Etiket arşivi: moral fm

Bediüzzaman laik ezberleri bozdu

Nur İlim ve Kültür Vakfı ile Nesil Yayın Grubu tarafından “Aydınlar Bediüzzaman’ı konuşuyor” kitabı bağlamında Moral FM Av. Bekir Berk Toplantı Salonu’nda bir panel düzenlendi. Moderatörlüğünü Nesil Yayın Grubu Yayın Kurulu Başkanı Safa Mürsel’in yaptığı panele konuşmacı olarak yazar Mustafa Akyol, Sadık Yalsızuçanlar ve Metin Karabaşoğlu katıldı. Programda “Gelenek ile Gelecek Arasında Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur’un bugün için anlamı” konuşuldu.

-İman zemininde yükselen bir medeniyet tasavvuru sundu-

Av. Safa Mürsel, “1990’lı yıllara kadar Risale-i Nur’u hep savunma refleksi içindeydik. Zaman içinde bu savunma pozisyonu değişmeye başladı.” ifadesini kullanarak yazar Metin Karabaşoğlu’nun “Gelenekle Gelecek Arasında Bediüzzaman” söyleşi kitabını değerlendirip 1970’li yılların Türkiye’sinde hazırlanan “Aydınlar Bediüzzaman’ı Konuşuyor “ kitabının hikâyesini anlattı: “1976 yılında Risale-i Nur’un telifinin üzerinden elli yıl geçmişti. O dönemde ilim adamları, bürokratlar ve siyasetçiler üzerinde Risale-i Nur’un nasıl bir etki bırakmış olduğunu öğrenmek istedik. Türkiye’de o gün var olsan sağdan sola doğru bütün yelpazede olan ilim adamlarını dolaşıp Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında fikir almak çok zordu. Çünkü Risale-i Nur konusu bugünkü kadar kolay ifade edilemiyordur. Ayrıca aydın kesiminin henüz kabullenemediği bir gerçekti. Ama tüm bu zorluklara rağmen önemli bir çalışmaydı bizim için. Bugün ise Bediüzzaman ve Risale-i Nur konusu rahatlıkla konuşulabiliyor.”

Av. Mürsel, Bediüzzaman’ın yaptıklarını anlatırken onun iman zemininde yükselen bir medeniyet tasavvuru sunduğunu belirterek “Bugün bazılarının gülmek değiştirmesinde Bediüzzaman’ın katkısı vardır.” dedi.

-Bediüzzaman laik ezberleri bozmuştur-

Yazar Mustafa Akyol ise “Türkiye’de din düşmanı olan bir damar vardı. O damar dine karşı olduğu için Bediüzzaman’a da karşıydı. “ şeklinde konuşarak İslam dünyasında yaşanan krizler ve Bediüzzaman Said Nursi’nin yöntemi hakkında şunları kaydetti: “Bediüzzaman’ın çizgisi çok doğruydu. Çünkü Osmanlı’da Batı’dan gelen bir maddileşme, geçmişini unutan Frenk meşrep bir aydın kitlesi vardı. O da ilim konusunda Batı’nın bilimini görür alır. Ama bu bilimi dini haline dönüştürmez. Ve asrın kazanımlarını alıp imanı bir vizyon geliştirir. İslam dünyasındaki hürriyet ihtiyacını görür. Bu yüzden Bediüzzaman’ın istibdada karşı çıkıp hürriyetleri savunması o dönem için çok önemli bir vizyondur. Bu yaklaşımı sayesinde kendi çizgisi dışına da etki ederek laik ezberleri bozmuştur. “

– Nefsini ıslah etmeyen başkalarını ıslah edemez-

Yazar Sadık Yalsızuçanlar, “Bediüzzaman’ın hayatına baktığımızda nefsini ıslah ettiğini görüyoruz.” diyerek “İslam nefsin teslim olmasıdır. Nefsini ıslah etmeyen başkalarını ıslah edemez. O da bunu yapmıştır “ diye konuştu.

