliyle padişahı durdurmak istediği ve taht merkezinden ayrılarak iltifat ve ilgiden neden rahatsız olduğu konusunda pek çok şey söylenebilir. Ancak Fatih’in Göynük’e gönderdiği hediyeleri almak istememesi ve Göynük’e yaptırmak istediği tekke ve cami için rıza göstermemesi, devletin devamı ve bekâsının teminatı olan hükümdarlık makamının zedelenmemesi icâbıdır. Nitekim “sultâna sultânlık ve gedâya da gedâlık yakışır“. Fatih’in birçok ihsanından sadece Göynük’e bir çeşme yapmasına izin veren Akşemseddin, şeyhi Hacı Bayramı Veli’nin yolundan gitmiş ve tekkenin devlet üzerindeki tahakkümüne yol açacak bir tavrı şiddetle reddetmiştir. Bize göre, Osmanlı Devleti’nin din ve devlet işlerinin sağlıklı gelişmesinde, Akşemseddin’in bu tavrı büyük bir önem taşımaktadır.

Cihan padişahı Fatih Sultan Mehmed’in derviş olma talebini geri çeviren Akşemseddin’in, sultanın kırılması karşısında verdiği cevap çok önemlidir: “Dervişlikte bir hâlet vardır ki, eğer lezzet alınırsa, saltanat işlerinden kesin olarak el çekmek lâzım gelir. Memleketin işleri ihtilâl bulur. O takdirde, hem siz ve hem de biz vebâle gireriz…” (Solakzâde Tarihi, c. I, s. 273) Şeyhin bu sözleri karşısında teselli bulan Fatih, ikibin altın göndererek onu taltif etmek ister. Fakat Akşemseddin bu parayı kabul etmez ve geri gönderir.

Rivayete göre, padişah bir gün Akşemseddin’in çadırına girmiş, ancak şeyh hiç kımıldamadan öylece yerinde oturmaya devam etmiş. Bu hale çok üzülen padişah, Ahmed Paşa’ya: “Şeyh bize kıyâm etmeyip yerinden kımıldamadığı için hâtırım kırılmıştır ve gönlüm mahzundur” diye yakınmıştır. Akşemseddin’i iyi tanıyan Ahmed Paşa, padişaha şeyhin bu hareketini şöyle izâh etmiştir: “Bu büyük fetih, önceki pâdişâhlara ve mübârek ecdâdınıza müyesser olmayıp size nasip olmakla, sizde bir çeşit gurur müşâhade eylemiş, bu yüzden riâyet ve tâzimde kusur göstermiştir. Gerçekten maksatları sizden o gururun izâlesine gayret gösterip ayağa kalkmadı.” Bu izâh üzerine rahatlayan padişah gece yarısı Akşemseddin’i ziyaret etmiş ve kendisiyle sabaha kadar sohbet edip sabah namazını da Şeyhle birlikte edâ etmiştir.

Büyük mutasavvıf ve mürşidi kâmil Akşemseddin hazretlerini, vefâtlarının yıldönümü münasebetiyle (rahmet niyazıyla yâdedip) bir kez daha örnek bir şahsiyet olarak tanımak ve “Akşemseddin Olabilmek” idealini hep diri tutmak ne büyük saadet !…

Derleyen: NurNet.Org

Kaynaklar

-Ali İhsan Yurd, Dr. Mustafa Kaçalın, Akşemseddin, Hayatı ve Eserleri, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay., İst., 1994.
-Ayşe Yücel, Akşemseddin’in Fikir ve Felsefe Dünyası, Gazi Üniv. Sos. Bil. Ens. basılmamış doktora tezi, Ankara, 1993.
-Dr. Vahid Çabuk, Solakzâde Tarihi, Kültür Bak. Yay., c.I, Ank., 1989.
-Orhan F. Köprülü, Mustafa Uzun, “Akşemseddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.2, s. 29930