Yalsızuçanlar, Said Nursi’nin kendisine bir vebalı, cüzamlı gibi muamele edip türlü türlü işkenceler yapanlara bile beddua etmemiş olup hakkını helal ettiğini söyleyerek “Bunu ancak âlimler ve arifler yapar. Bediüzzaman kendisini Hak’ka tasadduk etmiştir. Kendini tasadduk etmeksizin insanın Hak’ka yaklaşması mümkün olmaz.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Onun hediye almaması seyit oluşu ile ilişkilendirilir. Rızık konusunda da şunu söyler: Rızkını helal yolla kazan ve kazandığından azını ye. Bu yaklaşımı da bütün âlim ve ariflerde görüyoruz. “

-Bediüzzaman’a göre sabır, tevafuk, merhamet ve şefkatin anlamı-

Yazar Metin Karabaşoğlu, “Gelenekle Gelecek Arasında Bediüzzaman” kitabının 1976’da çıkan Aydınlar Bediüzzaman’ı Konuşuyor’dan farklı olduğunu söyleyerek “Bu kitap entelektüel damarı ortaya çıkarıp Risale-i Nur’a dışarıdan değil de içeriden bakıp yorum yapanların kitabıdır.” vurgusu yaptı. Karabaşoğlu, Bediüzzaman’ın bir köprü olmadığını kaydederek “Köprü üstünden geçilendir. Bediüzzaman ise kalınacak yerdir. Bir arı gibi gelenek ile gelecek arasındaki özü alıp bu zamanının insanına sunmuştur.” mesajı verdi.

Karabaşoğlu, Said Nursi’nin nasıl mümin olunması gerektiğinin yolunu gösterdiğini belirterek sabır, tevafuk,merhamet ve şefkat kelimelerinin onun hayatındaki anlamına değindi: “Bediüzzaman’ın hayatında ve Risale-i Nur’da bir tevafuk gözüküyor. Çünkü tevafuk kelimesi öyle rastgele tesadüfî olarak kullanılmaz. Birisi tesadüf yerine tevafuk kelimesini kullandığında neden kullandığı anlaşılır. Bir de Bediüzzaman’a göre sabır demek ‘başına gelenlere razı olmak’ anlamında değildir. Ona göre sabır ‘direnç ve ayakta durmak’ demektir. Merhamet ve şefkat duygusu ise; bize karşı hücum edenler varsa duygu ve düşüncelerimizi onların yönlendirmesine izin vermeden kullanmak içindir. Yani onlar tarafından yönetilmiyoruz ve onları da yönlendiriyoruz. Eski Said’den yeni Said’e doğru geldiğinde neler yaptığını görüyoruz. Bediüzzaman’ın İslam dünyasında bin yıldır çeşitli silahlarla zedelenen sorunların çözümü konusunda bir yol gösterip çözümü yeniden inşa ederek hikmetle rahmeti buluşturduğunu görüyoruz.

Dursun Kabaktepe / Moral Haber

Erkan Sen Nurcu Mu Oldun!

Konu ile ilgili birinci yazıyı okumak için tıklayın (Çamurda Bulduğu Bir Kitap ile Hayatı Değişti!)

Konu ile ilgili ikinci yazıyı okumak için tıklayın (Bar’da Risale-i Nur Dersi Yaptılar!)

Risale-i Nur’un sizin hayatınızdaki önemi nedir?

Yukarıda açıkladığım gibi ben sadece Lem’alar kitabı ile bunları yapabildim. Tabi ki bunun sonrasında var külliyatı tanıdığım gün ve birinci sözün beni etkileyen tarafları, yedinci sözü, Mektubatı birçok kitabı daha erken tanısaydım o barı boşaltır ve Kadıköy’de bir Risale-i Nur faaliyeti yapardım ama kısmet değilmiş. Bir kaç arkadaşımız uyuşturucudan vefat etti ve birçoğu ile görüşememekteyim. Ailesinin yüzünden bunalıma giren arkadaşlarımız derslerde çok rahatlıyorlar ve dünyaya farklı bakıyorlardı. Ama bizim aksilikler yüzünden 2 ay boyunca ders yapamadığımız için epey bir zararımız olmuştu.

Risale-i Nur benim üstümdeki bidat ve taklid-i iman ve benim tabirim ile taklid-i kültürümü bedenimden koparıp beni tekrar insan yapması ve hayattaki her şeyin Allah tarafından ve en güzel bir şekilde başımıza geldiğini, sersem ve pasifzm de olan şu benliğime şefkat tokatları ile kendime getirip eski Erkan’dan yeni Erkan dönemine geçmesine vesile olmuştur.

Annemin ve babamın bırakın sülalemin bana öğretemeyeceği şeyleri öğretmiştir ve yüzünü birebir görmesem de ve sesini duymasam da Bediüzzaman Said Nursi benim için çok özel biri olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatında sizi en çok etkileyen şey nedir?

Üstadın kültürü ve bilgisi, söylediklerini yaşayan kişiliği ve insanlara bakış açısı beni gerçekten çok etkilemiştir. Tarihçe-i Hayatı okuduğum vakit resmen yıkılmıştım. Başta dediğim gibi ben Lem’alar kitabının müellifini yaşıyor olarak biliyordum ve ona minnet borçluyduk ama Üstadın 1960 yılında vefatı ve çektiği onca dertlerin boşuna gitmediğini gördüm. Anlatımı samimi geldiği için ben buradayım diyen devrim kardeşimin söylediği gibi ister ateist ister agonist olayım ama bu Lem’aların yazarının çok akıllı ve bilgili olduğunu kabul etmemek bence imkânsız. Annemden daha yakın babamdan daha candan

Anlatımı beni gerçekten başka biri yaptı. Demesiyle devrim beni de gerçekten çok etkilemiştir. Üstad her kitleye uyum gösterecek kişiliği ve davasının ehli olması beni hem etkileyip hem de derin bir düşünceye sevk etmiştir. Beni de bu dava ya ortak etmiştir.

Risale-i Nur hizmetine dair idealleriniz nelerdir?

Bu soruya cevap vermeden önce şunu anlatmak istiyorum. Dükkânda ders yaptığımız dönemlerde birçok arkadaşımız hastalanmıştı ve soğuk epey bir bastırmıştı ve yeni yeni konulara değiniyorduk. Herkes farklı risalelerin fotokopilerini çekip evde okuyup anladığını bize anlatıyordu ama parasızlık yüzünden dükkân sahibi bize kıyak yaparak 1 aylık ücretini almadı ve 1 ayda ücretsiz kalabilirsiniz dedi ve biz ancak 15.günden sonra çıktık ve tam 2 ay ders yapamaz hale geldik. Çünkü paramız bitmişti ve para biriktirmemiz gerekiyordu.

Üniversitede oturup düşünüyordum sınıfta ve arkadaşım olan semih elimdeki Lem’alar kitabını gördü ve

—Vay! Kardeşime bak sen Nurcu mu oldun bakalım sen. Dedi ve bende anlamsız bir surat ifadesi ile

—Neyci?

—Nurcu oğlum Nurcu Said Nursi’nin kitaplarını mı okuyorsun sen dedi.

—Semih Allah’ına kurban senin ya abicim bu kitap nedir neyin nesidir? Kim yazmış bu kitabı kim bu Nurcular?

—Erkan sakin ol. Bak bu kitap Kuran tefsiridir. Yani Kurandan ayetleri alıp açıklamıştır. Said Nursi adında bir âlim yazmış bunu ve şuanda da Nur Cemaati okumakta bunu hani bizim Okan var ya o nurcu mesela bunların evleri vardır. Evlerinde klasik fix yani risaleler okurlar, çay içerler biz sohbet ederler ama adamlarda zehir gibi kafa var abi. Belli zaten âlim terbiyesini yansıtıyorlar.

—Peki, bu kitapların ismi nedir Semih?

—Risale-i Nur Külliyatı diyorlar bunlara. Bundan sanıyorsam epey bi var. 13 tane mi ne Latincesi var bide 3 veya 4 tane Osmanlıcası var.

Bende ise bir heyecan ile şunu dedim.

Yahu Semih ben Lem’alar kitabı ile 45 kişi ile ev kurduk. Bunu ben bir kitapla yaptım abi sen geçmişsin karşıma bundan 13 tane daha var diyorsun. Ben o 13 tanesini daha bulayım abi var ya bırak 45’i 45.000 kişiyi getiririm o kadar iddialıyım abi bu kitap çok ilginç ve güzel bir kitap Semih.

O sırada Semih bana

—Ya Erkan ne diyorsun ya! Ben okumadım ve okumamda abi çok ağır diyorlar kitabın anlatımı Osmanlıcaymış ve anlamakta zorluk çekiyormuşsun.

Bende sinirlendim ve

—Semih. Bana mış-miş li kelimeler kullanma. Belli ki okumamışsın ama teşebbüste bulunursan kanaate varabilirsin. O mış-miş le biten cümlelerinde şüphe kalkar ve belki Allah sana nasip etti anlamayı bak ben okudum anlamdım yani sende oku bence derken onu da aldım bizim eve götürdüm ve ertesi gün Semih beni bir kitap evine götürdü ve Risale-i Nur Külliyatını böyle dizilmiş bir şekilde görünce çok sevindim hemen ilk elime aldığım kitabı baştan okudum. Kitapta birinci söz vardı ve bende kitabı açarken besmele çekmiştim tevafukta bu ya birinci sözde de Bismillah her hayrın başıdır. Yazısını gördüm ve afalladım resmen. Ve kendi kendime dedim ki bu tesadüf olamaz okudum birinci sözü ama kaç kere okudum bende bilmiyorum. Tekrar tekrar okurken hoşuma gitti ve cep telefonumla o sayfaların fotoğraflarını çektim ve bir kaç sayfa daha okuduktan sonra hemen eve gittim. Fotoğrafları çektim ama içimde de kul hakkı geçer mi acaba kuşkusu var. Evde akşam arkadaşlara anlattım birinci sözü ve külliyatı bunlar çıldırmışçasına sevindiler. Para biriktirip almayı düşünüyorduk ama bize söylenen fiyat dudak uçuklattı

Resmen 291 tl denilmişti bize birde indirimli fiyatıymış. Alamazdık yani. Öğrencisin ve sefil durumdasın. Üniversitedeki arkadaşım Okan’ın yanına gittim ve olayı anlattım. Sağ olsun beni medreseye götürdü ve o gün çok mutlu olmuştum. Abilere anlattım mevzuyu ve inanmakta güçlük çektiler resmen. Sonra sözler kitabını emanet istedim sağ olsun verdiler ve eve gittiğimde tüm arkadaşlarımı telefonla aradım ve evde toplandım. Yeni bir şey öğreniyorduk ve herkesin elimde kalem kâğıt birinci söz o kadar harika bir atmosfer yaşattı ki bize o gün onu 50 kişiydik herkes bir kere okumak istedi ve okudu da. Kız erkek karışık bir medrese düşünün ve hiç bir fesatlık veya kötü düşüncenin olmadığı 21 erkek ve 29 kız düşünün. Hepsi bir heyecan ile bu kitapları okumakta.

O gün onlar okurken pencerenin karşısına geçtim ve arkamdaki o heyecanlı titrek sesle okunan birinci sözün son kısmını okuyup ağlayan Rana’nın halini gördüğüm zaman bu risaleyi kendime dava ettim ve Devrim ve Rana kardeşlerim gibi dışarıda birçok Devrimler ve Ranalar olduğunu düşündüm ve hizmet için kendimi geliştirmeyi amaç edindim. Sonra emanet işte geri verdik kitabı ama bizimkiler hep kendi kitabımız olsun istiyorlardı. Grubun en aktif ve en atılgan ve de en yüzsüz pişkin insanı ben birçok kitapçıya gidip yine fotoğraflar çekiyordum risalelerin. Artık risale alamayacağımızı anlamıştık. Çünkü evin giderleri ve masraflarımız ağır basmaya başlayınca bir arkadaşımız tiyemder adlı bir yerden Kuran’ı Kerim ve Türkçe meali talebinde bulunmuş ve posta ile yollamışlar. Kuran yanında ise bir kaç kitap vardı. Bizimkiler Türkçe mealine baştan sesli okumaya başlayınca o Kuran’ın yanında gelen bir kitabı aldım ve göz attım. Müsiad yayınları adlı bir kitap. Nurdandır bütün nurlar adlı bir (yanlış hatırlamıyorsam) kitabı biraz okudum ve kafama bir fikir yattı. Müsiad yayınlarının internet sitesine girdim ve iletişim kısmına şunları yazdım.

Merhaba

Ben ******* üniversitesi son sınıf öğrencisiyim. Yayınlarınız olan nurdandır bütün nurlar hakkında kitabınız doğrultusunda

Size e-posta atma gereği duydum. Ben arkadaşlar arasında bir sohbet evi oluşturduk ve şuan da faaliyetlerimiz sürüyor. Biz Risale-i Nur Külliyatı almak istiyorum fakat maddi olanaklar yüzünden maalesef alacak durumda değiliz. Bize yardımcı olabilecek birileri varsa yardım etmesini talep etmekteyiz.

Teşekkür ederim.

Saygılarımla

Erkan Yıldız

İletişim bilgilerini yazdım ve yolladım. Çok değil aradan 15 gün sonra bir telefon geldi ve arayan Moral Fm genel müdürü Haluk İmamoğlu.

—Selamun Aleyküm Erkan ben Haluk İmamoğlu. Müsiad’a attığınız e-mail bana iletildi. Sanırım Risale-i Nur Külliyatı ihtiyacınız varmış. Ben size Risale-i Nur Külliyatı temin edeceğim. Dediği vakit çok mutlu olmuştum ve bunu Haluk beyle paylaşmıştım. Sonra Haluk Bey benim konuşmamı beğenip beni Moral fm’e davet etti hem de külliyatı almış olursun bizde tanışmış oluruz dedi ve gittim.

Temiz yüzlü ve oldukça samimi bir genel müdür beni karşıladı ve biraz konuştuk. Beni radyoda birçok kişi ile tanıştırdı başta Cemil Tokpınar, İhsan Atasoy gibi abilerimiz ve birçok radyo programcılarıyla sonra nur ilim vakfı bana lügatli bir külliyat verdi ve külliyata baktığımda çok şaşırdım çünkü benim bulduğum külliyat ile bu külliyat arasında inanılmaz bir fark var. Benim külliyatımda lügat yoktu ve bazı kelimeler ve ayetler anlamıyorduk. Çok komik ama biz dalalet’e adalet, ukuk’a hukuk diyorduk ve enteresan birçok kelimeyi kaba tabiri ile kafadan atıp uyduruyorduk ve işin içinden çıkamıyorduk. Ama lügatliyi ele aldığımda ayet açıklaması ve a’dan z’ye kadar dizilmiş lügati bende bir heyecan uyandırdı ve bir an önce eve gitmeliyim ve bunları arkadaşlarla paylaşmalıyım dedim.

Haluk İmamoğlu sağ olsun ilk tam külliyatı bize verdi ve eve gittim. Bizimkilere süpriz yaptım ve evde 55 kişi vardı ve hepsi birbirine sarılıp o kitapların geldiğine öyle seviniyorlardı ki tarifi imkânsız bir şeydi bu.

Hepsi beni kucaklayıp bu kitapların hepsi bizim yani he! Tepkisinde bulundular.

O gece bir ders yaptık anlatamam. Ama çokta güldük. Dalalet-adalet olayı bizi çok güldürdü ve ayet açıklamaları ile güzel bir ders yaptık. Sonra abilerden öğrendik ki bayan-erkek farklı bir medrese olacak. Kadıköy’de bayanlara özel bir dershane açtım ve onları oraya yerleştirdim onlara abla buldum ve risaleleri verdim onlara. Sonra erkeklere bir yer açtık orada erkekler sohbet ediyorlar şimdi. Bu bambaşka bir olay. Planını yapsam inanmazdım ama maymun iştahlığım beni mutlu edecek kadar yararlı kullandığım içinde kendimi kutluyordum ve Allah’ın bana böyle bir hizmeti nasip etmesi çok güzel ve eşsiz bir şey.

Erkan Yıldız / NurNet.Org

 Editörün Notu: Bu yazıyı bize Erkan Bey’in kendisi bizzat yollamamıştır ama sitede yayınlandıktan sonra haberi olup bize ulaşmış ve inş. yazıyı devam ettireceğim diye bize dönüş yapmıştır. Normalde yazı burada son bulmaktadır.

Boğaziçili Talebelerden Bediüzzaman Konferansı

Dün (27 Mart) Boğaziçi Üniversitesinde okuyan kardeşlerin daveti üzerine -Ruba VAKFI olarak- düzenlemiş oldukları konferansa daha önce hazırlanan İngilizce broşürlerimizi alıp gittik.

Konferansı diğer yapılan konferanslardan ayıran özellik ise 2-3 tane talebe kardeşimizin düzenlemiş olmasaydı. Kısacası bu konferans bir “Boğaziçi Üniversitesi talebelerinin düzenlediği Bediüzzaman konferansıydı”.

Konferanstan iki hafta önce kardeşler oturup, kendi aralarında “İstanbul’da bir sürü etkinlik olacak, acaba hangilerine katılsak, tamda vizeler haftasına geliyor ama bir şekilde istifadede etmemiz lazım” diye kendi aralarında konuşurken, bir kardeş şakayla “Ya biz neden kendi konferansımızı düzenlemiyoruz ki!” der ama bu espiri mahiyetindeki söz bir anda hakikat olur ve kardeşler 2 hafta önce kafalarında oluşturdukları bu düşünceyi fiiliyata dökmek için harekete geçerler. Başka talebeler olsa “Ya vize haftasına geliyor, ders mi çalışalım yoksa konferans için hazırlıklar mı yapalım?” der ve vaz geçebilirlerdi. Bizim 2-3 boğaziçili kardeşimizse –ki zaten zeki çocuklardır ikisini bir arada götürebilirler- başlarlar faaliyete.

Konferans için birçok kişiye ulaşılır, konuşmacı olarak davet edilirler, son haftaya kaldığı için birçoğu müsait olmayacaktır tabi. Aynı zamanda sponsorda bulmak lazımdır, bu iş öyle bedavaya olmayacaktır. Hamidiye Vakfı’nın da desteğini arkalarına alarak Allah’ın izniyle bunların hepsinin üstesinden geleceklerdir.

Hazırlanan posterleri Boğaziçi Üniversite’sinin birçok yerine asacaklardır. Tabii bi takım kendini bilmezler bazı konferans posterlerini yırtsalar da okulda Üstad’ın konferans posterleri boy gösterip Boğaziçi adeta Üstad’ı vefat yıldönümünde selamlamış ve ona ilgi ve alakasını göstermiştir.

Biz ikindiden önce mekana vardığımızda, konferansı düzenleyenlerden biri olan Tugay kardeşimiz “Abi bugün bir sürü sınav vardı, yarında sınavlarımız var, inşallah sınav bahanesiyle konferansa talebe arkadaşlarımız gelmemezlik yapmaz, sizlerde dua edin sınavlarımızda konferansta iyi geçsin” sözleri birçok şeyi bizlere açıklıyordu. Konferansa sadece erkeklerin davet edilmesi ve sınav günlerine denk gelmesi bizi de korkutmuştu ama konferans başlayıp, sınavdan çıkan talebelerin salonu doldurması ve konuşmacıları büyük bir iştiyakla dinlemesi ise görülmeye değer bir hadiseydi.

Konferans Kur’an-ı Kerimden okunan güzel bir aşr-ı şerif ile başladı.

Konferans davetlileri arasında ilk konuşmayı Hamidiye Vakfı başkanı Cahit Cemal yaptı. Konuşmasına davete icabet edip gelen abilere teşekkürle başladıktan sonra “Risale-i Nur’da Tecdid” isimli gayet güzel bir konuşma yaptı.

Daha sonra 2. Konuşmacı olarak kürsüye Prof. Dr. Faris Kaya hocamız çıktı. Risale-i Nurlarla ilgili İikv’nin faaliyetlerini ve 95 yılından bu yana başlarından geçmiş olan nurlu hatıraları anlattı. Risale-i Nur’ların nasıl kalplere nüfuz ettiğini ve insanların alemini bir anda nasıl değiştirdiğini örneklerle izah etti. Bir iki hatırayı da biz nakledelim.

İran’da yapılan sempozyum sonrasında Mekke’de Seyyidler Cemaatinden bir alime sempozyumdan bahsedildikten sonra. “Siz nasıl böyle bir işe kalkışırsınız, bi kere onlar sünni bile değil şia’dırlar.” Sözleriyle sert çıkan âlime Faris hocamız 4. Lem’a’yı okur ve izah ettikten sonra o alim zat “Yo yo sizin bu yaptığınızı biz yapamazdık, siz bizden 300-400 ışık yılı İslamiyet’e hizmette ilerisiniz.” der ve yirmi civarı talebelerinin bulunduğu ortamda bu âlim şahıs sözlerine şöyle devam eder “Ben bugüne kadar hep ilim tahsilinde bulunmuşum, İslam’a hiç hizmet edememişim, bundan sonraki bütün mesaimi İslamiyet’e hizmete harcayacağım.” Bir profesör bunu söylerse gerisini siz tahmin edin.

Bir diğer hatıra; Rusya’da Türkçe bilmeyen bir zat’ın Risale-i Nur’ları Türkçesinden okuduğunu görünce sorar “Sen neden Türkçesinden okuyorsun, Rusça neden okumuyorsun?” “Tamam, ben Rusça okuyorum ama Türkçesinden aldığım lezzeti Rusçasından alamıyorum.” der o Rus zat cevap olarak.

3. olarak Kürsüye Ümit Şimşek hocamız gelecektir. Kendisi zaman kısıtlı olduğu için az konuşup öz konuşacaktır. “Görüyorsunuz, Risale-i Nur hizmetleri nereden gelip nereye gidiyor. Acaba bizler bu oynanan sahneler içerisinde hangi rollerde olacağız, bu güzel hadiselerin içerisinde bizlerde yer alabilecek miyiz? Bizim vazifemizde bu olmalı.” Manasında bir konuşma yaptı. Dünya Tiyatro’lar gününde bir nebzede olsa hayatımızı tiyatro sahnesine benzetip, tiyatroda doğru rolleri oynamamızı bizden istirham etti. En azından bizim anladığımız buydu.

Daha sonra kürsüye Mehmet Fırıncı Ağabey geçti. Üstadımızın arkada asılı duran Fatih camiinde çekilmiş fotoğrafını göstererek “Üstad hep böyle ciddi mi duruyor, diye bana soruyorlar. Aslında Üstadımızın ciddi bulunduğu haller vardı tabii ki ama bunun dışında latifede çokça yapmıştır.” Deyip hem ciddiyetiyle ilgili hem de yaptığı latifelerle ilgili birbirinden güzel hatıraları naklettikten sonra “Bana Risale-i Nur’ların sadeleştirmesiyle ilgili sorular soruyorlar. Ben sizin tabirinizle, fanatiğim ve Risale-i Nur’ların sadeleştirilmesine karşıyım.” dedi.

Son olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan hatta yüksek lisans yapan bir kardeşimiz çok kısa bir konuşma yaptı. “Bizler Üstadımızın kulluk cihetine de sımsıkı sarılıp, nafile namazlarımızı, teheccüdlerimizi, tesbihlerimizi, evrad ve ezkarlarımızı aynen Üstadımız gibi bırakmamalıyız, onun gibi itaat etmeliyiz.” Dedi.

Tugay kardeşimizin teşekkür konuşmasıyla konferans son buldu. Konferansın sunuculuğunu ise an itibariyle Moral fm’de sağlık programı yapan Cengiz Tan yapmıştı.

Akabinde akşam namazını kılmak üzere salonun üstündeki camiye geçip akşam namazını kıldık ve kardeşlerin daveti üzerine akşam yemeğini yemek için dersaneye geçtik. Akşam yemeği ve çaydan sonra dağıldık. Cenab-ı Hak yapmış oldukları hizmetleri kabul etsin inşallah.

Ruba Vakfı / NurNet.Org

Konferanstan çektiğimiz bazı fotoğraflar:

Akrebin Kıskacında geçen yıllar ve Said Nursi

Av. Yazar Ahmet Özkılınç, Bediüzzaman Said Nursi’nin türlü türlü işkence ve hukuksuzluklara maruz kalıp öfke ve teslimiyet çıkmazı karşısında sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu olarak izah edilen sırat-ı müstakimi (dosdoğru yol) seçtiğini söyledi. Av. Özkılınç, “Bediüzzaman sıkıntı döneminde öfkeye kapılmadan sırat-ı müstakim olan üçüncü yolu seçtiğini görüyoruz. Her türlü hukuksuzluğa karşı müspet hareketi tüm Müslümanlığa ve insanlığa sunuyor.” dedi.

Av. Yazar Ahmet Özkılınç, Nur İlim ve Eğitim Vakfı ile Nesil Yayınlarının ortaklaşa düzenlediği konferansta Bediüzzaman Said Nursi’nin Eskişehir Mahkemeleri müdafaa konularını işlediği Akrebin Kıskacında isimli kitabını anlattı. Moral FM Avukat Bekir Berk Toplantı Salonu’nda moderatörlüğü Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi üzerine birçok eser veren yazar Metin Karabaşoğlu yaptı.

Eskişehir Mahkemeleri müdafaasında ders verdi

Özkılınç, Bediüzzaman’ın Eskişehir Mahkemeleri müdafaalarının çok önemli olduğunun altını çizerek “Burada yargıya nasıl bağımsız ve tarafsız olacağını, 163. Maddeyi ne şekilde yorumlaması gerektiğini gösteriyor. Ve sonuna kadar hukuki haksını yasal zeminde savunuyor.” diye konuştu. Özkılınç, sözlerine şöyle devam etti: “Bediüzzaman o dönmede türlü türlü komplo ve oyunların olduğunu bildiği için talebelerini korumak ve davasına zarar vermemek için müspet hareketi seçiyor. Bize verdiği mesaj meşruiyet ve tahammül oluyor. Başkalarının baskı ve kışkırtmalarına yönelik saldırgan tavırlarına karşı tahammülü gösteriyor. Oynanan oyunları görüyor.

Said Nursi bağımsız hizmet metodunu uyguladı

O dönemde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin çok karışık bir yapıya sahip olduğunu belirten Özkılınç, Said Nursi’nin talebelerini bu oyun ve hileden uzak tutmak ve yazdığı eserlere zarar verilmemesi için “Siyesetle uğraşmayıp bağımsız bir hizmet metodunu uygulamıştır. Böylelikle oyun ve hilelere düşmemiştir.” ifadesini kullandı. Özkılınç, Akrebin Kıskacında kitabını yazarken yaptığı araştırmalarda yakın tarih konusunda birçok tarihçinin araştırmasından faydalandığını ama Bediüzzaman ve talebelerinin çektiği çile ve hukuk dışı davranışlara yer verilmediğini kaydederek şunları söyledi: “Yakın tarihi anlatan hukuk dışı uygulamalarla ilgili bir kitap yazmak isteyen her kişi Bedizzaman ve talebelerinin uğradığı hukuk dışılığı görmeden bir kitap yazamaz.

Sözlerin telif sırasında bile strateji vardır

Özkılınç, Bediüzzaman’ın yaptığı her şeyin devlet yöneticileri tarafından gün ve gün Mustafa Kemal’e rapor halinde bildirildiğinin belgeleri olduğunun altını çizerek risalelerin çok zor şartlarda yazıldığını söyledi. Barla’da Said Nursi’nin yaptıklarını devlet görevlilerinin sürekli takip edip rapor halinde sunduğu için sözlerin telif sırasında bile bir strateji uygulandığını vurgulayarak şunları anlattı: “Mesela haşir ve ahireti anlatan 10. Söz Meclise kadar gitmiştir. Yine aynı şekilde iman ve küfür muvazenelerini anlatan 25. Sözde böyle bir şey yaşanmıştır. Bunları gören devletin üst makamındaki kişiler burada 10. Söz ve 25. Söz var. Siz sadece bunları mı gördünüz? 10. ve 25. Söz olduğuna göre diğerleri vardır, diye yöneticileri değiştirmişlerdir. Bir nevi psikolojik baskı olmuştur.

Dursun Kabaktepe / Moral Haber